Michel Zevaco – Pardayan ve Fausta

Havasında çiçek kokuları uçuşan, ılık ve güzel bir bahar gecesiydi. Notre · Dame kilisesinin avlusuna uzanan caddenin ucundaki büyük bir konağın balkonunda beyaz bir genç kız hayali durmuş; gözlerini uzaklaşan bir delikanlıya dikmişti. Bu konak, Hotel de Montaigues adını taşıyordu. Balkondaki genç kız da, Baron de Montaigues’in güzelliğiyle meşhur biricik kızı Leonore ‘ydi. İhtiyar Baron, sayısız protestanın hayatına mal olan o müthiş Saint • Barthelemy katilimı gününde canım kurtarmış olmakla beraber, iki gözünü kaybetmişti. O za· mandan beri de hayatını, kızının şefkat ve sevgisinden aldığı durgun ve mahzun saadet içinde geçiriyordu. Leonore, bu akşam, bakışlarıyla sevgilisi Dük Jean 9 de Kervilliers’i “uğurluyordu. Dük, Paris’in, yakışıklılığı ve zenginliğiyle meşhur asilzadelerinden biriydi. Genç kız sevgilisini gözden kaybedinceye kadar Üzgün iizgün arka;nndan baktıktan sonra, yavaş adımlarla salona girdi. İçeriye göz gezdirir gezdirmez, az öııceki olaylan hatırladı. Aşığının boynuna kollarını dolayarak içini kemiren korkunç gerçeği itiraf ettiğinden heri bir saat hile geçmemişti. Anne olacağını hissediyordu. Bahasının hunu duyması ihtimalini düşündükçe utancından yerin dibine geçecek gibi oluyor ve korkuyordu. Sevgilisine hu işi vaktiyle açarak evlenmelerini çabuklaştırmayı sağlayacak ve ailesine bir leke gelmesini önleyecekti. Kervilliers, ,;enç kızın söylediklerini duyunca mosmor kesildi.


Uonorc, aşığının sınırsız bir sevinç heyecanına kapıldığını sanıyordu. Nitekim Dük de genç kıza, hiç merak etmemesini, hemen babasına söyleyerek Uonore’yle nişanlanacağını ve birkaç gün sonra da evleneceklerini bildirdi. Uonore, sevgilisiyle konuştuklarını hatırladıkça vücudunun sevinçli bir heyecanla ürperdiğini hissetti. Jean’dan hiçbir şüphesi yoklu. Doğan güneşe nasıl inanıyorsa ona da öyle inanıyordu. Bu inanç onu mesut ediyor, genç kız, ümitli lıir gülümseyişle yarını bekliyordu. Birdenbire balkonun camlarından biri şangırtıyla kırıldı ve kağıda sarılı bir taş, odanın ortasına, halının Üstüne düştü. Leonore, korku içinde, ne yapacağını şaşırmış bir halde, bir an kaldı. Sonra kendini toparladı ve kağıda sarılı nesnenin çekici gücüne dayanamıyormuş gibi ilerleyerek taşı eline aldı. Kağıdı sokağa fırlatıp atmak istiyordu. Fakat yapamadı. Kiiğıdı taştan sıyırdı, açtı ve okudu: « Y ann N otre – Dame kilisesindeki Paskalya töre· 10 nini yapacak olan piskopos, Monsenyör Prens Farnese, Dük /ean Kertıillir.rs’irı sizinle niçin asla evlenemeyeceğini, sizı! 1111fot11lıilPrPk tı•lc 11dıınıdır. » Leonore’nin elleri buz kı·ııilıııi�, kıiğıılı lıılıımnz olmuştu. Genç kızın p;iizlni lıulnnılı ve uğ:r.

ıııılnn lıiı· çı�lık fırlnılı. Zorhıkla kendine geldiği zaman bu ta· şı kimin atmış olabileceğini düşündü. Jean’la seviş· mesini çekemeyen biri mi, yoksa ailesine düşman olan bir kimse mi? Bu soruya hiçbir cevap veremiyordu. Fakat o, bir yanda böyle müthiş bir üzüntüye boğulmuş bir halde bocalarken, Dük de Kervilliers de evine kapanmış, Leonore’nin resmi öniinde çökmüş hıçkırn hıçkıra ağlıyor vı� mırıldnıı ıyorılu: «/)enlf’lc ıımıe olncak … Acaba yanlış mı duydum? Ah, All11lıım … Mahvoldu zavallı .• Mahvoldıı … Beıı de ne vicdansız ve alçakmışım! . Niçin bir sevgi yüreğimi sarmaya başladığı vakit bırakıp kaçmadım? Keşke ölseydim de başıma bu iş gelmeseydi … Babasından kendisini istememi bekliyor … Ne yapsam acaba?» Bir an sustu. Sonra bir karar vermiş gibi söylendi: «Kaçmaktan başka çare yok … Yarından tezi yok, gitmeliyim … » 1573 yılı Paskalyasına rastlayan o pazar günü, biiyük tören çanları çalınırken şimdiye kadar bir katolik kilisesine hiç girmemiş olan Leonore de, Notre • Dame kilisesine giriyordu. Bütün geceyi uykusuz ve ağlayıp sızlayarak geçirmişti. Piskopos kendisine ıırnlın ne ıliyerckti ‘t J eıın ‘. ın zaten evli olduğunu mu ııiiylı�yıwı�k ı i ‘! Beyni, bir türlü çözemediği lıu kıırııııı kıırışık sorularla allak bullak olan zavallı genç kız, sarhoş gibi sallana sallana ilerleyerek ön sııflıırn kuılar yürüdii. Sırmalı elbiseleri içinde bir dua okuyıın piskoposu n görünce heyecanından kalbi duracak gibi oldu. Kendini zorla tutarak ilerledi ve piskoposun on adını kadar gerisinde durdu. Şimdi aklında bir tek düşünce vardı: Her ne pahasına olursa olsun, törenin sonunu bekleyerek, içini kemiren müthiş sırrı öğrenmek … Piskoposa bakıyordu. Bu adam, papanın mümessili bir din adamıydı. Herhalde yalan söylemeyecekti.

Fakat doğru olan neydi? … Kuşkulandığı gibi korkunç bir şey mi? Leonore’nin içine bir korku düştü. Bir an, gerisin geriye dönmek, gerçeği öğrenmemek, birkaç dakika daha sevgilisine inanarak yaşamak hP-­ vesine kapıldı. Fakat tam gerileyeceği sırada birdenbire İsa ‘nın göğe yükselişini ilan eden çanlar çalınınca duraladı. Piskopos da aynı anda geriye, yüzünü halka dönmüştü. Genç kızın gözleri, kısa bir zaman piskoposun yüzüne ilişti. Sendeledi, bir çığlık atmamak için kendini zorlukla tutabildi. Bütün vücudu tir tir titriyordu. Bu yüzü tanımıştı. O değil miydi hu? Evet, ta kendisiydi. Fakat nasıl olabilirdi? Prens Farnese, başka bir &dam değil miydi? Benliğini saran şüpheyi gidermek için piskoposun yüzünü yakından görmek isteğine dayanamadı. Mihrapla halkı ayıran parmaklığın üstünden aşarak piskoposa yaklaştı. Titrek bacaklarına vücudunun son gücünü vererek mihrabın basamaklarına tırmandı. Titreyen iki eli, müthiş bir ağırlık • altındaymış gibi çöken piskoposun omuzlarına indi ve ağzından şu sözler döküldü: – “Allahım! Sen misin, Jean? Piskopos sen miydin? Sevgilim olacak adam sen miydin? . ” Son bir gayretle elleriyle lanet okur gibi bir hareket yaptı ve bir ceset gibi piskoposun ayaklarının dibine yığılıverdi. Kilisenin içinde bir öfke fırtınası kopmuştu.

Kim12 di hu dine hakaret eden, günah işleyen?. Kimdi hu? … Hallt. sıralarından fırlayarak koşuşmuş, Leonore’­ nin üstüne üşüşerek kızcağızı yakalamıştı. Y ohaz katolikler, zavallı kızı sürükleyip zindana atarlarken, Leonore’nin hain aşığı Kervilliers’den başka kimse olmayan Prens Farnese de için için ağlıyor ve kendi kendine: “Ben dünyanın en iğrenç adamıyım,” diyordu. Sisli bir Kasım sabahı, büyük bir kalabalık, Greve Meydanı ‘nda. kalın kütüklerden kurulmuş bir idam sehpasının çen’e!’inde toplanmıştı. Sehpanın ortasın· daki ka!ın din·�. iriyan ve herkesin dehşetle seyret· tiği bir adam dayanmış duruyordu. Bu Paris’in baş celladı Claude ustaydı. Bugün, Notre-Dame kilisesinde bir din adamına hakaret ve iftirada bulunmuş olan kadın idam edilecekti. Yargılanması altı ay sürmüştü. Zavallı kızın kilisede yakalanıp zındana tıkıldığı haberini alınca bahası da kendisini hançerleye· rek öldürmüştü. Leonore ise, kendisine sorulan bütün sorulara, sakin ve manasız bakışlarla cevap vermiş, hiç sesirii çıkarmamıştı. Mahkum olduğu vakit de ancak vücudunun ceza göreceğini anlamış bulunuyordu … Tam saat dokuzda, çanlar çalmaya haşlayınca pa· pazlar, jandarmalar, hakim ve emniyet müdüründen kurulu büyük alay, ortalarında saçları darmadağınık Leonore bulunduğu halde harekete geçerek idam sephasına doğru yola koyuldu. İdamda hazır buluna· cak hakimler ve din adamları arasında Prens Farnc· se de vardı.

Piskopos, üzüntüden buruşmuş yüzüyle bir hayalet gibi yürüyordu. Roma’da kendisine verilen emirde, kadının iddialarının kuru iftira olduğunu belirtmesi için idamında da mümkün mertebe ilgisiz bir yüzle hazır bulunması bildirilmişti. 13 Halk. itişip kakışıyor, mühim bir olay seyrediyormuş gibi aç gözlerle hak.ışıyordu. Alay, idam sephasının yakınında durunca iriyarı celladın, Leonore’ye ilerlediği ve omuzlarından yakalayarak kendisini sürüklercesine sephaya getirdiği görüldü. Artık yağlı ipin, kadının boynuna geçmesi, bir saniye işiydi. Fakat tam hu sırada Leonore’nin içler acısı bir feryatla bağırdığı görüldü. Greve Meydanı’ndaki bütün kadınlar, bu bağırmalara kulak kabarttılar. Bunlar ölümden korkan bir insanın feryatları değildi. Hayır, hunlar, büsbütün başka bir şeye işaret ediyorlardı. Nitekim, Leonore’nin kasıklarını tutarak kıvır kıvır kıvrandığı ve can acısından haykırdığı görülüyordu. Herkes anlamıştı. Ölüm mahkumunun tepesinde idam ipi sallanırken, zavallı mahkum, doğum ağrıları içinde kıvranıp haykırıyordu. Cellathaşı Claude, geriledi.

Hekim, yere düşen kadına yaklaştı. Sonra tekrar ayağa kalktığı zaman halk, Leonore’nin baygın bir halde yerde yattığını ve yanıbaşında da yeni doğan çocuğunun başına gelecek felaketleri biliyormuş gibi yanık yanık haykırdığını gördüler. Kalabalık arasından bir kadın: – “Kız doğurdu! Kız doğurdu!” Diye bağırdı. Meydanı dolduran kalabalık, zavallı yavrunun etrafını almıştı. Biraz önce hepsi Leonore’nin ölümünü beklerken birdenbire bu zavallı kadına karşı merhamet duymaya başlamıştı. Kısa zamanda her yandan, kadının affedilmesi gerektiğini haykıran sesler yükselmeye başladı. Emniyet müdürü bir zaman ne yapacağını kararlaştıramaz bir halde duraladı. Sonra halkın ısrarını görünce Leonore’yi affetti. Halk bu kararı şiddetle alkışladı. Leonore, baygın ve dünyasından habersiz, bir sedyeye konup zindana götürüldü. 14 Çocuk ise oracıkta kaldı. Çünkü zindan mahkumlarının, evlatlarını görmek hakları yoktu. Çocuk, halkın merhametine bırakılır, kim i.«terse ona evlatlık verilirdi. Fakat bir idam mahkumunun çocuğunu eve almak da, saçma sapan şeylere inanan o devir insanları için imkansız bir işti.

Böyle bir çocuğun, alındığı eve çeşitli uğursuzluklar getireceği muhakkaktı. Kimse, zavallı ·yavruyu almaya istekli çıkmadı. � Beri yanda Leonore’yi, Jean de Kervilliers adı altında aldatarak bütün bu felaketlere sebep olan Prens Farnese de, canından bir parça olan çocuğa bakıyor, fakat hiçbir şey yapamıyordu. Çocuğunu alıp bağrına basmasına, götürmesine imkan yoktu. Rahipler, evlenemezler, çocuk sahibi olamazlardı. Aksi halde işkenceler içinde öldürülürlerdi. Farnese susmaya mecburdu. Fakat içi kan ağlıyordu. Ama, bu iş böyle nereye varacaktı? Çocuğu kill).· se almayacak ve zavallı yavru meydanın orta yerinde kalacak mıydı? Hayır, öyle olmadı. Birdenbire birisinin, küçük yavruya eğildiği, merhametten büzülen yüzüyle acı acı gülümseyerek çocuğu kaldırdığı ve şöyle söylendiği duyuldu: – “Vah zavallı yavrucak! Vah ölüm sehpası dibinde bitmiş biçare menekşecik … Zavallı Violetta’­ cık … Seni kimsecikler istemiyor, öyle mi? Gel seni alayım da benim kızım ol … ” Adam bu sözleri söyleyerek, yavruyu mantosuna sardı. Bağrına bastı ve uzaklaşmaya başladı. Prens Farnese ise hıçkırıkları boğazına düğümlenmiş, büyüyen gözlerle bakakalmıştı. Çocuğu kucaklayıp ağır ağır uzaklaşan adam, cellatbaşı Claude ustaydı …

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir