Mustafa Baydar – Ataturk’le Konusmalar

Atatürk’ün Milli Mücadele sırasında ve bundan sonra yaptığı bütün konuşmalarında her şeyden önce idealist bir dava adamının hiç şaşmayan inanı ve azmi görülür. İlkin vatanın topraklarını hür ve bağımsız kılmak, sonra da ulusun dimağını ve vicdanını. Yerli ve yabancı yazarların Atatürk’le çeşitli tarihlerde yapmış olduklarık onuşmaların bellibaşlılarından meydana gelmiş olan bu kitap okunduğunda, O’nun ne büyük bir azim ve inan ile vatanı her bakımdan kurtarma ve yükseltme davasına giriştiği kolayca anlaşılacaktır. Atatürk’ün birbirini izleyen bütün sözlerinde daima daha ileriye doğru ölçülü ve yılmaz atılımlar vardır. Şu değişmez bir gerçektir ki herhangi bir davaya ya da kişiliğe bağlanmak, ancak onu iyice tanımakla ve anlamakla sürekli olabilir. Muhtaç olduğumuz kurtarıcı Onaltıncı yüzyıldan bu yana her bakımdan ilerleyen, kalkınan, yükselen Batı dünyası karşısında aynı tempoda gerisin geriye giden ve her an biraz daha çöken Osmanlı İmparatorluğu büyük çapta bir kurtarıcıya muhtaçtı. Bu kurtarıcı yalnız vatanı dış düşmanlardan temizlemekle kalmayacak aynı zamanda ulusun bünyesini için için kemiren sinsi mikropları da yok edecekti. Bize yalnızca askeri değil, aynı zamanda medeniyet kahramanı da olan bir kurtarıcı lazımdı. Ulus geç de olsa Mustafa Kemal’in kişiliğinde böyle büyük bir kurtarıcıya kavuşmuştu. Görünmeyen düşman Görünen düşman bir kılıç darbesiyle yok edilebildi. Fakat ya görünmeyen düşman… Her felaketimizin kaynağı bu değil mi idi? Ülkeler fetheden diri bir milleti, hasta adam kılığına sokarak yere seren bu değil mi idi? Fırsatçı düşmanları üzerimize saldırtan bu değil mi idi? Türk’ün itibarını hiçe indiren ve medeniyet dünyasından ayıran bu değil mi idi? Yüzyılların içimizde besleye besleye azmanlaştırdığı bu iç düşmana saldırabilmek için ancak Atatürk olmalı idi. Atatürk’ün giriştiği savaş Atatürk, ulusu topyekün kurtarma savaşına giriştiği zaman ne yazık ki tarih, yüzyıllardan beri Türk ulusunun ruhunda ve dimağında en olumsuz bir biçimde dokusunu sımsıkı örmüştü. Bu dokudaki ölüm rengi hayat rengine çevrilmeli, her türlü boğucu, çürütücü, yok edici iplikler, ferahlandırıcı,g eliştirici ve var edici cinstekilerle değiştirilmeli idi. Bu dokuyu yeni baştan dokumak… Bu dünyanın bütün medeni ve insani bağlarıyla dokumak… Yıkılmakla olan Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün kurumlarını tamamıyla denecek şekilde tasfiye etmek ve bunların yerine Batı’nın bilime ve gerçeğe dayanan kurumlarını almak. İşte Atatürk bu dev savaşa atıldı.


Atatürk’ün diktatörlüğü meselesi Gerçeği açıkça söylemek gerekirse diyebiliriz ki, Atatürk saltanatçılara, hilafetçilere, şeriatçılara karşı sert ve amansız davrandı. Atatürk’ün zaman zaman sert hareket ve kararları olmuşsa bunun tek sebebi, bundan sonra memlekette diktatörlüğün, keyfi idarenin bir daha hortlamaması, tamamıyla tarihe gömülmesi kararıdır. Çünkü o, ilköğretim merhalesinden geçmemiş bir topluma dayanan demokrasinin her zaman için teokrasiye ve monarşiye kayarak soysuzlaşabileceğini gayet iyi biliyordu. 1908’de olumlu amaçlara yöneltilemeyen başıboş hürriyet, her türlü serbestliği yok etmek isteyen bir canavar doğurdu: 31 Mart. Verilen serbestlik, devrimleri, her türlü medeni ve ileri atılımları yıkıcı bir hal almışsa onu dizginlememek, geri kuvvetlerin kıpırdanışına ve gelişmesine göz yummak olur. İşte Atatürk’ün geri kuvvetlere karşı sert ve amansız davranması, binlerce şehit bahasına elde edilen parlak sonucu kaybetmemek kaygısından doğmuştur. Olağanüstü zamanlarda verilen olağanüstü kararlar bazen normal zamanların mantığına uymayabilir. Çünkü normal zamanların mantığı ve hareket tarzı ile olağanüstü olayları yürütmek çoğu zaman mümkün olamaz. Alınmış olan sert kararlar, ancak olumlu ve ileri atılımların gerçekleşmesi için kullanılmışsa hoş karşılanabilir. Atatürk’ün de en büyük amacı, teokratik ve monarşik bir hükümet yerine laik ve demokrat bir hükümet kurmaktı. Devrimlerimizin temeli: Laiklik Atatürk çıkarcıların, cahillerin ve yobazların elinde bir kazanç aracı, bir hurafeler, batıl inanışlar dolabı haline gelmiş, yüzyıllardır her türlü ileri atılıma, ileri düşünceye engel olan dinin çürümüş, bozulmuş zavahiri ile savaştı. Atatürk dinle değil, din adına oynanan trajedi ile din adına ulusu medeniyet dünyasından ayıran, ulusu cahil bırakan, geri bırakan, yoksul bırakan kafa ile düşünce ile inanışla savaştı. Tanzimat’taki Islahat hareketleri niye başarılı olamadı! Çünkü teokratik temel ve düzen üzerine Batı medeniyeti kurulmak istendi. Bu iki karşıt kutup birbiriyle birleşemezdi, kaynaşamazdı. Tanzimat kurumlarında her alandaki ikilik buradan geliyordu.

İşe temeli temizlemekle başlamalı idi. Atatürk’ün dediği gibi: ”Fikirler manasız, mantıksız safsatalarla dolu olursa, o fikirler hastadır. Keza içtimai hayat, akıl ve mantıkla ilgisi olmayan faydasız ve zararlı birtakım akideler ve ananelerle dolu olursa felce uğrar. Evvela fikir ve içtimaiyat kuvvetlerinin kaynaklarını temizlemekle işe başlamak lazımdır.” Başarılması gereken dava bu idi. Bu sebeple din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, dinin asla devlet ve dünya işlerine karıştırılmaması ve herkesin inanışında serbest olması lazımdı. İşte laiklik bu idi ve hiç vakit kaybetmeden devletin laik olması gerekti. Bu bakımdan Cumhuriyet’in en büyük eseri laiklik devrimidir. Cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, milliyetçilik, devrimcilik ancak laik bir düşüncenin temelleri üzerinde yükselebilir. ”Bütün yurttaşların kanun karşısında eşit tutulması” demek olan halkçılık ancak laiklikle mümkündür. Çünkü içinde çeşitli dinlere bağlı uyrukları toplayan bir devlet, din ve dünya işlerini tamamıyla birbirinden ayırmayacak olursa, her din mensubu için ayrı ayrı kanunlar uygulamak zorunda kalacaktır ki, bu durum, bütün fertlere kanun karşısında eşit muamele yapmayı imkânsız kılacağı gibi devletin siyasi bütünlüğünü de tehlikeye düşürecektir. ”Memleketimizde geri kalmış hayat düzeninin tasfiyesi ve yerine ileri medeniyet kurumlarının konması” demek olan devrimcilik de ancak laiklikle mümkündür. Ümmet zihniyetinin değişmez ve taşlaşmış akidelerine sıkı sıkıya bağlı bir devlet nasıl olur da devrimci olabilirdi. Hangi kuvvet şer’i hukukun yerine medeni hukuku getirebilir, harf devrimini, şapka devrimini yapabilir, tekkeleri kapatabilirdi. Yalnızca İslami bir milliyetçiliği kabul eden bir dinin etkisi altında bulunan bir devlet, gerçek milliyetçiliği nasıl yer verebilirdi! Bütün devrimlerimizin temeli olan laiklik zedelendiği anda, bu temel üzerine kurulmuş olan bütün devrim düzenimiz büyük bir çöküntüye uğrayacaktır.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, laiklik yani fikir ve vicdan hürriyeti, bütün devrimlerimizin temeli, ruhu, özü, hatta kaynağıdır. Laik olmayan bir devlet, demokrat olamaz. Çünkü demokrasinin ilk şartı, fikir ve vicdan hürriyetidir. Laik olmayan ulusun bağımsızlığının da bir anlamı yoktur. Çünkü bayrağı hür, fakat fikir ve vicdan tutsak bir ulus, acınacak bir topluluktan başka bir şey değildir. Hele laik olmayan bir ulusun hürriyeti ise tartışma konusu bile olamaz. Orada hürriyet, korkunç ve tehlikeli bir kelimeden başka bir şey değildir. Şu halde memleketimizin selameti ve yürüdüğümüz olumlu yolların korunması ve daha da ileriye götürülmesi adına, asla tavizde bulunmayacağımız bir prensip varsa, o da laikliktir. Türk ulusunun hür ve bağımsız, medeni ve ileri bir memleket olabilmesi, ancak bu prensibe sıkı sıkıya bağlı kalmasıyla mümkündür. Laiklik prensibinden şu ya da bu düşünce ile en küçük de olsa herhangi bir sapmada bulunmak, memleketi uçuruma ve ölüme sürüklemek olur. ”Tanrı ile kulun arasına girilmez” atasözümüz, laikliğin Türk ruhundaki özlülüğünü ve köklülüğünü ne güzel belirtmektedir. Atatürk konusunda aşırılık Atatürk, ne el sürülemez, dokunulamaz bir tabu, ne üzerinde fikir yürütülmesine cevaz verilmeyen kutsal kitap hükmünde bir varlık, ne bir veli, ne de bir masal kahramanıdır. O, olayların zorlamasıyla, bu milletin bağrından doğmuş bir hakikat adamıdır, bir vatan kahramanıdır. Bir ulusun yok olma felaketini, var olma saadetine çeviren adamdır. Tabiatta evrim, öncesiz ve sonrasız olduğuna göre Atatürk’ün bu ulusun topyekün kurtuluşu yolunda kurduğu esaslar hiçbir zaman taşlaştırılamaz, dondurulamaz.

Bütün bu esaslar, üzerinde fikir yürütülme, tartışılma, tamamlanma, ileriye götürülme, zamana ve geleceğe daha iyi uydurulma ihtiyacındadır. Bu bakımdan Atatürk, ne demokrasiyi ve devrimi anlamamış, yalnızca şekil ve kabul devrimcilerinin putlaştırarak tapınacağı bir put, ne de yobazların taassup kazmasıyla yıkmaya yeltenecekleri bir varlıktır. Onu ilahlaştıran, putlaştıran, sözlerini ve yaptıklarını tartışılamaz hale getiren aşırılıkla, resimlerini parçalayan, heykellerini kıran kötü davranışın bir ortalama yolunu bulmak zorundayız. Yetişen devrimci gençlik Atatürk, ulusu yüzyıllardanberi kökleşmiş ve söküp atılması imkânsız sanılan yersiz alışkanlıklardan, devrini tamamlamış inançlardan kurtarmak için çok çalıştı. Bu davada yüzde yüz başarıya erişti denemez. Fakat yetişen aydın ve devrimci gençlik, ulusu Atatürk’ün yolundan yürütecek kudrettedir. Atatürk, düşmanını olduğu gibi tanıyan bir insandı. Siyasi düşmanlıkları hiçbir vakit medeniyet düşmanlığına çevirmemiştir. Kendileriyle savaştığı ulusların Avrupa’da Reform ve Rönesans hareketlerinden sonra nasıl başdöndürücü bir hızla ilerlediklerini biliyordu. Avrupa’nın üstünlüğünün sırrı, vicdanını ve aklını her türlü tutsaklıktan kurtarmış olması idi. Atatürk bu sırrı, daha okul sıralarında iken sezmişti. Atatürk’ün en büyük özelliği, her düşünce ve hareketinde daima ulusal bilinci hakim kılması, gerçekleri kavraması, medeniyeti bir bütün olarak kabul etmesi ve bunun temposuna milletini uydurmak istemesidir. İlerlemek isteyen Doğulu bütün ulusların bizi örnek edinmeleri ve ilerlemiş medeni ulusların devrimlerimizi beğenip övmeleri bundandır. İleri ve geri kuvvetler savaşı Halkımızın çoğunluğu devrimlerimizin şuuruna vardığı, devrimlerimiz büyük ölçüde biçimden öze geçtiği anda medeniyet davamız halledilmiş olacaktır. Hepimizin benimsediği dava bizim olur.

Bizim olan dava yürür. Bugün ileri ve geri kuvvetler savaş halindedir. Bu savaşta, zamanın ileriye doğru akan coşkun seli ve gelişen olaylar ileri kuvvetleri muzaffer kılacaktır. Zafer ileri kuvvetlerindir, aydınlığındır, gerçeğindir. Aklın ve medeniyetin hâkimiyetine tahammül edemeyenler ya bir düşmanın hâkimiyetine boyun eğecekler ya da yok olup gideceklerdir. ”İlk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!” diyen Atatürk’ün ölmez ruhu bize şöyle sesleniyor: ”Son hedefiniz, cihan medeniyetinin ön safıdır, ileri!”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir