Nicholas Capaldi – John Stuart Mill

John Stuart Mili (1806-1 873) 19. yüzyılın en etkili İngiliz filozofu idi. Metafizik, epistemoloji, ahlak, sosyal felsefe, siyaset felsefesi, din felsefesi ve eğitim felsefesinin de dahil olduğu başlıca felsefe alanlarının tümüne önemli katkılarda bulundu. System of Logic ( 1 843) kanonik bir kitap statüsünü kazandı. Ayrıca Mili, 1 848’de, kendisi daha hayattayken yedi baskı yapan Principles of Political Economy’nin yayımlanmasıyla, bir iktisatçı olarak ün kazandı. Zorlukları bir yana, Mili, felsefenin tamamına yönelik bütünsel bir bakış ortaya koyup, düşüncelerinin kuramsal ve normatif boyutlarını doğrudan ilişkilendiren son büyük İngiliz filozofu idi. Mili, sadece bir yazar olmaktan öte, herkesçe tanınan bir kişiydi. Felsefe ve iktisattaki teknik çalışmaları daima, toplumsal politikanın ihtilaflı konularındaki tartışmaların hizmetindeydi. Birçok bakımdan, eleştirel yetileriyle, devrin bütün önemli konuları hakkında sokaktaki ortalama bir insana bile hitap edecek tarzda yazan, örnek bir Victoria dönemi entelektüeli idi. Mili, yaşamının erken dönemlerinde, toplumunun vicdanı olma roLnü bir gazetecilik işlevi olarak gördü, ancak hayatının sonlarına doğru bu işlevi giderek artan bir şekilde üniversiteyle özdeşleştirdi. 20. yüzyılda sadece Bertrand Russell, Mill’in 1 9. yüzyılda elde ettiği türden bir genel toplumsal kabul düzeyine yaklaşabildi. Mill’in, bir dönem Parlamento üyeliği de dahil, dönemin olayları içinde aktif olarak yer alması hiç de tesadüfi değildi. Aslında bu rol için, 19.


yüzyılın ilk bölümünün en önde gelen iki felsefi radikali olan babası James Mili ile Jeremy Bentham tarafından özel olarak eğitilmişti. Onlardan, toplumsal çözümlemeye, toplumsal eleştiriye ve belli bir toplumsal teknolojiye temel oluşturacak bir sosyal bilim modeli olarak ampirik bilimi kullanma çabası olan Aydınlama Projesi’nin yöntem ve x JOHN STUART MILL hedeflerini özümsedi. Mill’i İngiliz ampirik felsefesinin başlıca yapıtları ile Condillac ve Helvetius gibi Aydınlanma Projesi’nin entelektüel ve pratik boyutlarının şekillendirilmesinde etkili olan Fransız yazarlarıyla tanıştıran onlardı. Mill’in, sadece düşüncelerini net olarak ifade eden bir ulak değil, aynı zamanda Aydınlanma Projesi’nin bir bireyin hayatında yapabileceği şeylerin bizzat kendisi olması bekleniyordu. Bu tasarıdan daha da dikkate değer olanı, Mill’in buna karşı isyanı idi. Asıl olarak 1 826 ile 1 830 arasındaki zihinsel bunalımın yol açtığı isyan, Mill miras olarak devraldıklarından farklı entelektüel geleneklerin arayışına girip onlarla karşı karşıya geldikçe, entelektüel bir biçim almaya başladı. Mill özellikle, kendisini romantik ve muhafazakar hareketlerle tanıştıran Thomas Cariyle ve Samuel Taylar Coleridge ile arkadaşlıklar kurdu. Mill’in bunalım ve isyanı, Aydınlanma’ya karşı ortaya çıkan yoğun 19. yüzyıl tepkisini mikrokozmos düzeyinde yansıtıyordu. Mill’in zihinsel bunalımının iyileşmesiyle Harriet Taylar ile ilişkisinin başlaması aynı sıralardadır. Babası bir yana bırakılırsa, hiç kimse Mill’in hayatını ondan daha fazla etkilememiştir. Mill’in, nihayetinde evleneceği kadınla ilişkisinin doğası her ne kadar birtakım spekülasyonlara ve kadının etkisinin gerçek boyutları tartışmalara konu olsa da, bu etkinin inkar edilemez olduğu bir alan vardır. O alan da, Mill açısından ve Mill’i anlamamız açısından çok büyük bir önemi olan kadınların kurtuluşudur. Ait olduğu kültürün vicdanı olma rolüyle Mill, kadınların rolü ve cinsiyetler arasındaki ilişkiyi, liberal kültürün tüm tartışmalı sorunlarını bir araya getiren bir odak noktası olarak kullandı. Mill özel olarak sadece oy hakkı, temsil, “toplumsal cinsiyet”, cinsiyet ve kadınların tali rolünün yoksulluğa katkıda bulunma biçimi konularıyla değil, aynı zamanda cinsiyet eşitliğinin, o çok değer verdiği liberal kültürde, bağımsız bireylerin kişisel yaşamlarındaki tatmine nasıl katkıda bulunduğuyla da ilgileniyordu.

Bugün J. S. Mill’in ünü toplumsal ve politik bir felsefeci olarak sürüyor. Geçmişe bakarak, onun 19. yüzyılın en önemli İngiliz siyaset felsefecisi olduğunu söylemek doğru olacaktır. Liberalizmi, en belirgin özellik ve sorunlarını teşhis etmesi de dahil olmak üzere, yeniden ele alış biçimi, liberal gelenek içinde ardı sıra gelen tüm tartışmalar için çıkış noktası olmaya devam ediyor. Ön söz Xİ Mill’i entelektüel açıdan ele alan bir biyografinin özellikle yararlı olmasının beş nedeni var. İlki, bir entelektüel biyografi, çeşitli çalışmaların birbiriyle bağlantılı olduğu bütün yolların açığa çıkarılmasına yardımcı olur. Mill üzerine çok geniş bir ikincil literatür bulunmasına rağmen, hiçbir zaman düşüncelerindeki karşılıklı bağlantıları çözmeye dönük ciddi bir girişim olmadı. Tam da Mill, bugün her biri farklı akademik disiplin oluşturan şeylerin birçoğunu bir arada kucakladığındandır ki külliyatı genellikle bölük pörçük okunuyor. Felsefi ele alış tarzları genellikle çalışmalarının birbirinden bağımsız yönleri üzerinde yoğunlaşıyor. Skorupski’nin güzel kitabı gibi istisnalar epistemolojiyi ahlak felsefesi ve sosyal felsefe ile bağlamaya çalışıyor. Ne var ki Skorupski’nin kitabı sadece Mill’in dört çalışması (System of Logic, Examination of Sir William Hamilton’s Philosophy, Utilitarianism ve Ôzgürlük Üstüne [On Liberty]) üzerinde yoğunlaşıyor, o yüzden de hem Considerations on Representative Government hem de ekonomik ve dinsel yazılar gibi bazı siyasi çalışmaları hesaba katmıyor. Sir John Hicks, Mill’i ” 19. yüzyılın en hafife alınan iktisatçısı” olarak görür.

ı O yüzden düşüncesinin bu boyutunu görmezden gelmek yakışık almaz. Felsefe -özellikle de metafizik, epistemoloji ve ahlak- çok özel bir anlamda tüm düşüncenin çıkış noktası olmakla beraber, teknik felsefi çalışmalarını siyaset ve ekonomi üzerine çalışmalarından soyutladığımız takdirde Mill’in felsefesini anlamamız hiç de kolay değildir. Mill’in kendisinin de 1 865’te Examination of Sir William Hamilton’s Philosophy’de söylediği üzere, bir yazarı değerlendirmek, ancak onun tüm çalışmaları okunmuşsa ve külliyatının bir bütün olarak oluşturduğu bağlam içinde anlaşılmaya çalışılmışsa mümkündür. Siyaset kuramcıları Ôzgürlük Üstüne ve bazen de Utilitarianism üzerinde yoğunlaşıyorlar, ama bunları ne epistemolojik ne de metafizik öğretilerle ilintilendiriyorlar. Hem felsefeciler hem de siyaset kuramcıları (C. L. Ten bunun istisnasıdır) Ôzgürlük Üstüne’yi, önce yazılmasına rağmen, hep Utilitarianism’in ışığında okuyorlar. İktisatçılar, Mill’i çok daha geniş bir açıdan ele almalarıyla, bu konuda istisna görünüyorlar. Mill’in iktisadı üzerine saygı duyulan, geniş kapsamlı tartışmasında, Samuel Hollander, Mill’in epistemolojisi ile metodoloji anlayışını inceler ve aynı zamanda devletin ekonomideki rolüne ilişkin sorunlara yönelik kapsamlı sosyal ve siyasi felsefesini sorgular. Fakat Hollander, gerçek an- xii JOHN STUART MILL lamda ne Mill’in düşüncesinin metafiziğini ne de evrimini ele alır. Öte yandan Pedro Schwartz, Mill’in iktisat anlayışının evrimini –özellikle de Mill’in babasıyla Harriet’in etkilerini- ele alır. Ama Schwartz da Hollander’ın getirdiği metodolojik boyutu getirmez. Entelektüel biyografinin yapabileceği bir şey de Hollander ile Schwartz’ın meziyetlerini birleştirmektir. Özetle, oldukça fazla sayıda değerli ikincil literatür bulunmaktadır ama bunlar henüz kapsamlı bir bakış açısına dönüştürülmüş değildir. Entelektüel bir biyografinin faydalı oluşunun ikinci nedeni, Mill’in kaynaklarının karmaşıklığının daha iyi anlaşılmasını sağlamasıdır.

Çoğu araştırmacı Mill’in gençliğinde depoladığı uçsuz bucaksız bilginin varlığını peşinen kabul eder ve Mili, körü körüne, farklı geleneklerin anlayışlarını birleştirmeye çalışan sentezci bir düşünür olarak tanınır. Her zaman anlaşılamayan şey ise, kaynaklarını ne denli birleştirip dönüştürdüğüdür. Bunun birçok örneği var ama ikisi göze çarpıyor. Bir örnek, Humboldt okumasından çıkardığı Kantçı ahlaki kavrayışların birleştirilmesidir. Araştırmacılar (örn. Bernard Semme!, Charles Taylor ve John Skorupski) Özgürlük Üstüne’nin Humboldt ve Tocqueville tarafından tam olarak nasıl şekillendirildiğini ancak son zamanlarda ciddiye almaya başlamışlardır. İkinci örnek ise Mill’in Comte ile ilişkisidir. Comte’un, Mill’in toplumsal yapının tarihsel dinamiğine ilişkin anlayışını genişlettiği kesindir ve Mill’in Comte pozitivizmini reddedişi de iyice belgelenmiştir. Bununla beraber Mill’in Comte’tan aldıklarını dönüştürmesi onu büyük ölçüde Hegel’e yaklaştırır. Üçüncü neden, Mill’in kendi düşünüşündeki evrimin aynı zamanda düşüncesinin bir nesnesi olması ve dolayısıyla da Hegel’i anıştırma eğilimidir. Mili, özgeçmişini neden yazdığını açıklarken, “fikirlerin değişim çağında, daima hızla ileri giden, ya kendi düşüncelerinden ya da başkalarınınkinden öğrenmeye ve öğrendiklerini unutmaya eşit ölçüde hazır olan bir aklın birbirini izleyen evrelerini kaydetmekte hem kazanç hem de fayda olabileceğini”2 ifade ermişti. Özel olarak da Mill, babasının ve Benrham’ın Aydınlanma Projesi’ni reddederken, toplumsal anlayışı toplumsal reformla ilişkilendirme hedefini reddetmemiştir. Onun yerine, sadece kendi kuramsal ve pratik girişimini değil, aynı zamanda ikisi arasındaki ilişkiyi de yeniden formüle etmişti. Mill, hakiki bir toplumsal reformun, kendi kendini ıslah eden aktörlerde, yani özbilinçleri bir bütün olarak toplum için esas model oluşturan bireylerde ortaya çıktığına Ön söz xiii inanmıştı. Özgürlük Üstüne’de sansüre karşı görüşlerin nihai olarak, bir tartışmanın her yanındaki tezleri yeniden inşa eden bireylerin ahlaki dönüşümüne dayanmasının nedeni de budur.

Kalıcı siyasi reform doğrudan partizan faaliyetle değil, dolaylı olarak, kültür reformuyla başarılır. Dördüncü neden, paradoksal biçimde, Autobiography’nin (Otobiyografi) bizatihi varlığının entelektüel bir biyografi yazmaya engel oluşturmasıdır. Packe’in Life of ]ohn Stuart Mill’e yazdığı önsözde F. A. Hayek şu yorumu yapıyor: 19. yüzyılın entelektüel hayatında, John Stuart Mill’den başka, hakkındaki bazı sıradışı gerçekler bu kadar yaygın şekilde bilindiği halde genel karakterini ve kişiliğini bu kadar az tanıdığımız çok az seçkin isim vardır. En içten otobiyografinin dahi nasıl yanlış izlenimler verebildiğinin herhalde başka bir örneği daha yoktur. Mill’in anlattığı kendi yaşamöyküsü psikolojik boyutları açısından o kadar önemli bir belge niteliği taşır ki bizatihi popüler oluşu, başkalarını kapsamlı bir resim ortaya koymaktan caydırır. Tabii tek başına bu, ölümünün üzerinden seksen yıl geçmesine rağmen, Mili üzerine hala tatmin edici bir biyografinin bulunmayışını yeterince açıklamaz. Kendi entelektüel gelişimini bizzat anlatmış olmasının eşsiz değeri, birçok bakımdan, bu gelişimle birlikte ele alınması gereken ortamın daha kapsamlı bir tasvirine olan ihtiyacı azaltmak yerine artırmıştır.3 Mill’in kendi otobiyografisi, birçok yönden Mill’in entelektüel bir biyografisini yazmanın önündeki en büyük engeldir. Autobiography geniş ölçüde entelektüel bir biyografidir ve bizatihi okunmaya değer bir klasiktir; kuşkusuz her ikincil kaynaktan da daha uzun ömürlü olacaktır. Ancak 21. yüzyılın başlarında bize, edebiyat eleştirmenleriyle başka kuramcılar tarafından, hiçbir yazarı dış görünüşüyle ele almamak gerektiği öğretildi. Mill’in, hayatının bazı yönlerini gizlediğini veya çarpıttığını iddia etmek istemiyorum.

Benim dikkat çekmek istediğim konu, onun otobiyografisinde hayatı ile entelektüel gelişimi üzerine “lafı çevirmesi”dir. Collini’nin de vurguladığı üzere, Mili birtakım sonuçlar elde etmek için yazmıştı. Viktoryen bir toplumda Harriet Taylor Mili ile ilişkisini meşrulaştırmak, çoğunluğu kuşkulu bir kitlenin önünde anmak ve onun kendisi için ne kadar çok şey ifade ettiğini açıklamak gündemindeki başlıklardan sadece birkaçıydı. Otobiyografisinde yaratmaya çalıştığı izlenimi XİV JOHN STUART MILL yakalayacaksak bu başlıkların da göz önünde bulundurulması gerekiyor. Özetle, Mill’in otobiyografiyi yazarken itiraf ettiği veya etmediği kaygıları ille de, onu 1 9. yüzyılın sosyal, ahlaki, ekonomik, dinsel, kültürel ve felsefi entelektüel gelişmelerinin oluşturduğu fonda anlamaya çalışan bir okuyucunun veya biyografi yazarının kaygıları değildir. Diğer taraftan, Mill’in otobiyografisi, Almanların bildungsroman· dediği, bir kişinin sürekli olarak kendini kavraması yoluyla, kendi kendini yeniden yaratmaya dönük bilinçli bir çabadır. Bu otobiyografi anlayışı, yanıltıcı bir kişisel kurgulama olmaktan çok, 19. yüzyıl düşüncesinin önemli akımlarını yansıtan bir bireyin görüşüdür. Entelektüel bir biyografi için beşinci ve son neden, bizzat Mill’in de takdir edeceği bir nedendir. 1 846 tarihli bir makalesinde dediği gibi, “Karakteri şekillendiren şey, amaçlı olarak öğretilen şey değildir. Kurumlar ve toplumsal ilişkilerin kendiliğinden öğretileri bile bunda daha etkilidir. ” Mili yerden göğe kadar zamanının insanıydı, hem onun tarafından şekillendirilmişti hem de onun şekillenmesine katkıda bulunmuştu. Tam anlamıyla mükemmel bir Victoria dönemi liberali idi. Son çalışmalarda Victoria dönemi Britanya’sına, onun hem dünyamız üzerindeki etkisine hem de dünya ile süregelen bağıntısına dair daha dengeli değerlendirmeler yapılmaya başlanmıştır.

Mill’in entelektüel biyografisi bu geniş tasarıma bir katkı oluşturduğu gibi, onun daha geniş çerçevede ele alınmasından da faydalanır. Ben, Mill’in Harriet’le ilgili iddialarını ciddiye aldım ve bunların Mill’in yaşamına ve düşüncesine nasıl ışık tuttuğunu anlamaya çalıştım. Harriet’in sadece büyük bir etkide bulunduğu değil, aynı zamanda bu etkinin genelde olumlu bir etki olduğu sonucuna vardım. İlişkilerinin açıklığa kavuşturulmasının, Mill’in düşüncelerinin evrimini izah etmede epeyce önemi bulunuyor. Bu aynı zamanda onun düşüncelerinin geniş kültürel arkaplanını da önemli açılardan ve bazen beklenmedik yollarla ortaya koyuyor. Mill’in hayat ve düşüncelerinde temel bir kavram varsa o da kişisel bağımsızlık kavramıdır. Bu kavramın Mill’in yazılarının merkezinde yer almasına katkı sağlayan da Harriet idi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir