Michel Warschawski – Israil Toplumunun Krizi

Temmuz 2002, Tel Aviv kumsalı: Đki saat sonra, Yeş Gvul hareketinin örgütlediği ve askerlik yapmaya karşı çıkan yedek askerlerle dayanışma maksadıyla eski limanın kıyısında ayarlanmış bir konser başlayacak. Đsrail rock müziğinin büyük isimleri, işgal altındaki topraklarda uygulanan baskı politikasını onaylamadıklarını ifade etmek amacıyla bu konserde para almadan çalmayı kabul etmişlerdi. Fakat az önce, radyo istasyonları ve onların bazı destekçilerinin kendilerini ve parçalarını boykot etme tehditleri karşısında çoğunun son anda desteklerini geri çektiklerini öğrenmiş bulunuyoruz. Tatillerini Đsrail’de geçirmek gibi tuhaf bir alışkanlığı bulunan Fransız bir kadın arkadaşımla, içki almak üzere sahildeki büfelerden birine gitmeye davranmışız. Ansızın korkunç bir karışıklık çıkıyor: Yüz metreyi aşkın bir mesafedeki bir diskonun avlusunda, bir grup teknisyen ses kontrolleri yapıyorlar. Birbirimizi dahi duyamıyoruz, kontroller dakikalarca kafamızı şişiriyor. Bir süre sonra arkadaşım yanlarına gidip, sesi kısmalarını istemeye karar veriyor. Güçlü bir Fransız aksanı olmasına, israil’de hiç rastlanmayan türde bir gülümsemesi ve nezaketi olmasına rağmen çok da düzgün bir Đbranice’yle konuşan arkadaşım, gürültünün asabımızı bozduğunu, biraz kafa dinleyip huzur bulmak için sahile gelmiş bulunan bu insanları rahatsız ettiğini açıklıyor. Aldığı cevap, “Kaybol şuradan orospu. Sen kendini ne sanıyorsun?” oluyor ve gerisi geliyor: “O Yahudi düşmanı arkadaşlarını da yanına alıp ülkene dön. Biraz hayır işi yapmak istiyorsan da Kızıl Haç’a gir. Hadi, yüzünü dağıtmadan bas git şimdi.” Üstelik bu teknisyen, ayak takımından birine benzemiyor; tersine, tabiri caizse iyi aile çocuğuna benziyor. Teknisyenin kabalığı karşısında dili tutulup gözlerinden yaşlar aka aka yanıma gelen arkadaşım, suskun bir şekilde eski limana yöneliyor. Sonra, uzun bir duraklamanın ardından sözcükler ağzından tane tane dökülüyor: “Ben bu sürekli gerginliğe dayanamam.


Đlk defa başıma böyle bir şey geldi. Đsrail adına korkuyorum. Herkes kafayı sıyırmış. Otuz yıldır buraya gelir giderim, gündelik hayatta bu derece şiddete daha önce hiç tanık olmadım. Sizin toplumunuz hasta, korkunç derecede hasta.” Ağustos 2002, Hayfa yakınındaki bir kumsal: Pinina’yla arkadaşları güneşleniyorlar. Hemen önlerinde bir baba, oğluyla raketbol oynuyor. Hemen onların sağında, o bölgede top oyunları oynamanın yasak olduğunu belirten bir tabela var. Pinina, on metre ileride özellikle oyun oynansın diye ayrılmış bir alan olduğunu, fakat bulundukları yerde oynamanın yasak olduğunu söylüyor. Baba, ona bağırarak, bu durum hoşuna gitmiyorsa başka yerde güneşlenebileceğini, kumsalın herkese ait olduğunu, vb. söyleyerek karşılık veriyor. Pinina’nın arkadaşları nazikçe ama kararlı bir dille, adamdan sadece kumsal kurallarına uymasını istiyorlar. Anlaşılan oyuna ilgisini kaybeden baba da oğluyla birlikte gidiyor. Fakat birkaç adım sonra geri dönüyor ve öfkeyle hınç karışımı bir ses tonuyla Pi-nina’yla arkadaşlarına soruyor: “Ama bu ülkede niçin bir tek ben kurallara uymak zorunda olayım ki?” Elinizdeki kitabı yazmaya, işte bu hikâyeyi dinlediğimde karar verdim. XIV ĐSRAĐL TOPLUMUNUN KRĐZĐ KATLĐAMA YEŞĐL IŞIK israil ordusu, otuz yılı aşkın bir süredir, Haziran 1967’den itibaren kendi yönetiminde olan Filistin topraklarındaki faaliyetlerini tarif etmek için bir oksimoron* kullanmıştır: ‘liberal işgal’.

Bu ifade, ‘silahlarımızın saflığı’ ve ‘Yahudi ve demokratik devlet’ gibi benzer tipteki başka ok-simoronları andırmaktadır.’ Oysa, bu ‘liberal işgal’ nosyonunun arkasında iki önemli unsurun yattığı açıktır, israil bir yandan, dünyaya karşı (terimin ABD’de algılanan anlamıyla) liberal bir *) Đki birbiriyle çakışan özellik veya düşünceyi barındıran ifade ya da tamlama, (çn.) 1) ‘Silahlarımızın saflığı’ -Đbranice’de Tohar ha-Neshek-, genellikle Đsrail silahlı güçlerinin ‘temiz’, ahlâki anlamda silaha başvurduğunu söylemek amacıyla kullanılan sıg bir ifadedir. yüz, vahşi ve sömürgeci olmayan bir yüz sergilemek isterken, öbür yandan, asgari derecede baskıcı önlemler ve halktan en az sayıda kurban alarak bir işgal politikası uygulamak gibi açıkça deklare edilmiş bir niyetin arkasında durmaktadır. Herkesin kabul edeceği üzere, liberal yüz, birinci Đntifada sırasında kendini belli edemedi; üç yıldan daha kısa bir zaman diliminde 1.500 kadar Filistinli kurban verilmesi, bir işgalin tanımı gereği baskıcı ve kanlı bir harekât olduğunu (özellikle de işgal altındaki insanlar özgürlük ve bağımsızlık arzularını kitlesel bir şekilde açığa vurduklarında) en çıplak haliyle gözler önüne seriyordu. Nitekim, kamuoyunda işgal edilmiş topraklardan çekilmeye ve -iki yıl sonra- Oslo sürecine kitlesel destek vermeye doğru bir görüş değişikliğine yol açan etken de, işgalin artık liberal olduğunu iddia edemem esiydi. Đsrail işgali, Eylül 2000’den beri liberal olduğunu ileri sürme iddiasından vazgeçmiştir. Tam tersine, işgal, Irgun* marşından ödünç alırsak ‘parlak, zalimce’ karakterini açıkça sergilemektedir. Đşgal vahşi ve kanlıdır -Đsrail halkının büyük çoğunluğu da işgalin destekçisidir. Đsrail hükümeti, Eylül 2000 gibi erken bir tarihte, iki yıl önce, daha sonra Đsrail ordusunda generalliğe getirilecek olan bir adamın hazırladığı sınır ötesi bastırma planını uygulama emrini vermişti. Bu planın bir bölümü ‘Kan Banyosu’ diye adlandırılmıştır/ Bu harekât, Đsrail genel- *) Aşırı sağcı bir örgüt olan Irgun, şimdi iktidarda bulunan Likud Partisi’nin atasıydı. (ç.n.) 2) Đbramcc’de Hakazat Dam.

kurmayının Ehud Barak’a, Filistin’in tek taraflı bağımsızlık ilanına karşı muhtemel bir karşılık olarak önerdiği senaryolardan biriydi. Hazırlanan senaryoların hepsinin ortak paydasıysa, Filistinlilerin dikbaşlılık etmeleri, tek taraflı bir inisiyatifle kendi kafalarına göre hareket etme cüreti göstermeleri karşısında kesin bir şekilde burunlarının sürtülmesiydi. Eylül 2000’deki tek taraflı girişim, israil işgaline karşı bir halk isyanı -ilk haftalarında silahsız bir halk isyanı- olan ikinci intifada’nın başlama işaretiydi. Şu gerçeği yeterince vurgulayamıyoruz: Filistinli askerler israil ordusuyla, ancak tepeden tırnağa -çoğunlukla da teleskopik mercekli tüfeklerle- silahlı israilli askerler onlarca genç göstericiyi katlettikten sonra çarpışmaya girmişlerdi. Đsrail’de düzenlenen bombalama eylemlerine gelince, bu eylemler ancak üç ay sonra -yüzlerce Filistinlinin çoktan hayatını kaybetmiş olduğu bir dönemde- başlamıştı. israil tarafından verilen emirler açıktır: her türlü direnişi her türlü araçla ezin. Hedefin hemen hiç önemi yoktur, koşulların hemen hiç önemi yoktur ve ‘tali zarar’ın ölçüsünün hemen hiç önemi yoktur. Yukarıda ana hatlarıyla çizdiğimiz senaryoyu aklımızda tuttuğumuzda ilk olarak belirtilmesi gereken nokta, israil’in baskısının, özünde ‘cezalandırıcı’ bir karakter taşıdığıydı, işgale karşı çıkmaya, her şeyden önemlisi; Ehud Barak’ın Camp David’deki ‘son derece cömert teklifi’ni geri çevirmeye (ki bu konu üzerinde daha sonra etraflıca duracağız) cesaret ettikleri için Filistinlilere sıkı bir ders verilmeliydi. Şu aşamada, Barak’ın ve genelkurmayın güttükleri amacın ‘düzeni tesis etmek’ değil, çabucak bir sindirme kampanyasına dönüştürülebilecek olan bir cezalandırma seferi düzenlemek olduğunu kavramak önemlidir. Bu türde bir harekât, sivil bir halkı dehşete düşürmek, o halkı sömürge egemenliğini kabullenmeye zorlamak ve egemenlerin dayatmaya çalıştıkları tahakküm biçimlerine boyun eğdirmek için muazzam ölçüde askeri araçlara başvurulmasını gerektirir. Sivillere uygulanan şiddeti iç ve uluslararası kamuoyunun gözünde haklı çıkarmak için de, bu halkın her ne pahasına olursa olsun sivil statüsünden soyularak gösterilmesi şarttır. Đşte, Çeçenistan’da olduğu gibi işgal altındaki Filistin topraklarında da terörizmin kavramının sistematik bir kapsamda kullanıma sokulması ve yaygınlaştırılmasının sebebi budur: Bu kapsamıyla, sivil bir halka yönelik kanlı baskıcı önlemler ‘terörizme karşı savaş’ kılıfına sokulabilmektedir çünkü. Misket bombalarının parçalara ayırdığı insanlar artık kadınlar ve çocuklar değildir; kuşatma halinin yoksulluğa ve bazı koşullarda açlığa sürüklediği insanlar artık bütün ailelerdir; onların hepsi ‘teröristler’dir. ‘Savaş’ kavramına da bu minvalde bir önem kazandırılmak tadır. îşte bu yaklaşım, dünyanın en büyük beşinci askeri gücünün bir sivil halkla değil, rakip bir askeri kuvvetle karşı karşıya olduğu izlenimini uyandırmaya, dolayısıyla zırhlı araçların, savaş helikopterleri ve uçaklarının kullanılmasını,haklı göstermeye yaramaktadır.

11 Eylül 2001, açık bir şekilde israilli yetkililerin ‘terörizme karşı savaş’ kavramından azami ölçüde faydalanmalarını sağladı; en vahşice baskı yöntemlerine bir meşruiyet kazandırdı. Đkiz Kuleler’i hedef alan saldırı aslında ABD yönetimine, terörizme karşı savaşın, Guantanamo Kampı’nın dehşetengiz yüzünün açıkça yansıttığı şekilde, teröristleri aralarından çekip çıkarma bahanesiyle sivil insanların bombalanmasından, anayasal hakların ve insan haklarının askıya alınması suretiyle yürütülen önleyici savaşa değin pek çok şeyi meşru kıldığı yeni, gezegen çapında, hukuksal ve siyasal bir üslûp oluşturma fırsatını tanıdı. MUHAMMED EL-DURA’DAN RAMALLAH’IN YERLE BĐR EDĐLMESĐNE Đşgal edilmiş topraklarda uygulanan yeni baskı dalgasının şiddeti daha ilk gününde, Gazze Şeridi’ndeki Netsarim yerleşimi yakınlarında küçük Muhammed el-Dura’nın babasının kollarında öldürülmesiyle gözler önüne serildi, israil ordusunun kendi kurallarına -en azından, ikinci Đntifa-da’dan önce yürürlükte bulunan kurallara- göre, Muhammed el-Dure tamamen soğukkanlılıkla katledilmişti. Herhangi bir askere karşı tehdit oluşturmadığı sürece herhangi bir kimseye ateş etmek yasaktı -kaldı ki söz konusu olan kişi çocuksa, hele bir de silahsızysa, bu yasağın en ufak bir şekilde hatırlatılmasına dahi gerek yoktu. Đsrail ordusunun sözcüleri, olayların meydana gelmesinden ancak bir yıl sonra her şeyi toptan reddetmeye karar verdiler. Bir yılı aşkın bir süre sonraysa, kendi babasının kasten -Filistin mermileriyleçocuğun ölümüne yol açtığını ileri sürebilecek cesareti buldular. (Yeri gelmişken, bu doğrultudaki ‘kurbanı suçlama’ taktiğinin israil’de, ülke dişmdaki belli çevrelerde olduğuna kıyasla daha az safdilce karşılandığının da altını çizmek isterim.) Çatışmaların ilk haftalarında, muazzam sayıda Filistinli kurban (kronların pek çoğu genç ya da çocuk yaşlarda kişilerdi), çoğu olayda, Đsrailli askerlerin kesinlikle tehlikede sayılamayacakları bir mesafeden açılan mermilerle hayatını kaybetmişti, ki bu da askerlerin öldürmek amacıyla emir aldıklarını açık seçik ortaya koyuyordu. Apaçık şekilde anlaşılan durum, askerlere ancak kendilerine ateş açıldığında ya da tehlikeli bir duruma düştüyse-ler ateş etmeleri yetkisini veren eski direktiflerin yürürlükten kaldırıldığıydı, israil insan hakları örgütü B’tse-lem’in bir raporuna göre: Đntifada başladığında, IDF [Đsrail silahlı güçleri]… askerlere ateş açma izni veren durumların kapsamını genişletti… Basına yansıyan raporlara göre ‘Mavi Leylak’ diye anılan Ateş Açma Yönetmeligi’nin yeni versiyonu tamamen gizli tutuluyordu. Ancak, intifada patlak vermeden önce Đsrail ordusunun bu sürece aylarca hazırlandığını belirtmek gerekir.3 Yine: Çatışmaların meydana geldiği bu ilk hafta sırasında, Filistinlilerin ateşli silah kullandıkları olaylar hâlâ enderdi; Đsrail askerleri, çoğunlukla sapanla silahlı olan çocuklarla savaşıyorlardı. Đsrail’in tutumundaki bu keskin dönüş, genelkurmayın uzun süredir planlamakta olduğu stratejinin temel öğele3) B’ısclcm, “Trigger Happy -Unjustified Gunfire and the IDF’s Opcn-Fire’Regu-lations during the a)- Aqsa intifada -Summary.” Man 2002, htlp://www.btse-lem. org/E nglislı/P ublicatioııs/Su mma riesT rigge r_H a p py _ 20 0 2.

asp. rinden biriydi; bu stratejinin başlıca hedefi de işgale karşı koymaya cesaret eden Filistinlileri cezalandırmaktı. Sürdürülmekte olan müzakerelerde herhangi bir ilerleme kaydedildiğinde.^ da birtakım aksamalarla karşılaşıldığında israil, Yahudi devletinin önceden tartışmadığı ya da onay vermediği (ister diplomatik kanallarla ortaya konmuş, isterse kamuoyunda tartışılması istenmiş olsun) hiçbir girişime hoşgörüyle bakmayacaktı. Đşgal yetkililerinin, çatışmalarından ilk günlerinden itibaren aldıkları önlemlerin sertliği, hükümetin ve kamuoyunun hissettiği çifte aşağılamayla (Barak’ın ‘cömert tekli-fi’nin reddedilmesi ve israillilerin çoğunluğunun da bahşetme cömertliğini gösterdiği Pax lsrailiana’ya meydan okunması) doğru orantılıdır. Bununla beraber, genç Filistinlilerin, israilli askerlerin canlı cephanelerle ‘kalın kafaları’na sokmaya çalıştıkları dersi almaya yanaşmadıkları kısa sürede anlaşılacaktı. Bu genç Filistinlilerin aralarında, silahsız kardeşleriyle çocukların tırpan gibi biçildiğini görmekten hınçla bilenmiş olan en yaşlıları, Oslo Anlaşması’nın kendilerine edinme imkânı tanıdığı gelişmemiş silahlardan yararlanmaya karar verdiler. Kuşkusuz bu, bir silahı olan ve komşusunun kendini savunma imkânı bulamadan vurulup öldürüldüğüne tanıklık eden her insanın sergileyebileceği en doğal tepkidir. Ama ayrıca da bir tuzaktır. O noktadan itibaren Đsrail’in payına, Filistinli çocuklarla gençlerin popüler, silahsız isyanını silahlı mücadele, ölüm kalım mücadelesi, hatta savaş olarak gösterme imkânı da doğmuştur -ve savaşta her yol mubahtır. Olaylar çok hızlı bir şekilde tırmandı. 9 Kasım 2000’de “hukukdışı infazlar’ gerçekleştirme politikası, Hüseyin Abayat’ın bir suikast sonucu öldürülmesiyle uygulamaya kondu. Uluslararası Af örgütü raporlarına göre, Kasım 2000 ile Ağustos 2001 tarihleri arasında, en az 50 Filistinli bu tür suikastlara kurban gitti.4 ‘Aktif savunma’ ve ‘önleyici nefsi müdafaa’, Đsrail kabinesinin uluslararası hukukta savaş suçu olarak tabir edilen eylemler için kullanmayı tercih ettiği terimlerdir. Bu tür saldırıların yol açtığı ‘tali zarar’, yine Uluslararası Af Ûrgütü’nün raporlarına göre, yüzde 65’in üzerine çıkmıştır: 30 militan hedef alındığında, hedef dışındaki en az 20 kişi de canından olmuştur.

5 Ortaya çıkan bu vahim tabloyu siyasal liderlerden ya da aydınlardan protesto eden fiilen hiç olmadığı gibi, mahkemelerden de bu gidişata dur deyici türden herhangi bir karar çıkmamıştır, işçi Partisi-Meretz hükümeti (‘cömert teklifi yapmış olan aynı hükümet), israil’in hayatta kalma savaşı’ çerçevesinde böyle bir suikastlar politikasını benimsemişti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir