Nicos Poulantzas – Faşizm ve Diktatörlük

Şu sıra, faşizm konusunda bir incelemeye ne gerek var? Böyle bir inceleme bana konusunun güncelliği nedeniyle, siyasal bir gereklilikle bağdaşır gibi geldi. Gerçekten de-, faşizm ve öbür diktatörlük biçimleri sorunu, tarihin unuttuğu akademik bir olay yazma sanatına aitmiş gibi görünüyordu. Emperyalizmin günümüzde, emperyalist metropolleri de sarmakta olan ve daha henüz başlangıç halindeki, dünya ölçüsünde ciddi bir bunalımla karşı karşıya olduğu gittikçe açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Böylece, bu geniş ve açık dönemi (gelecek uzun sürer) niteleyen sınıf rnücadelesindeki keskinleşme nedeniyle, devrim sorununun güncelliği gibi, olağanüstü Devlet sorunu ve böylece faşizm sorunu güncelleşmektedir. Tarihi maddeciliğin her incelemesi gibi, bu çalışmanın konusu da kar ma şık tır. Konu başlıca üç yönden ele alınmaktadır: I Özgül siyasî olgu olması açısından faşizm: bu olguyu, kurulmuş olduğu yerde gösterdiği ikincil özelliklerin dışında, nedenlerinin ve sonuçlarının analizi ile temel nitelikleri çerçevesinde ele almaya çalıştım. Fakat, araştırma düzeyinde de bir tek sunuş biçimi vardır: somut durumların analizi yoluyla, faşizmlerin, kurulmuş oldukları yerlerde derinlemesine incelenmesi. An- 8 FAġĠZM VE DĠKTATÖRLÜK cak bu yolla, ikincil etkenler gerçek nedenlerden ayırdedilebiliı-ler ve bu gerçek nedenleri ayırdederek böyle bir olgunun yeniden doğmasının imkân ve koşullan belirtilebilir; 2 — Faşizm, olağanüstü Devlet biçiminin özel bir rejim biçiminden başka bir şey değildir: bunun dışında, bonapartizm ve çeşitli askerî diktatörlük biçimleri gibi biçimleri de vardır. Faşizmin kesin siyasal olgusunu ancak, öteki olağanüstü Devlet ve siyasal bunalım teorisini önermekle analiz edebildim; 3 — Bu çalışmanın üçüncü yönü, III. Enternasyonal’in faşizm karşısındaki siyasetini incelemektedir. Açıktır ki, işçi sınıfından söz etmeksizin faşizmden söz edilemez ve iki dünya savaşı arasındaki dönemde de, Komintern’in siyaseti ele alınmadan işçi sınıfından söz edilemez. Üsteli k, Komintern’in faşizm karşısındaki siyasetini kavramak için, yalnız Komintern’in faşizm olgusu üzerine görüşlerini açıklamak yetmez. Bunun dışında, Komintern’in gerçek siyasetinin ve bu siyasete yön veren ilkelerin de incelenmesi gerekir. Bundan başka, Komintern’in niteliksel Avrupa merkezciliği (europea-centrisme), ve hemen hemen doğuşundan itibaren tüm hayatı boyunca avrupa faşizmlerine cephe alması nedeniyle, faşizm karşısındaki siyaseti, gerçekte, işçi sınıfı hareketinin genel sorunları konusundaki siyasetini bütün teorik ve pratik yönleriyle göstermektedir. Böylelikle faşizmlerin tarihî konumları, Komintern’ in incelenmesi için tamamen ayrıcalıklı somut bir alan oluşturur: ben de eldeki bu çalışmada, bu siyasetin ilkelerinin incelenmesine bağlı kalarak, somut sonuçlarını analiz edip, Komin-lern’le ilgili bir dönemleme öne sürerek bunu yapmaya çalıştım.


Ayrıca, böyle bir incelemenin güncelliğini belirtmek belki gereksizdir bile; işçi sınıfı hareketi hâlâ geniş ölçüde III. Enternasyonal’in damgasını taşımaktadır. Fakat kitabın, konusunun oluşumunu yönlendiren ana çizgisi, faşizmdir. Eğer konu bizzat olağanüstü Devlet konusu olsaydı, bonapartizm ve askerî diktatörlüklerin kesin ve ayrıntılı analizine girmem gerekecekti. Aynı şey III. Enternasyonal için de geçerlidir: kitabın asıl konusu III. Enternasyonal olmuş olsaydı, III. Enternasyonal’in siyasetinin burada gözönüne alınmamış olan birçok, yönlerinin — örneğin sömürge sorununun — analizini de bu çalışmaya katmam gerekecekti. Bununla birlikte, burada faşizmi ele alırken, analiz alanını aşan bazı geliştirmelere girmek zorunda kaldım, Devlet aygıtları ve kapitalist Devlet konusuna gelince; faşist Devlet, KapitaGIRIġ list Devlet’in öbür biçimleri ile asla karıştırılmaması gereken özgül bir olağanüstü Devlet biçimidir. Faşist Devlet, siyasal bir bunalıma denk düşen kritik bir Devlet ve rejim biçimini oluşturur. Fakat her bunalımın özelliği de, yalnız kendine özgü olmayan özellikleri içinde taşımaktadır: kritik ve özgül bir olgu olarak faşizmin incelenmesi, kapitalist Devlet’in bazı yönlerinin kendi yapısı içinde derinlemesine incelenmesine de elverir. Aynı şey başka birçok sorun için de geçerlidir: Örneğin faşizm çerçevesi içindeki işlevi açıklayıcı olan küçük burjuvazi sorunu böylece derinlemesine incelenebilir. Ve son olarak, formül halinde belirtmeye, açıklamaya ve düzeltmeye çalıştığım toplumsal ve siyasal analiz kavramları için de aynı durum geçerlidir. Okur, burada, Alman ve İtalyan faşizmlerinin tarihî incelemesinin değil, bir siyasal teori çalışmasının sözkonusu olduğunu bilmelidir. Şüphesiz böyle bir çalışma yalnız derinlemesine bir tarih araştırmasıyla birlikte yapılabilir.

Ne var ki, ne verilerin değerlendiriliş biçimi, ne de sonuçların ifade ediliş düzeni bu iki araştırma biçiminde aynı olamaz. Eldeki çalışmada, özgül bir siyasi olgu olarak, faşizmin, temel özelliklerini ayırdetmeye çalıştım: burada tarihî «olaylar» ve somut ayrıntıları ancak konuya çok açık şekilde ve kesin olarak ışık tuttukları ölçüde ele alınıp açıklanmışlardır. Bu ayrıntıların analizin gelişimine bağlı olarak açık bir şekilde belirtilmesi, kitabın genel yapısını da belirlemektedir. 1 — Her bölümde konunun önemli yerine gelince, önce birtakım genel önermeler sunup, daha sonra Alman ve İtalya somut örneklerinin bu genel önermeleri örnekleyen analizlerini yapan genel bir plan seçtim; 2 — Bu somut durumların analizinde yalnız gerçekten yerleşmeyi başarmış faşizmleri ele aldım. Bunun nedeni, araştırma konusunun değişik faşist hareketlerin tarihî incelemesi olmamasıdır. Gerçekten de, faşizmlerin yerleşmiş oldukları ülkelerde ele alınıp incelenmesi, faşizmin gerek hareket ve gerekse süreç olarak başlıca özelliklerinin daha iyi kavranıp, daha net bir biçimde açıklanması ve yargılanmasına imkân verir. 3– Somut durumlarla ilgili bu analizde, yalnız Almanya ve İtalya örnekleriyle yetindim: Örnekleri çoğaltmak, bu görüş açısı içinde, fazla bir şey kazandırmaz; ve çok sayıda örneği son-suza dek karşılaştıran bir yaklaşımla bir araştırma konusu etkili bir şekilde ortaya konmaz. 9 10 FAġĠZM VE DĠKTATÖRLÜK Fakat buna karşılık, bu somut örnekleri başlıca iki nedenden ötürü seçtim: a) Alman ve İtalyan faşizmleri, gerek Avrupa çevresinde ortaya çıkmış olmaları ve gerekse Enternasyonal’in faşizme karşı siyasetinin bunlar üzerinde yoğunlaşmış olmasından dolayı, burada, örneğin Japon faşizmine göre çok daha dolaysız bir siyasal ilgi konusu olmaktadır; b) Her biri eşitsiz bir biçimde olmakla birlikte, bu iki örnek durum, Avrupa çevresinde gelişen faşizmin başlıca özelliklerini gayet açık bir şekilde göstermektedir. Bu nedenle, faşizm ve ondan daha fazla askerî diktatörlük özellikleriyle karmaşık bir biçim gösteren İspanya örneğinin incelenmesine girmedim. 4 — Bu çalışmada dar kronolojik sırayı izledim: her bölümdeki genel açıklamaların hemen ardından Almanya örneğinin analizi geliyor ve bunu İtalya örneğinin analizi izliyor. Somut gerçeklikte nazizm, faşizmin temel karakterlerini İtalyan faşizminden daha net ve eksiksiz bir biçimde ortaya koymaktadır. Bu açıklama sırası, nazizmin, her türlü faşizmin kıyaslanıp ölçülebileceği bir «model» oluşturduğu anlamını vermez: böyle bir sıralama, eldeki çalışmanın konusunun ve karakterinin gerektirdiği açıklığı kolaylaştırır. 1. Faşizmler Dönemi Sorunu BÖLÜM I Emperyalizm ve Faşizm. Tekelci Kapitalizm ve Emperyalist Zincir Hakkında Faşizmi incelemede ortaya çıkan birinci sorun, askerî dikta-lörlük ve bonapartizm gibi rejim biçimlerine ve kapitalist Dev-lel’in öteki biçimlerine göre faşizm karakterinin bu özgüllüğü sorunudur.

Başka bir deyişle, faşizm, askerî diktatörlük ve bonapartizm gibi, kendi içinde değişik özgül olağanüstü rejim biçimlerini kapsayan bir olağanüstü Devlet biçimi içinde, kapitalist Dcvlet’iıı öbür biçimlerinden ayrı bir olağanüstü kapitalist Devlet biçimi tanımlayabilir miyiz? Bu soru ancak, olağanüstü Devlet’in denk düştüğü siyasal bunalımın ve özgül olağanüstü rejim biçimlerinin denk düştükleri değişik siyasal bunalım türlerinin incelemesinde, kesin terimlerle ortaya konabilir. Fakat, bunu yapmak için, önce bu siyasal bunalım ve bu olağanüstü rejimlerin içinden çıktıkları kapitalist toplumlarda tarihî dönem sorununu incelemek gerekir. Soyut bir tipolojiye saplanıp kalmak yerine, belli bir olağanüstü rejim biçimini doğuran bir siyasal bunalım türünün, ortaya çıktığı döneme göre de değişik özellikler gösterdiğini kabul etmek gerekir: 19. yüzyıl bonapartizmi, 20 yüzyıldaki bir borıapartizmden değişiktir. Aynı durum, faşizmler ve askerî diktatörlükler için de sözkonusudur. Olağanüstü rejimlerin içinde yer aldıkları genel tarihî dönemlerin analizi, bu rejimlerin neden ortaya çıktıklarını açıklamaya izin vermezse de, yalnız incelemenin cevaplayabileceği sınıf savaşı ortamının da — siyasal bunalımlar— bu dönemden etkilendiği bir gerçektir. Öyleyse konuya önce faşizmler döneminin incelemesi ile başlayacağız. Burada, yeri gelmişken, Alman sosyologu Max Hork-heimer’in, kısa bir süre önce Almanya’da basılan Faşizm ve Kapitalizm adlı bir kitabı sunuş yazısında yer alan bir cümlesine değinmek istiyorum. Horkheimer, «totalitarizm» konusundaki bir dizi görüşe hemen karşı çıkıp, şöyle diyor: «Kapitalizmden söz etmek istemeyen birinin, faşizm konusunda da ağzını açmaması gerekir.» Bu, tamamen yanlıştır: asıl emperyalizmden söz etmek istemeyen birinin faşizm konusunda ağzım açmaması gerekir. Gerçekten de faşizm kapitalizmin emperyalist aşamasına raslar. Öyleyse önemli olan, bu aşamanın belirli bazı genel karakterlerini ve bunların faşizme etkilerini ortaya çıkarmaktır. Çoğu kez faşizmin temel nedenleri olarak kabul edilen ve onun vazgeçilmez koşulu sayılan bazı etkenler, örneğin faşizmin kurulması döneminde Almanya ve İtalya’yı saran iktisadi bunalımlar, bu iki ülkenin ulusal özellikleri, Birinci Dünya Savaşı’nın bıraktığı izler vb…, faşizmin en önemli nedenlerini oluşturmazlar. Bu etkenler, ancak emperyalist aşamaya bağlı-olarak, bu aşamanın muhtemel konjonktürlerinden birinin öğeleri olarak önem kazanırlar. Şu halde emperyalizm sorunu üzerinde durmak gerekiyor: burada konunun derinlemesine tartışılmayacağı ortadadır.

Fakat öyle görünüyor ki, bu konuda varolan bazı düşüncelerin düzeltilmesi gerekiyor. Bu ise ancak emperyalist aşamanın bu bunalımından, yani faşizmden hareket etmekle yapılabilir. Sorunun düğüm noktası şöyle gözükmektedir: kapitalist sürecin bütününün aşaması olarak ele alınan emperyalizm, yalnız iktisadi bir olgu değildir; yani, yalnız iktisadî alanda olup biteni 14 FAġĠZMLER DÖNEMĠ SORUNU EMPERYALĠZM VE FAġĠZM 15 belirlediği ve yalnız bu alanda tesbit edilebilecek bir olgu değildir. Oysa, III. Enternasyonal, çok çabuk ve açıkça «ekonomist» bir emperyalizm görüşünden etkilenmiştir. Bu tutum, Lenin’in emperyalizm konusundaki tezlerinin, ö/ellikle Emperyalizm, kapitalizmin en yüksek aşaması adlı eserinin III. Enternasyonal’in ekonomizminin yön verdiği özel bir biçimde yorumlanmasında açıkça kendini göstermektedir. Böylece, daha ileride geliştireceğimiz bir tezi şimdi söyleyelim: ekonomizm, II. Enternasyonal’in içindeki akımların birleştiği nokta olarak gözüküyor. Bildiğimiz gibi, Lenin’in hücumları, II. Enternasyonal’in bu yönü üzerinde yoğunlaşır. Bu kez, III. Enternasyonal’de görünen ise, oldukça kısa süren, fakat II. Enternasyonalle aradaki farkı pekiştiren leninist kesintiden sonra, ekonomizmin yeniden kuruluşunu maskelemeye yönelik bazı örgütsel biçimler ve belli bir dilin varlığına rağmen, giderek ekonomizmin yeni biçimlerde yeniden kurulmaya başlanmasıdır. Bu «ekonomizm» doğal sonucunu, kitle çizgisinin kaybolmasını da birlikte getirir ve proleter enternasyonalizminin giderek terkedilmesiyle birleşir: ayrıca, bunlar yalnız Komintern’in izlediği genel çizgiyi değil, fakat aynı zamanda bolşevik partisinin ve bu partinin yönetiminin SSCB’de izlediği çizgiye de damgasını vuran karakteristiklerdir.

Burada, daha ileri gitmeden, bir açıklama yapmak gerekir. Bu çizgi gökten inmez. Gerek Komintern çizgisinin, gerekse SSCB’de izlenen çizginin yöneticilerin kafasından çıkmış teorik-pratik «sapmalara» veya basit «hatalara» bağlı olduğuna inanmak tamamen idealist bir görüş olur: böyle bir düşünce, dünya proletaryasının geleceğini belirlemiş gerçek bir siyasal çizgiye, bütünüyle öznelci (subjektivist) bir konum yakıştırmak olacaktır. Bu çizgi, bolşevik partisinin ve Komintern’in öbür kesimlerinin basit örgütsel «yozlaşmasına» da bağlı değildir. Gerçekte, bu çizginin kökü, burjuvazi ile prolaterya arasındaki sınıf mücadelesinde, yani SSCB içinde, geçiş evresi süresince «iki yol» arasında varolan mücadelededir. Bununla birlikte, konuya hemen girişte, bu düşünceler kasten açıklanmıyor: bu düşünceler, Komintern’le SSCB arasındaki ilişkilerin doğru gibi gözüken analiziyle ilgilidir. Aslında, bolşevik partisi içinde fraksiyonlar ve değişik eğilimler arasındaki mücadele, bu partinin SSCB içinde uyguladığı siyaset, SSCB’nin dış politikası, dolayısıyla SSCB’de burjuvaziyle proletarya arasındaki mücadele, Komintern’in genel siyasal çizgisini ve bu çizginin dönüm noktalarını belirlcmişse de, bu belirleme, bütün bir tarih geleneğinin inandırmak istediğinin tersine, dolaysız ve ani biçimde olmamıştır-. Ekonomizm, kitle çizgisinin eksikliği ve enternasyonalizmin giderek terkedilmesi, SSCB’de proletarya ve burjuvazi arasındaki mücadelenin etkileri, SSCB veya «SSCB’de olup bitenlerin» Ko mintern ‘in ve yerel komünist partilerinin siyasetini belirleyebilmesi için gerekli bağlantılardır. Bu, ayrıca, proletarya ve burjuva/inin SSCB içindeki somut mücadelelerine, bu genel çizginin kendine özgü ve belirleyici etkilerinin sonucudur. Bundan başka, bu çizgiye belli «yanlışlar» eklenir: bu yanlışların da, birikip yığılmaları nedeniyle gerek SSCB’de burjuvazi ve proletarya arasındaki mücadele üzerinde, gerekse, bizi burada ilgilendiren, Komintern’in siyaseti üzerinde kendine özgü etkileri olmuştur. Tekrar Lenin’in eserine dönelim: bu eserin, emperyalizmin iktisadi yönlerini incelemekle kendini sınırladığı gerçektir; fakat Lenin’in kendisi, bu esere en son yazdığı önsözde, bu yetersizliği açıkça belirterek, bu temel ayrıntı üzerinde ısrarla durmaktadır: «Bu broşür çarlık sansürü gözönüne alınarak yazılmıştır. Ayrıca, çalışmamı bütünüyle teorik, özellikle iktisadi bir analizle sıkı sıkıya sınırlamakla kalmayıp, ayrıca, gerekli bazı siyasal gözlemleri, ancak çok büyük bir ihtiyatla, bu allahın belâsı Ezop lisanı ile, ima yoluyla ifade etmek zorundayım. (…) Kırpılan bu bölümleri (…) şimdi tekrar okumak çok üzücü».1 Fakat III. Enternasyonal’in bu eseri belli bir biçimde kullanmış olması raslantı değildir: Nasıl II.

Enternasyonal, Marx’m Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı’ya «önsöz» ve Engels’in Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm’i gibi gerçekten ekonomizme çalan —bir gün bunların nedenlerini de incelemek gerekecektir— eserlerini baştacı etmiş, birer dua kitabı haline getirmişse, III. Enternasyonal’in de Lenin’in eserini kullanması kendi özel ekono-mizmine bağlıdır. Oysa, Lenin’in broşürü ve aslında eserlerinin bütünü açık bir şekilde, emperyalizmi asla basit bir iktisadi olguya indirgemeyen bir emperyalizm teorisi kapsar. Faşizm ancak bu teoriye başvurarak anlaşılabilir. Kapitalist sürecin bütünün evresi olarak ele alınan emperyalizm, gerçekte, tekelci sermaye yoğunlaşması, banka sermayesi ve sanayi sermayesinin malî sermaye içinde birleşip kaynaşması, sermaye ihracı, yalnız «iktisadi» nedenlerle sömürgeler aranması 1 Oeuvres completes, c. XXII, s. 203. 16 FAġĠZMLER DÖNEMĠ SORUNU v.b. gibi yalnız iktisadi alanda ortaya çıkan değişimlerle sınırlanmaz. Aslında, bu «iktisadi» veriler, kapitalist sistemin bütününün tekrar düzenlenmesinin ve bunun sonucunda, ideoloji ve siyasanın derin değişmelerini belirlerler. Bu değişmeler, hem her ulusal toplumsal formasyonu ve hem de uluslararası planda toplumsal ilişkileri, bundan başka, bu iki kesim arasındaki, ve özellikle emperyalizmi niteleyen özel ilişkileri aynı zamanda etkiler. Birinci kesim için, sürecin temel görünümü tekelci kapitalizmde ortaya çıkmaktadır. Burada belirleyici önemde bir olgu ile karşılaşır: sözkonusu olan, kapitalist Devlet’in yeni işlevidir. Bu işlev, hem kapitalist Devlet’in yeni görevleri ve müdahalesinin genişlemesi, hem de etkinliğinin göstergesi ile ilgili olarak, bu evrenin iktisadi değişmelerinin kapitalist Devlet’e verdiği bir işlevdir.

Yeni bir «Tekelci Devlet kapitalizmi» evresini tanımlamak için, çoğu kez güncel olarak kurulmasına çalışılan bu işlev, aslında bütünüyle emperyalist evreye özgü bir işlevden ibarettir. Daha açık olalım: Devlet’in bu işlevlerindeki ve Devlet’in etkinlik derecesindeki belirgin kesinti asla kesin bir biçimde, bir aşama oluşturarak, «klasik emperyalizm» ve «tekelci Devlet kapitalizmi»ni birbirinden ayırmaz. Fakat asıl, emperyalist aşamayı önemperyalist aşamadan ayırır. Şüphesiz, önemli değişimler işe karışmaktadır: fakat bu, sadece emperyalist aşamanın kendisinin dönemlere ayrılmasından başka bir şey değildir. Devlet’in önemli bir iktisadi işlev üstlenmediği bir kapitalizm aşamasının hiçbir zaman olmadığı doğrudur. «Liberal Devlet», rekabetçi kapitalizmin basit jandarma Devlet’i bir masal olarak kalmıştır. Bununla birlikte, emperyalist aşamada Devlet’in yeni bir işlevi ortaya çıkar. Bu işlev, daha önceki biçimlere kıyasla, kapitalist Devlet’in siyasal biçimlerde derin değişmeler yaratması nedeniyle müdahaleci Devlet adım almaktadır Lenin de, bu yolda, yukarıda sözü edilen broşürün rantiye Devlet’le ilgili bölümlerinde ve Devlet kapitalizmi analizlerinde, sadece Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın ve 1917 devriminden sonra SSCB’ nin tarihî konjonktürlerinin analizinin çok ötesine geçen yönlendirici pek çok bilgi bırakmıştır. Gerçekten de, faşizm olgusu, ancak Devlet’in işlevinin geçirdiği bu değişikliği belirleyen bir aşama içine yerleştirildiği ölçüde kavranabilir. Faşizm konusunu ele alan Marksist yazarların büyük çoğunluğu haklı olarak bu anahtar sorunu belirtmişlerdir. Emperyalist aşamada, Devlet’in bu işlevi, faşizmler duruEMPERYALĠZM VE FAġĠZM 17 munda, bir aşamadan öbürüne geçiş evresinde Devlet’in oynadığı özel işlevle birleşir. Bir toplumsal formasyonda, bir üretim tarzından başka bir üretim tarzına geçişte Devlet’in işlevi daha önce, başka yerde açıklandı.2 Burada, Devlet’in aynı üretim tarzı içinde bir aşamadan öbürüne geçişte de belirleyici bir işlev üstlendiğini eklemek gerekir. Almanya’da ve İtalya’da faşizm durumunda, Devlet’in belirleyici işlevi, yalnızca emperyalist aşamadaki yeni işlevi ile değil, fakat aynı zamanda bu iki ülkenin tekelci kapitalizmin egemenliğine geçişlerinde yüklendiği temel işlevi ile de ortaya çıkar,

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir