Nina Castro – Ara Beni!

Sabahtan beri saatleri hatta dakikaları saymakta olan Fabiola, mesaisinin bitmesine on beş dakika kala masasını temizleyip çevresine bakındı. Aslında bugün fazladan üç saat çalışması gerekiyordu çünkü iş arkadaşı, aynı zamanda da yakın arkadaşı olan John bugün izinliydi. Tüm işler kendisine kalmış, müdürleri Sam’in huysuz halleri ise hiç yardımcı olmamıştı. Ayrıca genç kızın çok yakında düğünü vardı ve düğün telaşına iyice kapılmadan önce yapılması gereken bir sürü şey vardı. İşi her ne kadar kulağa basit bir sekreterlik gibi gelse de aslında o bir muhasebeciydi. Bölümünü üstün bir başarıyla bitirdiği söylenemezdi ama işinde gerçekten iyiydi ve çalışmayı seven türde insanlardandı. Çalıştığı şirket, Amerika merkezli Stone&Stone Holding’in yan kuruluşlarından biri olan Stone Kırtasiye&Ofis Malzemeleri Şirketiydi. Kulağa sıkıcı bir iş gibi gelse de aslında çalışma ortamı aşırı derecede eğlenceliydi. Sabah işe gelmeden önce o gün fazladan çalışmaya kendi kendine karar vermişti. Çünkü John’un izinli olduğunu biliyordu ve yaşlı patronu Sam’i bir başına bırakıp gitmeye gönlü razı gelmemiş, kendisinin yokluğunda onu evraklarla boğuşma derdiyle baş başa bırakmak istememişti. Ama Sam, onun bu davranışını takdir ettiğini söylese de bu kadar çok çalışmak yerine yaklaşan düğünüyle ilgilenmesi gerektiğinde ısrar ederek erken çıkmasını söylemişti. Bunun için minnettardı. Çünkü yapması gerekenleri düşünmek bile yeterince stresliydi ve işine pek konsantre olduğu söylenemezdi. Çıkmak için sabırsız-lansa da, unuttuğu bir şey olup olmadığını kontrol etmek için etrafı iyice kolaçan etti. Olmadığını görünce muhasebe departmanındaki diğer arkadaşlarına el sallayarak çıkıp şirketin park yerinin yolunu tuttu.


Oldukça eski ve Tanrı şahittir ki fazlasıyla bakım isteyen küçük arabasını, yine küçük olan dairesinin bulunduğu binanın önüne park ettiğinde etrafına mutlu bir bakış attı. Oturduğu mahalle kendisi gibi sıradan insanlarm yaşadığı fakir olmasa da buna çok yakın bir yerdi. Burada yaşayanların çoğu tıpkı kendisinin de olması gerektiği gibi işlerinde olduklarından, çevre oldukça sakindi. Zaten her zaman böyleydi. Tek bir çocuk sesi, köpek havlaması ya da insanı neşelendirecek bir şey yoktu. Dairesinin kirasını ayın sonuna kadar ödemişti ama burada o kadar kalamayacak, sevgili kocasının kocaman evinin keyfini sürecekti. Tabi öncesinde müstakbel kocası Nick ile birlikte güneşli Yunan adalarmda epey pahalı bir tatilin -ve elbette birbirlerinin- keyfini süreceklerdi. Eve girince çevresine karamsar bir bakış attı. Ortalık fena karışmıştı ve bu dağınıklığı toplayacak, kendisinden başka kimse yoktu. Ne annesi ne de babası hayatta olduğundan, düğün telaşında yanmda olabilen tek kişi ablası Barbara’ydı. Ancak onun da ilgilenmesi gereken bir ailesi vardı ve onu ne zaman görse nefes almaya bile güçlükle vakit bulabiliyormuş gibi görünürdü. Elbette yanmda olduğu için minnettardı ancak kendisinin ilgilenemediği şeylerle ilgilenmesi için Tanrının ona bir kaç melek göndermesini istemiyor değildi. Evin haline üzülmekten başka yapabileceği bir şey olmadığından, eşyalarını Nick’in evine taşımak için hemen hazırlanmaya başladı. Kıyafetlerini doldurduğu bavullarıyla ufak tefek bazı eşyalarını tepiştirdiği kolileri taşımak işkence gibiydi. Aslında bu konuda kendi inadından başka suçlayabileceği kimse yoktu.

Nick ona yardım etmeyi teklif etmişti ancak kendisi buna izin vermemişti. Zavallı Nick aile şirketinde o kadar çok çalışıyordu ki, ona birde bu sorumluluğu yüklemeye gönlü razı gelmemişti. Taşıma işini bitirdikten sonra terden bunalmış bir şekilde arabasına atlayıp yola koyuldu. Nick şu anda işte olmalıydı. Güzel bir akşam yemeği hazırlayıp ona sürpriz yapma fikri akima geldiğinde mutlulukla gülümsedi. Her ne kadar Nick onun yemeklerini pek beğenmese de bunu o kadar dert etmiyordu. Onun çabasını takdir edeceğinden emindi. Trafik ışıklarında durmak zorunda kaldığı her seferinde sabırsızlıkla direksiyonu sıksa da, nişanlısının dairesinin bulunduğu binayı görünce gülümsedi. Arabasmı park edip, kapıyı açarken zorlanmamak için öncelikle el çantalarını taşımaya karar verdi ve bunları arabanın bagajından aldı. Aslında burası kendi zavallı binası gibi değildi. Yani eşyaları taşımak için asansörü kullanabilirdi. Ancak kocaman bavulları taşırken bir aptal gibi görünmek istemiyordu. Çantaları Nick’in dairesinin kapı önüne bıraktıktan sonra, çantasından anahtarları çıkardı. Taşıma işi bittikten sonra yapacağı yemeği gördüğünde nişanlısının nasıl şaşıracağını düşünerek kıkırdadı. Elbiselerini de elbette ki Nick’in gardırobuna, onun giysilerinin yanına asacaktı.

Ama asıl olay yeni aldığı seksi çamaşırları yatağının üzerinde gördüğünde yaşayacağı şaşkınlıktı. Genç kız utangaç sevgilisinin kızarıp kızarmayacağını merak ederek şeytanca gülümsedi. Zira Nick konu cinselliğe geldiği her seferinde utangaçlaşıyor, kulaklarına kadar kızarıyordu. Onun yanında pek deneyimi olmayan Fabiola bile feleğin çemberinden geçmiş bir kadın gibi kalıyordu. Ancak bu genç adamı kesinlikle çok çekici bir hale getiriyordu. Sonunda içeri girmeyi başarınca, yere bıraktığı çantaları içeri çekti. Bu sırada telefonuna mesaj gelmiş, genç kız dalgınca bu mesajı okurken mutfağın yolunu tutmuştu. Şuan ihtiyacı olan ilk şey bir bardak suydu. Suyunu içtikten sonra kafasında bir hareket planı hazırlayarak çantaları yeniden eline aldı. Nişanlısının ve elbette çok yakında kendisinin de olacak yatak odasına doğru yürüdü. Bir plan yaptığı için işlerini daha hızlı bitireceğini bilmenin verdiği rahatlamayla yatak odasının kapısını açarken, mutlu bir tavırla gülümsüyordu. Ancak daha odanm içine girememişken, bir hareket sezinleyerek küçük bir ses çıkardı. Sesi çok dikkat çekecek kadar yüksek olmadığı için şükrederek, hızla kendisinin kapıdan uzaklaştırıp duvara dayandı. Nick’in evinde bir hızsız vardı. Elbette Fabiola içeriye herhangi birini görebilecek kadar uzun süre bakamamıştı.

Ancak bundan son derece emindi. Nick şu sırada iş yerinde çalışıyordu ve evde ondan başka hiç kimse kalmıyordu. Elindeki telefonu hatırlayarak ne yaptığını bilmeden Nick’i aradı. Aslmda önce polisi arayıp ihbarda bulunması sonra da hemen evden ayrılması gerekirdi ama içgüdüsel olarak tehlike anında Nick’i aramıştı. Nick’in telefonunun tanıdık melodisinin sesini neden sonra fark edebildi. Telefon evin içinde bir yerlerde çalıyordu. Bir süre anlayamayarak kaşları çatık bir şekilde bu melodiyi dinledi. Neler oluyordu? Nişanlısının telefonu neden evin içinde çalıyordu? Yoksa Nick evde miydi? Ama işte olması gerekirdi… Hem evdeyse, kapıyla o kadar boğuşmuş, mutfağa gidip gelmişti. İçeride olduğuna dair bir belirti göstermez miydi? Ve birden kafasına dank etti. Yatak odasındaki hareketlenme, çaldığı halde açılmayan telefon… Hayır, hayır, hayır… Fabiola telefonunu usulca kulağından çekerken eğilip yere bıraktığı çantayı aldı. Ve yine usulca Nick’in, sevgili nişanlısının, bir hafta sonra evleneceği adinin odasına girdi. Kalbinin hayır diyerek reddettiği şeye gözleriyle tanıklık etti. Hırsızın yaptığmı sandığı hareket, yataktan geliyordu. Cinsellikten söz açılınca utanıp sıkılan masum nişanlısı, kendini kaybetmiş bir şekilde zevkle hareket ediyordu. Genç kız geçirdiği şokla bir milim bile kıpırdamadan arkası kendisine dönük olan nişanlısının çıplak kalçalarına baktı bir süre.

Ancak Nick pozisyon değiştirip de birlikte olduğu kişinin kaslı sırtı ve kısa saçları açığa çıkınca kendisine hakim olamadan bir çığlık attı. Bir erkek! “Fabiola?” Fabiola o an kimin daha çok şaşırdığından emin değildi. Kendisinin mi, Nick’in mi yoksa nişanlısının becerdiği, onun sesini duyduğu an yastıklardan birini alarak yüzünü saklayan herifin mi… Emin olduğu tek şey beyninde şimşeklerin çaktığıydı. Yaşadığı ihanetin boyutu bambaşkaydı. Öfkeden kuduracakmış gibi hissederken elindeki çantayı hatırladı. Aslında bu kadar aşağılanmış, öfkelenmiş ve küçük düşürülmüş hissetmeseydi çırılçıplak iki adamın kendisinden kaçarken sergiledikleri komik görüntülere gülebilirdi Fabiola. Ancak durum gülemeyeceği kadar acıydı. Ağır çantayı var gücüyle savururken daha önce bildiğinden bile haberinin olmadığı küfürler ediyor, çığlık atıyordu. Nick çaresiz bir şekilde kendisini korumak ve genç kızı tutmak için çabalarken diğer adam iki darbeden sonra yastığı yüzünde tutmaya devam ederek kıyafetlerini kapmış ve yangın yerini terk eder gibi kaçmıştı. Nick ve Fabiola’yı böyle bir durumun ortasında baş başa bırakmıştı. Bir süre daha direnen nişanlısı, en sonunda pes etmiş gibiydi. O anda beş adamın kuvvetine sahipmiş gibi görünen ve aynen böyle hisseden Fabiola’yı durduramayacağını anlamıştı. Hızla aralarındaki mesafeyi açarak döndü ve kendini banyoya kapattı. Fabiola onu dışarı çıkarmak için dakikalarca kapıyı yumrukladı ama eline geçen tek şey Nick’in onu sakinleştirmek için dil dökmeleri olmuştu. Tuhaf bir şekilde bu işe yaramıştı.

Kesik kesik soluyan genç kız biraz sakinleşmiş hissedince bu pislik yuvasından bir an önce çıkması gerektiğine karar verdi. Elbette Nick’in çok sevdiği eşyalarıyla biraz vakit geçirdikten sonra… Michael Stone, elindeki viskiye sıkıntıyla baktı. İngiltere’ye geleli daha bir hafta bile olmamıştı. Ancak ömrü boyunca yetecek kadar parti görmüştü. Sevgili arkadaşı George onun Amerika’da yeterince eğlenmediğine kendini inandırmış, bu yüce görevi kendisi üstlenmeye karar vermişti. Üstelik hiçbir şekilde itiraz kabul etmiyordu. Londra’ya yeni işine başlamak için gelmemiş olsa belki bu durumdan hoşlanabilirdi. Ancak buradaki şubeyi yönetmek üzere merkezden gönderilmişti ve yapılacak bir sürü işi vardı. Eskiden olsa umursamazdı. Vücudunu kaplayan dövmelerin de rahatlıkla anlatabileceği gibi, partileri, özellikle de eğlenebileceği kadınları seven bir adamdı. Ama şimdi sadece ertesi gün başlayacağı işi düşünebiliyordu. Ah, bir de kendisini aramadığı için muhtemelen kafasını kıracak olan sevgili kız kardeşini… George’u bulup gideceğini haber verse iyi olacaktı. Burada boş yere durmanın bir anlamı yoktu. Kafasında bu düşünceler dönerken başını kaldırıp etrafa baktı. Tam dans edenleri inceleyeceği sırada gözleri bara takıldı.

Daha doğrusu bardaki kadına… Neden dikkatini çektiğini bilmiyordu aslında. Onu sadece arkadan görebiliyordu ve bu da vücudunun üst kısmını tamamen kaplayan kızıl saçlar demekti. Uzun bacakları vardı ancak etrafta ondan daha uzun bacaklı, mini etekli kızlar vardı. Bu kadın ise basit bir kot pantolon giymiş öylece duruyordu. Sonra kadm bir anda saçlarını savurarak döndü. Yanıp sönen ışıklardan uzakta, barın yumuşak sabit ışığı altında dururken çatık kaşlarıyla etrafına bakındı. Üzerindeki kıyafetler ne kadar sıradansa, kadın da bir o kadar olağanüstüydü. Aradaki mesafe çok fazla olmadığından genç adam onun duru güzellikteki yüzünü ve bir azizi bile farklı düşüncelere kapılmaya sevk edecek dolgun, seksi dudaklarmı görebiliyordu. Bembeyaz teni, kızıl saçlarıyla adeta zıtlıkların bir araya gelmesiyle oluşan görsel şölendi. Fakat adamı asıl etkileyen şey, kadının dönüp kendisine baktığında verdiği tepkiydi. Onu kendisine bakarken yakalaymca gözlerini kısarak başını hafifçe yana eğmiş ve gülümsemişti. Ve bu gülümseme Michael için partiden ayrılma fikrini sadece bir şartla faaliyete geçireceğinin işaretiydi. Bu şart, yanında bu kadının da olmasıydı. “Sen hala oturuyor musun dostum?” diyerek yanma gelen arkadaşı George kadınla araşma girmiş, tüm görüşünü kaplamıştı. “Nasıl parti ama? Söylediğim kadar var değil mi?” “Hayatımda katılma talihsizliğinde bulunduğum en iğrenç parti bu,” dedi Michael zalimce.

“Müzik berbat, servis yavaş ve etrafta dans ettiklerini sananlara bakarsak liseden mezun olanların yaka paça getirildiği bir yer.” “Neden bu kadar aksisin sen?” “Sıkıldım.” “Başka mekâna akalım ister misin? Buradaki kızları bırakmak çok yazık olacak ama olsun. Başka mekânlardan da indiririm nede olsa…” George öyle yakışıklı bir adam değildi. Uzun boylu ya da zengin değildi. Aksine gayet sıradan bir görünüşü vardı. Koyu kahverengi saçları, kahverengi gözleri, dar omuzları vardı. Ama söz konu kadınlar olduğunda tam anlamıyla bambaşka bir adama dönüşüyordu. Konuşması, tavırları, gülümsemesi hatta yürüyüşü bile değişiyor, kendine güvenen, zayıf ve güçlü yanlarını bilen bir insana dönüşüyordu. “Sen keyfine bak,” dedi başını iki yana sallayarak. “Ben artık gidiyorum.” “Ama neden?” “Aradığımı buldum diyelim.” Onun baktığı yeri görmek için dönen George şaşkm bir ıslık çalarak arkadaşma döndü yeniden. Bir yandan da başıyla onaylıyordu. “İşte benim dostum,” dedi keyifle sırıtarak.

“Git al bakalım kaplan!” Genç adam bardağındaki içkinin geri kalanını tek yudumda içerek ayağa kalktı. Yaklaşık bir saattir oturduğundan, bedenini germe ihtiyacı hissetti. Ve bunu yaparken kendisini izleyen kadma baktı. O ise tek kaşını kaldırarak tepki verdi. Kahretsin! Bu çok seksiydi. Ağır adımlarla yürüyerek ona doğru ilerledi. Bu süre zarfında kadın gözlerini ondan kaçırmamış, doğrudan gözlerinin içine bakmıştı. Michael yüzüne bir gülümsemenin yayıldığını hissetti. Uzaktan bakıldığında kahverengi görünse de yaklaştıkça rengini ayırt edebildiği bu ela gözler, kendisine gerekli olan her şeyi vadediyordu. Bu gece çok güzel geçecekti. “Merhaba!” dedi yamuk gülümsemesini devam ettirerek. “Merhaba!” diye karşılık verirken kadın da gülümsüyordu. Gerçekten çok güzeldi. Genç adam zaten daha önceden bu gülümsemeden etkilenmişti. Ancak bu kadar yakından tekrar şahit olmak başka bir şeydi doğrusu.

Hissettikleri fena halde kafa karıştırıcıydı. Evet, cinsellik ön plandaydı ama adını koyamadığı bir şey daha vardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir