Mustafa Çelik – Fıkhu’s-Sahabe

Dikenler içinde gül, kara topraklar içinde sümbül yaratan Allahû Teâla’ya sonsuz hamdü senalar olsun. Müebbet muhabbetin adı olan Hz. Muhammed (sav)’e, Aline, Ashabına ve kıyamete kadar Allah yolunda adam olmanın ve adam kalmanın kavgasını veren tüm dünya Müslumanlarına salatü selam olsun. Yeryüzünde insanlığın hayatı vahiy ile başlamıştır. Ademoğlu yeryüzüne ilk ayak bastığı andan itibaren dinle şekillenen bir hayata gözlerini açmıştır. Hayat nizamı din olanın mutlaka örneği ve önderi peygamber olur. Çünkü Kur’an-ı Kerim, insanların din tercihlerinde mutlaka bir peygamberle muhatap edildiklerini sarihen beyan ediyor: “Allah’a ibadet edin, Tağut’a kulluk etmekten kaçının” diye Tebligat yapması için her ümmete bir peygamber göndermişizdir.” [1] Tağutlara isyan ile birlikte Allah’a mutlak ubudiyetten sözedilen yerlerde, Cenab-ı Hak’ın hakikatin vazgeçilmez unsurları olan peygamberlerinin ayak izlerine rastlamak kaçınılmazdır. Peygamberler, cennetten kopup gelen insanoğlunun yeryüzünde insanca yaşayabilmesi için uzun süreli sıkıntılara katlanmak zorundaydılar. Said Nursi Fatiha suresini tefsir ettiği bir yerde, ağır risalet yükünü güzel bir nükteyle anlatır: “‘(Fatiha’da) “aleyhim” deki “ala”; enbiyaya yükletilen risalet ve teklif yükünün pek ağır olduğuna ve sahraları faydalandırmak için yağmur, kar ve fırtınaların şedaidine maruz kalan yüksek dağlar gibi, peygamberlerin de ümmetlerini fey izlendirmek için risalet zahmetlerine maruz kaldıklarına işarettir. [2] İnsanlar akıl ve düşünceyle ulaşamayacakları metafizik âlemlere ancak vahiyle desteklenmiş peygamberlerle ulaşabilirler; onlar metafizik tecrübenin en yanıltmaz rehberleridirler. Şunu bilelim ki; Peygamberlere tebliğ görevlerinde ilk muhatap olan insanlar, peygamberle başlayacak yeni devrenin ilk temsilcileri olurlar. Onlar ilahi mesajın teklif ettiği yükümlülükleri kendi hayatlarında geçerli kılmakla beraber, kendilerinden sonraki insanlara “Peygamber Şahidi” olarak dini nakletmekle de vazifelidirler. Bir yandan Allahû Teâla’nın katından gelmiş olan vahyinin doğru anlaşılması, diğer taraftan da dinin, hayatın bütün şubelerinde sürekli atan bir nabız olarak hissedilebilmesi ilk muhatapların coşkun heyecanlarıyla çok yakından alakalıdır. Musa (as)’in peşinden Nil’in azgın sularına yürüyen İsrailoğullarının tereddütsüzlüğüyle, daha gençliğinin baharında vazifesi sona eren İsa (as)’a son buluşmalarında bağlılık sözü veren bir avuç Havari’nin vefası, tarihin akışına yön veren unutulmaz hadiselerdir.


Hz. İsa (as)’ın göğe çekilmesinden kısa bir süre sonra putperest Roma’yı yeni dini düşünceye uyaran işte bu bir avuç Havari’nin coşkun heyecanıdır. Rasûlüllah (sav) buyuruyor: “Benden önce Allah’ın hiçbir ümmete gönderdiği bir peygamber yoktur ki, o Peygamberin, ümmetinden Havarileri ve sünnetine tabi olan, emrine uyan ashabı olmasın. Kıssa şu ki, sonra onların ardından, yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadikları şeyleri yapan birtakım kötü (karanlık) nesiller meydana çıkar. İşte kim bunlara karşı eliyle cihad ederse mü’mindir. Kim onlara karşı diliyle cihad ederse o da mü’mindir. Kim onlara karşı kalbiyle cihad ederse o da mü’mindir. Amma bunun ötesinde yapmadıklarını söyleyen ve emrolunmadıkları şeyleri yapanlara karşı elleriyle, dilleriyle ve kalpleriyle cihad etmeyenlerde imandan bir hardal tanesi de yoktur.” [3] İslâm dâvası, Ensarullah’sız olmaz. Kur’an-ı Kerim ile Allahû Teâla’nın katından gelen vahyi tamamlanmış oldu. Bundan böyle mazi ile istikbal arasında kurulacak en doğru hat bu ilahi vahyin mührünü taşımak zorundadır. Son ilahi kitap, yine peygamberlerin sonuncusu Hz. Peygamber (sav)’in ilk muhatapları olan Sahâbe-i Kiram örneğinde en mükemmel şekliyle uygulamaya konuldu. Yer yer tahrife uğramış önceki ilahi kitaplarda peygamberlerle, onlar yanında saf tutan ilk muhatapların efsane ve mitolojiye karışmış destanların Kur’an-ı Kerim’le hakikat çizgisine oturtulmaktadır. Çünkü Kur’an-ı Kerim, bir tarihi enbiya ve bir mektebi evliyadır.

[4] Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber (sav) ve O’nun güzide arkadaşları, mecrasını kaybeden insanlık tarihinin en büyük şahididirler. Allah Rasûlü (sav) bir keresinde Abdullah b. Mesud’dan kendisine Kur’an okumasını istemişti. İbn Mesud Nisa Suresini okumaya başlamıştı: “Her ümmetten bir şahit, seni de bunlara şahit getirdiğimiz zaman (halleri) nice olur” [5] ayetine gelince Allah Rasûlü gözleri dolu dolu ağlamış ve daha fazla dayanamayarak İbn Mesud’un okumasını kesmişti. Bu ağır vazifede, onunla yol arkadaşlığı yapan Sahâbei Kiram’ı da ilk muhataplar olarak Kur’an şöyle anlatır: “Siz insanların iyiliği için meydana çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği yayar, kötülüğü önlemeye çalışırsınız.” [6] Bugün inanan insanların hayatlarında derin izleriyle kendini hissettiren, günlerin geçmesiyle tazeliğinden bir şey kaybetmeyen dipdiri “Sahâbi tabloları” vardır. Bu nadide hayat kareleri dini yaşantımızın canlılığının devamını sağlayan vazgeçilmez unsurlardır; sadakat ve vefada Hz. Ebu Bekr’i (r.a), kahramanlık hislerimiz coştuğunda Hz. Hamza (r.a) veya Bedir Ashabı’ndan herhangi bir sahâbiyi, ibadet hayatımızda durgunlaştığımızda Hz. Osman’ı (r.a) hatırlayarak ayakta kalmaya çalışırız.

“Nitekim Pakistanl’lı hacılar, Hac dönüşünde Merhum Muhammed İkbal’i ziyaret ederek Hac’dan getirdikleri giysi, teşbih, takke ve hurmaları hediye ederler. Muhammed İkbal, memnun olur, teşekkür eder ama şunları söylemekten de kendini alamaz: “Sağolun, varolun. Hediyeleriniz için teşekkür ederim. Ama getirdiğiniz hediyeler bir gün bitecek, hurmalar tükenecek, elbiseler, takkeler eskiyecek. Oysa bize oralardan Hz. Ebu Bekir'(r.a.) in sadakatini, Hz. Ömer'(r.a.)in adaletini, Hz. Osman (r.a.)’in hayasını ve hilmini, Hz. Ali (r.

a.)’in ilim ve cihadını getirseydiniz, onlarla Pakistan’ı yeniden inşâ ederdik.” Evet, İslamî hayatı inşâ etmede ashâb-ı kiram, her dönemin ve devrenin müslümam için değişmez hayat modelidir. Mekân ve zaman farkım gözetmeksizin yeniden İslamî hayatı inşâ etmek, Sahâbe’yi doğru anlamak ve ashâb-ı kiram’dan izleri hayata taşımakla mümkündür. İslamî hayatın inşâsı için vazgeçilmez hale gelen ashâb-ı kiram, insanlık açısınan düşünüldüğünde, peygamber ve ümmeti arasındaki münasebetten aret olan bütün bir mazinin de doğru okunmasını sağlarlar. Hz. Peygamber (sav) ve Cenab-ı Hak’ın O’nun terbiyesine verdiği Sahâbe-i Üram’la başlayan tarihi süreç hem maziyi bütünüyle aydınlatan hem de ayamete kadar devam edecek doğru düşünce yönelişlerinin en safı Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak’ın kendilerinden övgüyle bahsettiği toplulukları zihnimizdeki canlı Sahâbi tablolarıyla anlamaya çalışırız: “Nice peygamberler gelip geçti ki, onlarla beraber kendisini Allah’a ıdamış birçok rabbaniler savaştı. Onlar, Allah yolunda başlarına gelen zorluklar sebebiyle asla yılmadılar, zayıflık göstermediler, düşlanlanna boyun eğmediler. Allah böyle sabırlı insanları sever.” [7] Sahâbe-i Kiram, Cenab-ı Hakk’ın son peygamberi için seçtiği insanlardır. Din ilk kez onlar tarafından en iyi şekilde yaşanmış, sonraki nesiller onlara bakarak dini yaşamışlardır. Kıyamete kadar insanlar onların izlerini takip ederek cennetlere ulaşabileceklerdir. Sahabenin hepsi adalet sahibi, Allah’ın hususi olarak seçtiği kulları ve peygamberlerden sonra en hayırlı insanlardır. Onları tenkid etmek, sahih rivayetlerini ta’n etmek, Kur’an’ı ve Rasülüllah’m sünnetini kabul etmemek demektir. Zira dini nakleden insanlar onlardır.

Sahabe, Kur’an’m semavi dssip-linleriyle yoğrulup şekillenmiş aşkın bir topluluktur. Onlar, ruhta ve manada Kur’an’m pratikleşmiş tercümanlarıdır. Avvam b. Havşeb (Rh.a.) şöyle buyuruyor: “Bu ümmetin ilklerini gördüm şöyle diyorlardı; Rasûlüllah’ın ashabının güzelliklerinden bahsedin ki, gönülleriniz onlara açılsın.” Sahâbe’den hayatlarına izler taşımayanlar, sahabe hakkındaki hüsnü niyetlerini devam ettiremezler. Bu nedenle diyoruz ki; çileleriyle yeryüzünü insanca yaşanabilir hale getiren peygamberler ve onların ilk muhataplarını hayatın yörüngesine oturtmayan anlayışlar, bizi hiçbir zaman tevhidi bir dünyaya ulaştıramazlar. “Rasûlüllah (sav)’ın ashabı ve cemaatı her ne itikad üzere ise biz dahi o itikad üzereyiz” diyenler, ashâb-ı kıram’ı fıkhetmek/anlamak mecburiyetindedirler. Ashâb-ı kiram, Rasûlüllah (sav)’ı üsve-i hasene/güzel örnek ve önder kabul etmiş mü’minlerin örnek insan hasretini gideren biricik nesildir. Çünkü İslâm’ın ilk günlerini idrak etmek, ilk İslâm Medine’sini, cemiyetini, devletini ve medeniyetini anduru tevhid inancı üzerine kurmak ve devamı için gerekli hizmetleri başlatmak, bunları tamamen insanî zemin ve şartlarda yapmak, dünyayı dönüştürmek, İslâm’ın hükümlerini uygulamalı olarak insanlara hediye etmek, bütünüyle ashâb-ı kiram’a ait bir meziyettir. Nasıl ki, mü’minler için Rasûlüllah (sav)’in örnek ve önderliği nassı Kur’an ile sabit ise, ashâb-ı Kiram’m mü’minler için hayat modeli oluşu da aynen nassı Kur’an ile sabittir. Allahû Teâla buyuruyor: “Şanım hakkı için muhakkak ki sizin için Rasûllülah’da pek güzel bir örnek vardır. Allah’a ve Âhiret gününe ümit besler olup da Allah’ı çok zikreden kimseler için.” [8] “Muhammed Allah’ın elçisidir.

Onun yanında bulunanlar da kâfirlere karşı şiddetli/çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükûa varırken secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Bu, onların Tevrat’taki vasıllarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah iman edip salih amel işleyenlere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaad etmiştir.” [9] Görüldüğü gibi, sahâbe-i kiram; kalbi imanlı, alnı secdeli “yârını cami, ağyarını mani” diriliş ve direnişi hayatında bütünleştirmiş bîr nesildir. Sahabeler, toplumların doğruyu aramasında ve pratiğe geçirmesinde en etkili ve en güçlü model olma özelliklerini kıyamete kadar koruyacaklardır. Şunu bilelim ki; Allahû Teâla, insanlara hayatlarında tabi olacakları kaideleri, mücerret fikirler halinde değil, onları bizzat uygulayan örnek ve önder şahsiyetler, yani peygamberler vasıtasıyla somut örnekler halinde göndermiştir. Elbetteki müslümanlar için örnek ve önder şahsiyet, Peygamberimiz (sav)’dir. Ancak İslâm dinini Allahû Teâla’nın muradına uygun bir şekilde anlama ve yaşama hususunda Peygamber(sav)’den sonra müracaat edilecek kaynak nesil ashâb-ı kiram’dır. İslâm dinini Allahû Teâla’nın muradına uygun şekilde anlama ve yaşama hususunda Peygamber (sav)’den sonra Ashâb-ı kiram, su gibi, hava gibi bir ihtiyaçtır. Nasıl ki, Allahû Teâla Peygamberi Hz.

Muhammed’in gönlünü diğer peygamberlerin kissalarıyla pekiştirmişse, aynen nun gibi İslâm ümmetinin de kalbi ashâb-i kiram’ın hayat tablolarıyla kişir, kuvvetli hale gelir. Allahû Teâla buyuruyor: “Peygamberlere ait Kıssalardan/haberlerden kalbini yatıştıracak ınlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da na bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir.” [10] Genelde insan olarak, özelde ise mü’min olarak hepimizde varolan “Benimseme”, “İmrenme” ve “Benzeme” ihtiyaçlarını doğru gidermek için Rasûlüllah (sav)’ı mutlak üsve-i hasene edinerek ashâb-ı kiram’ı del olarak hayatımızın merkezine oturtmamız şarttır: Ashâb-ı kiram’ı ğru fıkhedersek ve onların hayatlarından kendi hayatımıza izler taşırsak, İslâmî hayatı yeniden inşâ etme imkânımız doğar. İşte biz de bu durumu dikkate alarak, hepimizde varolan “Benimseme”, “imrenme” ve enzetne” ihtiyaçlarını yanlış gidermemek için Rasûlullah (sav)’in bereketli bakışlarına mü’min olarak muhatab olmuş ve mü’min olarak da nüş sahâbe’yi gündeme taşıdık. Ashâb-ı Kiram’ı gündeme taşırken, asılsız bilgilere, İslâm akaidi ile lisen ve çatışan rivayetlere itibar etmedik. İnancımız o ki; Ashâb-ı râm’ı kulaktan dolma birtakım asılsız bilgilerle, İslâm’ın nasslarıyla lisen ve çatışan bir takım övgü merkezli hikâyelerle gündeme taşımak; iye sevabı değil, azabı getirir. Ashâb-ı Kiram dinde temel olduğuna göre, sahabelerin siyerlerinin ve siretlerinin sağlam rivayetlere, güvenilir ynaklara dayanması gerekir. Kimin kaleminden çıkarsa çıksın, kimin lamına dayanırsa dayansın, sahabelere izafe edilen durumların İslâm’ın kümleriyle ve bu hükümlerin temel maksadlarıyla çelişmemesi ve tışmaması gerekir. Aksi bir durum vebali azimdir. “Fıkhu’s Sahabe” ismini verdiğimiz bu eserde önce “Rasûlüllah’ın medresesinde yetişen örnek nesil, model topluluk Ashâb-ı Kiram kimdir? İslâm’ı nasıl anladılar? İslâm’ı nasıl yaşadılar? İslâm’ı insanlara sil ulaştırdılar ve Rasûlüllah (sav) ile birlikte ne gibi inkılaplar ve ğişiklikler gerçekleştirdiler?” suallerine cevap bulmaya çalıştık, alduğumuz cevaplardan kendimiz için dersler çıkarmaya gayret ettik, ancımız o ki; Saadet çağını, kıyamete kadar tüm zamanlarda ve mekânlarda yeniden inşâ edebilmek ashâb-ı kiram’ı hayat modeli edinmek ve onlardan izler taşımak şartıyla mümkündür. Allah’ın arzında yeniden Asr-ı Saadeti inşâ etme sevdası olan herkes için ashâb-ı kiram’ın herbiri bir model ve bir pusuladır. Bu eseri hazırlamaktaki maksadımız; Ashâb-ı Kiram’ı fıkıhlarıyla birlikte fıkhedip, onların hayatlarından kendi hayatımıza, günümüzün insanına ve çağımıza eskimez izler taşımaktır. Çalışma bizden, başarıya ulaştırmak Allahû Teâla’dandır.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir