Nasiruddin Tusi – Seckinlerin Ahlaki

Muhammed b. Muhammed b. el-Hasan Tûsî, hicri 597/miladi 1201 yılında 11 Cemaziyelevvel /18 Şubat tarihinde Tûs şehrinde doğmuştur. 1Aslen Kum şehri yakınlarındaki Cehrûd Sâve’den olan Tûsî’nin ailesi daha sonra oradan Tûs şehrine gelerek oraya yerleşmişler. 2Fakat Raşîduddin Fazlullah Hemedânî’nin (v. 718/1318) Câmiu’t-Tevârih adlı eserindeki bir pasaja dayanarak bazı kaynaklar Nasîruddîn Tûsî’nin Hemedan’lı olduğunu ileri sürmüş olsalar da Tûsî düşüncesinin araştırmacılarından olan Dr. Agil Şirinov’a göre mezkur eserdeki pasajdan hareketle tam olarak böyle bir sonuca gitmek doğru değildir. Nitekim mezkur araştırmacı, bu tür bir sonuca pasajın yanlış okunmasından hareketle gidilebileceğini belirtmektedir. Söz konusu pasajın doğru okunuşundan çıkan anlama gelince ise şöyledir: “Hâce Nasîruddîn Tûsî ve Reîsuddevle ile Muvaffakuddevle’nin evlatlarının –ki onlar büyük muteber tabiplerdi ve kökenleri Hemedan şehrindendi– temiz kalpli oldukları ortaya çıkınca (Hülagü) onlara iltifat etti.” 3 İşte göründüğü üzere bu pasajdan hem Tûsî’nin hem de diğer şahısların Hemedanlı olduğu sonucu çıkarılabileceği gibi, yalnızca Tûsî dışındakilerin Hemedanlı olduğu sonucu da çıkarılabilir. Bu husus pek o kadar önemli olmamakla birlikte mezkur konuda Agil Şirinov’la aynı düşünceyi paylaştığımızı da belirtmek isteriz. Zira pek çok kaynak Tûsî’nin Hemedanlı olmayıp, Kum şehri yakınlarındaki Cehrûd Sâve’den olduğunu kaydetmektedir. Bu coğrafya Hemedan’la Rey şehirleri arasında –her iki şehre aynı uzaklıkta– yerleşmektedir. 4 Burada zikredilecek bir diğer husus Tûsî’nin künyesi ile ilgilidir. Nitekim tam adı, Muhammed b.


Muhammed b. el-Hasan olup, lakabı Nasîruddîn ve hatta doğduğu yere nispetle Tûsî olarak zikredilen filozofumuzun künyesi kaynaklarda Ebû Ca’fer olarak geçmektedir. Filozofun künyesi her ne kadar Ebû Ca’fer olarak geçse de onun Ca’fer adında bir oğlunun bulunmadığı da bir gerçektir. Nitekim kaynaklarda onun Sadruddîn Alî, Asîluddîn Hasan ve Fahruddîn Ahmed adlı üç oğlu olduğu belirtilmektedir. 5Fakat buna rağmen kaynakların onu mezkur künye ile anmaları oldukça ilginçtir. 6Bu yöndeki ihtimallerden biri Tûsî’nin İmâmiyye’nin büyük âlimlerinden olan Ebû Ca’fer et-Tûsî (v. 460/1067) ile karıştırılmış olmasıdır. 7Yine bir diğer ihtimal filozofun künyesinin mezkur şekilde zikredilmesinin onun bir saygı ifadesi olarak Ebû Ca’fer et-Tûsî’ye benzetilmesinden kaynaklanmış olabileceğidir. 8 Bununla birlikte bazı kaynaklarda filozofun künyesinin Ebû Abdullah olarak geçtiği de söylenilmelidir. 9 “El-aklu’l-hâdiye aşara”, “muhakkık”, “seyyidu’l-muhakkıkîn”, “melîku’l-hükemâ” vs. gibi sıfatlarla da zikredilen Tûsî, 10 İslam düşüncesinde Şerhu’l- işârât ve’t- tenbîhât, Esasu’l-iktibâs, Telhîsu’l-muhassal, Tecrîdu’l-akâid, Kavâidu’l-akâid, Fusûl, Ahlâk-ı Nâsırî, Evsâfu’l-Eşrâf, Tahrîri Ouklides vs. gibi eserleriyle kendine özgü yeri olan büyük bir düşünürdür. O, ilk tahsilini naklî ilimlerde babası Muhammed b. Hasan’dan, aklî ilimlerde ise dayısı Fâdıl Efdal el-Kâşî’den aldıktan sonra Kâşî’nin öğrencisi Kemâluddîn Hâsib’den matematik dersi 11 ve yine kaynakların belirttiği üzere Burhâneddîn Hemedânî’den hadis dersi almıştır. Daha sonra ise Nişabur’a gelip orada İmâmiyye’nin önemli fakihlerinden İbn İdris el-Hillî’nin öğrencilerinden olan Muînuddîn Sâlim b.

Bedran el-Mâzini el-Mısrî’den (v. 619/1222) 12 fıkıh, Ferîduddîn Damad’dan (VI/XII. yüzyıl) ise felsefe tahsili almıştır. 13Ferûduddîn Dâmâd’dan İbn Sînâ’nın el-İşârât ve’t-tenbîhât vs. gibi eserlerini okuyan Tûsî’nin felsefeye merakı bununla artmış oldu. Ayrıca İbrahim b. Alî b. Muhammed es-Sülemî (v. 618/1221) ve Ebu’l-Feth Mûsâ b. Ebi’l-Fadl Yunus b. Muhammed b. Mun’a b. Mâlik eş-Şâfiî (v. 639/1241) gibi isimler de Tûsî’nin naklî ilimlerdeki üstatları arasında zikredilebilir. 14 Onun naklî ilimlerdeki hocalar silsilesi babası Muhammed b.

el-Hasan’dan Fadlullah b. Ali b. Abdullah el-Hasenî er-Râvendî’ye (v. VI/XII. yüzyıl) kadar oradan da Seyyid Şerif el-Murtezâ (v. 436/1044) 15ve Ebû Ca’fer et-Tûsî’ye (v. 460/1067) kadar gitmektedir. Felsefî ilimlerdeki hocalar silsilesine gelince bu silsile Ferîduddîn Damad’dan İbn Sînâ’ya kadar uzanmaktadır. Bu silsile sırasıyla şöyledir: Ferîduddîn Damad, Ebu Ali Sadreddin Muhammed b. Hârisân es-Serahsî (v. 545/1150), Efdaluddin Geylânî (v. VI/XII), Ebu’l-Abbas Fazl b. Muhammed Lukerî (v. 517/1123), Behmenyâr b. el-Merzubân el-Azerbaycânî (v.

458/1065) ve nihayet İbn Sînâ (v. 428/1037). 16 Tûsî’nin yaşamış olduğu dönemde yani 13. yüzyılda Horasan en parlak devrini yaşayan İsmailî mezhebinden yetişmiş bilginlerin toplandığı bir bölge idi. Dolayısıyla Horasan bu dönemde bir düşünce merkezi haline gelmişti. İsmailî mezhebinin ünlü simalarından olan ve mantık, felsefe, ahlak vs. gibi ilimlere ilgi duyan Kuhistan valisi Nasîruddîn Muhteşem olarak bilinen Nasîruddîn Abdurrahîm b. Mansûr (v. 655/1257) etrafına zamanın tanınmış felsefe, tasavvuf, matematik vs. bilginlerini topluyordu. Bu dönemlerde ilme olan merakı ile Kuhistan valisinin dikkatini çeken Hâce Nasîruddîn Tûsî de vali tarafından Kuhistan’a davet edilir ve böylece Tûsî de genç bir âlim olarak bu âlimler topluluğu arasında yer alır. Her ne kadar Tûsî’nin Kuhistan’a geliş tarihi tartışmalı olsa da filozofun mezkur bölgeye gelişinin Nişabur’un 619/1222 senesinde Moğollar tarafından işgali tarihine denk geldiği bilinmektedir. 17Ayrıca, Tûsî’nin, İsmailîler tarafından kendi isteği olmadan Kuhistan’a zorla götürüldüğü ileri sürülse de 18 bu iddianın geçerli olduğu düşünülemez. Zira bu bağlamda Tûsî’nin İsmailîler döneminde yazmış olduğu Seyr ve Sülûk isimli eserine dikkat edilecek olursa bu eserden onun İsmailî’liği benimsemiş olduğu görülecektir ki, bu da az önceki iddiayı geçersiz kılar. Nitekim filozofun, biyografik mahiyetteki mezkûr eserinde İsmailîlikte karar kıldığı görülmektedir.

Onun İsmailî görüşlerinden vazgeçtiği dönem ise daha sonraki döneme tesadüf etmektedir ki bu durumun izleri Tûsî’nin Şerhu’l-İşârât adlı eserinde mevcuttur. 19 Kuhistan’a gelen Tûsî, mesleğine ilk olarak vali Nasîruddîn Abdurrahîm’in yanında bir astronom olarak başladı. Bu sıralarda Kuhistan valisi kendisine İbn Miskeveyh’in Tahârât/Tehzîbu’l-Ahlâk’ını Arapça’dan Farsça’ya çevirmesini teklif ettiyse de Tûsî bu eseri överek üslubunun bozulabileceği nedeniyle bu teklifi uygun görmedi ve daha önceki hikmet birikimini de içermek koşuluyla yeni bir ahlak kitabının yazılmasının uygun olacağını valiye bildirdi. Valinin bu teklifi kabul etmesi üzerine Tûsî 633/1236 tarihinde ahlaka dair bu eseri yazdı ve yazılması Kuhistan valisi Nâsîruddîn Abdurrahîm’in isteğiyle bağlı olması sebebiyle esere Ahlâk-ı Nâsirî ismi verildi. Tûsî, ahlaka dair bu ünlü eseriyle birlikte ayrıca İbn Tahrîru’l-Mâcistî, Seyr ve Sülûk, Ravza-yı-teslîm (Tasavvurât) ve Sînâ’nın İşârât’ına yazdığı Şerhu’l-İşârât, gibi yapıtlarıyla da ününe ün kattı. 20 Fakat onun Kuhistan valisi yanındaki konumu, son Abbasi halifesi el Mutasım’a (v. 656/1258) onu öven bir kaside yazması ile sona erer. Şöyle ki, bir müddet sonra İsmailîlerle arası açılan filozof, Bağdat’a gitmek ister ve bu istek onu mezkur Abbâsî halifesine övgü dolu bir mektup yazmaya sevk eder. Fakat mektup Abbâsî halifesinin veziri İbnu’l-Alkamî’nin eline geçer ve Tûsî’nin Bağdat’a gelmesiyle kendisinin halife yanında ikinci plana itilmiş olabileceğini düşünüp mektubu Kuhistan valisine gönderir. Böylece bu durumdan haberdar olan vali, Tûsî’yi hapse attırır. Bir müddet sonra ilmî çalışmaları olumsuz bir şekilde etkilenmemek suretiyle İsmailîlerin Alamut kalesine gönderilir. Bir rivayete göre Tûsî bir süre sonra Haşhâşî lideri Rukniddîn Hürşah’ın (v. 654/1256) bulunduğu Meymun Daye kalesine gönderildi ve 1247 senesine kadar burada kaldı. Daha sonra 654/1256 senesinde Moğol hükümdarı Hülâgû’nun (v. 664/1265) Alamut kalesini zapt etmesi üzerine Tûsî hapisten kurtulmuş olup, Hülâgû’nun himayesine girdi.

657/1258 yılında Bağdat’ın Moğollar tarafından zapt edilmesiyle 21 İsmailîlere son verilmiş oldu ve böylece Tûsî, ölümüne kadar İlhâni hükümdarının veziri ve birçok idari konularda müşaviri oldu. 22Ayrıca Tûsî’nin Alamut kalesinden kurtulduktan sonra İsmailîliği tamamen terk edip İmâmiyye’ye döndüğü ileri sürülmektedir 23 ki, bu durum, Tûsî’nin İsmailî dönemde yazmış olduğu Ahlâk-ı Nâsırî’sinin mukaddimesinin daha sonra filozofun kendisi tarafından değiştirildiği gerçeğinden de anlaşılmaktadır. 24 2. Bir “Rönesans Adamı” 25Olarak Tûsî ve Öğrencileri İbn Sînâ’nın İşârât’ına yazmış olduğu şerhle ve ayrıca, felsefe, kelâm, astronomi, matematik ve birçok daldaki eserleriyle ün kazanmış olan Nasîruddîn Tûsî 667/1259 senesinde Hülâgû’yu ikna etmekle İslam uygarlığının en büyük bilim kurumlarından biri olarak değerlendirilen Azerbaycan’daki Marağa rasathanesini kurması 26 yönüyle de oldukça önemli bir şahsiyettir. Hatta, Tûsî’nin kurduğu bu rasathane daha sonra vakıf gelirlerinin maaşlara tahsis edilmesi yoluyla birçok ilim adamlarının toplandıkları büyük bir ilim meclisine ve içerisinde 400.000 ciltten fazla eserin bulunduğu bir kütüphaneye dönüştü. Dolayısıyla rasathane astronomi ile birlikte akli ve naklî ilimlerdeki çalışmaları da kendisinde barındıran ilmi bir merkez oldu. 27 Bu ilmî merkezde bilimsel faaliyetlerde bulunan ilim adamlarından Necmeddîn el-Kâtibî (v. 675/1277), Kutbuddîn Şîrâzî (v. 710/1311), Müeyyiduddîn ed-Dımeşkî (v. 664/1265), Fahreddîn elMerâğî (v. 667/1268), Ebu’l-Feth Muhyiddîn Yahyâ b. Muhammed b. Ebi’ş-Şükr el-Mağribî elKurtubî (v. 682/1283), Fahreddîn el-Ahlâtî (v.

VII. yüzyıl), Çinli astronom Fau Mun Ji vs. gibi büyük alimler zikredilebilir. 28 Ayrıca bu dönemlerde astronomiye dair döneminin katalogları arasında en gelişmişi olan Zîc-i İlhânî adlı eserini yazan Nasîruddîn Tûsî, bu çalışmasıyla ününü Çin ve hatta bütün Asya’ya yaymıştır. 29Hatta Tûsî’nin bu rasathanede kullanılan ve bu günkü ismiyle teodolit aletinin basit bir numunesi olan torquetum diye bir astronomik aleti icat ettiği de gerçekler arasındadır. Onun icat etmiş olduğu bu aletin semt ve irtifa tayininde kullanılan bir alet olduğu belirtilmektedir. 30Ayrıca İslam dünyasında trigonometriyle ilgili Şeklu’l-Katta adlı ilk müstakil eserini yazarak bu alanın astronomiden ayrılıp, matematiğin bir dalı olarak değerlendirilmesini sağlamış olması düşünürümüzün ilmi başarıları arasında zikredilmesi gereken hususlardan bir diğeridir. 31 Ayrıca h. VII/ m. XIII yüzyılda felsefî ilimlerin yeniden ihyası da Nasîruddîn Tûsî ile birlikte zikredilebilir. İbn Mutahhar el-Hillî (v. 726/1325), Kutbuddîn Şîrâzî (v. 710/1311), Seyyid Ruknuddîn Astarabâdî (v. h. VII/m.

XIII. yüzyıl), İbn Meysem el-Bahrânî (v. 699/1299) Necmeddîn Kâtibî (v. 740/1339), Kemâleddîn Bağdâdî (d. 642/1244) gibi birçok âlimler yetiştiren Tûsî 32 , İslam düşüncesinde kelam ile Meşşâî felsefeyi meczetmesi 33 yönüyle de önemli bir âlimdir. Fikrî ve siyasî çıkmazların bulunduğu bir dönemde Hülâgû tarafından himaye edilerek ilmi çalışmalarını sürdüren Nasîruddîn Tûsî Moğollar dönemindeki bu mevkiini 672/1274 tarihine kadar sürdürmüştür. Nihayet mezkur tarihte kendisine yakın öğrencileriyle Bağdat’a sefer eden Tûsî, hastalığa yakalanıp aynı senede orada vefat etti ve Mûsâ el-Kâzım’ın türbesinin yanında toprağa verildi. 34 Yaşadığı müddetçe güzel ahlaklı, mütevazı ve çok saygılı olduğu zikredilen filozofumuzun ayrıca mezheplere karşı saygılı ve taassuptan uzak olduğu da bilinmektedir. Tûsî’nin bu nitelikte bir âlim olduğu görüşünün dayanak noktası ise onun önem verdiği öğrencilerinden başta Kutbuddîn Şîrâzî ve Necmeddîn Kâtibî olmak üzere pek çoğunun Ehl-i Sünnet mensubu olduğu, ayrıca kendisinden önce yaşamış olan İmâmî âlimlerin aksine Ehl-i Sünne’yi küçük düşürücü mahiyet arz eden “amme” şeklindeki bir kavramla değil 35 onu kendi adıyla anması gerçeğidir. Binaenaleyh Tûsî, diğer İslam fırkalarını tekfir etmeyen İmâmî bir âlim olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta bu bağlamda, onun başka mezheplere mensup olan Müslümanların tekfir edilmemesi gerektiği hususuna özellikle vurgu yaptığını da söyleyebiliriz. 36

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir