Necip Hablemitoglu – Fethullah Gulen Ve Kurduğu Irtica Orgutu

İrşad Ekseni adlı kitabında işlediği konu “Emr-i bi’l-maruf”( iyilikle emretmek) “nehy-i anil münker” (kötülüklerden uzak durmak) “TEBLİĞ”dir. Kitapta müslümanların kendi ibadetlerini yapmalarının yeterli olmayacağını, emr-i bi’l-maruf ve nehy-i anil münker yapılmadıkça bütün halkın Allah tarafından cezalandırılacağı anlatılıyor. Emredenin kurtulacağı, dini korumanın ilk şart olduğu, müslümanın eliyle olmazsa diliyle değiştirmesi o da olmazsa kalbiyle buğz etmesi gerektiği anlatılıyor. Tebliğ için fertlere nasıl yaklaşılacağı, muhatabın tanınması gerektiği, duruma göre nasıl bir tavır takınılacağı, adam seçmenin nasıl olduğu anlatılarak bunlar hadisler ve ayetlerle destekleniyor. En sonunda da tebliğ adamının özellikleri sıralanıyor. “Din, emr-i bi’l-maruf, neyh-i ani’l-münker’dir.” (İrşad Ekseni, sf. 53) diyerek dini tebliğ olarak sunmakta ve devam etmektedir; “Bu önemli vazife (tebliğ vazifesi) yapılmadığı zaman, toplumun maruz kalacağı muhtemel musibetleri, efendimiz şöyle dile getirmişti: ‘Ne olacak halimiz? O gün kadınların başkaldırdığı, sere serpe, açılıp saçılarak sokağa döküldüğü, kötülüklerin her tarafta yayıldığı ve hakkı ifadenin terk edildiği gün.’ (sf. 9) ‘Bütün kötülükleri iyi ve iyilikleri kötü gördüğümüz gün haliniz nice olacak bir bilseniz’, (sf. 10) buyurdular. Biz bu hadisin bu bölümünden, günümüzdeki umumi duruma işaret etmesi yönüyle bir kesit alalım. Evet, hadis-i şerif, bir gün her şey tersine dönüp değerlerin alt üst olacağına, iyiler kötü, kötüler iyi görüleceğine, zinanın terviç edileceğine, terör-anarşi revaç bulacağına, iman ve kuranın aşağılanacağına, Allaha inananların hor ve hakir görüleceğine, birçok kötülük bizzat devletler tarafından kanunlarla korunmaya alınacağına, dine ait hakikatlerin gericilik addedileceğine işaret etmektedir… Çağın insanı bunu on misliyle yaşadı ve zannediyorum daha bir süre de yaşayacak.” (a.g.


e., sf. 10) Sözü edilen bu kitaba Ahmet Kurucan 1997 yılında Önsöz yazdığına, ve kitaptaki konular ses bantlarındaki konuşmaların tasnif edilmesinden sonra sınıflanıp yazıldığına göre yukarıdaki vaazın tarihini en azından 1 ya da 2 yıl daha geriye götürmek mümkündür. Buna göre Fethullahın ifadesiyle bu zillet ve hakaretlerin bir süre daha yaşanması gerekir sözünden bu yana en az 4 ya da 5 yıl geçmiş demektir. Bu hesaba göre artık yolun sonuna gelinmiş kabul edilebilir. Şimdi ifade edilen söz ve tavırların halk arasında nasıl bir bölücülük yarattığı hatta büyük oranda da bunda muvaffak olunduğu bir gerçektir. “ ‘Hadis’: Sizden kim bir münker görürse onu eliyle değiştirsin. Gücü yetmezse diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle ona buğz etsin. İmanın en zayıfı da budur.(Buğz etmek) Münker islamın çirkin gördüğü herşeydir. (sf. 32) Fethullah Gülen; “Bir mümine düşen şey de …o münkeri eliyle değiştirmesi eliyle değiştirmeye gücü yetmiyorsa, ister sözlü ister yazılı diliyle, buna da imkanı yoksa münkere kalbiyle buğz etmesidir. Ki, imanın en zayıfı da bu son davranıştır.” (sf.

33) Şimdi düşünmek gerekir. Hizbullah örgütü kendilerince münker gördüklerine bu hadisin gereğini yaptılar. Yani elleriyle değiştirdiler. Öyle bir değiştirdiler ki insanlar dünyalarını da değiştirmek mecburiyetinde kaldılar. Düşünmek gerekir ki Hizbullah’ın kampları olmadı. Hizbullahçılar onlarca yıllardan beri her mahallede birkaçı bulunan evlerde yüzlerce kitap okuyarak, her türlü taktik ve stratejiyi Fethullah’ın örgütünde olduğu gibi öğrenmediler. Yüzbinlerce her konuda yetişmiş militanı bulunan Fethullah’ın o gün geldiğinde vereceği emirle yerlerinden fırlayacak müritleri en büyük iman sahibinin kendileri olduğunu göstermek için münker kabul ettiklerini elleriyle değiştirmek istemelerinde bir anda milyonlarca ülke evladı katledilecektir. 1960’lı yıllarda bu zihniyet Endonezya’da bir gecede bir milyonun üzerinde insan boğazlamıştır. Devam ediyor Fethullah; “Evet zaman olur insan bu vazifeyi, kendi hanımına ve çocuklarına karşı eliyle ve diliyle yapar. Orada hem el, hem de dil konuşur. Fakat bazen elin konuşamayacağı yerlerde bu vazifenin dil ile yapılması icap eder. Yakın akrabaya karşı ekseriyetle uygulanacak metod budur. Bunu da yapamıyorsa onlarla arasındaki kalbi irtibatı yeniden gözden geçirir…Bunun en asgari seviyedeki alameti münkere kalben buğz etmektir. Ve … bu kalbi infial de süreklilik istemektedir.” (sf.

34) Henüz cihat açılıp çıkış yapılmadığına göre ev içinde dayak ve hakaret normal hale gelmiş demektir. Akrabalara karşı da düşmanlık hisleriyle kalbi buğz söz konusu olduğuna göre toplumda bölücülük had safhaya gelmiş demektir. Ayrıca bu davranış Atatürk’ün kurduğu ilerici demokratik cumhuriyetin temellerine çoktan dinamitlerini koymuş, demokrasi aleyhine fakat şeriat lehine büyük kaleler ve mevziler zaptetmiştir. “Ancak toplumda “emr-i bil-maruf, nehy-i ani’l münker” vazifesi yapılmıyor ve bunun için müesseseler kurulup, bu vazife sistemli bir şekilde ifâ edilmiyorsa Allah o cemiyetin altını üstüne getirir ve o cemiyet, o millet asla payidar olamaz.” (sf. 68-69) diyerek de bu görevin devlet tarafından dikkate alınmasını sağlamak istemektedir. Bu bağlamda diyanet işleri kurumunu kastederek de; “Aslında dini hizmetleri belli bir teşkilatın emrine verme, başkalarının bir oyunu olsa gerek. Böyle bir yaklaşımın islamın cihad ve tebliğ anlayışıyla hiçbir alakası yoktur. Evet islam dini sadece camiye hapsedilecek bir din değildir.” (sf. 87) “Bu millet şimdi artık lafa değil, yaşantıya bakıyor.” (sf. 109) Yetiştirdiği kadrolara sonuç başlığı altında şunları telkin etmektedir (sf. 206): 1. “Tebliğ ve irşad vazifelerin en mukaddesidir.

2. Tebliğ normal zamanlarda farz-ı kifaye olsa bile günümüzde ihmale uğrayan meselelerden olduğu için farzlar üstü farz konumuna gelmiştir. Onun ihmali katiyen caiz değildir. 3. Vazifeyi ihmal ederek ölen bir kimsenin nifak içinde ölmüş olmasından endişe edilmelidir. 4. İçinde bu kutsi vazife yapılmayan topluluğu Allahın helak etmesi muhtemeldir. 5. Bu kutsi vazife fert, millet ve devletler planında da alınmalıdır. 6. Bize tebliğ adamları lazımdır. Bu dini ayakta tutacak, onu cihanın dört bir yanına götürecek olanlar da ancak onlardır. 7. Tebliğ adamı tebliğinde çok ısrarlı olmalıdır. 8.

Tebliğ adamı havari karakterinde olmalıdır.” TAKTİK – STRATEJİ – TAKİYYE: Bütün bu görevler için taraftarlarına salık verdiği taktik, strateji, takiyye usulleri ve saklanmaların nasıl olacağını çeşitli kitaplarında anlatıyor. Kendisinin örtük konuştuğunu şöyle belirtiyor; “Toprağa tohum atmak vazifemiz, ona güneşin ısı ve ışığını gönderme, ona neşvü nema verme ise Cenab-ı Hakk’ın işidir. Ben meseleyi istiare yoluyla anlatıyorum. Siz tohum, toprak ve güneşi içtimai platformda değerlendirin.” Zamana göre strateji gerekir, söylenecek her şey söylenmez, aksiyonda zamanlama önemlidir, saklanmalı, titiz olmalıdır, değişen şartlara göre tavır belirlemelidir, taktik muhammedin tedbiridir, denge gözetilmezse ne olur, mümin buğday tarlası gibidir, fizibilite yapılmalıdır, insan kazanıl-malıdır, istikamete dikkat edilmelidir, temkinli olmalıdır, sırran tenevveret uygulanmalıdır, aynı düşüncede olmayanlara birden bire karşı çıkılmamalıdır, zaman ayarlaması yapılmalıdır, yeniden diriliş esnasında nelerden faydalanmalıdır, gizlilik şarttır, ihtiyatı terk etmemelidir, saklanmalı, görünmemelidir diye sıralanabilen öğütleri ve emirleri bulunmaktadır. “Dengeli bir hizmet eri, söyleyeceği şeyleri hemen söylemez. O bilir ki söylenmesi gereken her şeyi şimdi söylerse, kendisine hayat hakkı tanımayanlar çıkabilir.” (Fasıldan Fasıla-1, sf. 119) “İşte bu manada telattuf, yapılan hareket kime karşı yapılıyorsa, tavrımız onlar tarafından hiç hissedilmeden ve sezdirilmeden yapılmasıdır ki, bunu gidip, hedefi vurma ve yara almadan da dönme, gibi bir ifadeyle arz etmemiz mümkündür.” (Asrın Getirdiği Tereddütler-4, sf. 207) – Tam bir gerilla gibi. “Bugün devrin getirdiği şartlar ve hizmetin stratejisi açısından, bir yanağına vurana öbür yanağını çevir, karşılık verme, sokağa dökülme diyorsak, …illerde inşallah Muhammedi zemin tam oturacak ve renk bütün renklere hakim olacaktır.” (Fasıldan Fasıla-1, sf. 222) “Evet, Allah Rasülü etrafında her zaman işte böyle serdengeçtiler oldu, fakat o, hayatının hiçbir anında, ama hiçbir tedbirde kusur etmedi.

Kuvvet dengesinin olmadığı bir yerde ortaya atılmasının hezimet ve mağlubiyetle neticeleneceğini herkesten iyi değerlendirdi ve bu sebeple de stratejisini hep temkin ve tedbir ile örgütledi.” (Fasıldan Fasıla-2, sf. 141-142) “Evet denge gözetilmediğinde, hezimet ve mağlubiyetin kaçınılmaz olduğu şartlarda kahramanlık gösterisi sadece bir ihanettir.” (a.g.e., sf. 142) “Hadiste mümin ekine benzetiliyor. Bela ve musibetler karşısında o, fırtına önündeki gibi eğilir, yerlere yatar ve fırtına dinince tekrar ayağa kalkar. Bizim bu hususiyetimiz şeytan cephesini tedirgin eder… geçenlerde onlardan biri bu durumu hissetmiş olacak ki, aynen bu benzetmeyi kullanarak, belli güçlerin dikkatini çekiyor ve –onlar fırtına önünde ekin gibi davranıyorlar, bu durum sizi aldatmasın- diyordu.” (a.g.e., sf. 273) “Türkiye’de islamın idbarının ikbale dönmesi için, hizmet meydanına atılmış hak erlerinin istikamete çok dikkat etmeleri gerekir… Bu aynı zamanda da hedefe varmanın önemli bir vesilesidir.

” (Fasıldan Fasıla-3, sf. 76) “…bir diriliş hamlesi ve bunu hayatın her kesimine yayma çabası içinde bulunan bu gruplar sırran tenevveret düsturuyla hareket etmelidirler. Böylece … faaliyetlerini hiçbir engelle karşılaşmadan … devam ettirirler.” (a.g.e., sf. 128) “Arkadaşların mutlaka ama mutlaka temkinle hareket etmeleri şarttır.” (a.g.e., sf. 100) “Sizin gibi düşünmeyip farklı dünya görüşüne sahip(lerin) karşısına aceleyle çıkılmamalı… Yoksa bizim gibi düşünmüyorlar diye bir bir uzaklaştırılan veya uzaklaşan bu gayr-ı memnunlar, dev dev kitleler meydana getirerek karşınıza çıkıp sizi yerle bir edebilirler.” (Ölçü veya Yoldaki Işıklar-3, sf. 40) “Bediüzzaman gibi bir insan, dünyanın neresinde olursa olsun, insan yetiştirdiği taktirde, o dünya ile oynayacak duruma gelir.

Tabii ki bu gibi meselelerde zaman ayarlaması, yapılmak istenen işin çapına göre hesap edilmelidir.” (Asrın Getirdiği Tereddütler-3, sf. 117) “O halde kuvvet dengesinin olmadığı durumlarda tekniğe, taktiğe başvurulmalıdır. Aksi takdirde karşı gelinemeyeceği muhakkak olan kuvvetle çarpışmaya kalkmak davaya en büyük ihanettir. (Prizma-1, sf. 86) “Meşveret, işlerin düşünce planında ele alınması, fizibilitenin yapılması demektir. Bunlar çok önemli şeylerdir ve katiyen toy dimağların, tecrübesi ve bilgi birikimi olmayan insanların yapacağı şey değildir. Öyleyse hamle öncesi bu işlerin planlanması…” (Fasıldan Fasıla-3, sf. 121) Nasıl bir takiyye uyguladığı ise İrşad Ekseni adlı kitabının 34’üncü sayfasında anlattığı şu hikaye ve eklediği kendi sözüyle çok demonstratiftir. “(Bedir esirleri hakkında görüş beyan edilirken Hz. Ömer’in söyledikleri bunun en çarpıcı ifadesidir. O: “Ya resullallah, herkese akrabasını teslim et ve herkes kendi eliyle akrabasının işini bitirsin. Hz. Hamza’ya kardeşini ver, onu o öldürsün. Ali, kardeşi Akil’in hakkından gelsin.

Bana da benim yakınlarımı ver, onları da ben öldüreyim…” demiştir. Gerçi istişarede bu görüşler kabul edilmeyecektir ama, bir müminin münkere karşı tavrını ifade etmesi açısından uyulmasa da üzerinde durulmağa değer bir üslûptur.)” Gayesinin islam devleti olduğunu çok açık ortaya koyan Gülen, diğer cemaatlarla uzlaşmanın şart olduğunu, diğer cemaat mensubu ve önderlerine kendine bağlı kişilerin nasıl davranmaları gerektiğini “Ölçü ve yoldaki ışıklar-2” adlı kitabının 3 ve 32’nci sayfaların arasında “Birleşme noktaları” bölümünde uzun uzun anlatıyor. Düşmana karşı faslı müsterekelerde nasıl birleşileceğini, ihtilafların körüklenmemesi gerektiğini, karşılaşılabilecek tehlikeleri sayarak uyarılarını sıralıyor. Bu kitapta Fethullah Gülen gayesine varana kadar diğer cemaatlarla nasıl ve hangi boyutlarda ilişki kurulması gerektiğini bakınız nasıl anlatıyor. Tabii bu gruplara bütün gruplar dahil. Toplu mezarları bulunan Hizbullah ve benzerleri de. Ölçü veya Yoldaki Işıklar-2 “Birleşme Noktaları: · Asıl mesele ise, bütün bu olup bitenlerden sonra, yeni oluşu, kadim ve sarsılmaz prensiplere tevfikan mükemmel hazırlamaktır. · İşte bizler bugün, böyle bir olma veya olmama durumuyla karşı karşıya bulunuyoruz. Ya bütün bu buhranlardan sonra bir iz’anla kurulmasını tasarladığımız dünyayı kuracak ve huzura ereceğiz, veya … çekilen binlerce ızdırap ve boş kılacak bir anlayış ve davranışla maazallah geri geriye gideceğiz. (sf. 3) · Doğrusu ittifak ve iftirak (dağılma, perişan olma) mevzuu, günümüzde ehemmiyetini koruyan en aktüel bir mevzuudur. O her devirde ehemmiyetini korusa bile, merkezi taazzurun (şekillendirme) gerekli olduğu, hem çok gerekli olduğu bir dönemde, ciddiyeti giderek artan ve bütün içtimai meselelerin önüne geçen bir mevzu haline gelmiştir. …Çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki, dirilişimiz için bundan daha büyük tehlike tasavvur etmek mümkün değildir. (sf.

4) · Zira, anlaşma ve uzlaşma, her şeyden evvel bir akıl ve mantık işidir. Akla ve mantığa dayalı bir vahdet işidir ki, dayanır ve uzun ömürlü olur. Buna karşılık günümüzde daha çok hissi vahdet ve kardeşlik vardır. Bu ise zayıf, yetersiz ve kısa ömürlüdür. Belli bir grup karşısındaki toplanmalar, düşmanlık duygularıyla bir araya gelmeler; saldırmış ve saldırılmış olma ruh haleti içindeki derlenmeler, hissi birleşmelerin gelip geçici dalgalarından ibarettir. Bugünkü keyfi ve kemmî buudlarımız içinde böyle bir vahdet kat’iyyen yetersizdir ve hele mukaddes prensiplerimiz açısından asla tecviz, tasvîb ve muhakkak suretle takdîr göremez. (sayfa 5-6) · Öyle ise, iç ve dış ayrıcı faktörleri hesaba katarak, fasl’-müştereklerimizin müzakereye getirilmesine ve birliğimizin aklîlik ve mantıkîlikle yeniden ele alınmasına şiddetle ihtiyaç vardır. …hiç olmazsa, Anglo-Sakson ve Galler ittifakı biçiminde bir ittihada ihtiyaç, hem çok şiddetle ihtiyaç vardır. Düşmanlarımızı meşgul etme, düşündürme ve göz açtırmama gibi kiyâset ve dirâyet isteyen hususları beceremezsek bile, hiç değilse onların oyunlarına gelmeme ve elimizle kendi tükenişimizi hazırlamama anlayışını göstermeliyiz. Aslında buna mecburuz da. (sayfa 6-7) · … temelde olmayan farklı düşüncelerin normal kabul edilmesi ve en azından bir yabancıya karşı takınılan suni nezaket kadar, (onlara da davranılması) elzemdir, zaruridir, mukaddes birlik ve düzenimize bir temennâ ve selâmdır. (sayfa 8) · …aramızda bölücü faktörler vardır…”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir