Mircea Eliade – Ebedi Dönüş Mitosu

Aşırı iddialı olmaktan çekinmeseydik bu kitaba T arih Felsefesine Giriş altbaşlığını verirdik. Ne de olsa bu elinizdeki denemenin asıl amacı budur; şu farkla ki tarihsel fenomenin spekülatif analizi yerine arkaik toplumların -belirli bir “tarih” biçiminin bilincinde olmakla birlikte onu hesaba katmamak için her türlü çabayı sarfeden toplumların temel kavramlarını incelemektedir. Bu geleneksel toplumları incelerken bir karakteristik bizi özellikle etkiledi: somut, tarihsel zamana karşı başkaldırmaları, şeylerin başlangıcının mitsel zamanına, “Büyük Zaman”a periyodik dönüş için duydukları özlem. “Arketipler ve tekerrür” adını verdiğimiz şeyin anlam ve işlevi, ancak bu toplumların somut zamanı yadsıma istemlerini, özerk, yani arketipler tarafından düzenlenmeyen bir tarih yönünde her girişime duydukları husumeti kavrayabildiğimizde anlaşılabilirdi. Bu reddediş, bu karşılık, bu kitabın da kanıtladığı gibi sadece ilkel toplumların tutucu eğilimlerinin bir sonucu değildir. Kanımızca, tarihin (yani, tarihüstü modelden yoksun olayların) bu şekilde değersizleştirilmesinde ve dindışı, sürekli zamanın bu şekilde reddedilişinde insan varoluşunun metafizik bir “değerlendirilmesini” 7 okumak mümkündür. Ama bu değerlendirme hiç de bazı hegelsonrası felsefi akımların -özellikle Marksizm, tarihselcilik ve varoluşçuluğun “tarihsel insan”ının, tarih içinde kendini yaparak insan olan insanın keşfinden beri amaçladıklarıyla aynı değildir. Ne var ki, tarih olarak tarih sorunu bu denemede doğrudan ele alınmayacaktır. Başlıca amacımız arkaik toplumların spekülasyon alanında belirleyici olan bazı çizgileri sergilemektir. Bu alanın basit bir şekilde sunuluşunun özellikle, klasik felsefenin metinlerinde ya da Batı’nın tinsel tarihindeki belli durumlarda kendi sorunlarını ve çözüm araçlarını bulmaya alışmış felsefeci için ilginç olacağını düşündük. Batı felsefesinin kendisini (deyim yerindeyse) “taşralılaştırma” eğiliminde olduğuna dair eski bir kanı var: bunu önce kendisini kendi geleneği içinde yalıtarak ve sözgelimi Doğu düşüncesinin sorunlarını ve çözümlerini görmezden gelerek yapıyor; ikinci olarak da “ilkel” insanın, geleneksel toplumlara mensup insanın deneyimini hesaba katmama pahasına tarihsel medeniyetlerin insanı dışında herhangi bir “durum”u tanımayı inatla reddederek yapıyor. Biz, felsefi antropolojinin Sokrates-öncesi insanın (başka bir deyişle geleneksel insanın) evrendeki yerine ilişkin değerlendirmesinden öğrenecek bir şeyleri olduğu inancındayız. Dahası: metafiziğin temel sorunları arkaik ontolojinin öğrenilmesiyle yepyeni bir biçimde ele alınabilir. Daha önceki bir kaç çalışmamızda, özellikle Karşılaştırmalı Din Kalıpları adlı kitabımızda bu arkaik ontolojinin ilkelerini, kuşkusuz tutarlı ve her şeyi kapsayan bir sunuş yapma iddiasına olmaksızın, ele almaya çalışmıştık. Bu çalışma da, aynı şekilde, her şeyi kapsama çabasında değildir.


Hem felsefeciye hem etnolog ve doğubilimciye, ama hepsinden çok kültürlü insana, uzman olmayana seslenmeye çalışarak gereğince incelenip ayırdedildiğinde başlı başına kapsamlı birer kitap oluşturacak konuları kısa önermeler halinde özetledik. Daha ayrıntılı bir tartışma kaynakların 8 sıralanmasını ve teknik bir dili gerektirecekti ki, bu da çoğu okurun cesaretini kırardı. Ama, uzmanlara kendi özel ve tikel sorunları üzerine bir dizi marjinal yorum sunmak yerine felsefecinin ve genel olarak kültürlü insanın ilgisini yerkürenin çeşitli bölgelerinde aşılmış olsa da insana ve insanın tarihine dair bilgimizi arttıracak bazı tinsel konumlara çekmeyi am açladık. w * w Bu deneme ilk olarak 1949’da Fransızca olarak, Le Mythe de L ’etemel retour: archetypes et repetition (Paris, Librairie Gallimard) adıyla yayımlandı. Bu İngilizce çeviri için metni gözden geçirip genişlettik ve son bir kaç yıl içinde yayımlanmış bazı incelemeleri dipnotlara dahil ettik. Paris, Ekim 1952 * * * îkinci basımda, metindeki küçük düzeltmeler yanında bibliyografya ve dipnotlar da gözden geçirilerek benim ve başkalarının yaptığı çalışmalar eklenmiştir. Chicago, Haziran 1985. M.E. 9 SUNUŞ 1945 Mayısı’nda başladığım elyazması Kozmos ve Tarih başlığını taşıyordu. Ancak daha sonra bu başlığı A rk etip ler ve Tekerrür olarak değiştirdim. Ama, sonunda, Fransız yayımcının önerisiyle Arketipler ve Tekerrür’ü altbaşlık yaptım ve kitap 1949’da Ebedi Dönüş Mitosu adıyla basıldı. Bu, zaman zaman bazı yanlış anlamalar doğurdu. Her şeyden önce, benim çalışmamın aria konusunu oluşturan tekerrür ile ilgili ideoloji her zaman “ebedi dönüş mitosu”nu içermez. Ayrıca, okuyucu da bu kitabın esas olarak ünlü Grek mitosuyla ya da onun Nietzsche tarafından yapılan modern yorumuyla ilgili olduğu gibi bir izlenim doğabilir ki gerçek bu değildir.

Araştırmamın esas konusu arkaik toplum insanının kendisine ilişkin kurduğu imge ve Kozmos’da sahip olduğuna inandığı yer hakkındadır. Arkaik ve geleneksel toplumlann insanıyla Musevi-Hıristiyanlığm güçlü etkilerini taşıyan modern toplum insanı arasındaki başlıca fark öncekinin kendisini Kozmos’la ve kozmik ritmlerle ayrılmaz biçimde bağlantılı olarak görürken ötekinin sadece Tarih ile bağlantılı olduğunu iddia etmesinde yatar. Elbette, arkaik toplum insanı için de Kozmos’un bir “tarihi” vardır, bunun nedeni sadece tanrılar 11 tarafından yaratılmış ve doğaüstü varlıklar ya da mitsel kahramanlar tarafından düzenlenmiş olması olsa bile. Ama Kozmos’un ve insan toplumunun bu “tarihi” mitoslarla korunan ve aktarılan bir “kutsal tarih”tir. Dahası, mitosların zamanın başlangıcında gerçekleşen büyük olayları periyodik olarak yeniden güncelleştiren törenler için bir model oluşturması anlamında sonsuza kadar tekrarlanabilen bir tarihtir. Mitoslar insanın yürüttüğü tüm sorumlu etkinlikler için geçerli paradigmaları, örnek modelleri korur ve aktarırlar. Mitsel zamanlarda insanlara vahyedilmiş bu paradigmatik modeller sayesinde Kozmos ve toplum periyodik olarak yeniden doğar. Bu kitapta, ileride, paradigmaların sadık bir şekilde yeniden üretiminin ve mitsel olayların bu şekilde tekrar edilişinin arkaik insanların dinsel ideolojisi üzerinde ne gibi etkileri olduğunu tartışıyorum. Böyle bir ideolojinin, bugün “tarih bilinci” adını verdiğimiz şeyin gelişmesine neden imkan vermediğini anlamak güç değildir. Kitabın akışı içerisinde “örnek modeller”, “paradigmalar” ve “arketipler” gibi terimleri belirli bir olguyu -geleneksel ve arkaik toplumların insanının onun çeşitli davranış kategorilerinin kurum ve kurallarının zamanın başlangıcında “vahyedildiğine” inandığını ve dolayısıyla insanüstü ve “aşkın” bir kökene sahip olduklarının düşünüldüğünü- vurgulamak için kullandım. “Arketip” terimini kullanırken Profesör C.G. Jung tarafından betimlenen arketiplere gönderme yapmadığımı belirlemeyi ihmal ettim. Bu üzücü bir hata. Zira, Jung’un psikolojisinde birincil rol oynayan bir terimi tamamen farklı bir anlamda kullanmak yanlış anlamalara yol açabilirdi.

Profesör Jung’a göre arketiplerin kollektif bilinçdışının yapıları olduğunu belirtmeme bile gerek yok. Ama, ben kitabımda derinlik psikolojisinin sorunlarına değinmediğim gibi kollektif bilinçdışı kavramını da kullanmadım. Dediğim gibi, ben “arketip” terimini, Tıpkı Eugenio d’Ors gibi, “örnek model” ya da “paradigma”ya eşanlamlı olarak, yani, son tahlilde Augistinvâri bir şekilde kullanıyorum. Ama, günümüzde bu sözcüğe, 12 ona yeni bir anlam veren Profesör Jung tarafından yeniden itibar kazandırıldı; dolayısıyla artık “arketip” teriminin, özellikle belirtilmediği sürece Jung-öncesi anlamda kullanılması doğru olmaz. Bir yazarın yapıtını tamamladıktan on yıl sonra bile ondan tatmin olması pek nadirdir. Kuşkusuz, bu küçük kitabı şimdi yazıyor olsaydım çok farklı olurdu. Yine de olduğu biçimiyle, tüm hataları, ihmalleri ve eksikleriyle onu en önemli kitaplarımdan biri olarak görüyorum ve bana kitaplarımın hangi sırayla okunması gerektiği sorulduğunda bu çalışmayla başlanmasını salık veriyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir