Muhammed Yusuf Kandehlevi – Hayatu’s-Sahabe

Âlemlerin Rabb’i olan Allah Teâlâ’ya hamdeder; Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e, onun âl ve ashâbına ve kıyamet gününe kadar onlara tâbi olanlara salât u selam getiririz. Şüphe yok ki Hz. Peygamber’in ve sahabilerinin sîretleri (hayat hikâyeleri) ve tarihleri iman kuvvetinin ve din duygusunun en kuvvetli kaynaklarındandır. Müslümanlar bugüne kadar bunlardan iman parıltısı almışlardır. Küllenen kalbler bunlarla alevlenmiştir. Kalbler maddî rüzgârların ve fırtınaların estiği alanda bulunduklarından çabucak sönerler. Kalblerinin sönmesi hâlinde de müslümanlar kuvvetlerini, etkilerini ve kendilerini diğer ümmetlerden ayıran özelliklerini kaybederek cansız bir ceset hâline dönüşürler. Bu tarih, kendilerine gelen İslâm dâvetine iman ve onu kalbleriyle tasdik eden kahramanların tarihidir. Bu kahramanlar, Allah ve Rasûlü’ne dâvet edildiklerinde “Ey Rabb’imiz! Biz ‘Rabb’inize iman edin!’ diye imana çağıran bir dâvetçiyi (Hz. Muhammed’i veya Kur’ân’ı) işittik ve hemen iman ettik” (Âl-i İmran/193) sözlerinden başka şey söylememişlerve her konuda Hz. Peygamber’e destek olmuşlardır.


Canları, malları ve aşiretleri onlar için pek fazla bir değer taşımıyordu. Allah’a dâvet yolunda her türlü meşakkati göğüslemeye hazırdılar. Bu uğurda acıları güzel telakki ediyorlardı. Bu dâvetin yakîni kalblerine nüfuz etmiş, nefislerine ve akıllarına hâkim olmuştur. Gaybe iman edip Allah ve Rasûlü’nü sevmelerinden dolayı kendilerinden hârikalar sâdır olmuştur. Onlar mü’minlere karşı (kendi aralarında) merhametli, kâfirlere karşı şiddetli idiler. Âhireti dünyaya, gaybı şuhûda (görünür âleme), hidâyeti de mal yığmaya tercih ederler; Allah’a dâvet hususunda çok titizlik gösterirlerdi. Gâyeleri, insanları kula kulluktan Allah’a ibâdete sevkedip bâtıl dinlerin zulmünden İslâm’ın adâletine, dünyanın darlığından âhiretin genişliğine çıkarmaktı. Onlar beşeriyeti dünyanın süslerine ve mallarına önem vermemeye, Allah’a ve cennete kavuşmayı arzulamaya ve (müslümanları da) İslâm yardımının ve hayırlarının doğusundan batısına, dağlarından ovalarına, engin vadilerine varıncaya kadar bütün dünyaya yayılması hususunda büyük gayret sarfetmeye sevketmek istiyorlardı. Bu yolda dünya lezzetlerini unutup istirahatlarından vazgeçtiler. Yine buuğurda vatanlarını terkedip canlarını ve mallarının en hayırlılarını sarfettiler. Öyle çalıştılar ki nihayet din tam mânâsıyla yerleşti; kalbler tamamen Allah’a yöneldi. İman rüzgârları kuvvetli, temiz ve bereketli olarak esmeye başladı. Tevhid ve iman, ibâdet ve takva devleti kuruldu; cennete rağbet arttı. Hidâyetin yeryüzünde yayılmasıyla insanlar gruplar hâlinde Allah’ın dinine girmeye başladı.

Onların hâdiselerini tarih kitapları, haberlerini (yaşantılarını) da İslâm’ın divanları kaydetmektedir. Onlar her zaman için müslümanların hayatında yenilik ruhunun uyanmasına kaynaklık ettiler. Bunun içindir ki İslâm mücâhitleri, ıslâhatçı ve dâvetçileri onlara (sahabilere) nisbet edilen bu hâdiseleri ve hikâyeleri nakledegelmişler; müslümanların gayretini uyandırma ve kalblerini iman ateşiyle tutuşturma hususlarında bunlardan yararlanmışlardır. Fakat öyle bir zaman geldi ki müslümanlar bu tarihe bakmaz oldular ve onu unuttular. Müslüman yazarlar, vâizler ve dâvetçiler son devir zâhitlerinin, şeyh ve evliyalarının haberlerine yöneldiler. Kitaplarını bu zâhitlerin, şeyh ve evliyaların kıssa ve kerâmetleriyle doldurdular. Halk bunlardan başka birşey okumaz oldu. Vaaz meclisleri, ders halkaları, kitap sayfaları bunlarla dolup taştı. Bildiğimiz kadarıyla bu asırda ashâb-ı kirâmın haberlerinin ve yaşantılarının faziletini, sayfalar arasında gömülü bulunan bu ıslâhatçı ve eğitici servetin İslâm dâveti ve dinî terbiye hususlarındaki önemini ve kalbler üzerindeki tesirini kavrayanların ilki. (bu kitabın yazarı Muhammed Yusuf Kandehlevî’nin babası) büyük ıslâhatçı, meşhur İslâm dâvetçisi şeyh Muhammed İlyas Kandehlevî’dir. (Vefatı Hicri 1363; M. 1944). Kendisi devamlı olarak bu konularla ilgili kitapları okuyor, okutuyor ve sonra da bunları, anlatma veya hatırlatma yoluyla naklediyordu. Onun Hz. Peygamber’in sîretine ve ashâb-ı kirâmın haberlerine çok düşkün olduğunu gördüm.

Bunları talebe ve arkadaşlarıyla müzâkere ediyordu. Her gece içlerinden birisi bu hikâyeleri okuyor, o da diğerleriyle birlikte bunları istekli bir şekilde dinliyordu. Bunların yeniden gündeme getirilmesini, neşredilmesini ve müzâkerelerinin yapılmasını istiyordu. Onun (Muhammed İlyas’ın) kardeşinin oğlu, büyük muhaddis Şeyh Muhammed Zekeriya Kandehlevî, Urduca, orta büyüklükte bir kitap telif etti. Bu kitap sahabilerin yaşantıları hakkında yazılmış olup adı daHikâyâtü’s-Sahâbe (Sahabilerin Hikâyeleri) idi. (Onun Evcezü’l-Mesâlik ilâ Muvatta-i İmam Mâlik adlı bir kitabı daha vardır). Amcası onun bu kitabını görünce çok sevindi. Halkı Allah’ın dinine dâvet edenlere ve bunun için yolculuklara çıkanlara bu kitabı okumalarını ve müzâkere etmelerini tavsiye ederdi. Söz konusu kitap bugün de, tebliğ yapmak ve Allah yolunda cihat etmek isteyenlerce okunması tavsiye edilen en mühim kitaplardan birisi olup dinî çevrelerde büyük kabul görmektedir. Şeyh Muhammed Yusuf, babası büyük Şeyh Muhammed İlyas’ın mirasçısı olarak (onun vefatından sonra) tebliğ vazifesini omuzlarına aldı. Hz. Peygamber’in sîreti ile ashâb-ı kirâmın ahvâline olan iştiyakında da ona mirasçı oldu. Esâsen hayatta iken babasına bu hikâyeleri ve dersleri siyer kitaplarından ve sahabenin hayatlarını anlatan eserlerden okuyan da oydu. Onun vefatından sonra da dâvet hususunda çok meşgul olmasına rağmen siyer, tarih ve tabakât kitaplarını mütâlaa etmekten geri kalmamıştır. Bildiklerimiz arasında sahabilerin haberleri ve hallerinin incelikleri hususunda ondan daha geniş bilgi sahibi olan birisi yoktur.

Kendisi bu haberleri ve incelikleri herfırsatta nakleder, onlardan en güzel bir şekilde delil getirirdi. Bu haberleri en güzel şekilde derleyen de yine odur. Konuşmalarında, yazışmalarında ve konferanslarında en çok bunları kullanırdı. Konuşmasının, insanları adeta büyüleyen sözlerinin kalbler üzerindeki tesirinin yegâne kaynağı bu tarihî hikâyeler ve doğru kıssalardı denilebilir. Kitleleri fedâkârlık yapmaya, başkasını kendi nefsine tercih etmeye, zorlukları önemsememeye, Allah yolundaki meşakkatlara göğüs germeye sevkeden de bu hikâyelerdir. Onun zamanında Arap ülkelerine, Amerika’ya, Avrupa’ya, Japonya’ya ve Hint Okyanusu adalarına dâvet götürülmüştür. O sıralarda dâvetçilerin ve bu amaçla seferlere çıkanların okuyup aralarında müzâkere edebilecekleri; kalblerini ve akıllarını besleyecek, dinî duygularını coşturup yol gösterecek, canlarını ve mallarını, Allah yolunda seve seve fedâ ettirecek ve onları Allah yolunda hicrete, yardımlaşmaya ve güzel ahlâka teşvik edecek büyük bir kitaba ihtiyaç vardı. Bu, öyle bir kitap olmalıydı ki onu okuyanların nefisleri gözlerinde, gölcüklerin büyük denizler, uzun boylu insanların da yüce dağlar karşısında küçülmesi gibi küçülmeliydi. Yine bunu okuyanmüslümanlar amellerini azımsayıp Allah’a dâvet yolunda hayatlarını hiçe sayarak gayrete gelmeliydiler. Allah Teâlâ, Şeyh Muhammed Yusuf Kandehlevî’ye bu büyük konuda dâvet faziletinin yanısıra böyle bir kitap telif etme faziletini de bahşetmek diledi. Halbuki kendisi ders vermekle, toplantılar düzenleyip irşad ve tebliğ amacıyla büyük yolculuklar yapmakla ve dışardan gelen heyetlerle meşgul olduğundan telif ve yazı hayatından uzak bulunmaktaydı. Bununla birlikte Allah’ın tevfiki ve yardımı ile ve bir de sahip olduğu olağanüstü gayretle telife de zaman ayırabildi. Böylece, çok zor birşey olan dâvetle telifi bir araya getirdi ve Allah’ın izni ve yardımıyla önce İmam Tahâvî’nin Meâni’l-Âsâr adlı kitabının şerhini Emâni’l-Ahbâr adıyla ve büyük ciltler hâlinde şerhetmeye, sonra da Hayâtü’s-Sahâbe adlı kitabı üç büyük cilt hâlinde yazmaya muvaffak oldu. Bu kitabında (Hayâtü’s-Sahâbe’de) siyer, tarih ve tabakât kitaplarında dağınık bir şekilde yer alan konuları derledi. Konulara Hz.

Peygamber’in haberleriyle başlıyor; ikinci derecede de sahabilerin kıssalarına yer veriyordu. Bunların özellikle dâvet ve eğitimle ilgili olan; dâvetçileri ve eğiticileri ilgilendiren taraflarını ele alıyordu. Böylece bu kitap dâvetçiler için bir hatırlatma, Allah yolunda çalışanlar için bir azık ve bütün müslümanlar için de bir iman ve yakîn medresesi oldu. Müellif bu kitabı sahabilerin haberlerinden derlemiştir. Ashâbın, tek bir kitapta bulunmaları pek nâdir olan sîret, kıssa ve hikâyelerini bu kitapta biraraya getirmiştir. Bunu yaparken de birçok hadis, müsned, tarih ve tabakât kitaplarını elden geçirmiştir. İşte bunun içindir ki kitap sahabe asrını tasvir etmekte, onların (ashâbın) hayatlarını, hasletlerini, ahlâk ve hatıralarını bizlere nakletmektedir. Kıssa ve haberlerin derlenmesi sırasında yapılan dikkatli araştırmalar kitaba da yansımış ve onun tesirini artırmıştır. Bütün bu özelliklerinden dolayıdır ki bu kitabı okuyan kimse kendisini iman, dâvet, kahramanlık, fazilet, ihlas ve zühd ortamında bulur. Eğer “Kitap, yazarının kalbinden geçenlerin bir parçası, yaşantısının nümûnesidir; dolayısıyla inançlarından, madde ve mânâsındaki yaşantısından etkilendiği kadar tesirli ve başarılı olur” demek doğru olursa şunu kesinlikle söyleyebilirim ki bu kitap hem etkili olmuş ve hembuyursun ve kullarını ondan faydalandırsın. Ebu’l-Hasen Ali el-Hasenî en-Nedvî Hicrî 2 Receb 1378 (Milâdî 12 Ocak 1959) Pazartesi Saharanpur Müellif Muhammed Yusuf Kandehlevî Kimdir? Muhammed Yusuf Kandehlevî, Muhammed İlyas Kandehlevî’nin oğlu olup Hindistan’ın Şah Cihan zamanında dindarlığıyla, müderris ve mürşitleriyle tanınmış meşhur bir ailesine mensuptur. Hicrî 25 Cemâdiye’l-Ûlâ 1335 (20 Mart 1917 Salı) tarihinde Hindistan’ın Dehli vilâyetinde dünyaya gelen müellif, ilim ve amelleriyle şöhret bulan bir aile çevresinde büyümüştür. Büyük âlimlerden okumuş, onların terbiye ve murâkabeleri altında yetişmiştir. On yaşında iken Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen Muhammed Yusuf Kandehlevî ilk tahsilinden sonra İslâmabad’da bir hadis mektebinin müdürü olan Şeyh Abdullatif ve benzeri âlimlerden ders almış; daha sonra da amcasının oğlu Şeyh Muhammed Zekeriya Kandehlevî gibi büyük muhaddislerden hadis okuyarak 1354 (Milâdî 1935) dolaylarında mezun olmuştur. Tam bir ilim âşığı olan müellif vaktinin çoğunu ilim tahsiline vermiştir.

Hadis öğrenimi esnâsında Tahâvî’nin Meâni’l-Âsâr adlı kitabının şerhinin şerhi olan Emâni’l-Ahbâr isimli kitabıyla telife başlamıştır. Çevresi daima mürşit ve âlimlerle doluydu. Ailesinin bütün fertleri dinî ilimlerde kendileriniyetiştirmiş kişilerdi. Bunların her birinden çeşitli yönlerden feyiz alan Muhammed Yusuf nihayet 21 Recep 1362 (24 Temmuz 1943 Cumartesi) tarihinde babası, büyük mürşit Şeyh Muhammed İlyas’tan icâzet aldı. Bundan az bir zaman sonra babası vefat etti. Babasının vefatından sonra Şeyh Muhammed Yusuf’un hayatında büyük değişiklikler oldu. Bütün vakitlerini ilme ve telife vermişken ani bir şekilde irşada yöneldi. Artık bir yerde durmuyor, köy köy, kasaba kasaba bütün Hind kıtasını (Hindistan ve Pakistân’ı) dolaşıyor, gece-gündüz, yılmadan-yorulmadan çalışıyordu. Yirmidört saatinin ancak iki veya üç saatini istirahata ayırıyordu; boş vakti yoktu. Katıldığı toplantılarda saatlerce konuşuyordu. Konuşmalarının çoğu Hz. Peygamber’in ve sahabilerinin hayatlarından örnekler vermekle geçiyordu. İrşad ve tebliğ vazifesini yerine getirirken birçok uzun konuşmalar ve meşakkatli yolculuklar yaptı. Yirmi küsür senelik irşad hayatı boyunca elliden fazla büyük toplantı düzenledi. Hindistan’la Pakistan’ın ayrılmasından sonra Doğu ve Batı Pakistan şehirlerine onaltı sefer yaparak buralarda toplantılar tertip edip konuşmalar yaptı.

Kendisi İslâmiyet’in beşiğimesâbesinde olan Mekke ve Medine’de de irşad ve tebliğ çalışmaları yapmak ve buraların halkından ilgi görmek istiyordu. Bu şekilde her sene hacca gelenler vasıtasıyla bütün dünyaya yayılma imkânı bulacağını ümit ediyordu. Bunun için de önceleri Hindistan’ın büyük liman şehirlerinde deniz yoluyla hacca gidenlere İslâm’ı tebliğ etmeye başladı; bunların arasından tebliğ vazifesine cân u gönülden katılanlar oluyordu. Sonraları ise Hicaz’a (Arabistan’a) bizzat yolculuklar yaptı; kendisi gitmese bile heyetler gönderiyordu. Onun bu faaliyetlerinden haberdar olan İslâm ülkelerinin yöneticileri onu kendi memleketlerine dâvet ediyorlardı. Başında bulunduğu Tebliğ Cemaati’nin faaliyetleri Hz. Peygamber’in ve ashâb-ı kirâmının yaşantılarını anlatmak suretiyle İslâm dinini tebliğ etmekten ibaretti. Muhammed Yusuf Mekke ve Medine’den sonra Mısır, Sudan ve Irak’a da heyetler göndermiştir. Böylece kısa bir süre içerisinde bu tebliğ ameliyesi bütün Arap yarımadasına yayıldı. Şeyh Muhammed Yusuf Kandehlevî’nin faaliyet merkezi Hindistan’ın Dehli şehriydi. Bu merkeze çeşitli İslâm ülkelerinden devamlı olarak heyetler gelip gitmekteydi. Onun zamanında Teblig Cemaati’nin faaliyetleri Asya, Avrupa ve Afrika’ya yayılmıştı. Onun içten gelen konuşmaları dinleyicilerin kalbinde meşâleler tutuştururdu. Şeyh Muhammed Yusuf Kandehlevî son hac seferinden döndükten bir yıl kadar sonra, tebliğ ve irşad vazifesini ifa amacıyla, hazırlıklarını tamamlayarak 10 Şevval 1384 (12 Şubat 1965) tarihinde uzun bir yolculuğa çıktı. Gittiği yerlerde tarihin belki de benzerini kaydetmediği büyük ve kalabalık toplantılar düzenleniyordu.

Bu toplantılarda bütün kuvvetiyle konuştuğu için ses telleri bozulmuş; öksürük dâhil birçok rahatsızlıklara ve hastalıklara yakalanmıştı. Çıktığı bu büyük yolculuğun sonunda Hindistan’a dönmek üzere olduğu bir sırada Lahor’da düzenlenen büyük bir toplantıda konuştuğu günün gecesinde sabaha kadar ter dökmüş, ertesi günü hastaneye götürülürken yolda vefat etmiştir (Hicrî 29 Zilkâde 1384 Milâdî 2 Nisan 1965). Müellif merhum vefatı esnasında kelime-i tevhidi tekrarlıyor. Hz. Peygamber’e salât u selam getirerek ondan rivâyet edilen duaları okuyordu. Lahor’da büyük bir kalabalık tarafından iki defa cenaze namazı kılındıktan sonra na’şı Dehli’ye götürüldü. Burada da güneşin doğuşuyla birlikte yetmişbin kişitarafından ikinci bir cenaze namazı daha kılındı. Bu namazı amcasının oğlu, muhaddis Muhammed Zekeriyya Kandehlevî kıldırdı. Namazdan sonra da babasının defnedilmiş olduğu Nizamuddin kabristanına defnedildi. Müellif merhum orta boylu, elâ gözlü, siyah sakallı ve gür saçlı idi. Çehresi geniş, gözleri parlak ve son derece çekiciydi. Kendisi dalgın görünürdü. Müritlerinin her biri ‘Şeyhim beni herkesten daha çok seviyor’ kanaatinde idi. Sohbetlerinde sadece dinî konuşmalar yapar ve dinlerdi. Samimi ve inançlı bir kimse idi.

Özellikle Hz. Peygamber’in ve ashâbının ve onların tâbiinlerinin yaşadığı devirler hakkında derin bir bilgiye sahipti. Bu zat Allah Teâlâ’nın, kendisini üstün ve güzel sıfatlarla donattığı bir hârikası idi. Konuşmaları ve yaptığı dualar dinleyiciler üzerinde büyük bir etki bırakırdı. Öyle ki, onu dinleyenler çoğu zaman ağlarlar, bazan da kendilerinden geçerlerdi. Allah Teâlâ’nın kendisine bahşetmiş olduğu olağanüstü gayret ile kısa bir zamanda hedefine ulaştı. Bütün hayatı dopdolu olmasına rağmen Hayâtü’s-Sahâbe ve Emâni’l-Ahbâr adında ikibüyük kitap telif etmiştir. Kendisinden sonra mirasçısı olan oğlu Muhammed Harun onun yolundan gitmektedir. Ruhu şâd olsun! Allah’ın salât ve selâmı onun ve tüm müslümanların üzerine olsun. Ali ARSLAN İstanbul 1413 1992 GİRİŞ 1 . Allah’â ve Rasûlü ne İtaat Hususundaki Ayetler 2 . Hz. Peygamber e İtaat, O’na ve Halifelerine Tâbi Olmak Hususundaki Hadisler 3 . Hz. Peygamber ve Ashâbı Hakkındaki Ayetler 4 .

Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’in Ashâbı Hakkındaki Ayetleri 5 . Kur’ân’dan Önceki Kitaplarda Hz. Peygamber’in ve Ashâb’ın Zikredilmesi 6 . Hz. Peygamber’in Özellikleri Hakkındaki Hadisler 7 . Ashâb-ı Kiram Hakkındaki Rivayetler 1 . Allah’a ve Rasûlü’ne İtaat Hususundaki Ayetler “Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla. 2(Ezelden ebede kadar bütün) Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. 3(O) Rahmandır Rahim’dir. 4Ceza Günü’nün sahibidir. 5Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım isteriz! 6Bizi doğru yola ilet. 7Nimet verdiğin kimselerin yoluna!. Gazaba uğrayanların ve sapıtanların yoluna değil!” (Fatiha Sûresi) “Çünkü Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O’na kulluk edin! Bu dosdoğru bir yoldur”.

(Âl-i İmrân: 51) “De ki: (Bana gelince) şüphesiz ki Rabbim, beni dosdoğru bir yola hidayet etti. (Ayakta) dimdik duran bir dine, İbrahim’in hanif dinine… O, müşriklerden olmadı. De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. Onun ortağı yoktur. Bunu (tebliğ etmek)le emrolundum ve Ben müslümanların ilkiyim”. (En’âm: 161-163) “De ki: Ey insanlar! Ben Allah’ın Rasûlü’yüm. Hepiniz içingönderildim. O Allah ki göklerin ve yerin mülkü O’nundur. O’ndan başka mabud yoktur. Diriltir ve öldürür. O halde Allah’a ve Ümmi Nebi olan Rasûlü’ne iman edin. Allah’a ve O’nun kelimelerine (Kur’an’â) iman eden O (Ümmi Nebiye) tâbi olun. Umulur ki hidâyet olunursunuz”. (A’râf: 158) “Her peygamberi, ancak Allah’ın izniyle kendisine itaat olunsun diye gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettiklerinde sana başvurup Allah’dan af talep etselerdi ve peygamber de onlar için af talep etseydi, kesinlikle Allah’ın tevbeleri kabul edici ve bağışlayıcı olduğunu görürlerdi”.

(Nisâ: 64) “Ey iman edenler! Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Sakın (Kur’an’ı) işitip durduğunuz halde ondan yüzlerinizi çevirmeyin”. (Enfâl: 20) “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin ki (bu sayede) rahmet olunasınız!” (Âl-i İmrân: 132) “Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Birbirinizle çekişmeyin. Aksi takdirdekorkuya kapılır, rüzgârınız (gücünüz-devletiniz) gider. Sabredin! Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir”. (Enfâl: 46) “Ey inananlar! Allah’a itaat edin! Rasûlullah’a ve sizden olan idarecilere itaat edin! Bir şeyde ihtilâfa düşerseniz, Allah’a ve Ahiret günü’ne inanıyorsanız eğer onu(n hallini) Allah(ın Kitabın)a ve Rasûl(ünün Sünnetin)e götürün. Böyle yapmanız, sizin için hayırlı ve (netice itibariyle de) pek iyidir!” (Nisâ: 59) “Mümin kimseler aralarında hüküm vermek maksadıyla Allah’a (Kitabı’na) ve peygamberine çağırıldıkları zaman onların sözü ancak “Dinledik ve itaat ettik” demeleridir. İşte bunlar var ya! Felah bulacak olanlardır. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan korkar ve sakınırsa onlar korkulardan kurtulmuşlardır”. (Nûr: 51-52) “(Ey Rasûlüm) de ki: Allah’a itaat edin. Peygamber’e itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz (bilin ki peygamberin) vazifesi, ona yükletilen (peygamberliği tebliğ etmesi)dir. Sizin de vazifeniz, size yükletilen(itaat)tir. İtaat ederseniz doğru yolu bulursunuz.

Peygamber’e düşen ancak apaçık bir şekilde Allah’ın emrini tebliğ etmektir. Allah sizden iman edip, salih amellerde bulunanlara (şunu) va’detmiştir: Onlardan öncekileri nasıl iktidar sahibi kıldı ise onları da yeryüzünde iktidar sahibi kılacaktır. Kendileri için beğendiği dinlerini (İslâm’ı, yeryüzünde) sabit kılıp sağlamlaştıracaktır. Onları korkularından sonra güvenliğe kavuşturacaktır. (Çünkü) Onlar sadece bana ibadet eder ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra küfre saparsa işte onlar fasıkların ta kendisidirler. Namazı (dosdoğru) kılın, zekâtı verin, Peygamber’e itaat edin ki rahmete kavuşasınız”. (Nûr: 54-56) “Ey iman edenler! Allah’tan (azabından) sakının ve doğru söz söyleyin. (Böyle Allah’tan korkar da doğru sözlü olursanız) Allah sizin işlerinizi düzeltir (sizi muvaffak kılar) ve günahlarınızı da bağışlar. Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederse kesinlikle o büyük bir zafer elde etmiştir”. (Ahzâb: 70-71) “Ey iman edenler! Peygamber sizi, size hayat bahşeden şeylere (ilahi hükümlere) çağırdığında, Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin. Bilin ki Allah kişi ile onun kalbi arasına girer. Ve sizler şüphesiz ki O’(nun huzuru)na götürülüp toplanacaksınız”. (Enfâl: 24) “(Ey Muhammed!) De ki: Allah’a ve peygambere itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz (bilin ki) Allah kâfirleri kesinlikle sevmez”.

(Âl-i İmrân: 32) “Kim peygambere itaat ederse, kesinlikle o Allah’a itaat etmiş olur. Kim (de peygambere itaatden) yüz çevirirse (bu durum seni sıkmasın). Zira seni onların üzerine gözetici olarak göndermedik”. (Nisâ: 80) “Allah’a ve peygambere itaat edenler, Allah’ın nimetine mazhar olmuş peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdirler. Bunlar ne güzel arkadaşlardır!” (Nisâ: 69) “İşte bunlar (yetimler, vasiyet ve miraslar hakkında bahsi geçenahkâm) Allah’ın hudutlarıdır. (Onları geçmek caiz değildir). Kim, Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne itaat ederse, Allah o kimseyi (ağaçlarının) altından nehirler akan cennetlere yerleştirir. O cennetlerde ebedi kalıcıdırlar. Bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Kim Allah’a ve O’nun Rasûlü’ne isyan eder, Allah’ın hududunu (koyduğu yasakları) çiğnerse Allah, ebedî kalmak üzere onu cehenneme sokar ve onun için alçaltıcı bir azap mevcuttur”. (Nisâ: 13-14) “(Ey Muhammed) Sana enfal (savaşta elde edilen ganimet mallarının kime aid olduğun)dan sorarlar. De ki: “Ganimetler Allah’ın ve Rasûlü’nündür”. Allah’tan sakının! Aranızdaki (anlaşmazlığı) düzeltin. Eğer (gerçekten) mü’min iseniz Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. (Olgun) Mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah(ın zatı, azab ile korkutması) anıldığı zaman (havf ve haşyetlerinden) kalbleri ürperir Kendilerine Allah’ın âyetleri okunduğu zaman, bu, onların imanlarını artırır.

Onlar (sadece) Rablerine tevekkül ederler( başkasına değil, O’na güvenirler). O kimselerdir ki namazı (hakkını vererek) dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah’a itaat uğrunda) harcarlar. İşte gerçekmü’minler onlardır. Rablerinin katında (cennette) onlar için yüksek mertebeler, mağfiret ve kerim bir rızık vardır”. (Enfâl: 1-4) “Mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar birbirlerinin velisidir (dost ve yardımcısıdır). İyiliği emrederler, kötülükten menederler, namazı kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Rasûlü’ne itaat ederler. İşte bunlar var ya! Allah onlara merhamet edecektir. Şüphesiz Allah üstündür, hikmet sahibidir”. (Et-Tevbe: 71) “(Ey Muhammed) De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın! Allah çokça affeden ve çokça merhamet edendir!”. (Âl-i İmrân: 31) “Andolsun ki Allah’ın Rasûlü’nde sizin için, Allah’a ve Ahiret Günü’ne kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çokça ananlar için güzel bir örnek vardır”. (Ahzâb: 21) “Allah’ın o şehirler halkından Rasûlü’ne verdiği fey’ (cinsinden ganimet ve cizye, haraç gibi diğer vergiler) Allah’a, Resüle, (Rasûlün) akrabası bulunanlara, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. Ki (o servet) içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan birşey olmasın. Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasaklamış ise ondan da sakının ve Allah’ın azabından korkun.

Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir