Michael Connelly – Unutulan Sesler

Aradıkları arabaydı. Plakası yoktu ama Harry Bosch o olduğunu biliyordu. Bordo boyası güneşten uzun zaman önce solmuş, 1987 model bir Honda Accord’du. ’92’de tamponuna yapıştırılmış olan yeşil Clinton çıkartması bile solmuştu. Ucuz mürekkep kullanılmış olan çıkartmanın uzun ömürlü olması amaçlanmamıştı zaten. Seçimlerin uzak ihtimal olduğu zamanlardandı. Araba, o kadar dar bir garaja park edilmişti ki Bosch sürücünün içinden nasıl çıktığını merak etti. Adli tıp dedektiflerini arabanın dışındaki ve garajın iç duvarlarındaki izler konusunda ekstra dikkat göstermeleri için uyarmayı aklının bir köşesine not etti. Muhtemelen bu şekilde uyarılmak hoşlarına gitmeyecekti, ama başka türlü içinin rahat etmeyeceğini biliyordu. Garajın, alüminyum tutamaklı, çekilip indirilen bir kapısı vardı. Parmak izi için uygun değildi ama Bosch yine de adli dedektiflere orayı da hatırlatacaktı. “Kim buldu?” diye sordu devriye memurlarına. High Tower sitesinin girişine ve iki sıra halindeki garajların bulunduğu çıkmaz sokağın ağzına suç mahallini işaretleyen sarı bantları çekme işini henüz bitirmişlerdi. “Ev sahibi” diye yanıtladı kıdemli memur. “Garaj, sahibi olduğu boş daireye aitmiş, yani aslında boş olması gerek.


Birkaç gün önce birkaç mobilyasını ve bazı eşyalarını koyma niyetiyle garaja gelmiş ve arabayı görmüş. Başka bir kiracının misafirine ait olabileceğini düşünerek birkaç gün sesini çıkarmamış. Ama arabaya dokunulmadığını görünce kiracılara sormaya başlamış. Arabayı kimse tanımıyormuş. Kime ait olduğunu bilen yokmuş. Sonra plakasız olduğu için çalınmış olabileceğini düşünerek bizi aramış. Ortağımla Gesto bülteninden haberdardık. Buraya gelince hemen ikiyle ikiyi topladık.” Bosch başını salladı ve garaja yaklaştı. Burnundan derin bir nefes aldı. Marie Gesto on gündür kayıptı. Garajda olsaydı kokusunu alırdı. Ortağı Jerry Edgar yanına geldi. “Bir şey var mı?” diye sordu. “Sanmıyorum.

” “Güzel.” “Güzel mi?” “Bagaj davalarını sevmem.” “Hiç olmazsa üzerinde çalışabileceğimiz bir kurbanımız olurdu.” Bosch’un gözleri onlara yardım edebilecek herhangi bir şey bulma ümidiyle arabanın üzerini tararken anlamsızca laklak ediyorlardı. Hiçbir şey göremeyen Bosch, ceketinin cebinden bir çift lastik eldiven çıkardı ve içlerine hafifçe üfleyip şişirdikten sonra ellerine geçirdi. Kollarını ameliyathaneye giren bir cerrah gibi ileri uzatarak yan döndü, hiçbir yere dokunmadan ve bozmadan garaj duvarıyla araba arasında ilerleyerek sürücü tarafındaki kapıya yöneldi. Garajda ilerledikçe karanlık koyulaştı. Yüzüne yapışan örümcek ağlarını çekti. Geri dönerek devriye memuruna belindeki Maglite feneri ödünç alıp alamayacağını sordu. Sonra tekrar garaja dönerek el fenerini yaktı ve ışığını Honda’nın camlarından içeri yöneltti. Önce arka koltuğa baktı. Binici çizmeleri ve bir kep gördü. Çizmelerin hemen yanında, üzerinde MayFair Supermarket yazan naylon torba vardı. İçinde ne olduğunu göremiyor ama soruşturmada daha önce düşünmedikleri bir açıyı ortaya çıkaracağını biliyordu. İlerledi.

Öndeki yolcu koltuğunda bir çift koşu ayakkabısı, onların üzerindeyse özenle katlanmış giysiler vardı. Bosch kot pantolonu ve uzun kollu tişörtü hemen fark etti; görgü tanıklarının tarifine göre bu, Marie Gesto ata binmek üzere Beachwood Kanyonu’na giderken üzerinde olan kıyafetti. Tişörtün üzerinde dikkatle katlanmış çoraplar, külot ve sutyen vardı. Bosch, göğsünde korkunun yarattığı ağırlığı hissetti. Giysileri Marie Gesto’nun öldüğüne dair bir kanıt olarak gördüğünden değildi. Öldüğünü içten içe biliyordu zaten. Herkes biliyordu, televizyon ekranlarından kızlarının sağ salim kendilerine dönmesi için yalvaran anne babası bile biliyordu. Davanın Kayıp bölümünden alınıp Hollywood Cinayet Masası’na devredilmesi bu yüzdendi. Bosch’u etkileyen, kızın giysileri olmuştu. O denli özenle katlanmışlardı ki. Acaba kızın kendisi mi katlamıştı? Yoksa yaşamına son veren kişinin işi miydi? Bosch’u huzursuz edip göğsünde ağırlık yaratan işte bu küçük sorulardı. Arabanın içini camın gerisinden inceleme işini bitirince garajdan çıktı. “Bir şey var mı?” diye sordu Edgar yeniden. “Kızın giysileri. Binicilik malzemeleri.

Belki biraz sebze meyve. Beachwood’un hemen aşağısında MayFair market var. Kız ahırlara giderken oraya uğramış olabilir.” Edgar başını salladı. Takip edilecek yeni bir ipucu, görgü tanığı aranacak bir başka yer. Bosch garaj kapısının altından çıkıp High Tower’in apartman dairelerine baktı. Hollywood’un eşsiz yerlerinden biriydi. Hollywood Bowl’un arkasındaki tepelerin Granit eteklerine inşa edilmiş apartmanlardan oluşmaktaydı. Streamline moderne üslubunda tasarlanmışlardı ve asansörü barındıran ortadaki ince uzun yapı binaları birbirine bağlamaktaydı. Site, ismini bu yüksek kuleden almıştı. Bosch büyüme çağında bir süre bu civarda yaşamıştı. Camrose yakınlarındaki evinden, yaz aylarında Bowl’da verilen konserlerin seslerini hayal meyal duyardı. Çatıda durduğu takdirde 4 Temmuz’da ve sezon sonunda yapılan havai fişek gösterilerini de izleyebiliyordu. Gece, High Tower’in pencerelerinin ışıl ışıl parladığını görmüştü. Ortadaki ince yapıdan yükselen asansörün birini daha yukarı, evine çıkardığına tanık olmuştu.

Çocuk aklıyla insanın evine asansörle gitmesinin lüksün doruk noktası olduğuna inanırdı. “Yönetici nerede?” diye sordu devriye memuruna. “Tekrar yukarı çıktı. Asansörle en üst kata çıkıp yürüyüş yolunun karşısındaki ilk kapıya girerseniz onu bulabileceğinizi söyledi.” “Tamam, yukarı çıkıyoruz. Siz burada kalıp bilimsel araştırma ekibini bekleyin. Dedektifler göz atmadan aracın çekilmesine sakın izin vermeyin.” “Anlaşıldı.” Kuledeki asansör, içine binmeleriyle olduğu yerde yaylanan küçük bir küpten ibaretti. Kapı otomatik olarak kapandı, ardından içerideki bir başka güvenlik kapısını çekmek durumunda kaldılar. Sadece iki düğme vardı: 1 ve 2. Bosch 2’ye basınca asansör yükselmeye başladı. En fazla dört kişinin rahatça sığabileceği, sayı arttığı takdirde insanların birbirinin nefesini tatmak zorunda kalacağı dar bir alandı. “Bak ne diyeceğim,” dedi Edgar. “Burada yaşayan hiç kimsenin piyanosu yoktur, orası kesin.

” “Zekice bir çıkarım, Watson,” dedi Bosch. Tepeye varınca kapıyı açıp indiler ve kuleyle tepeye inşa edilmiş binalar arasında havada bağlantı kuran beton yolda ilerlediler. Bosch dönüp kulenin gerisinden görünen ve neredeyse tüm Hollywood’u kapsayan manzaraya baktı ve dağ esintisini hissetti. Başını kaldırınca bir kızıl şahinin onları izliyormuş gibi kulenin tepesinde süzüldüğünü gördü. “İşte geldik,” dedi Edgar. Bosch dönünce ortağının dairelerden birinin kapısına inen birkaç basamağı işaret etmekte olduğunu gördü. Kapının zilinin hemen altında YÖNETİCİ yazan bir levha vardı. Kapı, zile basmalarına kalmadan beyaz sakallı, zayıf bir adam tarafından açıldı. Kendini site yöneticisi Milano Kay olarak tanıttı. Bosch ve Edgar rozetlerini gösterdiler sonra Honda’nın bulunduğu garajın ait olduğu boş daireyi görüp göremeyeceklerini sordular. Kay onlara yolu gösterdi. Beton yol üzerinden kuleye gidip bir başka yola girerek bir dairenin önüne vardılar. Kay anahtarıyla kilidi açtı. “Burayı biliyorum,” dedi Edgar. “Site ve asansörün olduğu kule, bir filmde vardı, değil mi?” “Doğru,” dedi Kay.

“Yıllar içinde pek çok filmde yer aldı.” Bosch bunun pek de şaşırtıcı olmadığını düşündü. Böyle eşsiz bir yerin yerel endüstrinin dikkatinden kaçmış olması mümkün değildi. Kapıyı açan Kay, içeri girmelerini işaret etti. Apartman dairesi küçük ve boştu. Bir oturma odası, mutfak banyo ve bir yatak odasından ibaretti. Büyüklüğü kırk metrekareden fazla olamazdı. Bosch, içinde mobilyalarla daha da küçüleceğini biliyordu. Ama bu dairelerin en önemli özelliği, manzarasıydı. Bir duvarı kaplayan pencereler, kuleyle bina arasındaki yoldan da görünen muhteşem Hollywood manzarasına sahipti. Cam kapıdan balkona çıkılıyordu. Dışarı çıkan Bosch, manzaranın ihtişamını içine çekti. Şehir merkezinin yüksek binaları görülüyordu. Manzaranın gece, şehrin ışıklarıyla daha da harika olacağından emindi. “Bu daire ne zamandır boş?” diye sordu.

“Beş hafta oldu,” diye cevapladı Kay. “KiRALIK yazısı göremedim.” Bosch çıkmaz sokağa baktı ve bilimsel araştırma ekibiyle çekme aracını beklemekte olan devriye memurlarını gördü. Sırtları birbirlerine dönük halde devriye araçlarının iki yanına yaslanmış duruyorlardı. Ortaklık ilişkileri pek yakın değildi anlaşılan. “Kiralık yazısı asmama hiç gerek olmaz,” dedi Kay. “Boş dairemiz olduğu haberi genellikle hemen yayılır. Burada yaşamak isteyen çok insan var. Burası Hollywood’un sembollerinden biri. Ayrıca dairede tadilat yaptırıyordum. Boyasını yenileyip ufak tefek tamirat işlerini hallettim. Kiraya vermek için acelem yoktu.” “Kirası ne kadar?” “Ayda bin dolar.” Edgar ıslık çaldı. Bosch’a da yüksek gelmişti.

Ama manzara için bu miktarı ödemeye razı insanlar olabileceğini tahmin ediyordu. “Aşağıdaki garajın boş olduğunu kimler bilebilirdi?” diye sordu soruşturmaya geri dönerek. “Epey bilen var. Öncelikle site sakinleri. Ayrıca son beş hafta içinde daireyi gösterdiğim birkaç kişi var. Genellikle daireyi gezdirirken garajdan da bahsederim. Ben tatildeyken buradaki işlerimle ilgilenen bir yardımcım var. O da daireyi birkaç kişiye göstermiş.” “Garajın kapısı kilitli değil mi?” “Gerek yok. İçeride çalınacak hiçbir şey yok. Yeni kiracı geldiğinde isterse bir asma kilit takabilir. Kararı onlara bırakırım ama genellikle kilit takmalarını öneririm.” “Daireyi gösterdiğiniz kişilerin kaydı bulunuyor mu?” “Maalesef. Belki geri dönebilmem için bırakılan numaralardan birkaçı hâlâ duruyordur, ama kiralamadıkları sürece isimleri not etmeye gerek görmüyorum. Ve daire hâlâ kiralanmadı.

” Bosch başını salladı. Takip edilmesi zor olacaktı. Garajın açık ve boş olduğunu bilen çok kişi vardı. “Ya eski kiracı?” diye sordu. “Ona ne oldu?” “Kadın bir aktris olma hayaliyle burada beş yıl yaşadı,” dedi Kay. “Sonunda pes edip memleketine döndü.” “Bu şehirde ayakta kalmak kolay değil. Memleketi neresiymiş?” “Depozitosunu Austin, Texas’a gönderdim.” Bosch başını salladı. “Burada yalnız mı yaşıyordu?” “Bir sevgilisi vardı, sık sık gelip kalırdı. Ama sanırım kadın taşınmadan önce ilişkileri bitti.” “Texas adresini sizden almamız gerekiyor.” Kay başını salladı. “Memurlar arabanın kayıp bir kıza ait olduğunu söyledi.” “Genç bir kız,” dedi Bosch.

Elini ceketinin iç cebine sokup Marie Gesto’nun bir fotoğrafını çıkardı. Fotoğrafı Kay’e göstererek daireyi görmeye gelenlerden birine benzeyip benzemediğini sordu. Yönetici, kızı tanımıyordu. “Televizyonda bile görmediniz mi?” diye sordu Edgar. “On gündür kayıp. Haber bültenlerinde sürekli gösteriliyor.” “Televizyonum yok, dedektif,” dedi Kay. Televizyonsuz biri. Bosch, bu şehirde onun gibilerinin özgür düşünceci olarak anıldığını düşündü. “Haber gazetelerde de çıktı,” diye ısrar etti Edgar. “Ara sıra gazete okurum,” dedi Kay. “Aşağıdaki geri dönüşüm kutularından alırım. Genellikle eski tarihli olurlar. Ama onunla ilgili herhangi bir habere rastlamadım.” “On gün önce kayboldu,” dedi Bosch.

“Yani ayın dokuzu, perşembe günü. O güne dair hatırladığınız bir şey var mı? Buralarda dikkatinizi çeken herhangi bir şey?” Kay başını iki yana salladı. “Burada değildim. İtalya’da tatildeydim.” Bosch gülümsedi. “İtalya’ya bayılırım. Neresine gittiniz?” Kay’in yüzü aydınlandı. “Önce Como Gölü’ne, ardından Asolo adında küçük bir dağ köyüne. Robert Browning’in yaşadığı yer.” Bosch bahsedilen yerleri ve Robert Browning’in kim olduğunu biliyormuş gibi başını salladı. “Gelenler var,” dedi Edgar. Bosch, ortağının bakışlarını takip ederek çıkmaz sokağa baktı. Tepesinde bir uydu çanağı, gövdesinde büyük bir 9 rakamı bulunan bir haber minibüsü sarı şeritlerin hemen önüne park etmişti. Devriye memurlarından biri minibüse doğru yürüyordu. Harry, ev sahibine döndü.

“Bay Kay, daha sonra tekrar konuşacağız. Yapabilirseniz, daireyi görüp soran insanların bıraktığı isim ve numaraları not edin lütfen. Ayrıca yokluğunuzda işleri adınıza yürüten kişiyle de konuşup sizden eski kiracınızın bıraktığı Texas adresini almamız gerekiyor.” “Hiç sorun değil.” “Bir de tüm diğer kiracılarla görüşüp arabanın garaja bırakılışını gören olup olmadığını soracağız. Fazla rahatsız etmemeye gayret ederiz.” “Sorun değil. Daireyi gezenlerin bıraktığı numaraları bulmaya çalışacağım.” Dışarı çıkıp yanlarında Kay ile asansöre yürüdüler. Yöneticiye veda ettikten sonra asansöre binerek tekrar aşağı indiler. “İtalya’yı sevdiğini bilmiyordum, Harry,” dedi Edgar. “Hiç gitmedim.” Bosch’un yaptığının Kay’in söylediklerini doğrulamak için uyguladığı bir taktik olduğunu anlayan Edgar başını salladı. “Onun yapmış olabileceğini mi düşünüyorsun?” “Pek sayılmaz. Tedbirli olmaktan zarar gelmez.

Hem katil o olsa niye arabayı kendine ait bir garaja bıraksın? Neden bulunduğunu haber versin?” “Evet. Ama belki öyle yapmayacağını düşüneceğimizi tahmin edecek kadar zekidir ve bizi ters köşeye yatırmaya çalışıyordur? Anlatabiliyor muyum? Belki bize oyun oynuyordur, Harry. Belki kız daireyi görmeye geldi ve işler ters gitti. Adam cesedi sakladı ama polislerin durduracağını bildiği için arabayı başka bir yere götürmeye cesaret edemedi. Bunun üzerine on gün bekledi ve polislere garajda çalıntı olabilecek bir araba olduğunu haber verdi.” “O halde şu İtalya hikâyesini doğrulamaya çalış bakalım, Watson.” “Neden ben Watson’um? Neden Holmes olmuyorum?” “Çünkü çenesi düşük olan Watson. Ama istersen sana ‘Holmes’ diyebilirim. Belki bu daha iyi olur.” “Kafanı kurcalayan ne, Harry?” Bosch, Honda’nın ön koltuğundaki özenle katlanmış giysileri düşündü. Göğsündeki ağırlığı tekrar hissetti. Sanki vücudu tellerle sıkıca sarılmıştı. “İçimde kötü bir his var.” “Nasıl bir his?” “Kızı hiçbir zaman bulamayacakmışız gibi. Kızı bulamazsak onu da asla bulamayız.

” “Katili mi?” Asansör zemine varınca sertçe durdu. Bir kez sarsıldıktan sonra hareketsiz kaldı. Bosch kapıyı açtı. Sokağa ve garajlara giden kısa tünelin ucunda elinde mikrofon olan bir kadın ve omzunda kamera taşıyan bir adam onları beklemekteydi. “Evet,” dedi. “Katili.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir