Mithat Sertoğlu – IV Murad

Bugünkü başbakan demek olan Sadnâzam Damad İbrahim Paşa’mn ölümü üzerine, 22 Temmuz I60I tarihinde onun yerine atanan Yemişçi Haşan Paşa, bu görevde kalabilmek maksadiyle kendisine rakip gördüğü önemli devlet adamlarmm bir kısmmı idam ettirip bir kısmmı sürgüne gönderdikten sonra, Yeniçeri Ocağı’na dayanarak saraya ve padişaha bile kafa tutmaya başlamıştı. İşte bu yüzden III. Mehmed tarafından 4 Ekim 1603 tarihinde azil ve on iki gün sonra idam edilmiştir. Onun azil edilmesi üzerine sadrıâzamhk mühürü, o sırada Mısır valisi bulunan M alkoç AH P aşa’ya gönderilip İstanbul’a, görev başına davet olunmuş ve o gelene kadar devlet işlerine bakmak üzere Sadaret Kaymakamlığı’na yani Sadnâzam Vekilliği’ne Kasım Paşa getirilmişti. Kasım Paşa, 21 Aralık 1603 Pazar günü sabah namazını Ayasofya Cam ii’nde kıldıktan sonra o devrin hükümeti demek olan Divân-ı Hümâyun’a başkanlık etmek için Topkııpı Sarayı’ndaki Kubbealtı’na gelip kendisini ayakta karşılayan Divân’ın öbür üyeleri Kubbe Vezirleri ile Anadolu ve Rumeli Kadiasker- leri’ni, Defterdarları ve Nişancı’yı : — Sabahınız H ayrola. Diye selâmladıktan sonra geçip onlardan daha yüksekçe olan yerine oturmuştu. Divân-ı Hümâyun hangi din, mezhep ve milletten olursa olsun Osmanh memleketlerinde yaşayan ve onun uyruğu olan herkese doğrudan doğruya, aracısız şekilde açık bulunduğundan evvelâ onların başvurulan dinlenip sonuca bağlanırdı. Ancak o sabah bu işe başlamadan evvel Saray Kapıcıları’- nm Kethüdası, yani en büyük âmiri olan Hüseyin Ağa, acele Bâbüssaâde’ye, yani iç saraya açılan üçüncü Kapı’ya davet olundu. Burada Saray Akhadımları’nm başı olan ve Kapı Ağası diye de anılan Bâbüssaâde Ağası kendisine ipek mendile sarılı bir kâğıt vererek: — Bu Hatt-ı Hümâyun’u (Padişahın yazıh emrini) Kaymakam Paşa’ya teslim et diye tenbih etti. O da söyleneni yaptı. Kasım Paşa, bunu gözden geçirdi, ancak pek kargacık burgacık yazıldığı için tamamını söküp okuyamadı. Bunun üzerine Hüseyin A ğa’ya : — Bunu sana kim verdi? Diye sordu. Hüseyin Ağa : — Kapı Ağası verdi ve H att-ı Hümâyun’dur dedi. Cevabını verince Kasım Paşa : — Bu noktasız yazı, padişahımızın yazısına benzem ez….


Ne yazılı olduğu da okunmuyor. İçinde “ Babam ” sözü geçiyor, padişahımızın ise hatta babaları yoktur… dedikten sonra o sırada Divân’da bir nevi zabıt kâtibi vazifesi gören büyük tezkireci ve meşhur tarihçi Hasanbeyzade Ahmet Efendi’yi (daha sonra Defterdar, Beylerbeyi ve Paşa) çağırtır okuması için kâğıdı kendisine verdi. O da Paşa’nm kulağına yaklaşarak ancak onun duyabileceği. bir sesle şu cümleleri okudu: — Sen ki Kasım P aşa’sın, babam Allahın emriyle vefat etti ve ben saltanat tahtına oturdum. Şehri sağlam zaptedesin. Bir karışıkhk olursa senin başını keserim! Böylece, III. Mehmed’in öldüğü ve büyük oğlu Şehzade Ahmed’in tahta çıkmış olduğu öğrenilmiş oldu. Osmanlı Devleti’nin 14’üncü Padişahı olan I. Ahmed, o gece babası Eğri Fatih’i ve Haçova Meydan Savaşı’nın galibi III. Mehmed sarayda, tarihçi Solakzâde Hemdemî Çelebi’nin deyimiyle, fücceten yani birdenbire ölünce işte böylece kendiliğinden ecdadının tahtına çıkıp oturmuştu. Bu sırada 14 yaşındaydı ve padişahlığı on dört yıl sürerek, 1617 yılında 28 yaşında bulunduğu halde elli gün kadar süren “ humma-yı muhrika” dan, yani ateşli bir hastalık neticesinde vefat edecekti. Akıllı, gayretli, genç yaşta devlet işlerini kavramış, aydın bir padişahtı. Ömründe ağzına içki koymadığı gibi ecdadının âdetlerine uymayarak kardeşi şehzade M ustafa’yı öldürmeyip hayatta bırakmıştır. I. Ahmed’in Osman, Murad, Bâyezid, Süleyman, Kasım, İbrahim , Mehmed, Selim, Hüseyin adlı dokuz oğlu olduğu bilinmektedir. Bunların son üçü, daha pek küçük yaşta iken ölüp gitmişlerdir.

Kendi ölümünden sonra ise hayatta bıraktığı kardeşi I. M ustafa padişah olmuş, ancak akıl dengesinin yerinde olmadığı anlaşıldığından tahttan indirilerek yerine I. Ahmed’­ in en büyük oğlu olup o sırada o da 14 yaşında bulunan ve tarih literatürümüze “ Genç Osm an” ünvanıyla geçmiş olan II. Osman çıkarılmıştır. Bu padişah, Yeniçeri Ocağı’mn dejenere olmaya yüz tutup savaşlarda yavaş yavaş işe yaramıaz hale geldiğini gördüğünden yeni bir ordu kurmayı tasarlam ış, ancak buna m uvaffak olamadan bir yeniçeri ayaklanması neticesinde hakaretlerle tahttan indirilip Yedikule zindanına kap atılmış ve orada feci bir şekilde öldürülmüştür (19 Mayıs 1622). Bunun üzerine I. M ustafa yeniden tahta çıkarılmışsa da, dengesizliği devam ettiğinden ikinci kere tahttan uzaklaştırılıp I. Ahmed’in o sırada henüz 12 yaşında bulunan ikinci şehzadesi, IV. Murad Unvanıyla padişah ilân edilmiştir. IV . M urad’ın annesi, daha sonra Osmanlı Devleti’nde önemli bir yer işgal edecek ve bir ara devlet idaresini ele geçirecek, ancak iki oğlunu (Sultan Murad ve Sultan İbrahim) ve bir torununu (IV . Mehmed) Osmanlı tahtında gördükten sonra feci bir âkıbete uğrayıp vahşice öldürülecek olan Mahpeyker K ösem Valide Sultan’dır. Küçük yaşına rağmen muntazam bir tahsil görmüş bulunan, aynı zamanda iyi bir şair ve iyi bir musikişinas olan IV. Murad, 10 Eylül 1623 Peızar günü Bâbüssaâde önünde kurulan tahta oturup resmen Osmanh Padişahı olmuş ve Divân Çavuşları tarafından töreye göre : — M aşallah, yardımcın Allah ola, yaşın uzun ola, Hak teâlâ efendimize ömürler vere, devletinle çok yaşa… Ve : — M aşallah, mağrur olma padişahım senden büyük Allah var… Diye alkışlanmıştı. IV.

Murad tahta çıktığı sırada devlet, “ Genç Osm an” olayından dolayı hâlâ karmakarışık bir haldeydi. Sadnâzım bulunan Kemankeş Kara Ali Paşa duruma tamamen hâkim olamıyordu. Çünkü hem saray, hem Yeniçeri Ocağı, hem Sipahî zorbaları ayrı ayrı devlete hâkim olmak iddiasındaydılar. Padişah ise çocuk yaştaydı. Bahkesir bölgesinde Cennetoğlu adlı bir Sipahî, başına tcıpladığı zorbalarla ayaklanıp Aydın ve Saruhan taraflarına da saldırmış ve sözde halkı himâye bahanesiyle soyup soğana çevirmeye başlamıştı. Beri taraftan Erzurum Valisi Abaza Mehmcjt Paşa II. Osman’ın intikamını almak iddiasıyle ayaklanmış bulunuyordu. Bu padişahın katili saydığı yeniçeri­ leri, nerede bulursa öldürmekteydi. Onun bu hareketi bir çok kimse tarafmdan sempati ile karşılanmaktaydı. H atta halk arasında “ Abaza Destanı” diye bir de destan çıkmıştı. Meçhul bir saz şairinin söylemiş olduğu şu mısrâlar her tarafa hızla yayılıyor ve bir çok kimse bunları göz yaşlariyle dinliyordu : Ala kanla yatar o nâzik teni Yaralayıp uçurdular canını Gazi Sultan Osman H an’ın kanını A baza “ mutlaka alırım” demiş

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir