Mumtaz Soysal – Curuyusden Dirilise

Türkiye, sorunları çok bir ülke. Anlatmaya, çözüm yollarını saymaya kitaplar yetmez. Ciddi sorunlar bunalımlara, patlamalara da dönüşebilir; ivedi çözümler gerek. Bunları olabildiğince çabuk ortaya koymak elbet gereklidir. Ama Türkiye’nin geleceğini düşünmeye sorunlarla başlamak yanlış. Her gün birçoğu gereksiz, incir çekirdeğini doldurmayan, aslında sorun olmayan sorunlarla boğuşmak, bu topluma çok zaman kaybettiriyor. Böyle bir tutum, Türkiye’yi dünyanın temposundan uzak kalmaya, yarıştan düşmeye sürükleyebilir. Oysa Türkiye, başta en değerli varlığı gençlik olmak üzere, elindeki kaynakları değerlendirmek için yitirecek zamanı olmayan bir ülke. Bu ülkenin muhtaç olduğu, umuttur, geleceğe güvenle bakabilmektir. Bunun için de, umudu ve güveni getirecek çıkış noktalarının yakalanması gerek. Sorunlar, ancak, insanları bu çıkış noktalarına götürecek vesileler olabilir. Meclis’teki partiler, istenen umudu ve güveni vermiyor. Meclis dışındakiler ise, güçsüz. Bu kitapçık, böyle bir umudu ve güveni yakalamak için hangi gözlemlerden kalkarak ne gibi ilkelere yönelmek gerektiğini belirtme amacını taşıyor. Son yılların yaygın izlenimi, her yerde ve her şeyde genel bir çürüyüş izlenimidir.


Bu izlenimi silmek ve Türkiye için yeniden dirilişin yolunu açmak, ancak çürüyüşe ilişkin doğru gözlemler yapmakla ve gözlemlerin ışığında toplumu dirilişe götürecek olan doğru ilkeleri belirlemekE 5 le başarılabilir. Zaten gözlenen durumların çoğu, bu ilkelere uyulmadığı için ortaya çıkmıştır. İlkeler, elbet tek başlarına dirilişi gerçekleştirmeye yetmez. İlke, sözcüğün kökeninden da anlaşılacağı gibi, “ilk” olaarak gözönünde tutulması gereken doğru düşüncenin, davranış düsturunun özetlenişidir. Öte yandan, dirilişe yönelmenin birinci koşulu, ilkeleri benimseyenlerin uygulayıcı iktidar gücüne erişmeleri ve bu gücü kullanırken benimsedikleri ilkelere uygun davranmalarıdır. İlkeyi benimsemek, her eylemde, her adımda ona harfi harfine uymak anlamına gelmez. İlke, doğrultu gösterir. Ama, gerçekler ve zorunluluklar ilkelere uymayı zorlaştıracaktır. Önemli olan, ilkenin davranış ve eylemlere ışık tutması, önlerini aydınlatmasıdır. Zorunluluklar ortadan kalktıkça yeni uygulamalar ilkelere yaklaşacak, ilkelerle tutarlı hedefler gerçekleştikçe eski durumlar ilkelere göre değiştirilecektir. Aynca, ilkelerin her birini tek başına uygulamak da sorun çözmeye yetmez. Her sorunun çözümünde ilkelerden birkaçını, hatta bazan birçoğunu birden uygulamak gerekir. Örneğin, “Eğitim ve sağlık temel kamu hizmetleridir; devredilemez, kazanç konusu yapılamaz” gibi bir ilkeyi ortaya koymak, ekonomiye ve planlamaya ilişkin başka ilkelere uyulmadıkça fazla anlam taşımaz. Güneydoğu sorunu gibi çok geniş konular da gözlemlerin ve ilkelerin bütünlüğü içinde düşünülmelidir ki, sorunların ne kadar çok yönlü, çözümlerin de ne kadar çok yanlı olduğu görülebilsin. Önemli olan, gözlemlerin ve ilkelerin ardarda belirtilmesinden sonra, gözlemlerle ilkeleri bir araya getirerek, Türkiye’deki sorunların genel görünümü ve çözüm doğrultuları bakımdan berraklığa erişmek ve Türkiye’nin layık olduğu parlak geleceği görebilmektir.

6 ÇÜRÜYÜ Ş GÖZLEMLER İ Çürüme, bir organizmayı oluşturan parçaların işlevlerini yitirerek birbirinden kopması demektir. Türkiye Cumhuriyeti’ne can veren düşüncelerde ve kurumlarda teker teker görünen yozlaşma, bu düşünceleri ve kurumlan zayıflatmakla kalmamakta, aralarındaki bağlantıları da kemirerek bütün organizmaya genel bir çürüme görüntüsü vermektedir. Türkiye’yi asıl endişelendirmesi gereken, bu dağılmadır. Böyle olduğu içindir ki, düşünce ve duygulardaki zayıflama ile kurum ve kurallardaki çöküşü ayrı ayrı, ama kısaca gözden geçirmek genel çürüyüşü çözümlemeyi de kolaylaştıracaktır. BİRİNCİ GÖZLEM: Yön duygusu yitirilmiş coşku yokolmuştur. Olaylar, sorunlar ve bunalımlar önünde sürüklenen bir toplum söz konusu. Nereye doğru sürüklenildiğini kestirebilen olmadığı gibi, nereye doğru gitmek gerektiğini söyleyen de yok. Oysa, şöyle bir basit örnek çok şeyi açıklamaya yetiyor: Cumhuriyetin son onbeş-yirmi yılını ilk onbeş-yirmi yılıyla karşılaştırınca dikkati çeken birşey var. 1923 ‘ten İkinci Dünya Savaşı başlarına kadarki dönemin Türkiye’si, nereye yönelmek ve varmak istediğini bilen, daha doğrusu cumhuriyetin ana yönünü ve hedefini sezen, buna coşkuyla sarılan bir ülkeydi. 12 Eylül döneminden bugüne ka7 darki Türkiye ise, nereye yönelmesi ve varması gerektiği konusunda şaşkın, tereddütlü, kuşkulu ve endişeli. Doğrudürüst yönü ve hedefi de yok. Üstelik, halkının ve özellikle gençliğinin gücü iğdiş edilmiş. Elbette, nüfus, eğitim düzeyi, yetişmiş insan sayısı, ekonomik gelişmişlik, üretim ve tüketim hacmi gibi göstergeler açısından cumhuriyetin ilk yıllarıyla son yıllan karşılaştırıldığında, rakamlarda elbette son dönem lehine bir durum var: daha büyük nüfus, daha çok ve okuyan, daha fazla üretim, daha bol tüketim…Ama, buna karşılık, kendine ve yöneticilerine güvenini yitirmiş, coşkusuz bir toplum söz konusu. Onuncu Yıl Marşı’nın, bunca zaman sonra, büyük bir heves ve coşkuyla yeniden söylenmesi, bestesinin başarılı ve güftesiyle bestesi arasındaki uyumun düzgün oluşundan daha çok, sözlerindeki “Türk’e durmak yaraşmaz; Türk önde, Türk ileri!” gibi coşkulu anlatımların çağrıştırdığı umut ve özgüven susamışlığmdan kaynaklanıyor olmalı. Bu gereksinimi karşılamak için arada sırada yön ve hedef gösterir gibi edilen cılız sözler, bu sözleri edenlere duyulan inancın sarsılmış olmasından ötürü inandırıcı ve etkili olmaktan uzak kalıyor.

Ne yazık ki, zaman zaman ve yer yer daha etkili olan, toplumlar için yön ve hedef gibi kavramlardan sözetmeyi çağdışılık ve otoriterlik saymaya yönelik yozlaştırılmış bir sahte özgürlük anlayışıdır. İKİNCİ GÖZLEM: Umutlar boşa çıkmış, tutunulan dallar kırılmıştır. Toplum, son onbeş-yirmi yıl boyunca sorunlarının çözümü için kime umut bağladıysa, hayal kırıklığına uğradı; hangi düşüncenin ya da partinin dalına tutunduysa, kırıldı. Daha önceleri Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki gö8 revinde özel girişimci ve sermaye yetkisine açık kimliğiyle dikkati çeken Turgut Özal, dünyadaki liberalleşme rüzgarının Türkiye’deki uzantısı gibi görünerek, 1983’te, askeri rejimin ardından iktidara geçti. İlk seçim kampanyasındaki sloganı, “Enflasyon yüzde 10’a indirilmezse, bu ahlaksızlıktır!” sözüydü. İşbaşına geldikten sonra yaptıklarıyla, enflasyonu indirmek şöyle dursun, kuralsızlığa ve ilkesizliğe uygun düşen enflasyon ortamından yararlandı, ciddiyetsiz devlet yönetiminin en sivri örneklerini verdi, enflasyonu yüzde 60Tara tırmandırıp toplumsal değerlerin ve dengelerin altüst olmasına yolaçtı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir