Mumtaz Gokcebag – Gelecegin Efendileri Kadinlar

Bilim gözlüklerimizi takıp medeniyeƟmizin geçmişini incelemek için kullanacağımız yöntem evrimci bakış açısıdır. Ama öncelikle araşƨrmada izlenecek yol üzerinde anlaşmaya varmamız gerekiyor. Bir kuş üzerine araşƨrma yaparken bilimsel yaklaşım, onu inceleyen bilim adamının kuş olmamasına dayanır. Böylece elimizdeki örneği her yönden inceleyebilir ve ona tarafsız, tamamen bilimsel gözlüklerle bakabiliriz. Nasıl beslendiğini ve üremesindeki esasları hiçbir tabuya takılmadan ortaya koyabilir, yayınlar gerçekleşƟrebiliriz. Ona karşı beynimizin derinliklerine kazınmış bir ön yargı, ya da daha üst katmanlarında yer alan “toplum ne der” kaygısı yoktur. Bıçakla karnını yarar, tüylerini tek tek koparıp mikroskop alƨnda bakabiliriz. ÇiŌleşmesini filme alıp, doğmamış yumurtalarını karnından çıkarabiliriz. Hayvan sever vicdanımız arada bir iƟraz etse de bu araşƨrmanın diğer kuşların yaşamını kurtaracağını söyler kolayca rahatlarız. Ama aynı şeyi bir insana asla yapamayız. Doğrudan insanı konu alan araşƨrmanın temel zorluğu, araşƨrmayı yapanın da insan olmasıdır. Burada bilimsel gözlükler, kuşları izlerken yapƨğımız kadar net görüntü sağlamazlar. Üstelik beynimizin katmanları insan kavramı ile örülmüş pek çok önyargı barındırmaktadır. Bilimsel bakışın ne kadar bilimsel olduğu kuşkusu her zaman tarƨşılabilir. Dolayısıyla incelememiz insanı ele alıyorsa, araşƨrmacının öncelikle insana ilişkin tüm önyargılardan uzak olması gerekmektedir.


Bu ise hiç de kolay değildir. Öte yandan bilimsel gerçekleri toplumun anlayacağı biçimde anlatmak, kullanılan sözcükler ve onların anlamları konusunda bizleri kısıtlamakta, bir çeşit özet bilgi oluşturmamıza neden olmaktadır. Böylece bazı tanımlar basitleşƟrilmiş biçimleriyle karşımıza çıkabilirler. Oysa bilim asla özetlenmez. Öyle olsaydı, yıllar boyu okumamıza gerek kalmaz, iyi hazırlanmış özet kitaplarıyla birkaç ayda üniversiteyi biƟrebilirdik. Konuyu halka anlatmanın zorluğu ile özetlemenin niteliği arasındaki çelişkinin bazı konularda yanlış anlamalara yol açmaması ne yazık ki mümkün değildir. Bunu en aza indirmenin bir yöntemi de konuları genel çizgileriyle incelemek, ayrıntıyı uzmanlara bırakmaktır. Mümtaz Gökçebağ 2011 1. Kadınların Yeni Düzeni mi? “Gelinlik çağına gelmiş genç kızın elin evinde gecelemesi doğru mu sence?” Büyük anne sorduğu soruya yanıt almak istercesine kızının yüzüne baktı, kahvesinden bir yudum aldı, titreyen ellerine hakim olmaya çalışarak fincanı dikkatle masanın üzerine koydu. Tam karşısında oturan orta yaşlı kadın ördüğü örgüden başını kaldırdı, hafifçe gülümsedi, “Aman anne, başlama yine. Sınıf arkadaşlarıyla toplanıp ders çalışacaklarmış.” “Sen de inandın değil mi? O yaşta genç kız arkadaşlarıyla bir eve kapanıp ders mi çalışır?” “Niye çalışmasın. Senin torunun aklı başındadır, merak etme.” “Sanki bilmezmiş gibi konuşma, bir arkadaşın vardı, neydi adı, neyse, hep sağa sola ders çalışmaya giderdi de, dokuz ay sonra karnı burnunda dolaşmaya başlamıştı.” “ Eh anne, pes valla, aradan otuz yıl geçti, sendeki hafızının da maşallahı var.

Ama olay hiç de sandığın gibi değil. Onlar evlendiler, hala da mutlu mesut yaşayıp gidiyorlar. O çocuktan bir de torunları oldu.” “Şansı varmış kızın da ondan. Yufka yürekli saf bir delikanlıya rastlamış, adam onu kabul etmiş. Başkası olsa yüz üstü bırakırdı da kızın sonu … tövbe tövbe” “Artık zaman değişiyor anneciğim, merak etme. Senin genç kızlığın çok gerilerde kaldı.” Büyük anne başını kaldırıp baktı, gözlerinde derin bir hüzün vardı, kızına hak verir gibiydi ama onun için geçmişten vazgeçmek söz konusu bile olamazdı. Yavaşça anlatmaya başladı, “On altı yaşımda evlendim. Sabahleyin gün doğmadan kalkar, ahıra gider inekleri sağardım. Sütü ocağa koyar, kümese koşturur tavukları salıverirdim. Yumurtaları toplayıp mutfağa geri döndüğümde süt kaynamış olurdu. Bir gün bile o sütü taşırmadım. Rahmetli kayın pederim taze sütü pek severdi. Tasın üstü bir parmak yağ olurdu da …” “Ah evet anne ya, şimdi hatırladım, ben de içerdim.

Tastan süt içmeyeli kırk yıl oldu mu?” “Bilmem, benim hesabım o kadar kuvvetli değildir, sen üç ya da dört yaşındaydın. Dedeni hatırlıyor musun?” “Pek değil, fötr şapkası vardı, koyu renk. Bir de yufka ekmeğine tereyağı koyup sonra kızgın bıçakla yufkanın her yerine yayışını hatırlıyorum.” “Bıçak değildi o, ocağın maşasını kızdırırdı.” “Ya, benim aklımda bıçak kalmış, ama ne güzel olurdu, kokusu hala burnumda tütüyor. Bir gün yapsak mı?” “Ocak nerede kızım, köz gerekir o iş için köz.” Bir an sessizlik oldu, iki kadın birbirlerine baktılar, büyük anne dayanamadı, “Bu kızın gideceği yer uzakta mı peki?” “Hayır anne, hemen yandaki sokağın öteki tarafında. Seslensek duyulur. Hem sen kızları tanıyorsun, daha Pazar günü buradaydılar.” Büyük anne biraz rahatlamış gibiydi, yine de emin olamıyordu. “O kızlar mı, evet iyi bari. Söyle bizimkine cep telefonunu almayı unutmasın. Ne olur ne olmaz” “Anne şehrin ortasında ne olabilir ki? Dağ başı mı burası?” “Zaman kötü kızım kötü, zaman.“ Günümüzde genç kızlarımız büyük anneleri gibi yaşamıyorlar. Yalnızca otuz yıl öncesine göre bile oldukça farklı gençlik dönemi gözlerimizin önünde duruyor.

Üstelik değişim belli bir bölge ya da toplumsal sınıfa özgü değil. Şehirler kadar köylerde de benzeri hareketlilik var. Kıyılarda köy güzelleri bikinileriyle denize giriyor. Büyük kentlerde ise gecenin ikisinde sokaktan genç kızların kahkahaları yükseliyor. Belki direnen yerler de var ama oralarda da kızlarımız annelerine benzememek adına ellerinden geleni yapıyorlar. Zamanı daha genişleƟrsek aradaki fark çok belirgin biçimde karşımıza çıkıyor. Örneğin bundan elli yıl önce ergenlik çağına giren genç erkekler, kendi cinselliklerini keşfetmek için konuyu yakın arkadaşlarıyla tarƨşırlardı. Ama asıl yardım bazı büyüklerden (enişteler, amcalar, dayılar) gelirdi. Önceden hafiften laf çarptırmalar görülürdü. “Ulan, sen amma da büyüdün ha, evlendirsek çocuğun olacak yahu” Sonra biraz daha açık cümleler kurulurdu. “Kızlarla aran nasıl? Aşağı mahalleye gitmedin mi?” Aşağı mahalle denilen yer şehrin geneleviydi. Erkek çocuk büyük bir merakla oraya gitmek isterdi ama kapıdaki kimlik deneƟmi çok sıkıydı ve bizimkinin yaşı henüz tutmuyordu. Hiç sorun değil, serbest çalışanlar gerekli kolaylığı gösteriyorlardı. Bir süre sonra genç ergenimiz bu evlerden birisinin adresini bulur ve merak eƫği pek çok sorunun yanıƨnı öğrenebilirdi. Üç dört yıl içinde oturduğu bölgedeki tüm genel kadınları yakından tanımayı başarırdı.

O arƨk her yönden gelişmiş genç bir erkekti. Genç erkeğimiz yaşamı sürdürmenin yolunu öğrenir, okula yazılır ya da bir yere çırak girerek meslek edinirdi. İşinin başına geçip de para kazanmaya başlayınca başta annesi olmak üzere tüm akrabalar evlilik hazırlıklarına girişirlerdi. Çevrede evlenme çağına gelişmiş genç kızlar incelenir, aileler mercek alƨna alınırdı. Pek çok kız, çeşitli senaryolar uygulanarak erkeğe gösterilir, beğenilenler daha sıkı bir araşƨrmadan geçirilirdi. Bu konuda komşulardan yardım istenir, en yabancı ortamda bile sıkı dostluklar oluşturulurdu. Her şey tamamlanınca karşı taraf haberdar edilir, bir büyülü atmosfer içinde kız isteme, nişan ve evlilik törenleri gerçekleşƟrilir, genç erkeğimiz evinin sahibi olurdu. Çocukluktan çıkan ergen kızımız için ise yaşam bambaşka bir çizgide ilerlerdi. Toplumda çeşitli uygulamalar vardı. Kimi yerde ne kadar başarılı olurlarla olsunlar kızların okumasına pek sıcak bakılmıyor, ilkokul üçüncü sınıŌan sonra okuldan alınıyorlardı. Yalnızca okuma yazmayı öğrenmeleri yeterliydi. Kimileri ise ancak kız sanat, imam haƟp gibi belli okullarda öğrenim görebiliyorlardı. ElbeƩe erkeklerle eşit koşullarda okuma şansı bulan kızlarımız da vardı. Ama tümünde ortak bir davranış, kızları erkeklerden uzak tutma gayreƟydi. Genç kızımız toplumun her yerinde erkeklerle ilişkilerinde baskı alƨna alınıyordu.

Ona bir tek şey, erkeklerin beğeneceği gibi olması söyleniyordu. Ama cinselliği keşfetmesi için en küçük bir bilgi kırınƨsı bile yoktu. Kızlar da, ƨpkı genç erkekler gibi öğrendiklerini kendi aralarında çeşitli yollardan gizlice paylaşıyorlardı. Ama halalar, teyzeler ve yengelerden yardım görme şansları yoktu. Her ne kadar bebekleri gözleyerek erkeklerin farklı yapıya sahip olduğunu görebiliyorsa da (gerçekte bu gözlem onlarda çeşitli psikolojik sorunlara yol açabiliyor) yeƟşkin bir genç kızın genç erkek hakkındaki bilgisi bazı tahminlerden öteye geçmezdi. Toplum genç kızları her yönden koruma ya da daha açık deyimle baskı alƨna alırdı. Tüm bunlara direnen ve baş kaldıran olursa da onları töre cinayetleriyle başlayan randevu evlerinde biten bir yaşam öyküsü beklerdi. Ama genç kızlarımızın büyük bölümü topluma boyun eğer, erkeğe daha güzel görünmek için ne yapılması gerekiyorsa ona göre davranırdı. Bunun ödülü de kendisine rahat yaşam sağlayabilecek bir erkek taraķndan beğenilmek umuduydu. Sonunda beklenen gerçekleşir, birisi onu beğenir, genç kızımız olağan üstü bir şey olmadığı sürece ailesinin kendisine çizdiği yaşam yolunu kabullenerek, gelinliğini giyer, baba evinden bir daha dönmemek üzere çıkardı. Yukarıda çizdiğimiz tablonun yalnızca ülkemizde görülebileceği, başka yerlerde durumun farklı olduğu söylenebilir. Gerçi, doğuya doğru giƫğinizde, İran, Pakistan, Hindistan gibi ülkelerde bize göre daha da baskıcı toplumlarla karşılaşabilir, baƨya yöneldiğinizde ise kadınlar açısından olumlu bir dünya umut edebilirsiniz. HaƩa ilk bakışta baƨ toplumlarındaki kadınların bize göre daha özgür olduklarını bile düşünebilirsiniz. Ne var ki biraz aralarında yaşarsanız gerçekte bize ne kadar benzediklerine şahit olursunuz. Avrupa ve Amerikalı kadınlar kendilerini erkeklere beğendirmenin başka yollarını izlemektedir.

Belki aileler onları zorla hiç tanımadıkları erkeklerle evlendirmezler ama medeniyet çizgisi yükseldikçe şiddet kullanımının yerini ikna yöntemlerine bırakƨğını da biliyoruz. Dolayısıyla baƨlı kadınlar erkeklere bağlı, erkek egemen yaşamın değişik biçimlerini uygulamaktan başka bir şey yapmıyorlar. HaƩa her yönden insanların eşit olduğunu savunan eski Sovyetler Birliğinde bile yine erkek egemen yapının kendisini koruduğunu gözlemekteyiz. Değişen yalnızca araçlardır. Dünün dünyasında kadın erkekle ancak erkeklerin izin verdiği noktalarda eşitlik kurabilmektedir. Yukarıda ele aldığımız tablo bundan otuz kırk yıl öncesine kadar sürekli olarak kendini tekrarlayıp duruyordu. ElbeƩe birbirine aşık olan insanlar, elbeƩe kurulu düzenin dışına çıkarak kendilerine farklı yaşam kuranlar vardı. Burada söylemeye çalışƨğımız şey toplumun genel görünümüdür. İşte, gelişen değişimin en belirgin yönü, kızların yukarıdaki şablona uymayan davranışlarının giderek artmaya başlamasıdır. Yüz yıl önce de bir erkeğe aşık olan ve onunla kaçıp kendisine yeni bir hayat kuran kızlarımız vardı ama bu çok da sık görülen davranış değildi. Daha da seyrek olan şey, kızların birden fazla erkekle ilişkiye girmeleriydi. Günümüzde kızlarımız erkek arkadaş, flört gibi isimler alƨnda erkeklerle ilişki kurmakta, eski ile kıyaslanmayacak sıklıkla da onları kolayca değişƟrebilmektedir. Yani toplumun önemli kesimi arƨk annelerinden farklı bir yaşam sürdürmektedir. Büyük annelere göre ise arada hiçbir benzerlik kalmamıştır. Olaya biraz daha yakından bakarsanız, değişimin yalnızca gençlerle sınırlı olmadığını da görürsünüz.

Otuz yıl evli kaldıktan sonra boşanan çiŌlerin sayısı giderek artmaktadır. Çocuklarını büyüten, onları ev bark sahibi yapan kadınlar sanki özgürlüklerini ilan etmekte ve erkekleri yanlarında istememektedir. Bu konu önemlidir çünkü uzun süre evli kalmış çiŌlerin boşanmaları alışık olduğumuz bir davranış biçimi değildir. HaƩa bırakın ayrılmayı, eskiden yıllar boyu birlikte yaşadığı eşi ölen bayanların yeniden evlenmesi bile doğru bulunmazdı. Ama şimdi, çevremiz giderek hayaƨnı yaşayan olgun kadınlarla doluyor. Üstelik bunlar bir araya geliyorlar, toplanƨlar, turlar düzenleniyor. Çok değil, yüz yıl önce bir otobüs dolusu dul bayanın geziye çıkması kimsenin aklına bile gelmezdi. Dahası var, Amerika’da “çıplak erkek” parƟleri yapılıyor ve kulüpler açılıyor. Müşterilerinin çoğunlukla orta yaşlı hanımlar olduğunu söylememe bilmem gerek var mı? Genç kızlarımızın farklı davranışları ve olgun kadınlarımızın bireyselliğe olan eğilimi bize ne anlatmaya çalışıyor? Bir şeylerin değişmeye başladığını belirgin şekilde görüyoruz ama bu olay emperyalist oyun olabilir mi? İçinde bulunduğumuz ve bize doğal yaşam biçimi olarak gösterilen erkek egemen toplum başka bir tür örgütlenmeye girebilir mi? Kadın özgürlüğüne en büyük hakları vermiş gibi görünen ama aynı zamanda kadını en aşağılayıcı biçimde porno filmlerde oynatan ve buna da “sanat” adı veren baƨ toplumu, insanları daha rahat sömürmek adına postmodern bir strateji izliyebilir mi? Yoksa olanlar yepyeni bir dönemin habercisi midir? Kadınlar kendilerine özgü çağ açabilirler mi? Değişim konusunda elde eƫğimiz bulgular, günümüzün yakın geçmişle karşılaşƨrılmasına dayanmaktadır. Oysa toplum yaşayan, canlı varlıkƨr, zaman içinde farklılaşması kaçınılmazdır ve asıl sorun günümüzün normal gelişme içinde mi, yoksa yepyeni bir çağın habercisi mi olduğunu bulabilmemizdir. Ancak bu hiç de kolay değildir. Çünkü tek başvuru kaynağımız bilim kurgu yazarlarıdır. Onlar yıllar öncesinden bu günü yazmayı görev edinmişler, kendi yaşadıkları dönemin koşullarına göre geleceği oluşturmaya çalışmışlardır. Bunların en tanınmışı hiç kuşkusuz “Isac Asimov” dur ve tam da 2000’li yılları anlatan bir kitap yazmışƨr. Kitabın yayınlanma tarihi 1952.

Adı : Ben Robot. Robot uzmanı Suzan Calvin’nin anılarını anlaƴğı saƨrlar 2000’li yıllarda Robot EnsƟtüsünün kuruluşuyla başlamaktadır. Oysa 2010 yılında robot olarak bildiğimiz yalnızca Japonların Asimosu vardır, o da daha çok uzaktan kumandalı bir aygıƴr. Tek başarısı iki ayak üzerinde durması ve yürümesidir. Sanayide robot adı alƨnda pazarlanan makinaların tamamı gelişmiş otomaƟk araçlardır, en azından bilim kurgu yazarlarının anladığı biçimde bir robot kavramı içine girmemektedir. Asimov’un robotları dıştan bakıldığında insandan farksızdır. Düşünür, karar verir ve uygular. HaƩa kimi yerde insanlarla felsefe tarƨşmalarına girer. Ben robot kitabının 91. sayfasında robot iki insanı karşısına alıp şunları söyler; “Sürekli olarak belli aralıklarla komaya giriyorsunuz (robot insanın uyumasını böyle tanımlıyor). Havanın ısısı, basıncı ya da nemliliğinde olabilecek en küçük bir değişiklik bile, bu dayanıklılığınızı azalƨyor. Kısa söylemek gerekirse, siz olabilecek en zayıf yaraƨksınız. Bana gelince, ben kusursuz bir varlığım. Doğrudan doğruya elektrik gücüyle çalışıyorum. Üstelik bu gücü de yüzde yüze yakın bir verimle kullanıyorum.

Dayanıklı ve sağlam bir madenden yapılmışım. Düşlere ve kuruntuya yer vermeyen sağlıklı bir beynim var. İklim değişikliklerinden etkilendiğimi de kimse öne süremez her halde. “Hiçbir varlık, kendinden daha üstün bir varlık yaratamaz” kuramını göz önünde tuttuğumuzda, bir insanın beni yaratmış olabileceği saçmalığını siz de anlayacaksınız”. Olayın geçƟği tarih yaklaşık olarak 2010 yılıdır ve arƨk geride kalmışƨr. Bugün çevremizde değil insanlarla tarƨşmaya giren, doğru dürüst konuşan aygıtlar bile yoktur. İnsana benzer robotların tamamı şekil yönünden bizleri andırmakta, bunun dışında en küçük bir yakınlık göstermemektedir. Yani, sonuç olarak Asimov’un anladığı türden robot henüz üreƟlmemişƟr. Çünkü çok önemli bir keşif, elektronik beyin gerçekleşmiş değildir. Elektronik beyin yapmanın temel koşulu, bükülebilir, esnek elektronik devrelerden geçmektedir. Günümüzde tüm elektronik aygıtlar, kağıt ile özel bir reçinenin karışımından elde edilen sert plakanın üzerine bakır bağlanƨlarla birleşƟrilmiş elektronik devrelerden oluşmaktadır. Bunların bir şekilde kıvrılıp bükülmesi söz konusu değildir. Asimov bu zorunluluğu gördüğü için esnek ve süngerimsi bir maddeden yapılmış “pozitronik beyin” kavramını önermişƟr. Böyle bir yapıyı oluşturmanın tarihi ise 1980’li yıllar olmalıydı. Gerçekten de 1980’lerin başlarında umut verici bir aƨlımla yeni gelişƟrilen nano teknoloji ile esnek elektronik devreler yapılabilirdi.

Ama ne yazık ki ortaya duvar boyalarından başka bir şey çıkmadı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir