Michel Zevaco – Pardayan’ın Oğlu

Günlük, güneşlik ılık ve berrak bir mayıs sabahı, Dördüncü Henri’nin barış ve rahatlık içinde yaşayan Fransa ‘sında, Paris şehrindeyiz .•• Arbre-Sec Sokağı’nın, küçük evlerinden birinin balkon kapıları açıldı. Balkona, genç bir kız çıktı. Güneşin altın ışıkları, genç kızın parlak san saçlannı daha da ışıldattı… Bu fuın gözleri, göğün mavisinden daha parlak; ince ve zarif vücudunun düzgün hatları, bakışlanndaki tatlılık, tavırlanndaki incelik ve nihayet açık alnını bulutlandıran h� perdesi, çok göz alıcıydı. Genç kız, başını yavaşça karşıki eve kaldırarak, utangaç gözlerle baktı. Orada, evin tavan arasındaki küçük çatı penceresinde bir delikanlı vardı. Ellerini 5 göğsünde kavuşturmuş, gözlerini giiz.el kıza dikmiş, kendisinden geçmişçesine ona bakıyor ve aynı zamanda da mırıldanıyordu: «Ne güzel kız, Tannml» Genç kız, delikanlının kendisine baktığını görür görmez kıpkırmızı kesildi. Göğsü ·heyecanla kalkıp indi”. Bir an daha, karşısındaki gence ancak haktı ve sonra ağır ağır’ adeta istemeye istemeye odaya girerek balkon kapısını kapadı . • Sok.akta. yoksul k.ılıklı bir adam, bir duvarın dibine sığınmış, gür kaşlarının altında saklı, donuk ve ürkek gözleriyle balkona bakıyordu. Genç ve güzel kız, balkona çıkar çıkmaz, hu adamın, bir çılgınınkini andıran acayip bakışlı gözleri birdenbire canlanmıştı.


Yüzünde sınırsız bir sevinç ve mutluluk ifanesi belirmiş, gözlerine sonsuz bir sevgi ve şefkatin parıltısı dolmuştu. Bu yoksul kılıklı adam da ellerini göğsüne kanışturmuş ve: «Ne güzel kız, Tannml» Demekten kendini alamamıştı. Fakat, o böyle, kendinden geçmişçesine hayranlığını gösterirken yanıhaşında, nereden geldiği belli olmayan şişman mı şişman, tostoparlak, bir insan belirivermişti. Bu acayip yaratık, birdenbire ve adeta teker meker yuvarlanarak onun karşısına dikilmişti. Bu tostoparlak gövdenin üstündeki kafa da, yine küçük bir top biçimindeydi ve hu küçük yuvarlakta iki göz, kıvılcımlar gibi ışık saçıyordu. Dünyada hundan daha çirkin bir adama rastlamak, herhalde imkansızdı. Adamın biçimsizliği yetmiyormuş gibi, boğuk ve hırıltılı bir sesi vardı ve bu sesle, yoksul kılıklı adama dedi ki: 6 – «Biraderim Ravaillac, sizi yine burada, dalga geçip hayal kurarken enseliyorum… Eski huyunuzu bir türlü buakamadınız ve!Seliun! > Daldığı hülyadan uyanan Jean-François Ravaillac, birdenbire ürperip irkildi. Bir an heyecanlı bir ifadeye bürünen yüzü, sonra tekrar eski gamsız ve manasız halini aldı. Gözlerinde belirmiş olan parıltı söndü. Sonra uysal bir eda ile başını eğdi ve bir çeşit çekingenlik. belirten bir nezaketle: – ccüoo . Merhaba, biraderim Goulard!» Dedi. Bu konuşma, balkondaki genç kızın çekildiği ve balkon kapısını kapadığı suaya rastlamıştı. Ravaillac, içini çekerek gözlerini balkondan ayudı ve rahip Goulard’ı sürüklercesine yakındaki Saint-Honore Sokağı ‘na götürdü. Rahip Goulard bu rastlaşmadan pek memnun görünÜ )1>rd u.

Ravaillac·ın k.e::ıdisini oradan uzaklaştumak istediğini sezmişti ama, bdli etmemi,.cti. Sezdiği yalnız bu değildi. Rahip Ravaillac “ın balkondaki genç kıza pek parıltılı gözlerle baktığını ve kız çekildiği zaman içini çektiğini de göz ucuyla görmüştü. Bununla birlikte yüzünden hiçbir şey belli etmedi. Beraber yürürlerken, yol üstünde, şık bir kadınla konuşmaya dalmış, temiz giyiminden ve magrur halinden asilzade olduğu belli olan bir adam gördüler. Bu adam da onları görmüş, her nedense tanımazlıktan gelmişti. Çünkü rahip Goulard, tam yanından geçerken, ona gizli ve garip bir işaret yaparak, kendisini pekala tanıdığım göstermiş oldu. Adam da bu işarete gizli bir göz kupmasıyla cevap verdi. Fakat ne asilzadenin konuştuğu kadın, ne de Ravaillac bu işaretlerin farkına varabildiler. İki rahip, yollarına devam ettiği suada asilzade ile kadın da yola koyulmuşlardı. Fakat az sonra, demin Ravaillac’ın önünde hayale dalmış olduğu balkonlu 7 evin kapısına gelince yeniden durdukları ve tekrar konuşmalarına devam ettikleri görüldü. Herhalde pek hararetli bir konuşmaya dalmış olacaklardı ki bir köşede saklı bir karaltının, bütün söylediklerini duy· duğunu farkedemediler. Bu sırada, karşıki evin tavanarası penceresindeki delikanlı da hala yerinden ayrılmamıştı.

Dalgın duruyordu. Tatlı hülyalara mı dalmıştı? Yoksa sevdiği kızın bir kere daha balkona çıkacağını mı umuyordu? Burası bilinemez. Aşağıda, evin kapısı önündeki kibar kadınla asil erkeğin konuşması bitmiş olacaktı. Kadın, kapının önündeki üç basamağı çıkarak kanadı açtı. Tam hu sırada tavanarası penceresindeki delikanlı da gözlerini bir an için sevgilisinin balkonundan ayırmış, sokağa dikmişti. Birdenbire hala kapının önünde duran asilzadeyi görünce öfkeyle söylendi: «Yine bu alçak Fouquet gelmiş!» Penceresinden aşağıya iyice sarkıp dişlerini gıcırdatarak: «Kızın kapısı önünde ne 4i var? Acaba kime sesleniyor böyle? .• Diye düşündü. Delik.anlının kastettiği adam, eve girmeye hazırlanan kadına sesleniyordu. Kadın, hemen geriye dönerek elini uzattı. Delikanlı dikkatle haktı. Fakat hu hareketin bir veda işareti olup olmadığını anlayamadı. Erkeğin davranışında, kadının eline bir şey sıkıştırıyormuş gibi bir hiil vardı. Genç aşık fena halde kuşkulandı. Fouquet’in kadına para verdiğini görür gibi olmuştu.

Ne oluyordu? . Bir pazarlık yapmışlar da uyuşmuşlar mıydı? Kesin bir şey söylenemezdi, çünkü olay çok kısa sürmüştü. Delikanlı merakından daha fazla eğilerek kadının yüzünü seçmeye çabaladı. Görünce, hiddetinden ateş saçan gözlerle geri çe· kildi ve kendi kendine: 8 «Colline Collel» Diye homurdandı. «Ah cadı kan! Kimbilir yine ne dalavereler çeviriyor? Ama merak etmesin, ben bu işi lUZŞıl olsa anlanm. Eğer mesele kuşkulandığım gibiyse vay onun hal,ine! . » Bir hamlede odasından fırladı, yıldırım hızıyla merdivenlere atıldı. O, böyle hızla inerken, evinin kapısının önünde de üç tane silahşor durmuştu. Üçü de iriyan, korkunç tipli insanlardı; bellerinde asılı kılıçlan, topuklarına kadar uzanıyordu. Görünüşleri gözüpek babayiğitler olduklarını açıkça belli ediyordu ama, her nedense evin kapısında pek çekingen duruyor, kapıyı çalmaya bir türlü cesaret edemez görünüyorlardı. En sonunda içlerinden birisi, yanındaki arkadaşına: – cHaydi Grin.gaille. bu işi sen başarırsın! Ne de olsa Paris1i.c:in, dilin birimkinden daha kıvraktır.» Dedi.

Bu sözün söylendiği adam cevap verdi: – ccAmma yaptın ha, Escargasse! Dilini bağlamadılar ya! Sen de pekala konuşabilirsin. Ama, doğrusunu ararsak, içimizde hu işin altından hakkıyla kalkabilecek biri varsa, o da şüphesiz Carcagne’dir. İçimizde en terbiyeli ve kibar tavırlımız o değil mi?» İçlerinde en terbiyeli ve kibar olduğunu söyledikleri dedi ki: – «Yok, azizim! Beni başkanın öfkesiyle karşı karşıya bırakmak için elinizden geleni yapıyorsunuz ama hu, kalleşliğin daniskasıdır. Reisin haberi ve iz. ni olmadan evine gelmemizi yasak ettiğini bilmiyor musunuz? Lafa bakın! Sizin gibi köpek soylarını kurtarayım diye, kendimi pencereden aşağıya mı attırayım yani? . » – «E, ne yapacağız yani? Concini’nin, kendisini 9 muhakkak bugün görmek istediğini reise söyleyemeyecek miyiz? . »

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir