Monroe S. Kuttner – Haham Kral Hazarli Davut

Tarih kayıtlarına göre M.S. 5. yüzyılda Türk kökenli Hazarlar Hazar Denizi’nin doğusundaki bölgelerden Hazar’ın kuzey ve batısına göç ettiler ve Kırım Yarımadası’na kadar vayıldılar. Türk kökenli pek çok kabile daha sonraki yüzyıllarda aynı şeyi yaptılar. Hazarlar’m ilginç tarafı, uyumlu, güçlü bir imparatorluk kurduktan sonra 8. yüzyılda, güçlerinin zirvesinde iken din olarak Museviliği seçmeleriydi. Hazar ülkesini yönetenler ve soylular putperestliği bıraktılar. İncil adları aldılar ve Abraham, İshak ve Musa’nın Tanrısı’na tapmaya başladılar. Hazarlar’m Musevi İmparatorluğu güçlü bir ulus olarak 2 yüzyıldan fazla yaşadı. Bu süreçte Hıristiyan Bizans’tan, İran’dan ve Müslüman ülkelerden pek çok Yahudi, azınlık sayıldıkları bu ülkelerden yöneticileri Yahudi olan Hazar’ya kaçtılar. Yahudi göçmenlerin, sayıları pek de fazla olmayan Hazarlı Yahudi soylularla evlenmeleri sonucu Hazar yönetimindeki Yahudilerin sayısı gittikçe arttı. Hazar İmparatorluğu onuncu yüzyıl sonlarında Polovtsi denen ve diğer adları da Kumanlar ya da Kıpçaklar olan bir diğer Türk boyunun ve Ruslar’m saldırısına uğradı. Bununla beraber Hazarlar’m ve Hazar denen bölgenin 13. yüzyıl başlarına kadar büyük olasılıkla Dağıstan ve Çeçenistan’da varlığını sürdürdüğünü söyleyen belgeler vardır.


Hazarlar’m tarihe belirli bir etkileri olmuştur. Bazı tarihçilere göre, pek çok Avrupalı Yahudi’nin kökenini Hazar Ya-hudilerine kadar izlemek mümkündür. Bu kitaptaki hikaye; Hazar tarihinin son zamanlarında saltanat sürmüş olan bir Yahudi hükümdarın, Davut’un hikayesidir. Bu bir kurgu romandır; ama, hikayedeki olayların 1140 ve 1170 yılları arasında yaşandığı yerler Kafkasya ve Ortadoğu’dadır. Eğer Arthur Koestler’in On Üçüncü Aşiret adlı kurgu olmayan kitabı 1976’da basılmamış olsaydı bu roman da yazı-lamayacaktı. Bu kitap, pek fazla incelenmemiş bir ülkedeki son Yahudi hükümdarla ilgili bu romanın da tohumunu atmış oldu. Bu konuya ilgili duyanların okumaları gereken bir başka kitap da, D. M. Dunlop tarafından yazılmış ve 1954’te basılmış olan, Yahudi Hazarlar’in Tarihi isimli kitaptır. Kevin Ailen Brook tarafından yazılıp 1999’da basılan Hazar Yahudileri adlı belgesel kitap da ilginçtir. Bu hikayenin yaşandığı tarihlerde, yani 12. yüzyılda yazılmış bir kitabın yazarı ise Hazarlı Davut’un gittiği yerlerin çoğuna gitmiş, ama Hazar’yı ziyaret etmemiştir. Haham Tu-dela’lı Benjamin de diğer birçok tarihî karakterle beraber bu romanda yerini almıştır. Tudela’lı Haham Benjamin’in kitabının adı Tudelalı Haham Benjamin’in Seyahatleri: Ortaçağ’da Yolculuklar’dır (Kitap 1987’de Pangloss Press tarafından yeniden basılmıştır). Kitapta haklarında çok az şey bilinen o zamanın Yahudilerinden söz edilmektedir.

BÖLÜM 1 HAZAR-M. S. 1150 Davut, büyük ama insanı pek etkilemeyen kerpiç sinagogun önündeki meydanda dururken boynundaki ipek ilmiğin boynunu sıktığını hissediyordu. Yarın burada olacak bu iş, diye düşündü. Yarın! Buna henüz hazır değildi o. Fakat yarın beyaz atın üstünde oturacak ve hayatı değişecekti. Davut, Haham Ezra’nın yanında dururken babasının boynundaki ipek ilmiğin gittikçe sıkıldığını çok iyi hatırlıyordu. Olay sanki o anda oluyormuş gibi, tüm canlılığıyla gözlerinin önündeydi. Babasının bindiği ve yerdeki kârlar gibi bembeyaz olan aygırın burnundan buharlar çıkıyordu. Davut’un, babasının arkadaşı olarak tanıdığı Bey, şimdi eyerinin üstünden eğilmiş ilmiği sıkan altm çubuğu döndürürken gözlerinden öfke saçan bir cellada benziyordu. O zamanlar sadece 5 yaşında olan Davut çok korktuğunu hatırlıyordu. Babasına neler olduğunu anlayamıyordu. Haham Ezra onun elini tutmuş ve, “Her şey yoluna girecek evlat,” demişti. Her şey biraz sonra bitecek ve baban Hazarların Hakanı olacak.!” O anda Bey’in, çubuğu biraz daha sıktığını hatırladı Davut.

Babasının boynundaki ilmik gittikçe sıkılıyordu ve Davut, lapa lapa yağan karın oluşturduğu perdeye rağmen babasının, dizginlere yapışıp, ellerini boğazına götürmemek için gayret gösterdiğini görebiliyordu, babası nefesinin kesildiğini bile göstermek istemiyordu etrafındakilere. Babası artık boğulup bilincini kaybetmek üzereyken Bey ona o geleneksel soruyu sordu: “Bizim Hakanımız olabilecek ve Hazar’ı yönetebilecek misin?” Davut zihninde ilmiğin biraz gevşetildiğini görerek gerildi, babası nefes almaya çalışıyordu. Babası konuşamıyordu, ama artık rahatlamış gibi doğrulmuştu atının üstünde. Saray yetkilileri hep beraber başlarını salladılar. Babası testi geçmişti, haham, “Atından düşmedi,” diye konuştu. “Güçlü bir Hakan olacak ve uzun yıllar saltanat sürecek.!” Bu sözlerin anlamı bilemiyordu, ama herkesin neşe içinde bağırdığını gören 5 yaşındaki Davut da onlarla birlikte bağırdı. Davut şimdi 17 yaşındaydı, başını salladı. Bunların 12 yıl önce olduğuna inanamıyordu. Üzücü ve biraz da korkutucu anılardı bunlar, babası Hakan ölmüş ve Yahudi yas haftası Shiv’ah yeni bitmişti. Bu kez atın üstünde kendisi otururken yerlerde kar olmayacaktı. Hava sıcaktı, ama güney İspanya’dan, Cordo-ba’dan kısa zaman önce dönmüş olan Davut’a yine de soğuk-muş gibi geliyordu. Hazar’dan sürekli esen ve Samandar köyünü serinleten rüzgârda hafifçe titredi. Üzerindeki kıyafetle kendini hâlâ garip hissediyordu. Şimdi İspanya’daki Yahudilerin giydiği siyah kaftan ve türban yerine üzerinde bol bir pantolon, tunik ve geniş kenarlı ve kürklü bir şapka vardı, Hazarların her zamanki kıyafetiydi bu.

Burada ona İspanya’yı hatırlatan tek şey uzakta gördüğü dağlardı, ama onlar bile farklıydı. Bunlar Kafkas dağlarıydı ve tepelerinden hâlâ kar vardı. Yaza girmeye başladıkları bu mevsimde güneş yeryüzünün manzarasını değiştiriyordu, yamaçlar bazı yerlerde çıplak, bazı yerlerde yemyeşildi. Davut içini çekti, meydandan ayrılıp kaderini saptayacak olan iki adamı görmeye giderken kendini ülkesinde bir yabancı gibi hissediyordu. Yarın beyaz ata binme sırası ona gelecekti. Köyün hiç değişmeyen, daimi yapılarından biri olan görüşme evine giderken, meydan çevresine dikilen çadırların son bir hafta içinde çok arttığını fark etti. Hakanın öldüğü ve yeni tören yapılacağı haberi Hazar*nm en ücra köşelerine kadar yayılmıştı ve soylular toplanıyordu. Çoğunun yılın bu zamanında burada olmaları olağandışı bir olaydı. Bu insanlar bozkırlarda yaşar, köye sadece özel günlerde ya da Polovtsi saldırılarına karşı kadın ve çocuklarını savunmaya başlayınca gelirlerdi. Hazarların çoğu – Yahudi olanlar bile – köyde yaşayamazlardı. Onlar zamanlarının çoğunu at üzerinde, hayvan sürülerinin peşinde geçirirler, yaşamlarını hayvanlarından ve etraflarındaki vahşi steplerden sağlarlardı. Samandar’da yaşayanların çoğu yaşlılarla kadın ve çocuklardı. Köyde balıkçılar da vardı. Samandar köyü Hazar Krallığında ailelerin yaşadığı iki yerden biriydi, diğer köy Balanjar’dı ve güneydeydi. Köy alçak tepelerle çevrili bir vadideydi ve uzaktan pek fark edilmezdi.

Davut’un şimdi geçtiği meydanın çevresinde sinagog, yine kerpiçten yapılmış olan saray, ahşap toplantı evi ve köy halkının atlarının bulunduğu ahır vardı. Köyün diğer meskenleri, meydanın çevresine dikilmiş çadırlardan ve yurtlardan oluşuyordu. Onun için yapılacak olan tören büyük bir kalabalık toplamıştı. Toplantı evi Samanda/daki üç binanın en eskisiydi ve üçgen şeklindeki çatısı tomruklardan oluşuyordu. Bir ucu açık olan kare şeklindeki bir odada oturdular. Odada, duvarların önündeki alçak sedirlerden başka eşya yoktu. Bu bölgede az ağaç vardı ve Davut bu ahşap binanın yüzyıl önce Vikingler tarafından, gemi enkazı kullanılarak inşa edildiğini duymuştu. Bu ahşap bina bir yangında yanana, çökene ya da çürüyene kadar kalacaktı burada. Şimdi biraz daha yaşlanmış, olgunlaşmış ve toplumda hâlâ önemli mevkileri olan Bey İshak ve Haham Ezra toplantı evine giren Davut’u selamladılar. Odanın toprak zemininde, tam ortada, kışın ateş yakmak için açılmış olan çukurun kenarında, yere serilmiş olan halılar ve hayvan postlarının üstüne oturmuşlardı. Davut da onlara katıldı. On yedi yaşındaki delikanlının karşısında oturan iki adamın yüzlerinde ciddi bir ifade vardı. Onu hâlâ yedi yaşında bir çocukmuş gibi görüyorlardı. Davut onlara ancak birkaç ay önce bir delikanlı olarak dönmüştü. Bey İshak hiç beklemeden konuya girdi ve, “Yarın yapılacak olan törenin önemini kavrayabilir musun Davut?” diye sordu.

“Eğer attan düşersen boğazını kesmek zorunda kalacağım, bu benim görevim.” Genç Davut’un sakin yüzünde birden bir korku ifadesi belirdi, şoke olmuştu. Yapılacak olanların sonucu konusunda bilgisi yoktu, hiçbir şey anlamıyordu. Önce İshak’m gri gözlerine, sonra da başını sallayan hahamın yüzüne baktı. Duyduğuna inanamıyormuş gibi, “Ne? Beni öldürecek misiniz yani?” diye sordu. “Nasıl yaparsınız bunu? Neden? Tanrı yasalarına aykırı bir şey bu! O öldürmeyin diyor!” Daha önce pek çok insan öldürmüş bir savaşçı olan İshak Davut’un yüzündeki ifadeyi görünce gülmemek için zor tuttu kendini. Yüzündeki sert ve ciddi ifadeyi hiç değiştirmeden, “Ben bir Bey olarak Hazaryı korumak zorundayım!” dedi. “Ben sadece savaşta komutanlık yapmam, her konuda gerekli emirleri veririm. En önemli görevim de Hakanı korumaktır.” Davut, “Peki ama atan düşersem beni öldüreceğini söylüyorsun, nasıl korumak bu?” İshak, “Burada önemli olan konumdur,” diye cevap verdi ona. “İnsanlara Hakanlarının doğru ve mükemmel bir şekilde seçildiğini söylemem gerekir. Testi geçemeyen bir aday ne kadar asil olursa olsun halkını yönetemez. Onu tören atı üzerinde izleyecek olan bir sonraki adaya meydan okuyacak kadar da yaşayamaz!” Davut, “Fakat İshak – Haham Ezra!” diye bağırdı. Ayağa kalktı ve onların yüzlerine baktı. “Biz Yahudi’yiz, vahşi insanlar değiliz! İspanya’da öğrendiğim kutsal yasalarımızda böyle şeyler yok, hazır değilim ben bunlara.

” 10 Delikanlının kafası karışmıştı, ben buraya ait değilim diye düşündü, ispanya’ya, Cordoba’ya aitti o – orada Tevrat ve Talmud okuyarak eğitim almıştı o. Hazarya hiç gelmemesi gerekirdi. Birkaç ay önce buraya döndüğünden beri yaşamı adeta bir kabusa dönüşmüştü. Elleriyle boncuk işlemeli tuniğini kavradı, oradan koşarak çıkıp kaçmamak için zor tutuyordu kendini. Kaçabileceği bir yer de yoktu zaten.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir