Mim Kemal Oke – Saraydaki Casus

XIX. yüzyıl Avusturya-Macaristan Đmparatorluğu’nda Musevî uyrukluların doğumlarını kaydetmeleri yasal olarak gerekmediğinden Vambery ailesi, ikinci çocukları küçük Hayim (veya Hermann) için geleneklerin dışında bir işlem uygulamayı düşünmemişdi. Bunun için Profesör Arminius (Hermann) Vambery doğum yılını bilmediğini ilkini 1890’da, diğerini ise 1904’te yayınladığı iki otobiyografisinde itiraf etmektedir (1). Annesinin ifadesine göre Arminius, babasının koleradan ölümünden kısa bir süre sonra, bir Aziz Yahya gününde doğmuştur. Katolik takviminin yardımıyla bugünü 19 Mart olarak tesbit eden Vambery, doğum yılını bulmakta oldukça güçlük çekmiştir. Kolera salgını 1830’lardan itibaren bir-iki yıl üstüste Macaristan’ı kat ettiği için babasının ölüm, kendisinin ise doğum yılı büyük ihtimalle 1831 veya 1832 olmalıdır. Aile isimleri olan “Vambery” (aslı Wamberger) Prof. Vam-bery’nin büyükbabasının Macaristan’a göç etmeden önce yaşadığı bir Alman kenti olan Bamberg’den gelmektedir ki, bu isim zamanla değişerek tanınmış müsteşrikin soyadını oluşturmuştur. Hatıratından çıkardığımız kadarıyla Vambery bugün 12 SARAYDAKĐ CASUS Çekoslovakya’nın Jurpri Bratislave kenti olan St. Georg-hen kasabasında dindar bir Musevî ailesinin çocuğu olarak doğmuştur. Annesi ona erken ölümü dolayısıyla göremediği babasının yalnızca bağnaz bir kişi değil, fakat aynı zamanda ailesine karşı olan sorumluluklarını ihmal edecek şekilde dinî konulara kendini adayan bir araştırıcı olduğunu anlatacaktır. Çekingen yaradılışlı ve gözü kitaplarından başka hiçbir şeyi görmeyen babası, ailenin geçimini sağlamak amacıyla -bilhassa annesinin özendirme-siyle- sırasıyla hahamyardımcılığı, manavlık, esnaflık ve tüccarlık yapmaya, hatta bir han bile işletmeye kalkarsa da, bu uğraşlarından hiçbirinde başarılı olamayacak, tutulduğu kolera illeti onu nefret ettiği bu “bayağı” uğraşlardan alınca, genç karısı ve iki çocuğundan oluşan ailesini büyük bir maddî sıkıntı içerisinde terk edecektir. Böylece, aile reisliği görevini yüklenen zavallı kadın kısa bir süre sonra işlettiği hanın kân ile ölçüldüğünde başarılı bir işkadını olduğunu kanıtlayacaktır. Bir hayat arkadaşının eksikliğini hisseden genç ve yalnız kadın, Vam-bery’nin “geçimi kolay, iyi kalpli” diye okuyucularına tanıttığı Bay Fleischmann ile yaşamını birleştirecektir. Evin geçimini sağlama konusunda Vambery’nin özbabasını hiç de aratmayan Fleischmann, karısının zoruyla denediği mesleklerde herhangi bir maddî gelir elde edemeyince tek çıkar yolun ailesiyle akrabalarının kendisine yardım edeceği doğum yeri olan Duna Szerdahely’ye (bugünkü Dun-jaska Streda, Çekoslovakya) yerleşmek olduğunu savunacaktır (Çocukluğundaki “baba” figürünün güçlü bir kişiliğe sahip olan annesine kıyasla daima ikinci planda kalması, Freud’un teorilerine uygun olarak, Vambery’nin ile-riki yaşamında da etkisini gösterecek, otoriter bir baba olmaya özen gösterecek bu ailevî kompleksi yenmeye çalışacaktır).


Bir sabah sol bacağının ağrısıyla uyanan küçük Armi- SAHTE DERVÎŞ 13 nius’un kalça kemiği kaymıştır. Annesinin onu üfürükçü^ lere, kınk-çıkıkçılara taşıması kâr etmemiş ve tüm yaşamı boyunca topal kalmaya mahkûm olmuştur. Bu yüzden Vambery, fizikî sakatlığını zihnî uğraşlarda elde ettiği başarılarla telâfi etmeye çalışmıştır. Daha sekiz yaşına basmadan Almanca ve Macarca’nın yanında Đbranice okuyup yazmayı öğrenmiş, Eski_Ahid|i ezberden okumayı başarabilmiştir. Profesör olduğu zaman on iki Batrve Do-i iddia ederek, filolojik yeteneğiyle her zaman övünmüştür. Ondaki bu yeteneği fark eden annesi oğlunu iyi bir eğitim görmesi için Yahudi getosunun dışında bir Protestan okuluna kaydeder. Annesine göre, Ar-minius’un fikrî gelişmesi St. Georghen’deki özel koleje gitmesine bağladı. Ne var ki, bu okulun masraflarını karşılayacak maddî güce sahip değildi. Bundan dolayı, Vambery bir yıl kadar çalışıp, öğrenimi için para biriktirmek zorunda kaldı. Duna Szerdahely’den iki saat uzaklıkta olan Nyek’de Musevi bir hancının oğluna okuma-yazma ve bazı önemli dinî bilgileri öğretti. Onbir yaşında hoca olmuştu; ama aslında günde üç saatlik ders seanslarının dışında ev sakinlerinin ayakkabılarını boyamaktan elbiselerini fırçalamaya kadar evin her türlü angaryaları da onun zayıf omuzlarına yüklenmişti. Düzensiz eğitimi boyunca açlık ve sefalet yakasını bırakmaz. St. Georghen’deki Musevî cemaati önceleri ona yatacak bir yer ve arada sırada sıcak bir kap yemek vermeyi kabullenir.

Fakat, Arminius’un Hıristiyan okulunda laik bir öğrenim görmesi bağnaz Musevilerce hiç hoş karşılanmaz ve öğrenmek hırsı ile yanıp tutuşan bu genci sokağa bırakıverirler. Bir süre parkta yatıp kalkan, daha sonra ise bunamış karısını oyalasın diye kendisini kabul eden yaşlı bir şapkacının yanına sığman Vambery’nin yetersiz beslenmeden renginin solmaya ve bedeninin çökmeye başladığını fark eden arkadaşları ona nasılsa acır 14 SARAYDAKĐ CASUS ve birer birer her öğün onu evlerinde yemeğe alıkoymaya başlarlar. Fakat arkadaşlarının bu iyikalpliliğine karşılık bazı hocaları, Yahudi kökenli oluşu nedeniyle, onu aşağılamaktan çekinmezler. Birkaç kez de Hıristiyan halk onu sokakta alaya alır, hattâ taşlar. Orta Avrupa’da giderek güçlenmeye başlayan Yahudi aleyhtarlığı (Anti-Semitizm) akımına rağmen, annesi küçük Vambery’yi eğitim standardı yüksek olan Hıristiyan okullarına göndermekte kararlıdır. Pressburg’da Benediktin rahiplerinin kolejine de devam eden Arminius, dindar bir Musevî aile yaşamının, yine aynı şekilde dinî hüviyeti güçlü olan Hıristiyan eğitim sistemi ile çatışması sonucunda tüm manevî duygularını kaybeder. Đleriki yıllarda kendisine Müslüman bir hacı süsü vererek Orta Asya’yı dolaşacak olan bu sahte dervişin metafizik tefekkür ve tahayyülâta girmeye, kendi ifadesine göre, ne vakti ne de eğilimi vardır. Materyalist dünya görüşüne rağmen, ileride dinin eksikliğini kavrayacak ve anılarında, belki de biraz pişmanlık duygusu ile karışık olarak, “Beni Cennete götürecek merdivenin bazı basamakları kırık, bazıları ise eksik” diye yakmacaktır. Yakasını bir türlü bırakmayan maddî sıkıntıları dolayısıyla eğitimi için yeterli fonu toparlayamayan küçük Arminius, bu nedenle okula bir süre ara vererek özel derse gitmeyi dener. Sırtında birkaç yamalı elbise ve içi saman dolu uyku tulumundan oluşan heybesi ile Macaristan’da iş aramaya başlar. Bir süre büyük şehirlerde zengin ailelerin ahçı, bahçıvan ve diğer hizmetkârlarının aşk mektuplarını kaleme alır, başkalarının duygusal serenadları için balkon altlarında şarkı bile söyler. Günün modasına uyarak, Budapeşte kahvelerinde zaman öldürüp, ders verecek öğrenci bekler. Birkaç başarısız çabadan sonra zengin bir ailenin yanında o güne kadarki yaşamında hiç tanımadığı konforlu bir ortamda özel öğretmenlik yapmaya başlar. Ne var ki, Vambery artık on sekiz yaşında bir deliSAHTE DERVĐŞ 15 kanlı olmuştur. Öğrencisinin ‘yazdığını düzeltmek amacıyla’ “ailenin biricik gözbebeği “Miss Emily’nin elini biraz “* l-‘-J-‘*** Vambery 20 yaşlarında.

16 SARAYDAKĐ tASUtf’ uzunca tutunca soluğu kapı dışında alır ve parmakla nnın ucundan kalbine doğru yükselen sıcaklığı gecenin ayazında dindirmek zorunda kalır. Artık özel ders vermekten sıkılmış, macera aramaktadır. Şark’m esrarlı ve büyüleyici güzelliği genç Vambery’yi çekmektedir. Bu arada annesi ölmüş, onu Macaristan’a bağlayan biricik neden de ortadan kalkmıştır. Şimdi, Viyana’da kendisi ile tanıştıktan sonra Türkoloji’ye yöneldiği ünlü doğubilimci Baron Joseph von Hammer-Purgstal’m tavsiyesine uya-rak 1857 yılının ılık bir Mayıs sabahı Đstanbul’a doğru gemi ile hareket eder. Tuna nehrini kat ederek Galatz’a, oradan Karadeniz yoluyla Halic’e ulaşacak olan bu zevkli ilk yurtdışı yolculuğunda gemide en ilgisini çeken sahne güneş batarken namazını kılan Türk yolcular olmuştur. Bunlardan yaşlıca olanı seccadesini katladıktan sonra, meraklı gözlerini kendisine diken genç Macar gezginine yaklaşır. Vambery’in Türkçe konuştuğunu fark edince genç adama çok makbule geçen bir yemek ısmarlayan ve yolculuk sırasında sohbetini esirgemeyen bu Türk asilzadesi ileride tarihe pek çok tarihî eserin yazarı ve II. Ab-dülhamid’in adliye nazırı olarak geçecek olan Cevdet Paşa’nın babasından başkası değildir! Cebinde hiç parası olmadığı halde Đstanbul, Beyoğ-lu’nda bir aşağı, bir yukarı gezinerek karnını doyurmanın yolunu arayan Vambery’yi, başındaki Macar işi tüylü şapkadan tanıyan bir göçmen yurttaşı Bay Püspöki maceracı seyyaha yardımda bulunur ve onu evinde bir süre için misafir eder. Đş bulabilmesi için Püspöki Vambery’ye 1848 Đhtilâli’nin başarısızlığa uğraması ile Türkiye’ye sığınan Macarların uğrak yeri olan Cafe Flamm de Vienne’e gitmesini öğütler. Ne var ki, başarısız birkaç temastan sonra Vambery, “taşı toprağı altın” olduğu inancının yaygın olduğu bu kentte maddî kazanç kaynağının Avrupalılarla yoğun köşeler değil de, tersine Osmanh mahalleleSAHTE DERVĐŞ 17 rinin tipik Türk kahveleri olduğunu derhal kavramıştır. Bir tabureye tüneyerek kahvelerde nargilesini fokurdatan Osmanlıların karşısına meddah olarak geçen Vambery, onlara hikâyemasal türünden bazı olaylar anlatacak, şiirler okuyacak, hattâ taklit bile yapacaktır. Gösteriden memnun kalan Türklerin kendisine ikramı ile de karnını doyurmayı başaracak, kendini geçindirecek kadar para bile kazanacaktır. Beyoğlu kitabevlerindeki ilânlandan Vambery’nin özel ders verdiğini öğrenen Đstanbul beyefendileri, günün modasına uygun olarak, Batı kültürünün temelini oluşturan dil öğrenimine istekli olmaya başladıkları için maceracı Macar seyyahının talihi birden bire parlar, bey, efendi, paşa köşklerinde o güne kadarki hayatında görmediği konforun ve rahatın içine düşer. Đlk beyefendilerinden olan Hüseyin Daim Paşa’nm konağında Osmanlı aristokrasisinin yaşam tarzını, geleneklerini ve teşrifat kurallarını gözlemleme imkânını bulan Vambery yalnız, kendi ifadesiyle, “tipik bir Türk centilmeni” olmakla kalmaz, ayrıca geleceğin Türkoloji profesörü olarak derslerinde kullanacağı ilk elden bir deney birikimini gerçekleştirir.

Hüseyin Daim Paşa’nm kendisine “Reşid Efendi” ismini takmasıyla 27 yaşındaki Macar çelebisi Türklerin ve Macarların aynı kökenden geldiklerine ilişkin Ural-Altay ırkbirliği teorisinin yaşayan bir delili olmuştur artık! “Türkiye’de doğuştan aristokrasi (kan aristokrasisi) yoktur; aşağı tabakadan bir kişi de, yetenekleri sayesinde sosyal merdivende yükselebilir, bir Müşir veya Sadrazam olabilir” diye yazan Vambery, Türkçe ve Türk kültürüne olan hakimiyeti ile Osmanlı-Türk yönetici toplumundaki bütün kapıların kendisine açıldığını itiraf ediyor, böylece Türk kurumlarına olan hayranlığını dile getiriyordu. 1876 Kanun-ı Esasîsi’nin mimarlarından Mithat Paşa’ya da Fransızca dersi veren Vambery , bilmediği kelimeler için SARAYDAKĐ CASUS v^ambery, Đstanbul kahvelerinden birinde Osmanlılarla sohbet edeı ken. SAHTE DERVĐŞ 19 sözlüğe bakmayıp, kendisine sormayı tercih eden öğrencisinin zekî, hayalperest ve enerjik bir kişi olduğu gö rûşündedir. Hüseyin Daim Paşa’nın konağından eski Hariciye Nazın Rıfat Paşa’nın köşküne, oğlu Rauf Bey’e tarih, coğrafya ve Fransızca dersleri vermek üzere taşman Vambery, boş zamanlarında bir medreseye giderek klasik Osmanlı bilimlerini öğrenme fırsatını da bulur. Daha sonra Batı dillerine olan hakimiyeti sayesinde Osmanlı Hariciye Ne-zareti’nde tercüman olarak istihdam edilir; Đngiliz ve Đtalyan büyükelçilerinin huzura alındığı bir gün, görüşmelerden sonra filolojik yeteneklerinden dolayı Sultan Abdül-mecid tarafından iltifatı hümâyûnla taltif olunur. Bu arada Vambery’nin yeteneklerini fark eden, bu yabancı-; nin istihbarat ve gözlemlerinden yararlanmak isteyen batı basını onu Đstanbul muhabiri yapar, Reşid Efendi’nin Avrupa’nın yüksek tirajlı gazetelerinde yayınlanan yorumla-n ilgi ile okunmaya başlar. Öte yandan filolojik alandaki çalışmaları Vambery’ye, Macarların karanlık tarihinin ancak Orta Asya’da yapılacak incelemeler sonucu aydınlanacağına işaret ediyordu. Orta Asya’dan gelen seyyah ve hacılarla görüştükçe Avrupa’da üzerinde pek fazla birşey bilinmeyen bu yöreye bizzat gitmek isteği de o kadar artıyordu. Đstanbul’daki rahatı ne kadar iyi olursa olsun, bu onun macera arayan eğilimini köreltmeye yetmemişti. Osmanlı payitahtını terk ederek, Orta Asya’ya yapmayı düşündüğü bir gezinin ta-sawurlanyla dolu olarak Macaristan’a döndü (1861). Muhabiri bulunduğu Budapeşte Bilimler Akademisi’nde Türkiye ile ilgili bir konferans verdi. Akademi Başkanı Kont Emil Dessewffy’ye Orta Asya’ya gidip, orada Macar dilinin kökenleri üzerine bir saha araştırması yapmak istediğini belirtti. Akademi yönetim kurulunun muhalefetini de inandırıcı girişimiyle aşmayı bilen Vambery, bu kurumun 20 SARAYDAKĐ CASUS kendisine sağladığı 1,000 florin ile bir kez daha Şark’a doğru hareket etti. Reşid Efendi, karayolu île Đran’a gelir (2). Tebriz-Tah-ran yolu ile ülkenin başşehrine giren Macar seyyahın ilk durağı Osmanlı Sefareti olur.

Burada Büyükelçi Haydar Efendi’nin misafiri olan Vambery’ye her türlü ikram ve itibar gösterilir. Şiî Đran’daki Osmanlı Sefareti hem mek-ke’de hac görevini tamamlamış Sünnî Müslümanların Pa-dişah’ın kendilerine ihsanı olan ianeyi aldıkları, hem de eğer şikayetleri varsa dile getirdikleri bir uğrak yeriydi. Vambery, dikkatleri üzerine çekmeden ancak onlarla birlikte tehlikesizce Orta Asya’ya yolculuk edebileceğine karar verdi. Kaşgarlı Đmam Hacı Bilâl, dört Türkistanlı yoldaşı ile Osmanlı Sefareti’ne nezâket ziyaretinde bulunmak için Tahran’a geldiklerinde onlara evliyaların türbelerine yüz sürmek için Orta Asya’ya gitmek istediğini,” kendisini aralarına alırlarsa çok sevineceğini, müteşekkir kalacağını belirtti. Sefir Haydar Efendi de Hacı Bilâl’ı huzuruna kabul ederek, Vambery’nin Padişah hazretlerinin emaneti olduğunu söyledi. Hacı Bilâl’in olumlu cevabından sonra Vambery, saçlarını kestirmiş, fakirane giysisi, başında külahı ve elinde delili ile tam bir derviş olmuştu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir