Nikolay Vasilyevic Gogol – Hatıra Defteri

Ukraynalı aydınlar sınıfından küçük bir aileye mensup Rus yazarlarındandır. Babası, ondaki tiyatro merakını keĢfedip yazar olması için teĢvik etmiĢtir. Yüksek tahsil yapmak üzere, binbir ümitle Petersburg’a gitti. Umduğunu bulamadı ve küçük bir memur olarak göreve baĢladı. Arkasından, bir kız mektebinde tarih öğretmenliği yaptı. Bu arada ilk kitabını yazdı. Ukrayna’nın zengin folklorundan faydalanarak kaleme aldığı “Masalllar” hemen ilgi gördü. (1831) Arkasından -bütün maddi sıkıntılara rağmen-TaraĢ Bulba ve Mirgorot hikâyelerini yazdı. Üslubundaki alaycı ve trajik dil edebiyatçıların dikkatini çekti. YaĢadığı dönemin sefaletini ve buna sebep olan yönetim zaafını karikatü-rize etmesi sansür kurulunu kızdırdı. RüĢvetçilik suçuyla Roma’ya sürüldü. (1836) Nevski Bulvarı, Bir Delinin Hatıra Defteri, Portre, Burun, Palto, MüfettiĢ gibi hikâyelerinde, insanların fakirlik, sefalet ve baskı yüzünden nasıl Ģahsiyetlerini yitirdiğini ve delilik sınırına kaydığını alaylı bir dille gösterdi. Ölü Canlar’m ve MüfettiĢin kopardığı fırtına Gogol’ü tekrar Rusya dıĢına attı. Dostları bile onun aĢırı ve kırıcı bir dil kullandığını söyleyince bunalıma düĢtü. Bir halı kafilesi ile Kudüs’e gitti.


Yaptığı hataları telafi etmek için fanatik bir din adamına danıĢtı; ona bütün düĢüncelerini açtı. Aldığı tavsiye üzerine Ölü Canlar’a özür niteliğinde bir ilâve yaptı. Bu aĢırı gelenekçi papazın Gogol’a empoze etmeye çalıĢtığı fikirler hiç de onun yaratılıĢına uygun değildi. Gogol tekrar bunalıma düĢtü. Yazdığı yeni hikâyelerin müsveddelerini bir gece yaktı. Son günleri acılar içinde geçti. Bütün dostları kendisinden yüz çevirdi. Gogol, insanlardan kaçıp intivaya çekildi. Devamlı aç kalmaktan bitkin düĢmüĢ bir halde, 43 yaĢında iken, 1852 yılının ġubat ayında öldü. Elinizdeki kitap hakkında : Bir Delinin Hatıra Defteri adlı bu kitap, 3 ayrı hikâyeden oluĢmaktadır. Birinci hikâye, kitaba adını veriyor aynı zamanda. ikinci hikâye, Palto. Yayınlandığı dönemde büyük yankı yapan bir hikâye. Aynı zamanda tiyatro olarak dünyanın pekçok ülkesinde ilgiyle izlendi. Üçüncü hikâyenin ismi de Burun.

ġimdi sizleri, beğeneceğinizi umduğumuz Gogol’ün birbirinden güzel hikayeleriyle baĢbaĢa bırakıyoruz. 3 Ekim Sabah uyandığımda içimi bir korku sardı. Hizmetçim Mavra ayakkabılarımı getirince saati sordum. Onu birkaç dakika geçtiğini söyleyince korkumun sebebi anlaĢıldı. Yine daireye geç kalmıĢtım. Eğer Ģu pinti muhasebecimizi yakalayıp birkaç kuruĢ avans koparma ümidim olmasa, bugün daireye gitmeyecektim. ġube müdürümüzün suratını asıp beni nasıl azarlayacağı belliydi. Zaten birkaç gündür dırla-nıp duruyordu: “Bıktım senin Ģu dağınıklığından! Sen adam olmazsın azizim… Dairede aptalca dolaĢıp, evrakı birbirine karıĢtırıyorsun. Tarihleri yanlıĢ atıyorsun, noktadan sonra küçük harfle baĢlıyorsun. Ġlkokul çocuğu bile senden güzel yazar.” ġu bizim müdür kadar kendini beğenmiĢ adam zor bulunur. Uğursuz, leylek bacaklı, kısa kollu, tip bir herif. Beni kıskandığı kesin… Tatmin olmak için odasına çağırır, bütün kalemlerini açtırır. Haydi müdür ne ise… Ya Ģu muhasebeci domuzu! Adam sanki basit bir daire muhasebecisi değil de hazine müdürü… Çalımından geçilmez. Bir memurun anası bile ölse, maaĢını peĢin alamaz.

Yalvar yakar, önünde diz çök, çatla, patla; kılı bile kıpırdamaz kâfirin… Karısından dayak yediğini sanki bilmeyen var. Adam, devlet kasasından maaĢ verirken bile eli titrer; sanki cebinden veriyor… Ben hariç, bizim dairenin bütün memurları torpillidir. Her birinin sırtını dayadığı soylu bir dayısı vardır. MaaĢları az, havaları çoktur. Hepsi de kibarlık budalasıdır. “Efendim-“den, “lütfen”den geçilmez, etraf pırıl pırıldır. BaĢkenttekiler bile böyle temizlik görmemiĢlerdir. Masalarımız maundan, sandelyelerimiz cilâlı ağaçtandır. Amirlerimiz bizimle “siz” diye konuĢur. Zaten bu aristokratik hava olmasa, çoktan istifamı basar giderdim. Havı dökülmüĢ ve eskimeye yüz tutmuĢ paltomu giyip dıĢarı çıktım. Sağanak halinde yağmur yağıyor. ġemsiyemi açtım, dükkânların kepenklerini kaldıran küçük esnaflara selâm vere vere ilerledim. Hızlı hızlı temizlik iĢine giden gündelikçi kardılardan baĢka sokakta kimseler yok. Ġleride birkaç hademeye rastladım.

Yol kavĢağında, efendi kılıklı bir memura gözüm iliĢti. “O da benim gibi daireye geç kalmıĢ…” diye mırıldandım. Sonra birden vaziyeti çaktım: “Yo birader! dedim, seninki daireye gitmek değil. ġu önde giden diĢiye yetiĢmeye çalıĢıyorsun.” Ne namussuz, ne zamparadır Ģu bizim memur takımı! Subaylardan aĢağı kalmazlar. Sokakta gördükleri her süslü kadının peĢine düĢerler. Böyle düĢünerek yürürken, bir mağazanın kapısında duran arabaya gözüm iliĢti. Arabayı hemen tanıdım. “Bizim Genel Müdür’ün gündüz burada ne iĢi var?” diye merak ettim. Arabanın kapısı açıldı; etek hıĢırtılarının ardından müdürün kızı göründü. Derhal köĢye saklandım. UĢak yerlere kadar eği^rek temenna durdu. Küçük afet, gerdan kırarak sağa sola baktı. KaĢ-göz oynattı ve değnek yutmuĢ gibi dim dik yürüyerek mağazanın kapısından girdi. Durduğum yerde bütün yağlarım eridi.

Yakası yağ bağlamıĢ eski paltoma sarılıp bekledim. Dengi olmadığımı bile bile bu kıza tutkundum. Kızın küçük finosu, hanımı gibi hava atıp çalım satayım derken hızla açılıp kana kapıdan içeri girmeye fırsat bulamadı; dıĢarıda kaldı. Buna uĢak sebep olmuĢ gibi, adamcağıza havlayıpkendi diliyle onu bir güzel azarladı. Ben, hanımına tanıdığım kadar bu hoĢhoĢu da tanırım. Adı “Meci”dir. Paltoma sarınmıĢ, kararsızlık içinde beklerken incecik bir sesin; — Merhaba Meçi! dediğini duydum. KonuĢanı görmek için merakla etrafa baktım. Yan yana yürüyen iki bayan gördüm. Biri genç diğeri yaĢlıca idi. Yanımdan geçerken aynı ince ses: —Ayıp değil mi, Meçi? dedi. Vay canına! Ne iĢ bu? Gözlerime inanamıyorum… Bizim Meçi, iki bayanın arkasından giden diĢi hoĢhoĢa yanaĢmıĢ kur yapıyor. Duyduğum ses de bu hoĢhoĢa ait… “SarhoĢ muyum neyim?” dedim kendi kendime; ama içki kim ben kim! Meçi cevap veriyor: — Haksızlık etme, Fidel! Bana daha nazik davranmalısın, hav hav… iki gündür hastayım, hav hav… — Ah, özür dilerim, Meçi! Bu duyduğuma çok üzüldüm, hav, hav… iki fino gerçekten insan diliyle mi konuĢuyorlardı; yoksa ben mi köpekçiği anlamaya baĢlamıĢtım? Vay canına, hav hav! Okuduklarımı hatırlayınca ĢaĢkınlığım geçti. ġu sıralarda, dünyada buna benzer olaylar gerçekleĢiyor ki. Yazdıklarına • 7 göre ingiltere’de bir balık suyun yüzüne fırlayıp iki kelime bağırmıĢ.

Bir gün iki ineğin bir mağazaya girip bir kutu Ģekr istediklerini okudum. Haydi bütün bunlar mümkün diyelim… Ya Ģuna ne dersiniz (Meçi devam ediyor): — Sana mektup da yazmıĢtım; ama bizim Ponkal tenbel-lik edip getirmemiĢ galiba… Her Ģey mümkündür, fakat köpeklerin yazı yazabildiğini hiç duymamıĢtım. Ağzım bir karıĢ açık kaldı… Yazı yazmayı insanlar bile doğru dürüst beceremezken, hayvanlar bu iĢi acaba hangi okulda öğrenmiĢler?. Ancak soylu kiĢiler imlaya uygun yazabilir. Gerçi son zamanlrada esnaftan yazı yazanların sayısı bir hayli arttı. Hatta derebey-lerimizin kölelerinden bazıları da yazmayı öğrenmiĢ. Tuh be! Memur takımının itibarı artık ayağa düĢtü demekir. ġu “Fidel” denen hoĢ hoĢ yosmayı takip etmeye karar verdim. Bakalım nerede oturuyor? Bu iĢin aslı nedir, öğrenmem gerek. ġemsiyemi açtım, iki bayanın peĢine takıldım. Grohovaya sokağından MeĢcanskaya’ya saptılar; oradan Stolyarna’ya döndüler. Sonunda KukuĢkin köprüsünün karĢı yamacına geçip büyük bir binanın önünde durdular. Bu evi bilmeyen yoktur. MeĢhur “Zeverkov’un Evi”. Ev değil, geldi geçti hanı gibi bir yer.

Kimler yok ki: Gündelikçi kadınlar, emekli subaylar, taĢradan gelmiĢ on dördüncü dereceden memurlar, dul ihtiyarlar… Balık isfihi gibi odalara sıkıĢmıĢ otururlar. Trampet çalan bir arkadaĢım da burada oturur… Ġki bayan hoĢhoĢla birlikte beĢinci kata çıktılar. “Eh, bu seferlik bu kadarlık ilgi yeter; boĢ bir zamanımda gelir devamını öğrenirim.” diye düĢündüm ve geri döndüm. 4 Ekim , Bugün çarĢamba. Genel müdürün odasında çalıĢıyorum. Bütün kalemlerini yontmak için erken geldim. Bizim müdür çok okuyan bir soylu; odası kitapla dolu… Merak edip bazılarının adını okudum, hepsi de yüksek ilimlerden bahseden eserler, bizim gibi ayın sonunu zor getiren ufak memur takımının anlayamayacağı dilden kitaplar… Fransızca, Almanca ve Ġngilizce olanları da var. Vay anasını, Ģu iĢe bak! Biz Rus-çayı zor okurken, genel müdür hazretleri Fransızca, Almanca, ingilizce kitaplar okuyor… Zaten hazretin yüzüne bakmak yeter; haĢmet akıyor!. Ağzından bir tek boĢ laf çıkmaz. Evrak getirdiğim zaman bazan lütfedip hatırımı sorar. “Sağlığınıza duacıyız ekselans!” derim. Ne de olsa devlet adamı… Bize benzememesi normal… Ama beni sevdiğini biliyorum. Çünkü, ekselansları sadece değer verdiği ve sevdiği memurların hatırını sorar… Etrafa çeki düzen verdikten sonra, sehpanın üzerindeki “Arı Mecmuası”na bir göz attım. ġu Fransız milleti de ne ahmak! Nedir istedikleri? Arıların dilini öğrenip daha çok bal elde etmenin yollarını arıyorlarmıĢ… Vallahi elimde yetki olsa, hepsini meydana toplar sopadan geçiririm… Hah, yazı dediğin böyle olur iĢte! ġu Kursklu derebeyinin makalesi ne güzel… Bir ara saatin on ikiyi vurduğunu duydum.

Vakit ne çabuk geçmiĢ… Bir makale daha okumaya niyetlendiğim sırada kapı vuruldu. Genel müdürün geldiğini zannederek ceketimin düğmelerini ilikledim, esas duruĢta bekledim, öyle bir Ģey oldu ki, hiçbir yazarın bunu anlatmaya gücü yetmez. Gelen müdür değildi; O’ydu! O, yani müdürün kızı… Alla-hım! Ey azizler! Bana güç verin! Bayılmadan kendimden geçmeden ono cevap verebileyim. Üstündeki beyaz elbise ile tıpkı bir kuğuya benziyordu. Hayır, ne kuğusu! GüneĢe, evet güneĢe benziyordu. Selam verdi ve gülümsedi. Bana gülümsedi… — Babam yok mu? diye sordu. Eğer gözlerim kamaĢıp baĢım dönmeseydi, diyecektim ki: — Hanımefendi, sevgili prenses… Kulunuz köleniz olayım, azizem… Diyemedim. Tutulması dilimin, bir türlü çözülmedi. Sadece: — Hayır efendim, henüz teĢrif etmediler… Diyebildim. O da önce bana sonra raftaki kitaplara bakıp gülümsedi. Bu arada elindeki mendili düĢürdü. Fırlayıp yerden mendili aldım. Aksilikler hep beni bulur; az kalsı cilalı parkede kayıp düĢecektim. Utançtan kızarmıĢ bir suratla, gülümsemeye çalıĢarak, mendili takdim ettim.

Nasıl anlatsam o mendili bilmem: Beyaz, kar gibi, ince pakistadan… Generallere yakıĢır, mini mini, miski amber kokan, kenarları iĢlemmiĢ, asil bir mendil. TeĢekkür etti ve inci gibi diĢleriyle gülümsedi. Eteklerini hıĢırdatarak odadan çıktı. Bir saat sonra ekselansın uĢağı geldi: — Eve gidebilirsiniz Aksenti Ivanoviç, dedi; general bir toplantıya gittiler.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir