Mumtaz Gokcebag – Komun Gunlukleri

Banu Hatun oğluyla birlikte aramıza katıldı. Köyde dolmuştan inmiş, çiftliğe kadar yürümüşler. “Telefon etseydiniz sizi almaya gelirdim” deyince gülümseyerek, “Ne gerek var, temiz havanın tadını çıkardık” dedi. “İki kocaman bavul ve bir sürü torba ile gezinti pek de kolay olmamıştır” Banu Hatun sesini çıkarmadı, yanındaki genç delikanlıyı gösterdi. “Oğlumla tanışmış mıydınız?” “Hayır, ne yazık ki daha önce hiç görüşmedik.” Sıcak el sıkışması, gelişen dostluğun habercisi gibiydi. Onları kalacakları daireye götürdüm, eşyalarını bırakıp çiŌliği gezmeye başladık. Önce yaşam destek sistemimizi, rüzgar ve güneş enerjisi üreteçlerimizi gösterdim. Ardından kümes ve ahırları dolaşƨk. Tarlaların yanından geçip, sosyal tesise geldik. Banu Hatun gördüklerinden çok etkilenmemişƟ. Onca teknik ayrınƨnın kadınların pek de ilgisini çekmediği açıkça belli oluyordu. Ama deniz manzaralı geniş sosyal tesisimizi görünce gözleri parladı. ÇiŌlikte kalan herkes, Banu Hatun’un gelişi nedeniyle hazır bekliyordu. Sıcak bir karşılama oldu, ben hepimize birden (şimdi tam on sekiz kişi olmuştuk) kahve yapƨm.


Bu çiŌlikte görevlerimden bir tanesi de kahve yapmakƨr. On fincanlık dev cezvemde günde üç dört kez kahve pişiriyorum. Yarım saat sonra ortaya çıkƨ ki, Banu Hatun ve oğlu sanki yıllardır aramızda yaşamaktadır. Hiç yadırgamadan onları içimizde hissediverdik. Aynı kafa yapısı, düşünme biçimi, dış görünüş ne denli farklı olursa olsun hemen kendisini gösteriyordu. Banu Hatun’un oğlu Deniz’e uydu sistemimizi ve internet bağlanƨlarımızı gösterdim. Şimdiki gençler teknolojiyi yakından izliyorlar. Deniz hemen bilgisayarın başına geçƟ ve çalışmaya başladı. Yanımıza gelen Osman Albay hayretini gizleyemedi. “Oğlum sen bunları nereden öğrendim bu kadar?” ÇiŌlikte 100 mhz’lik bir uydu internet haƴmız var. Dört tane çanak anten 3000 adet TV içeriyor. Herkes kendi evinde istediği kanalları ayarlayabiliyor. Sosyal tesiste ise kırk kadar haber kanalıyla dünyada olup bitenleri anında izleyebiliyoruz. 72 inçlik dev ekran her yerden net görüntü sağlıyor. Deniz sayesinde, yavaşlayan serverimiz yeniden eskisi gibi hızlı çalışmaya başladı.

Gerekli gereksiz pek çok yazılım yüklemişiz. Kadınlar Banu Hatun’a çiŌlikte işlerin nasıl yürütüldüğünü anlaƨyorlardı. Burada herkesin bir sorumluluk alanı vardır. Ben, Özcan, Ergün ve Engin teknik işlemleri yürütüyoruz. Deniz ise ileƟşimi üstlenecek. Ayrıca çiŌliğimizin en genci olması nedeniyle de her türlü geƟrivergötürüver işi ona kalıyor. Akşam olunca hep birlikte yemeği hazırladık. Melih beyin yeƟşƟrdiği Ispanakları pişirdik. Önden tarhana çorbası yapƨk ve akşam haberlerini dinleyerek karnımızı doyurduk. Günün konusu elbette parlamentodaki yüce divan oylamasıydı. Ergün bey merakla sordu; “Emine Ülker Tarhan niçin oylamaya katılmamış?” Ona yanıt verdim; “Tansiyonu yükselmiş, doktorlar dinlenmesini önermişler” Osman Albay; “Bu kadar mı? Biz akşama kadar yüksek tansiyonla koşuşturuyoruz burada.” Hüseyin bey; “Ben yazdığı açıklamayı okudum, sonucu belli oylama diyor.” Zeynep hanım; “O nedenle mi kaƨlmamış? O zaman seçimlerden de uzak durur, en azından kendisi için sonuçlar belli.” Melih bey; “İyi de arkadaşlar, seçim sonuçlarını neden yalnızca Emine hanım açısından değerlendiriyoruz?” Ben; “Çünkü insanlar ona inanmışlardı. Çünkü bazılarımız önümüzdeki seçimlerde oy vermeye hazırlanıyorlardı.

Tansiyon sorunu nedeniyle böyle bir oylamaya kaƨlmamak, hiç de inandırıcı değil. Çoğu insan kandırıldığını düşünüyor galiba.” Ergün bey; “Doğru, ben öğleden sonra interneƩe gezindim, herkes onu eleşƟriyor. HaƩa kimileri şöyle diyor. Madem evinde oturuyorsun, artık dışarı çıkma, orada kal.” Aramıza yeni katılan Banu Hatun’a baktım. Dikkatle bizleri izliyordu. “Banu hanım, siz ne diyorsunuz” diye sordum. Başka bir yerde olsa, insanlar yeni geldikleri için çekingenlik hissederler. Ama başta da söylediğim gibi çiŌliğimiz asla yabancılık duymayız. Banu hanım bunu kanıtlamak istermiş gibi hemen atıldı. “Dünkü oylamanın kazananı kim bilmiyorum ama kaybedeni Emine hanım oldu. Oylamaya kaƨlmamasını halka iyi anlatmalıydı. Tansiyon bahanesi yeterli değil. Bana da zayıf göründü.

Tepkiler üzerine bir şeyler söyleyecekƟr. Kim bilir, belki de olayın arkasında hiç tahmin etmediğimiz başka şeyler vardır.” Ergün bey; “Ne gibi yani?” Banu Hatun; “Hakan Bayrakçı ısrarla parlamentoya bir dördüncü parƟnin girmesi halinde AKP’nin ikƟdar olamayacağını söylüyor, bunun için de Emine hanımın Anadolu parƟsini işaret ediyordu. Ve işin önemli yanı, pek çok kişi ona hak veriyordu. Ama şimdi bakıyorum da, Emine hanım büyük bir yara almış gibi görünüyor. Biraz bekleyip bilgilerimizi derinleşƟrmemizde yarar var.” Aslında tarƨşma daha da uzayacakƨ. Ama Banu Hatun’un bu ilk gecesini siyaset söyleşileriyle doldurmaya hiç niyeƟm yoktu. Bağlamayı çıkardım, (aslında uzun zamandan beri çalmıyordum) hep birlikte türküler söyleyerek gece yarısını yapƨk. Böylece bir günü daha huzur içinde geçirmiş olduk. Acaba gelecekte hep böyle olabilecek mi? Komün Günlüğü 2 ÇiŌliklerde günlerden Pazar olmasının hiçbir anlamı yoktur. Çünkü toprak ana asla taƟl yapmaz. Ancak kimsenin içinden çalışmak gelmediğinden bu günü yöneƟm toplanƨsı zamanı olarak ayırdık. Öğleden sonra saat tam on dörƩe salondaki yirmi kişilik masanın çevresinde bir araya geldik. Sözü aramıza yeni katılan ve en genç üyemiz olan Deniz’e verdik.

Deniz, buraya geleli dört gün olmasına karşın ortama çabuk alışƨğını, toprakla uğraşmanın en zevkli iş olduğunu belirterek bize teşekkür etti ve şunları söyledi. “İnanın on gün önce böyle bir yaşam biçimi olabileceğini söyleselerdi inanmazdım. Topraktan her şeyi ama her şeyi karşılıksız alabiliyoruz. Güneş ve rüzgar kullanabileceğimizden çok daha fazla enerji veriyorlar. Ambarlar ağzına kadar yiyecek dolu. Cuma günü kullanamayacağız lahanaları büyük baş hayvanlarla paylaştık.” Ergün gülerek araya girdi; “Arkadaşımız yapƨğı işten öylesine büyük haz duyuyor ki, Cuma günü Engin’le bana yapacak iş bırakmadı. O çalıştı biz seyrettik.” Deniz; “Evet, aynen öyle oldu. Bir kez işin tadını alınca duramadım ne yapayım.” Daha sonra teknik ekibin raporuna geçƟk. Özcan bey söz alarak durumumuzu özetledi. Kanatlı ve büyük baş hayvanların gübrelerinden üreƟlen biyo-gaz miktarının ihƟyacın çok üzerinde olduğunu, bu nedenle fazla gelen kısmın kalorifer yakıƨ olarak kullanılmaya başlandığını söyledi. Böylece rüzgar türbinlerinden iki tanesi devre dışı bırakılmış. En büyük tartışma Banu hanıma verilecek tarım görevi sırasında ortaya çıktı.

Çünkü kimse onca emekle yetiştirdiği bahçesinin bakımını devretmek istemiyordu. Üstelik Banu hanım daha önce hayatında hiç bahçe tarımıyla uğraşmamıştı. Bu nedenle tartışmaları şaşkınlıkla izliyor, arada bir “bilmem ki, yapabilir miyim acaba” gibilerinden sözler sarf ediyordu. Sonunda yer elması üretiminin ona verilmesini Suna hanım kabul etti. Buna karşılık teknik ekibin elindeki badana boya işleri ona devredildi. Suna hanım; “Ama benim de yapacak bir işim olsun değil mi, insanın canı sıkılır” diye kendini savundu. Zeynep hanım; “Taze soğan üretimine sen bakmıyor musun?” Suna hanım; “Taze soğanda yapacak bir şey yok ki, soğanları dikiyorsun, kendiliklerinden çıkıyorlar. Bir tek gübreleme ve sulamaya dikkat edeceksin o kadar.” Ayşe hanım; “O açıdan bakarsan hepimiz aynı durumdayız. Benin marullarımda da durum farklı değil yani.” Banu hanım arada elini kaldırarak söz istedi; “Sizlere teşekkür ederim ancak ben hayaƨmda hiç yer elması yeƟşƟrmedim. HaƩa kaç yıldır ağzıma bile koymadığımı söylesem inanır mısınız? Yani onun hakkında hiçbir şey bilmiyorum. İşi öğreninceye kadar Suna hanımın yanında stajyer olarak çalışsam. Sonra da sizlere çay kahve yapsam? En iyi bildiğim iş çay ve kahvedir. Handa çay ocağı çalıştırıyordum.

” Bu sözler toplanƨ masasında bir duygu patlamasına neden oldu. HaƟce hanım yerinden kalkıp ona sarıldı. Onun bu son derece masum tavrı hepimizi etkilemişti. Yıldız hanım; “Hiç merak etmeyin, üç günde bizlerden daha iyi yer elması çiftçisi olursunuz siz.” Suna hanım koşar adımlarla yan taraŌaki kütüphaneye giƫ, sonra elinde birkaç dosya ile geri döndü ve onları Banu Hatun’un önüne bıraktı. “Burada ihtiyaç duyacağınız her türlü bilgi var. Önce bir okuyun isterseniz.” Ben; “Banu hanım, merak etmeyin, ilk geldiğimizde hepimiz sizin gibiydik. Göreceksiniz o kadar da zor değil. Buradaki ana fikir şu. Siz iyi eğiƟlmiş bir beyinsiniz. Yüksek okul biƟrdiniz ve ömrünüzün en verimli zamanlarını eğiƟmle geçirdiniz. Dolayısıyla öğrenmeyi biliyorsunuz ve bu yeni bilgiler edilebilmemiz için fazlasıyla yeterlidir.” Banu Hatun hala kendine güvenemiyordu; “Biliyor musunuz dün gece ne düşündüm. Yıllarca okudum, çalıştım, pek çok şey öğrendim.

Ama o bilgilerin hiç birisi şurada işime yaramıyor. Sizler olmasanız kesinlikle açlıktan ölürüm. Tek başıma hayatta kalmam mümkün değil.” Özcan bey araya girdi; “Ama ben hayatta kalırım kardeşim. Dağdan ot toplar gene karnımı doyururum.” Banu Hatun; “Ben de onu söylüyorum. Yaşam bu denli basitken, onu karmaşık organizasyonlar haline geƟrmek nasıl bir düzen? Deniz’in başta söylediği gibi, toprak her şeyi karşılıksız veriyor. Sizden tek istediği biraz emek. O da bizde fazlasıyla var.” Ben; “O söylediğiniz kapitalizm Banu Hatun. Kapitalizm, dünya üzerinde olmaması gereken en zor örgütlenme biçimidir ve ne yazık ki gerçekleşmişƟr. Ondan kurtulmadıkça dünya huzur görmeyecekƟr. Doğaya ve insana öylesine tersƟr ki, yapƨğı her eylem doğanın yıpranmasına, yıkılmasına, insanın mutsuzluğuna yol açar. Kapitalizmde bir avuç kapitalist dışında kalan herkes, yani bizler, yaşamın zavallı piyonlarından başka bir şey olamayız.” Hüseyin bey; “Bu konuda içimizdeki en kapitalist adam da sendin galiba değil mi? Holdinglerin falan vardı senin.

” Ben; “Doğru, bir zamanlar herkesin olmak istediği kadar çok param vardı. Sanıyordum ki mutluluğu para ile saƨn alabilirim. Oysa para kazanmak için yapƨğım her hamle, sanki bir oyunun geçilmesi gereken zorunlu bölümü gibiydi. Orayı geçiyordum ama karşıma yeni bir bölüm çıkıyor, yeni rakiplerle yarışmam gerekiyordu. Üstelik her seferinde durum daha da tehlikeli hal alıyor, risk arƨyordu. Oyunu iyi oynamazsanız, önceden kazandıklarınızı da kaybedebilirdiniz. Dolasıyla saƨn alabileceğiniz bir mutluluk gerçekte hiç yoktu. Yalnızca kazanmaya, daha çok kazanmaya odaklanmış duygusuz siborglara dönüşüp, varlığınızın anlamını hiç sorgulamadan yaşamınızı harcıyordunuz.” Melih gülerek araya girdi; “Ama sen paçayı kurtarmışsın galiba.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir