Mihail Yuryeviç Lermontov – Zamanımızın Bir Kahramanı

Zamanımızın Bir Kahramanı’nın yazılma fikri ve kompozisyonunun tarihçesi belirsizliğini korumaktadır. Ne Lermontov’un kişisel mektuplarında ne de hakkında yazılmış anılarda romana dair [kayda değer] bir bilgi yer almaktadır. Fakat bizzat hikayeler incelenerek romanın temel fikrine ve kompozisyonuna dair bir görüş ortaya konabilir. Bir bütün olarak yayımlanmadan önce, romanın bölümlerinden üçü Memleket Notları’nda yayımlanmıştır: “Bela” (1839, sayı 3), “Kaderci” (1839, sayı 11) ve “Taman” (1849, sayı 2). “Bela”, “Bir Subayın Kafkasya Notlarından” altbaşlığıyla karşımıza çıkmıştır. Ayrıca bu hikayede, devamının geleceği iması da vardır. Bu ihtimal, öykünün sonunda, [gezgin anlatıcı] Maksim Maksimıç’la veda buluşmasını anlatırken öne sürülmektedir: “Bir daha karşılaşacağımızı sanmıyorduk, ama karşılaştık. isterseniz anlatayım: Ayrı bir öyküdür bu … ” “Kaderci” karşımıza çıktığında, hepsini kapsayan bir altbaşlık yoktu, ama yayımcı şu notu düşmüştü: “Okurlarımıza yakında M.Y. Lermontov’un hem önceden yayımlanmış hem de daha önce hiç basılmamış hikayelerini içeren bir derleme yayımlayacağını bildirmekten memnuniyet duyuyoruz. Bu derleme, Rus edebiyatı17 na verilen yeni ve güzel bir armağan olacaktır.” Yalnızca bu sözlerden yola çıkarak yayımlanacak “hikaye derlemesinin” mutlaka tam bir “kompozisyon” (ilk baskısının kapağında belirtildiği gibi), hele bir roman oluşturacağı sonucuna varamayız. Ancak yazarın “Bela”ya yazdığı önsöz “Kaderci” den önce geliyor ve bu da iki [ öykü] arasında doğrudan bir yapısal bağ kuruyor: “Burada anlatılan hikaye, Maksim Maksimıç’ın bana verdiği Peçorin’e ait defterlerden alınmıştır. Benim için bu kadar unutulmaz olan bu iki ismi tüm okurların hatırlamasını umamam. Bu nedenle, size Maksim Maksimıç’ ın Memleket Notları’nın üçüncü sayısında yayımlanmış olan ‘Bela’ öyküsünü anlatan iyi kalpli yaşlı subay olduğunu ve Peçorin’in de Bela’yı kaçıran genç adamın ta kendisi olduğunu hatırlatmayı gerekli görüyorum.


Peçorin’in defterlerinden bölümleri, aynen benim elime geçtikleri haliyle sunuyorum.” Dikkatli okurunun, “Kaderci”nin anlatıcısının ve kahramanının Peçorin’den başkası olmadığını kendiliğinden fark edebileceğini de eklemek gerek, zira öykünün sonunda “Kaleye dönünce, başımdan geçenleri ve tanık olduğum şeyleri anlattım Maksim Maksimıç’a … ” ve benzeri ifadeler yer alıyor. Ayrıca, “Kaderci”nin önsözünde Peçorin’in kendi kişiliğini “Bela”nın [gezgin anlatıcısının] kişiliğiyle ilişkilendirerek, Maksim Maksimıç’la buluşmasının anlatıldığı kısma belgesel ya da biyografi havası verdiğini de belirtmek gerek. “Taman” ise 1840’ta yayıncının şu kısa notuyla basılmıştı: “Bu, 1839’da Memleket Notları’nın üçüncü sayısında yayımlanmış olan ‘Bela’ hikayesindeki Peçorin’in defterlerinden alınmış başka bir parçadır.” Zamanımızın Bir Kahramanı, tek bir karakterin etrafında toplanan bir öyküler dizisidir. Bu “kompozisyonu”, 1830’1arın Rus edebiyatındaki her türlü benzer derleme ve diziden ayıran en önemli fark budur. Bu denli psikolojik yorumlara dayanan bir diziyi geliştirmek ve sanatsal anlamda tatmin edici kılmak için, önceki hikaye dizilerinde alışılagelmiş yöntemlerden uzaklaşmak ve hikaye dizisini tamamen doğal olmaya sevk edecek yeni bir yöntem keşfetmek 18 gerekliydi. Lermontov’un yaptığı tam olarak buydu ve bunu gezgin anlatıcısını kahramandan ayırarak ve diziyi alışılmamış bir kronolojik sırayla tasarlayarak başardı. Üstelik bu kronolojik sıra, yalnızca bir anlatıcıdan diğerine geçilebilmesini sağlamakla kalmıyor (ki bunu önceden Bestuzhev de başarmıştı), aynı zamanda kahramanın hayatı ve kişiliğiyle adım adım tanışmamızı da sağlıyor. Karakterin karşılaştığımız ilk özelliklerinden itibaren, okur olarak, uzaktan da olsa (“Bela”nın gezgin anlatıcısı bize Maksim Maksimıç’ın hikayesini aktarıyor), doğrudan gezgin anlatıcının [“Maksim Maksimıç”la Peçorin hakkındaki] tesadüfi gözlemlerine (“Peçorin’in Defterleri”nin önsözünde belirtildiği gibi “ana yolda”) dayanan direkt bir tasvirle karşılaşıyoruz. Okurun hassasiyeti için yapılan bu oldukça akıcı hazırlığı takiben, bize kahramanın notlarını temel alarak onu kendi fikirlerimize göre değerlendirme imkanı sunuluyor. Belinski, romanın bölümlerinin içsel zorunluğuna uygun olarak düzenlendiğini belirtmiştir. Ona göre “Kronolojik kesintilere karşın, romanı yazarın belirlediğinden farklı bir düzenle okumak imkansızdır. Aksi takdirde, kişi, bir roman değil, fevkalade iki masal ve birkaç harika hikaye okumuş olur.”1 Kahramanın hayatının yalnızca kesitler halinde değil (günlüğün önsözünde gezgin anlatıcı tarafından belirtildiği gibi), normal kronolojik sıranın tamamen yıkılmasıyla ya da daha iyi açıklamak gerekirse, iki farklı kronolojik hareketin kesiştirilmesiyle verildiğini de eklemek gerekir.

Bu hareketlerden biri doğrudan ve mantığa uygun şekilde ilerlemektedir: Maksim Maksimıç’la ilk karşılaşmadan (“Bela”) ertesi gün gerçekleşen ikinci karşılaşmaya kadar. Biraz daha zaman geçtikten sonra, Peçorin’in ölüm haberini alan gezgin anlatıcı, onun notlarını yayımlar. [Gezgin anlatıcının] kronoloji[si] – gezgin anlatıcının (ve onunla birlikte okurun) kahramanla tanışıklığının hikayesi bu şekildedir. Diğer hareket, “Taman”dan başlayarak Peçorin’in, belli ki cepheye katıldıktan sonra, kaplıcaya vardığı “Prenses Meri”ye kadar, 1 V.G. Belinski, Polnoe sobranie sochinenii, cilt 13, Moskova, 1953-59, 4, s. 267. 19 olayların kronolojisini tasvir ediyor (“Taman”da Peçorin’in cepheye giden bir subay olduğunu hatırlayın). Ama Peçorin, Gruşnitski’yle düellosundan sonra kalede Maksim Maksimıç’ın emrine girdiğine göre (“işte bir buçuk aydır N … kalesindeyim. Maksim Maksimıç ava gitti. “), “Prenses Meri” ve “Kaderci”nin arasına “Bela” hikayesini, eklemek zorundayız. “Maksim Maksimıç” parçasında anlatılan gezgin anlatıcıyla kahramanın tanışması, “Bela”da anlatılan olaylardan beş yıl sonra vuku buluyor (“Yakında beş yıl olacak,” diyor yüzbaşı) ve okur bu buluşmadan günlükle karşılaşmadan önce haberdar oluyor. Ayrıca okur, “su perisi” Prenses Meri’yle macerasını ve benzeri olayları okumadan önce, kahramanın öldüğünü keşfediyor günlüğün önsözünde. Bu şok edici haberi nasıl aldığımızı da unutmamak gerek: “Geçenlerde Peçorin’in lran’dan dönüşte öldüğünü öğrendim. Bu habere çok sevindim … ” Yani elimizde ikili bir yapı var; biri gerekli olan roman etkisini süreç ve konunun karmaşıklığıyla yaratırken, diğeri okuru kahramanın özel dünyasına götürüyor ve en karmaşık ve zor unsurların – gezgin anlatıcının kahramanın kendisiyle tanışması ve kahramanın (olay örgüsü açısından) zamansız ölüm haberi- doğal bir şekilde sunulmasını sağlıyor.

Bütün bunlar, 1830’1arın Rus nesir dünyası için tam bir yenilikti. Bu yalnızca dar veya biçimsel bir deney değildi. Aslında [Lermontov’un] “insan ruhunun tarihini” öyküleme ve okurun önüne, Belinski’nin deyişiyle “ateşli, modern bir vicdan sorgulaması” koyma arzusunun bir sonucuydu. Bunu başarmak için, önceki örnekte bahsettiğimiz gibi ayrık hikayeler arasında bağlantı kurmasını ve olay örgüsünü geliştirmesini sağlayabilecek tüm yöntemleri kullanması, ancak bunu yaparken onlara yeni işlevler kazandırması ve bu işlevler arasında kendi içinde mantıklı olmalarını sağlayacak bağlar kurması gerekiyordu. Apollon Griogriev haklıydı: “[Bestuzhev-Marlinski’nin] Amma­ /at-bek ve ölümsüz Mu/la Nur eserlerini kasıp kavuran öğeler, sanatçının güçlü ve etkili eli sayesinde, Lermontov’un [Zamanımızın 20 Bir Kahramanı’nda] da karşımıza çıkıyor … “2 Dolayısıyla (kahramanın akıcı bir şekilde geliştirilebilmesi için) Peçorin hakkında edindiğimiz ilk bilgiyi, bilgili ve iyi niyetli bir adam olan ancak yetiştirilme tarzı ve [karakter] bakımından kahramana teğet geçen eşsiz bir anlatıcının ağzından vermek gerekiyordu. Bu da Maksim Maksimıç’ı gerekli kılıyordu. Oysaki 1830’1arda eser veren başka bir yazarın elinde, Maksim Maksimıç romanın devamında birincil anlatıcı olarak kalırdı. Lermontov, Maksim Maksimıç’ın romandaki yerini sağlamlaştırmak ve harekete geçirme işlevinin daha az dikkat çekici olmasını sağlamak için elinden geleni yaptı. Gerçeğe benzerliği ve bilgi verirkenki sahiciliği, Zamanımızın Bir Kahramanı’nın sanatsal başarılarından biridir. Bu sayede, okurun o zamanın (hem Rus hem de Batı) edebiyatından aşina olduğu “romantik” durumlar ve sahneler, tamamen doğal ve “gerçekçi” bir hava yakalamayı başarıyor. Lermontov’un eski malzemeleri bütünleştirebilmesini sağlayan sadeliği, Peçorin gibi “şeytani” öğeler barındıran bir karakterin sıradışı tasvirinin arka planında kullanıldığında da oldukça etkili oluyor. Romanın ikili yapısı ve Rus yaşam tarzının ikili psikolojisi biçimsel betimlemeleriyle pekiştiriliyor. Romanın doğurduğu estetik zorlukların üstesinden gelmek için Lermontov’un, romanın yapısıyla alakalı en temel soruyu çözüme ulaştırması gerekiyordu: Kahramanın iç dünyası okura nasıl gösterilebilirdi? Bu kahramanın kendi kendini ifşa etmesi yoluyla (itiraf şeklinde) mi yoksa üçüncü bir kişi, bir anlatıcı aracılığıyla mı olacaktı? Daha da önemlisi, Lermontov’un [romanı oluşturan bölüm2 “Sovremennoe obozrenie”, Vremia, sayı 10, 1892, s. 26. Bununla birlikte Tolstoy’un S.

T. Semenov ile konuşurken “Marlinski okudunuz mu?” diye sorduğunu, “Hayır, okumadım,” cevabını alınca “Ne fena. Çalışmaları çok ilgi çekici,” dediğini hatırlayalım. S.T. Semenov, Vospominaiıiia o L.N. Tolstom, St. Petersburg, 1912, s. 80. [Eikhenbaum’un notu.] Aynca bkz. A.A. Bestuzhev-Marlinski, Ammalat-bek, çev.

Lewis Bagby, The Ardis Anthology of Russian Romanticism, der. Christine Rydel, Ann Arbor, 1984, s. 212-41; Lewis Bagby, Alexander Bestuzhev-Marlinskyi, University Park, 1995, s. 306-31; Susan Layton, Russian Literature and Empie: Conquest of the Caucasus from Pushkin to Tolstoy, Cambridge, 1994, s. 110-32. 21 lerin] doğal ve ikna edici olması arzusu dikkate alındığında, bu iki yöntemin de avantajları ve dezavantajları olduğu görülüyor. itiraf şeklinde olan ilk yöntem, kahramanın kendini incelemesi ve haklı çıkarması için gerekli imkanları sunuyor, ayrıca diğerlerinin onun hakkındaki eleştiri ve yargılarına olduğu kadar ironiye de yer verilebilmesini sağlıyor. Ama aynı zamanda dünyayı kahramanın öznel algısıyla sınırlandırıyor. Bu ya yazarı kararsız bir konuma düşürüyor ya da okuru kahramanın portresinin yazarın kendi portresi olduğunu düşünmeye itiyor. Üçüncü kişinin anlatımına dayanan ikinci yöntem, hikayeye dış dünyadan malzemeleri ve her türlü “gerçekliği” dahil edecekti – tabii “ruhun hikayesi” dışında, ki onu ifşa etmek yalnızca (kulak misafiri olma, tesadüfen karşılaşma gibi) alışılagelmiş ve hatta saf yöntemlerin yardımıyla (ve yine de bir dereceye kadar) mümkün olabilirdi. Bu da işin [gerçeğe benzerliğini] zayıflatır ve sanatsal illüzyonu yerle bir ederdi. Roman kendini kısa hikaye biçiminden kurtarıp drama mertebesine ulaştıktan sonra (öyle ki anlatıcının işlevi yalnızca önemli noktalara dikkat çekmeye indirgenmişti), edebiyat dünyasında, anlatıcının her türlü güdüsel yapının dışında oluşturulabileceği (yani her şeyi bilen, adeta ana karakterin etrafında dolanan bir kişinin gözünden anlatıldığı) bir yöntem ortaya çıktı. Lermontov bu yöntemi kullanamazdı çünkü romanı bütün bir anlatı olarak değil, ayrık öykülerden oluşan bir dizi olarak yaratılmıştı. Lermontov’un okuru, hem kahramanın kendisi hakkında (öznel bir şekilde) verdiği bilgilere dayanarak hem de dışarıdan (nesnel bir bakış açısıyla) bakarak kahramanın tasvirine nasıl ulaşabilirdi?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir