Mustafa Yıldırım – Sivil Örümceğin Ağında

Savcı Danilo Anderson, Venezuela’da yapılan serbest seçimlerde büyük oy farkıyla devlet başkanlığına gelen Chavez yönetimine karşı 2002’de düzenlenen darbeyi soruşturuyordu. Darbeye ABD’den para aldığı kanıtlanan subaylar, Amerikan devletinin hazinesinden beslenen NED’in parayla ve elemanla desteklediği dernek, vakıf, moda adlandırmayla sivil toplum örgütleri, Amerikan güdümlü sendikalar, Venezuela’da serbest pazar idealine ve Amerikan şirketlerine bağlı işadamları, işadamlarının medyası katılmıştı. Darbe Venezuela halkının büyük isyanı sonucunda amacına ulaşamamış ve subaylar ABD’ne kaçmışlardı. Savcı Danilo Anderson, ABD ile sivil örgütler arasında oluşturulan parasal bağları ve CIA ilişkilerini dosyaladı. Soruşturma açtığı kişi sayısı 400’ü bulmuştu. ‘Şeffaflık’ ve ‘demokrasi’ ideallerine bağlılığı propaganda eden ABD siyasi partilerine, sendikalarına, işadamı örgütlerine, George Soros gibi piyasa karıştırıcılarına bağlı sivil(!) örgütlerin askersel darbeye katılmalarını şaşırtıcı bulanlar olabilir. Bu büyük bir yanılgıdır. Çünkü ülkeleri dışardan kuşatan ve içerden ele geçirerek doğal kaynaklarına, iç pazarına, işgücüne el koymak isteyen büyük şirketler, büyük para piyasası çetelerinin güdümündeki devletler amaçlarına ulaşmak için demokrasi ve özgürlük cilasıyla örtülmüş maskelerini gerektiğinde bir kenara atarak kanlı işlere girişebilmektedirler. Bunu kanıtlamaya gerek yok. Çünkü sözde sivil örgütleri yönetenlerin geçmişlerine bakmak yeterlidir. Demokrasi oyunuyla hazırlanan darbeyi soruşturan Danilo Anderson bir büyük mağazanın önünde silahlı saldırıya uğradı. Bu saldırıdan kurtulmayı başaran Anderson iki hafta sonra, 18 Kasım 2004’te Caracas yakınlarında arabasına konulan bombanın uzaktan patlatılmasıyla öldü. ABD elçiliği suikastı kınamakta gecikmedi. Demokrasi ve liberal iktisadiyat perdesinin arkasında örülen ağın nereye ulaştığını bilmeden olayları algılamak ve olabilecekleri öngörmek olanaksızdır. Salt düşünsel, bilimsel, siyasal ilişkilerle durumu aydınlatmak da olanaksızdır.


Sivil ilişkileri besleyen para akışını görmek gerekiyor. Sanatçı Mark Lombardi de böyle düşünüyordu. Bizim gibi kitap yazmak yerine Lombardi, parasal ilişkileri resimle birleştirdi ve şebekenin haritasını, para kanallarını tablolara geçirdi. Örneğin George Bush Jr.’un yönetiminde yer aldığı Harken Energy firmasının Suudlara, Osama Bin Ladin’e ulaşan para kanalını resmetti ve bu işin içine bir de CIA görevlisi James Bath’ı yerleştirdi. Irak’a satılan biyolojik ve kimyasal silah hammadde ticaretini, nükleer teknoloji transferi için ABD tarafından garanti edilen 5 milyar doları, mafya bankalarının çizgilerinde dolaştırdı. Mark Lombardi resimlerini sergiledi. FBI bazı tabloları alıp götürmek istedi. Müze yönetimi izin vermedi. Bu olaydan kısa bir süre sonra Lombardi atölyesinde boynundan asılmış olarak bulundu. Bu tür ölümlerin ardından yapılan yalın açıklama yinelendi: “Lombardi manik depresyon yaşıyordu…” Uzaklarda böyle oluyor da ülkemizde başka türlü mü gelişiyor? Kimin elinin nerelere ulaşabildiğini mahkeme tutanaklarından okuyalım: “Sanık Rüştü Aytufan söz isteyerek <Duruşmadan kısa bir süre önce Eskişehir Cumhuriyet Başsavcısı’nın odasında birtakım yabancı gizli servislere ait olduğunu tahmin ettiğim kişilerce sorgulanmak istendim; buna dair dilekçe ibraz ediyorum> diyerek 3 sayfalık dilekçesini okudu, ibraz etti, okundu, dosyasına konuldu.”[1] Sanık el yazısıyla kaleme alıp mahkemeye sunduğu üç sayfalık dilekçesinde “Bugün ABD Güvenlik Müsteşarı ve CIA tarafından sorgulanmak üzere alınabiliyorsam, yarında(da)İsrail veya bir başka ülke heyeti tarafından alınıp sorguya mı çekileceğim?!…) Türk heyeti, Türk istihbarat teşkilatları Amerika’da, İsrail’de veya bir başka ülkede cezaevinden bir sanığı alıp, yine o ülkenin savcısının makamında sorguya çekebiliyor mu?” diye soruyor. Uğur Mumcu’nun öldürülmesiyle ilgili davanın tutanaklarına ve dosyasına giren bu savlarla ilgili bir başka yoruma ya da sorgulamaya rastlanmıyor. Think-tank’ , ‘düşünce topluluğu’, ‘atölye çalışması’, ‘proje’, ‘yuvarlak masa toplantısı’, “bilimsel konferans’, ‘NGO’ ve ‘sivil toplum örgütü’ adlandırmalarının bir büyük ağın düğümlerini nitelediğini görmek gerekiyor. İşte bu ağın kanlı-paralı işleyişidir ki, toplumu şu mahkeme tutanağına geçen satırlara karşın duyarsızlaştırıyor.

Gazeteciler susuyor, kurumlar arkasını dönüyor. Bu şaşırtıcı ve akıl almaz tutum öylesine bir biçim alıyor ki, olayların içinde yaşayan kişiler ya da kuruluşlar neyi kiminle yaptığını da ayrımsamayabiliyor. Dünyanın 92 ülkesinde devlet yönetimlerine paralel yönetim şebekesi oluşturan ABD ve Batı Avrupa devletleri egemenliklerini gizliden değil, olabildiğince açıktan pekiştiriyorlar. Bunu yaparken kurdukları ya da kurdurttukları dernek ve vakıflar aracılığıyla toplumun tüm kesimlerini örgütlüyor, yasa değişikliği çalışmalarını yönlendiriyor ya da yasa tasarılarını kendileri kaleme alıyorlar. Ülkeyi yönettiğini sanan devletin kurumlarına ‘reform’ için para veriyor ve değişiklikleri kendi bildiklerince yönlendiriyorlar. Adı 1982’de ABD Başkanı Reagan tarafından “project democracy” olarak konulan operasyon Doğu Avrupa’yı çözmüştü. Gizli örgütlenmelerle Polonya karıştırılmış, Moskova’da kurulan derneklerle yönetime sızılmış ve muhalefet örgütlenmişti. Sosyalist sistemin çökertilmesinden sonra ulusal devletlerin iç düzenlerinin ele geçirilmesi ve parçalanması süreci başlatıldı. Türkiye gibi müttefik ülkelerdeyse, olası bağımsızlık eğilimlerini bastırmak ve devletlerin tüm ulusal çekirdeklerini yok etmek, iktisadi ortamlarını korunaksız, 1 2 No’lu DGM, 2000/102 esas numaralı 7/9/2001 Celse 15 Sayfa No: 130. yönlendirilebilir, gerektiğinde karıştırılabilir bir durumda tutabilmek için güdümlü örgütlerin desteğiyle yasal değişiklikler yaptırmayı başardılar. Kirli operasyonları saklı tutarken toplumun tüm kesimlerini istedikleri anda harekete geçirebilecek denli örgütlemiş bulunuyorlar. Operasyonun en önemli ayağı “çok kültürlülük” üstüne kuruldu. Başlarda “farklılıklar zenginliğimizdir” diyenleri bile şaşırtacak denli kısa bir sürede farklılıklar etnik azınlık isteklerine yükseltildi. Toplumun dinsel dayanışmasını da denetim altında tutabilmek için “Din Hürriyeti” senaryosunu büyük bir başarıyla uygulayan ABD örgütleri, dinsel topluluklarla, şeyhlerle, şıhlarla, vakıflarla ilişkilerini geliştirerek demokrasi(!) cephesine kattılar. Öyle başarılı oldular ki, Irak işgali sürecinde karşı çıkması beklenen Türkiye’nin İslamcı muhalefeti bile vurdumduymaz oldu.

‘Türban’ özgürlüğü örgütlenmesiyle ve eylemlerle birlikte kurumların ve toplumun tepkileri ölçüldü. Gerektiğinde suikastlar düzenlendi. Operasyon her kesimi T.C’nin yasallığına karşı birleştirdi. Siyasal partiler ‘siyasi eğitim’ adı altında operatörlere bulaşınca topluma önderlik edecek muhalefet de kalmadı. Uzun yıllar süren araştırmalarla hazırlanan bu kitabın yayın süreci de operasyonun ruhuna uygun olarak gizli engellerle doluydu. Neyse ki, yaklaşık iki yıllık bir gecikmeyle yayımlanabildi. İlk üç basım büyük ilgi gördü ama belirli bir yanlışlığı da ortaya çıkardı. Okurların çoğu, yabancı ilişkilerini “amaçları doğrultusunda dolarla kazanılmış olan vakıflar”, “kendisini parayla satmış” olan kişiler düzeyinde değerlendirdiler. Bu yaklaşımın zıttı da var. Bir konferansım sırasında “Ne olmuş canım 50 bin dolar almışlarsa” diyenlere rastladım. Ülkenin yurtseverleri iki yapraklık yayını çıkarmak için birkaç milyar bulamazken 50 bin doları küçümseyenlerin liberal satışlara nasıl kapıldığını görmek ilginçti. Oysa olay daha derindeydi. Bir ülkede yaşayanların düşünce sistemleri ele geçiriliyor, demokratik kitle örgütleri yok edilirken birkaç seçmece kişinin kurduğu dar üyeli dernekler toplumsal muhalefeti, güdümlü medya ve devlet yöneticilerinin desteğiyle gütme yeteneğine kavuşuyorlardı. Bu demek ve vakıflar dışardan aldıkları büyük devlet desteğinin karşılığını o devletin dışişlerine ulaştırılan raporlarla verdiklerinin ayırdında olmalılar.

Eskilerde “casusluk” olarak nitelenebilecek bu uygulamalar şimdilerde ‘demokrasi için ortak çalışma’ adı altında rahatça özümsenebiliyor. Yabancıların dernekleri, vakıfları ve siyasi partileri toplum yönetiminde etkinlik sağlayabiliyor. Başkentte bile şubeler açıyorlar. Zamanı geldiğinde harekete geçip merkezi devleti ele geçirecek olan gençlik örgütlenmesi için büyük paralar harcanıyor. Konuyu “hainler” ya da “ihanet” ya da “misyonerlik” gibi dar grupların eylemi düzleminde ele alanlar hedef saptırmaktadırlar. Bunu yaparken yayılmacı devletlerin sistemlerini bu sitemin arkasındaki büyük şirketleri ve yurdumuzdaki bağlantılarını da örtmektedirler. Yayılmacı devletlerin yüzlerce yıldır sürdürdükleri kanlı işgalleri bir sistemden önce bir dine, daha sonra bir mezhebe indirgeme hüneri göstermektedirler. Hıristiyan misyonerlik girişimlerini olduğundan daha büyük gösterip karşısında İslamiyet’e dayalı bir örgütlenme ve cephe yaratarak din devleti özlemlerini yükseltmeye, laikliği yıkarak ulusal devleti parçalamaya çalışıyorlar. Ustaca yürütülen bu yönlendirme operasyonunun aktörlerinin geçmişine bakmak gerekiyor. Kitabın 1. ve 2. basımı Mayıs 2004’te ve 3. basımı Ağustos 2004’te yapılmıştı. Son üç ayda öylesine gelişmeler oldu ki, kitabı güncellemek gerekti. Güncellemeler yapılırken “demokrasi” operasyonunun salt düşünsel ve sivil(!) düzlemde kalmadığına da tanık olundu.

Demokratik, serbest seçimlerle yıkamadıkları yönetimleri şiddete dayanarak yıkmaktadırlar. Savcının öldürülmesi işin hangi boyutlara ulaştırabileceğini de göstermektedir. Bu basımda Orta Asya ülkelerindeki operasyonlara, CIA’nın üniversitelerdeki örgütlenmesine, NED’in yöneticilerinin Türkiye ziyaretlerine, Venezuela’daki gelişmelerle ilgili bilgilere, Türkiye’de 2002- 2003 yıllarında NED parasıyla ve yerli işbirlikçileriyle yürütülen yeni çalışmalara alınan dolarlarla birlikte yer verildi. Gürcistan ve Ukrayna ‘project democracy’ operasyonunda para akışı ve ‘proje’ kapsamları birer tablo olarak eklendi. Ayrıca Moon tarikatıyla ilişkili kuruluşların kısaltılmış listesi de eklendi. Adlar dizini biraz daha genişledi ve 2600 maddeye yer verildi. Bu arada belirtmelim ki, kitabın sayfa sayısını sınırlamak üzere dizinde şirket adlarının Çoğuna yer verilmedi. Canlı olarak sürmekte olan bir operasyonu ansiklopedik bir kitaba geçirebilmek oldukça güç oldu. Daha kitap basıma giderken kanlı ya da kansız yeni olaylarla karşılaşılıyor. Kitabın okuru başka ülkelerde, örneğin Gürcistan’da, Ukrayna’da ya da bir başka ülkede Batı güdümlü muhalefet kalkışmalarını kolaylıkla çözümleme olanağına kavuşmaktadır. Çünkü operasyonun araçları da yöntemi de aynıdır. Kitapta yer verilmeyen sözde sivil örgütlerle yabancıların ilişkilerini gösteren ve gerçekten bir örümcek ağını andıran bağlantı şemalarını kitaba eklemeyi yine başaramadık. Çünkü böyle bir şema iki ya da üç boyutla bir düzleme yerleştirilemeyecek denli çok boyutlu olmaktaydı. Sorun görüntünün oluşturulmasında değildi elbette. Böylesi bir şema ancak çok büyük bir kâğıda geçirildiğinde okunabilirdi.

Yani tıpkı Mark Lombardi’nin yaptığı gibi büyük tablolara yapmak gerekiyordu. Ne ki, okurlar böyle bir şematik bağlantıyı kendileri çiziktirebilirler. Kirli ya da saydam ilişkiler ağı fiziksel olarak görüldüğünde ‘WEB’ yani ‘Örümcek Ağı’ adlandırmasının ne denli haklı olduğu da anlaşılacaktır. Kitapta yer alan bilginin, başka ülkelere bakarken kendi ülkemizde de olmakta olanı görebilmemize ya da olacakları kolayca kestirebilmemize yardımcı olacağına inanıyorum. Kitabın ilk üç basımına değer veren ve tanıtan başta Attilâ İlhan ve M. Emin Değer olmak üzere tüm yazarlara, aydınlara, kurumlara, yürekli gazetecilere, gönülden desteğini hiçbir zaman esirgemeyen dostlarıma, kitabın yayınında, dağıtımında, satışında emeği geçenlere, kitaptaki bilgileri kullanarak gençliği uyandırmaya çalışanlara teşekkür borcum bulunmaktadır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. Çok okumak istediğim bir kitap