Mehmet Rauf – Kan Damlasi

altında biçimlenmiştir. Hep aşk tutkusu üzerinde duran yazar, Türk edebiyatının ilk başarılı ruh çözümlemesi romanı olan Eylül ile sanatının en yüksek noktasına çıkmış, öteki bütün eserlerinde bir daha o düzeye ulaşamamıştır. Hikâye ve romanlarının hemen hepsinde kendi kişiliğinden sıyrılamamış, bunlarda ya kendi hayatının bazı kesimlerini yansıtmış, ya da eser kahramanları aracılığıyla kendi duygu ve düşüncelerini anlatmıştır. Roman, hikâye ve tiyatro türünde eserleri vardır. Romantik duyguları, hayalleri ve aşkları işlemiş, sosyal hayata pek yer vermemiştir. Arzu, ihtiras ve aşk maceraları temel konularıdır, romanlarında psikolojik tahlillere önem vermiştir, dili sadedir. Türk edebiyatında ilk örnekleri Halit Ziya tarafından verilen “mensur şiir” üzerinde ısrarla durup o yolda epey yazı yayınlayarak bu türün daha sonraki devirde de tutunup sürdürülmesine ön ayak olmuştur. Söz-dizimi bakımından Edebiyat-ı Cedide nesircileri yolunda yürümekle birlikte onlardan daha sade bir dille yazmıştır. Romanları; Eylül, Ferda-yı Garam, Karanfil ve Yasemin, Genç Kız Kalbi, Böğürtlen, Son Yıldız, Halas, Kan Damlası. Hikâye kitapları; İntizar, Son Emel, Aşk Kadını, Eski Aşk Geceleri, İlk Temas, İlk Zevk. Mensur şiirlerini; Siyah İnciler adlı kitapta toplamıştır. Piyesleri; Pençe, Cidal, Sansar, Ceriha vb. • 1. “NUMARA BİR” Du sabah saat sekiz sularında köyün karakolunda telefon zili şiddetle çınlıyordu. Muavin bey henüz uykuda olduğundan karşıki odada bulunan nöbetçi polis efendi telefona gelerek aleti kulağına götürdü ve gür bir sesle haykırırcasına sordu: – Alo, nedir o? Telefonda doğal olmayan, bir tesirle bozulmuş titrek bir ses hemen atıldı: – Pardon efendim, orası karakol değil midir? – Evet, ne istiyorsunuz? – Merkez memuru bey orada mıdır? – Hayır, daha uykudan kalkmadı.


– Aman kendisini çabuk uyandırınız. Konuşmak, kendisine bir şey söylemek istiyorum. Oturduğum köşkte müthiş bir cinayet işlendi. Bir kadın öldürdüler… Çabuk gelmeli, meseleye el koymalı… Kendisini hemen uyandırınız ve sözlerimi söyleyiniz. Telefondaki polis kaşlarında bir merak hareketiyle sordu: – Siz kimsiniz, nerede oturuyorsunuz? KAN DAMLASI Cevap aynı sesle şu yolda verildi: – Ben Doktor Şakir Feyzi… istanbul yolunda çilek tarlalarının üstünde tepedeki İngiliz Köşkü’nde oturuyorum… Bildiniz ya? Polis Şakir Feyzi Beyi ve oturduğu köşkü tabii iyi biliyordu. Köşk, Tarabya tepelerinin birinde vaktiyle konsoloslukla istanbul’a gelmişken bilâhare hizmetten çekildiği vakit şehri terk etmeyerek burada kalmış zengin bir ingiliz tarafından yaptırılmış pek itinalı, pek sanatlı bir bina idi. Dört tarafı büyük özenle yetiştirilmiş büyük gövdeli ağaçlarla kuşatılmış ve yüksek duvarlarla çevrilmiş bu köşk yalnız girişte denizden görülebilirdi. Son senelerde boş kalmışken bu yaz başlangıcında zengin bir Türk ailesi taşınmıştı. Ailenin sürdüğü gösterişli hayat köyün esasen zengin sakinleri tarafından bile hayretle karşılanacak derecede debdebeli idi. Her akşam otomobiller çifter çifter, birisinde biri yaşlı, diğeri genç iki müstesna hanımefendiyle bir genç bey, diğerinde mürebbiye olduğu anlaşılan bir kadınla iki çocuk ve bazen yaşlı bir kadın görülürdü. Demek köşkte bu gece bir cinayet işlenmişti ve oturanlar zabıtanın müdahalesini istiyorlardı. Memur efendi durumu ihmal edilemeyecek bir ciddiyet ve vahimlikte görerek hemen binanın merdivenlerini çıkmaya başladı. Üst kata geldiği vakit, orada kapalı bir odaya tık tık vurarak henüz uykuda olan muavin beyi işten haberdar etti. * * * Bir çeyrek sonra, muavin bey telaş ve aceleyle kalkıp giyinmiş bir halde yanına iki memur daha alarak çift atlı bir arabaya atlamış, köşke giden en kısa yolda uçuyordu. Köşkün kapısına geldikleri zaman orada kendisinin bek- lendiğini anlatan bir hareket ve faaliyet gördü.

Uzun boylu, iri yapılı, heybetli tavırlı bir kapıcı, sağlam ve metin parmaklığı açarak kendilerini içeri aldı ve orada bir elektrik düğmesine basarak köşkü zabıtanın geldiğinden haberdar etti. Polisler büyük bir itina ile bakıldığı anlaşılan yolda büyük gövdeli ağaçların gölgesinde ilerlemeye başladılar, iki dakika kadar yürümüşlerdi ki yolun öbür tarafından bir uşak koşarak geldi ve yol göstererek onları köşke götürdü. Köşkün camlı kapısında muavin bey Doktor Şakir Feyzi Beyi gördü ve tanıdı. Şakir Feyzi, şakaklarındaki hafif beyazlara rağmen yüzünün rengi ve cildinin parlaklığı ile henüz pek gençti. Refah ve servet içinde yaşayanlara mahsus bir ağırbaşlılık ve ciddiyetle mümtaz çehresi insana saygı aşılıyordu. Nazik bir tebessüm ve zarif bir tavırla muavini selamlayarak: – Sizi vakitsiz bir saatte rahatsız ettiğime pek üzgünüm beyefendi, dedi. Fakat mesele o kadar korkunç ve o kadar esrarengiz ki hepimiz deli gibi bir haldeyiz. Kıymetli yardımınızla bizi aydınlatır, yol gösterir, bilhassa hanımların korku ve heyecanını teskin buyurursunuz ümidindeyim. Muavin bey genç ve hırslı bir adamdı. Vazifesine hararetli bir bağlılığı, mesleğine büyük bir düşkünlüğü vardı. Bu gibi karışık ve halkın merakını çekecek surette esrarlı cinayetlerin kendi geleceğine ne büyük bir faydası olacağını bildiğinden büyük bir memnuniyet taşıyordu. Tekrar tekrar eğilerek kibar köşk sahibinin iltifatlarına karşılık verdi: -Vazifemizi yapacağız beyefendi. Yahut eğer mesele söylediğiniz gibi pek karmaşık ve halli pek imkansız ise bütün gayretimizle çalışacağız, işi istediğiniz gibi aydınlatamazsak herhalde kabahati bizim gayretsizliğimize yormalısınız. Şakir Feyzi memurları büyük hole aldı, orada ipek yastık ve kadife minderli hasır koltuklara oturtarak izahat vermeye başladı: 10 – Şimdi efendim, meseleyi bir kere kısaca arz edeyim. Biliyorsunuz ki buraya geleli üç ay kadar oldu.

Aile kayınvalidem, eşim, çocuklarım, bunların mürebbiyesi ve eşimin süt annesinden, bunlardan başka hizmetçilerden, uşaklardan ve aşçılardan meydana gelir; toplam on altı kişiyiz. Şimdiye kadar köşk her ne kadar tenha bir yerde ise de duvarları, kapısı sağlam ve muhafazalı olduğundan korkusuzca oturuyorduk. Aklımıza hiçbir fenalık, tehlike ve korku gelmiyordu. Bildiğiniz gibi etraftaki duvarlar gayet yüksek olup aşılması hemen hemen imkansız bir halde olduğundan, kapımız gayet metin ve bir kere kapanıp kilitlenince girilmesi imkansız denilecek kadar kuvvetli bulunduğundan, hariçten kimsenin içeri girmesi mümkün değildir. Gündüzleri kapıcımız -sadakat ve bağlılığı denenmiş bir adam- bir dakika bile kapıdan ayrılmayıp vazifesini son derece dikkatle yerine getirdiğinden, özetle köşk her türlü saldırıdan, her türlü tehlikeden korunmuş ve emindir zannediyorduk. Buraya gelince Şakir Feyzi, muavinin dudaklarında gördüğü bir tebessüme iştirak eder gibi bir neşeyle: – Halbuki, dedi. Halbuki bu sabah alışılmadık şekilde kapıma vuruldu ve gürültülü, heyecanlı bir surette uyandırıldım. Hizmetçi kızlar renkleri atmış, dudakları mosmor, gözleri açılmış bir halde titriyorlar, ağızlarından hiçbir söz fark edilmeyerek sürekli iniltiler çıkıyordu. Kalbinden biraz rahatsız olan kayınvalideyi daima en basit heyecanlardan bile sakındığımız için kızlar dosdoğru bize gelerek bizi uyandırmışlardı. Onlardan bir söz almak için bir hayli uğraşmak lazım geldi, anlaşılmaz kelimeler söylüyorlar, derin bir heyecan içinde çırpınıyorlardı. Nihayet söz söylemek imkanını bulunca eşimin süt ninesi Sıdıka Hanımın karyolasında kan içinde yatmakta olduğunu, boğazının bir bıçakla parça parça edilmiş bulunduğunu söyleyebildiler. Hemen koştuk. Sıdıka Hanım köşkün arkasında, hizmetçilere tahsis ettiğimiz küçük bir binanın ikinci katında kendisine mahsus bir 11 odada yatar. Odada sizin de göreceğiniz gibi, en küçük bir karışıklık, en küçük bir perişanlık bile yok. Yatak, yorgan, yastık hiç bozulmamış; adeta diyebilirsiniz ki kadıncağız bir melek uykusu uyuyor, sabaha kadar hiç kımıldanmamış… Fakat karyolaya yaklaşınca korkunç… Oh korkunç bir manzaranın karşısında kalıyorsunuz.

Göğsünün hizasında dümdüz ve buruşuksuz bir halde duran yorganın üstünde başı duvara dönmüş yatan ihtiyar bir kadının kapıdan görülebilen gırtlağı kan içinde, oyulmuş bir çukur halinde dehşetinizi tahrik ediyor. Fakat işin en müthiş noktası o kadarla kalmıyor… Yatağa iyice yaklaşıp kadının yüzüne baktığınız zaman, alnının tam ortasında bir damla koyu ve pıhtı-laşmış kan görüyorsunuz… Şakir Feyzi son derece duygulandığı anlaşılan bu tafsilatı kendine mahsus bir söz ustalığıyla söylerken ellerinin titrediği görülüyor ve gözlerinde nihayetsiz bir korkunun karardığı hissediliyordu. Sözünü bitirdiği zaman, – Korkunç değil mi beyefendi, diye sordu. Muavin bey metanet göstermek için tebessüm etmeye çalışarak, – Gerçekten korkunç… Ve esrarengiz, dedi. Sonra fikrini izah etti: – Bir kere buyurduğunuz gibi dışarıdan kimsenin giremeyeceği malumken bir yabancı tarafından yapıldığına şüphe olmayan bu cinayet nedir? Sonra da odanın sakin ve muntazam görülmesi, yatağın hiç el sürülmemiş kadar düzgün bulunması… Tabii değil mi efendim, ne olsa kadıncağızın gırtlağında o korkunç çukuru açabilmek için uğraşmak lazımdır. Ve kadın tabii olarak bıçak darbesinin altında direnip çır; ınacağından yatağın bozulması lazım gelirdi. Böyle müthiş bir yara açıp bir ihtiyar kadını öldürdükten sonra yatağı düzeltecek kadar soğukkanlı bir katil ne işittim, ne gördüm, ne de tasavvur edebilirim. 12 Burada muavin bey bir dakika sükût ederek sordu: – Köşkteki uşaklardan falan emin misiniz beyefendi? Doktor teminat verdi: – Tamamıyla… Kapıcımız… Şoförler ve uşaklar hepsi de evlendiğim beş seneden beri hizmetimizi bir gün bile terk etmemişler ve gerek bizim muamelelerimizden, gerek aldıkları maaşlardan ve bol bol verdiğimiz bahşişlerden daima memnun olmuşlardır. Onlardan böyle bir hareket değil, bilakis bizim tehlikede olduğumuzu hissederlerse canlarını sakınmayarak yardım ve müdafaa etmelerini bekleriz. Muavin beyin başı tekrar kalkarak gözleri keskin bir nazarla baktığı halde dudaklarından şu soru döküldü: – Sizin veya ihtiyar kadının bir düşmanı var mıdır acaba? Burada Şakir Feyzi’nin yüzü bir ölü çehresi gibi solarak dudaklarında olan titreme, bütün vücudunda şiddetli bir heyecan hareketi meydana getirdi. Ve elini alnından geçirip bozuk bir sesle kekeledi: – işte en müthiş nokta beyefendi… Düşman var… Hem öyle bir düşman ki dünyada bir misli daha yoktur denilecek kadar belâlı ve ölümcül bir adam. Hem Sıdıka Hanımın, hem bizim ailenin amansız bir düşmanıdır… Bütün aile efradı, biz de cinayetin onun tarafından yapıldığını ve yaptırıldığını zannederek korkuyoruz. Burada biraz canlanır gibi olarak: – Fakat bu adam beş buçuk sene kadar evvel hükümetçe yakalanarak yaptığı şeylerden dolayı yargılanmış ve hapse mahkum olmuştu… Şimdi acaba hapisten kurtulmuş mudur? Muavin bey birdenbire ayağa kalkarak, – Onu kolay anlarız… Hele bir cesedi görelim de lazım gelen muameleye başlayalım, dedi. 13 Şakir Feyzi o zaman kendine yol göstererek holün girdikleri kapısının karşı tarafına açılan küçükçe bir kapıya doğru yürüdü. Buradan çıktılar, köşkün arkasında yakında, ağaçlar altında tahin rengine boyalı küçük bir binaya yürüdüler.

Yolda giderken Şakir Feyzi bir taraftan anlatıyordu: – Efendim iş, eşimin büyük pederi Arnavutluk ileri gelenlerinden Abdüssamed Paşanın terk ettiği servet etrafında dönüyor. Bu servet, Paşa tarafından Aksaray’da bulunan bir konağın hamamında bir taşın arkasına gizlenmiş ve birtakım karışık tertiplerle o zaman Paris’te bulunan kızma bildirilmişti. Bu defineden o zaman henüz kayınvalideden ayrılmamış olan eşimin pederi de haberdar olup, yalnız definenin nerede bulunduğu hakkında bir bilgisi olmadığından bizle bu adam veyahut bu adamın biraderi arasında bir mücadele, bir düşmanlık doğmuştu. Biz muvaffak olarak definenin saklı olduğu yeri keşfettik. Onlar bu parayı almamıza mani olmak için her çareye başvurarak türlü tecavüzlere kalktılar. Mesela beni iki defa kaçırarak Kalitarya’da bir köşkte hapsettiler, bir seferinde bir mahzene tıktılar, bir defa eşimi Beyoğlu’nun en kalabalık bir yerinde kapıp kaçırdılar. Biz bu öldürülen Sıdıka Hanımın sayesinde bütün bu tehlikelerden kurtulduk ve herifleri hükümete teslime muvaffak olduk. Söz burada iken binanın kapısına gelmişlerdi. Doktorun söylediklerini büyük bir dikkatle dinleyen muavin bey yine bir tebessümle, – Eee, iş aşikâr öyleyse, dedi. Cinayet bir intikam işidir. Ve düşmanınız veya düşmanlarınız tarafından işlenmiştir. Doktor merakla sordu: – Eee köşke nasıl girebildiler?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir