Michael Grant – Roma’dan Bizans’a

Konuşma konularımız arasında Bizans çok az yer tutmaktadır. Gibbon ve onun Victoria dönemindeki takipçileri Bizans’ı, kendini entrikalara, yasak zevklere ve damıtılmış zalimliklere kapıp koyuvermiş, çökme yolunda karanlık bir doğu kültürü olarak değerlendirmişlerdi.! Benim kuşağımdan öğrencilerin çoğu Roma ‘nın Cumhuriyet ya da İmparatorluk dönemlerinden önemli kişileri tanırdı ama Bizans hakkında şu iki noktanın dışında söyleyebilecek bir şey bulamazdı: Constantine, İmparatorluğu yeniden kurmuş ve Hıristiyanlığı imparatorluğun resmi dini yapmak için bir Tanrı esini almıştır. Bu konuda daha fazla açıklama Sonsöz bölümünde bulunabilir. Ancak şunu ekleyebiliriz ki, bu kitabın konusunu oluşturan İ.S. beşinci yüzyıl, tüm tarihin en az ve en eksik bilinen yüzyılıdır. Batı Roma İmparatorluğu’nun beşinci yüzyılda son bulduğu sıklıkla söylenir. Fakat, birkaç kişinin çabası dışında Doğu İmparatorluğu’nun neden çökmediğini ve Konstantinopolis’ten yönetilen Bizans İmparatorluğu’na dönüşerek, neredeyse bin yıl daha -13. yüzyıldaki ara dönem hariç- yaşamaya devam ettiğini kaç kişi açıklayabilir. Uzmanların 1920’li yılların sonlarından beri gösterdikleri kararlı çabalara karşın, Bizans İmparatorluğu batı ülkelerinde hala yeterince değerlendirilmemiş ya da anlaşılamamıştır. Bu, kısmen aşırı ulusçu önyargıdan kaynaklanmaktadır. Bu önyargı, batılı devlet ve devletçikleri yüceltirken, Konstantinopolis’den yönetilen imparatorluğun daha güçlü olduğu ve hatta Hindistan ve Çin’in batısındaki en önemli devlet olduğu olgusunu göz ardı eder. Derslerimizde Bizans İmparatorluğu’ndan hemen hiç bahsedilmediğine bakılırsa, bu durum eğitim sisteminde de kendini göstermekte ve batılı önyargılarımız her şeyi bastırmaktadır. Bizans İmparatorluğu bir bütün olarak dahi önemsenmezken, beşinci yüzyıl, imparatorluğun batıdan gelen ölümcül tehditlerden kurtulup, Avrupa’ da ve Asya’nın batısında en hayran bırakıcı kimliğini kazandığı yüzyıl, çok daha az önemsenir.


Beşinci yüzyıldan söz ederken Roma’nın çöküşü dışında hemen hemen hiçbir şey söylenmez. Halbuki doğudaki imparatorluk doğum sancılarından o dönemde kurtulmuş ve gelişmesini sürdürmüştür. G İ RİŞ Doğu İmparatorluğu konusunda bildiklerimizin böylesine az olmasının nedenlerinden biri de Küçük Asya’yı tanımayışımızdan kaynaklanmaktadır.2 Harita üzerinde tek bir birim olarak görünse de, aslında büyük bir kıta kadar karmaşıklık ve çeşitlilik gösterir. Küçük Asya’nın, Roma’nın çöküşünden etkilenmediği, Doğu İmparatorluğu’nun kalbi ve Bizans yönetiminin çekirdeği olmayı sürdürdüğü beşinci yüzyıl da dahil olmak üzere, karmaşık ve farklı bir niteliği vardı. O halde Bizans’ın yanlış anlaşılması ve önemsenmemesi için özel bir neden daha vardır; çünkü Küçük Asya hakkında çok az şey bilinmektedir.3 Antik çağda Küçük Asya’da çok sayıda zengin, rafine ve istikrarlı ticaret şehirleri vardı. Ionia merkezli batı kıyısı konusunda İ.S. ikinci yüzyılda Pausanias şöyle diyecekti: ‘Ionia’nın iklimi muhteşemdir, tapınaklarının dünyada eşi yoktur … Ionia’nın güzellikleri o kadar fazladır ki Yunanistan’ınkilerden geri kalmaz. ‘4 Ionia’nın şehirleri İmparatorluk’da Hıristiyan inancının doğuşunda önemli bir rol oynamıştır. Örneğin, Pergamon (Bergama) düşünce yaşamındaki önderliğini korumuş ve önemli bir din yayma merkezi durumuna gelmiştir. Ege kıyıları önceleri Byzantion’a bağımlıydı, fakat uzun gelenekleri bu yerlerin çok değişken biçim2 de kendi başlarına yaşamalarına olanak sağlamıştır. Küçük Asya’nın başka yerlerinde de dikkate değer etkinlikler vardı. Pamphylia’daki Perge hala refah içinde yaşıyordu ve II.

Theodosius zamanında (408-50), Myra (Kale) bağımsız Lykia eyaletinin başkentiydi. Side (‘Pomegranate’) beşinci yüzyılda yeniden canlılık kazanmaktaydı. Bithynia’daki Prusias ad Hypium (Bursa) refah içindeydi. Fakat yarımadanın orta kesiminde de birbirinden bağımsız epeyce etkinlik vardı. I. Leon’un (457-74), bir haydutlar ülkesi olan Isauria’dan subay ve askerlere iş vermesi özellikle önemlidir; bunun sonucunda bölgede önemli kilise ve manastırlar yapılabilmiştir. Galatia’da Angora da (Ankara) epeyce zenginliğe sahipti. Verimli, fakat eskiden beri geri kalmış5 bir bölge olan Kappadokia daha o zamandan yetenekli din adamları yetiştirmişti. Norman Baynes haklı olarak şöyle demiştir: ‘İnanıyorum ki, Roma İmparatorluğu’nun son dönemdeki zenginliği her şeyden önce Küçük Asya’ya, o para ve insan hazinesine sahip olmasından kaynaklanmaktaydı. ‘6 ClRlŞ Bu dönemde gelişen olayları incelersek: Tüm imparatorluğun denetimini eline alan 1. Theodosius 395 yılında öldüğünde Batı ‘yı oğlu Honorius’a, Doğu’yu Honorius’un ağabeyi Arcadius’a bırakmıştı; her ikisi de çok gençti. Honorius Batı’yı 423 yılına kadar yönetmiştir. 402 yılında tahtını Mediolanum’dan (Milano) Ravenna’ya taşımış ve Vizigot kralı Alaric’in 410 yılında Roma’yı yağmalamasından zarar görmüştür. Bundan sonra, kısa bir ara dönemin ardından III. Constantine ile Galla Placidia’nın oğlu III.

Valentinianus 425 ve 455 yılları arasında batı imparatoru olmuştur. Dönemin son yıllarında Hun tehlikesi büyükse de, Hun İmparatoru Attila 451 yılında, Romalı general Aetius tarafından bozguna uğratılmış ve Aetius da 454 yılında III. Valentinianus tarafından öldürtülmüştür. Ancak Valentinianus bu cinayetin cezasını yaşamıyla ödemiştir. Bundan sonra, zamanın Germen komutanının desteğiyle kısa ömürlü bir Batı İmparatorları dönemi yaşanmış; bu dönem Germen Odoacer’in (Odovacar) 476 yılında Romulus Augustulus’u tahtından indirmesiyle sona ermiştir. İşte Batı Roma İmparatorluğu bu olayla son bulur. Odoacer İtalya kralı olmuş, ondan sonra tahta geçen Ostrogot Theoderic 493 – 528 yılları arasında saltanat sürmüştür. Bu sırada Doğu İmparatorluğu şu imparatorların yönetimi al- 3 tında dış tehditlerden kaçınmayı başarmıştır: Arcadius (395- 408), II. Theodosius (408-450), Marcianus (450-7), 1. Leo (457- 74), Zenan (474-91) ve 1. Anastasius (491-518). Batı kısmı yıkılırken, imparatorluğun Doğu bölümünün nasıl olup da yaşamını sürdürdüğü incelenmeye değer bir konudur.7 Bu konuyu ele aldığımızda karşılaşacağımız zorluklardan biri de, beşinci yüzyılın çok tutucu bir dönem olmasıdır. Halk, Hıristiyan inancının gerçek ve savunulabilir niteliğinin ne olduğuyla yakından ilgiliydi ve bu, olaylara da yansıyordu. A.

H.M.Jones sonuçta ortaya çıkan durumu şöyle özetlemektedir: Bir dönemin dini eğilimi konusunda hem gerçeğe uygun, hem de anlamlı bir genelleme yapmak zordur; fakat, en azından Roma İmparatorluğu geç döneminin çok dindar bir dönem olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kuşkucular ve usçular, tarihte ve edebiyatta iz bırakmamışlardır. Hem paganlar, hem de Hıristiyanlar, dünyevi meselelere müdahale eden bazı ‘yardımsever’ ve ‘habis’ doğaüstü güçlere yürekten inanıyorlardı. Hepsi, duruma göre o güçlerden yardım ve des- CİRİŞ tek alabilmek veya onları yatıştırıp idare edebilmek için çırpınıyordu.s Averil Cameron da aynı noktaya işaret eder: ‘Bugünkü toplumsal ya da siyasal akımlar nasıl tutkulu duygular uyandırıyorsa, o dönemin insanlarında da Hıristiyanları bölen pek çok gruplaşmaya rağmen, Hıristiyan öğretileri aynı etkiyi yapıyordu. ‘9 Bu, söz konusu dönemi kavrayabilmemizi güçleştirmektedir; çünkü günümüzde böyle bir tutum düşünülemez ve anlamak da kolay değildir. Halbuki dinsel inanışlar o çağda büyük ve etkin bir güce sahipti. Çünkü din, istikrarsız bir dünyanın tek denge ve istikrar kaynağı olarak görülüyordu. Yazar Procopius (doğ. 500 civarı), kristolojik tartışmalardan kaçınmanın en iyi yol olduğunu düşünen çok az kişiden biriydi: Tanrının doğasını araştırmanın bir çeşit çılgınlık olduğu kanısındayım. İnsanın doğası bile açık seçik anlaşılamazken, Tanrının doğasına ait şeyler daha az anlaşılabilir. O halde, tehlikeden kaçınmalı ve -hiç değilse saygıdeğer şeyler üzerine kuşku gölgesi düşürmemek için- bu soruları susarak geçiştirmeliyiz. Ben kendi hesabıma, Tanrı hakkında onun tümüyle iyi olduğu ve dünyanın gidişini gücü altında tuttuğundan başka hiçbir şey söylemeyeceğim.

ıo Nyssalı (Sultanhisar) Aziz Gregorius’un (yaklaşık İ.S. 330-95), bu görüşe karşıt olarak halk hakkında düşündüklerini çok daha ilginç biçimde dile getirişine bakalım: Kentin her köşesinde insanlar bir araya gelip anlaşılmaz konular üzerinde tartışıyorlar. Birine bir şeyin kaç obola satıldığını sorsanız, adam size var edilmiş ve edilmemiş Öz hakkında safsata yapıyor. Ekmeğin fiyatını sorun, Babanın Oğuldan büyük olduğu, Oğlun Babaya bağımlı olduğu yanıtını alıyorsunuz. Hamama girmek isteseniz ‘Oğul hiç yoktan yaratıldı’ diye karşılık veriyorlar. ıı Bu çeşit konuşmalara bugün rastlanmayacağı kesin. O zaman bunların konuşulmuş olması beşinci yüzyılla aramızda neredeyse hiç aşılamayacak bir boşluk yaratıyor. O zamanın insanlarını . kendimizden ya da sokakta karşılaştığımız veya tanıdığımız bir kişiden apayrı kimseler olarak görüyoruz. Yöneticiler de bu du- GiRiŞ ruma uygun dindar kişilerdi; bildiğimiz agnostik düşünceye hemen hiç rastlanmazdı. Bu nedenlerden dolayı İ.S. beşinci yüzyıl boyunca gerçekten olup bitenleri tam olarak betimlemek zordur.12 Elimizdeki kitapla bu durumu düzeltme ve bugünkü Konstantinopolis’in hava kirliliğiyle aşınmış kent görünümünün ardında geçmişteki ruhunu bulabilme çabasına girişiyoruz.

Kolay iş değil. Her şeyden önce, W.B. Anderson’un da işaret ettiği gibi, ‘beşinci yüzyıl konusundaki bilgi kaynaklarımız kısıtlı ve çoğu zaman karanlıkta kalmıştır. Günümüz tarihçilerinin olayları yeniden kurma çabaları göze çarpan farklılaşmalar yaratmaktadır. ’13 Ne var ki, beşinci yüzyılda Konstantinopolis’de oturan imparatorların dünyanın en zengin imparatorları olduğu konusunda pek kuşku yoktur ve bu nedenle de konu incelenmeye değer.14 Yine de, söz konusu dönem kolay erişilebilecek bir dönem değildir, çünkü bilincimizden, kavrayışımızdan uzaktır, bugün bizleri çok ilgilendirmeyen konularla uğraşmış bir yüzyıldır. Eldeki kaynaklar yetersizdir. Ama beşinci yüzyıl bu yolda direnmemize değer: Sadece o yüzyıl için değil, aynı zamanda bugünkü uygarlığımızın yüreğini ve kaynaklarını oluşturduğu için, o yüzyıl olmasaydı bugünkü durumumuzda olamayacağımız için gerekli- 5 dir. Son olarak bir kaç kişisel not eklemek istiyorum. Bazı yerlerde yinelemeler yaptım. Bunu isteyerek yaptım, çünkü konunun karmaşık olması sebebiyle yinelemelerin okurlarıma yardımcı olacağını hissettim. Bugünün kaynaklarından pek çok alıntı yaptım. Bunun nedeni, her ne kadar günümüz batısında önemi takdir edilmiyorsa da, Bizans’ın başlangıç yılları konusunda yine de epeyce şey söylenmiş olmasıdır. O söylenenleri dikkate almasaydım yazık olurdu.

Eski yazarlar başka şeyleri anlatırken olayların gerçek akışını da anlatmışlardır. Bunu yinelemeye kalkışmadım. Sonuç olarak, bu kitap, beşinci yüzyıldan önce var olan ve o yüzyılda ortaya çıkan durumlardan bazıları konusunda bir dizi yorum getirmektedir. Routledge’dan Bay Richard Stoneman ile meslek ve çalışma arkadaşlarına, özellikle Leigh Wilson, Coco Stevenson ve Saralı Brown’a yardımları için teşekkür ederim. Ayrıca, çok yararlı yardımlarından ötürü Library of the Hellenic and Roman Societies ile Reader Services of the British Library’ den Bayan Maria Ellis, Dr James Crow ve Bay PaulJackson’a ve her zamanki gibi ba- 6 CİRİŞ na yardım eden karıma teşekkür ederim. Ayrıca yayınladıkları kitaplardan alıntılar yapmama izin veren aşağıdaki yayınevlerine de teşekkür etmek isterim: Barnes & Noble; British Museum Publishers; Halt, Rinehart &Winston; Meridian Books; Methuen; Murray (John); John Hopkins University Press; Oxford University Press; Princeton University Press; Redman (Alvin); Routledge; Ullstein Bücher; University of Oklahoma Press (Narman); Unwin (L.Fisher); Variorum; Weidenfeld & Nicolson.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir