Nora Roberts – Ciplak Olum

Karanlıkta uyandı. Penceredeki panjurun aralıklarından giren günün ilk ışıkları, yatağın üzerinde çizgi halinde gölgeler oluşturmuştu. Bir hücrede uyanmaktan farksızdı. Rüya etkisini kaybederken, bir süre hareketsiz, titreyerek yatmaya devam etti. Görevde geçen on yıla rağmen Eve, hâlâ rüya görüyordu. Altı saat önce bir adam öldürmüş ve ölümün adamın gözlerinin içine süzülmesini seyretmişti. Ne ilk kez silah kullanıyordu ne de ilk kez rüya görüyordu. Yaptıklarının sonuçlarına katlanmayı öğrenmişti çoktan. Zihninden bir türlü atamadığı şey, çocuktu. Zamanında yetişip kurtaramadığı, rüyalarında çığlıkları kendi çığlıklarına karışan çocuk. Eve, elleriyle yüzünde biriken teri silerken, bu kadar küçük bir kızda nasıl bu kadar kan olabilir? diye düşündü. Ve yine biliyordu ki bu meseleyi unutması gerekiyordu. Kurallara göre bu sabahı muayene olmakla geçirecekti. Silahıyla birinin ölümüne sebep olan her memur, göreve devam etmeden önce duygusal ve psikiyatrik testlerden geçmek zorundaydı. Eve, bu testleri çok sıkıcı bulurdu.


Daha önce olduğu gibi bu sefer de onların hakkından gelecekti. Kalktığı anda, tepedeki ışıklar otomatik olarak kısık düzeyde yandı ve banyoya giden yolu aydınlattı. Aynadaki görüntüsünden irkildi. Gözleri uykusuzluktan şişmişti, teni de morga gönderdiği cesetler kadar solgundu. Daha fazla düşünmeden esneyerek duşa girdi. “Otuz üç derece, hızlı,” komutuyla aynı anda suyun yüzüne çarpması için hafifçe döndü. Sıcak suyun meydana getirdiği buhar altında sabunlanırken bir yandan da bir gece önceki olayları düşünüyordu. Muayene saat dokuzdan önce başlamazdı. O zamana kadar üç saati vardı, dinlenmeli ve rüyanın etkisinden tamamen kurtulmalıydı. Genelde ufacık şüpheleri ve pişmanlıkları bile hemen fark ediyorlardı. Bunun anlamı, o makineler ve onları kullanan baykuş gözlü teknisyenlerle daha yoğun bir seans yapmak zorunda kalmaktı. Eve’in, yirmi dört saatten fazla sokaklardan ayrı kalmaya hiç niyeti yoktu. Bornozunu giydi, mutfağa yürüdü ve servis robotunu koyu bir kahve ve az kızarmış bir tost için programladı. Pencereden sabah işe gidenleri ve gece vardiyasından dönenleri taşıyan hava trafiğinin gürültüsünü duyabiliyordu. Bu daireyi yıllar önce kendi seçmişti.

Gürültüyü ve kalabalığı seviyordu. Esneyerek, servisi bulunmayan bir yerde çalışan ve şehirde çalışabilecek kadar şanslı olmayan işçileri taşıyan eski model bir airbus’ın geçişini izledi. Ekranına New York Times’ın o günkü baskısını getirdi ve kafein vücudundaki sistemde yerini alırken başlıklara göz attı. Servis robotu tostunu yine yakmıştı, ama aldırmadan yedi. Yerken, kafasından yeni bir robot alması gerektiği düşüncesi geçiyordu. Tele-link çaldığında, kaşlarım çatmış, robot cocker spaniel köpeklerinin toplu katliamı ile ilgili bir makaleyi okuyordu. Eve hemen bağlantıyı kurdu ve Kumandanın görüntüsünün ekrana gelmesini izledi. “Kumandan.” “Teğmen,” dedi Kumandan, sert bir sesle. Yüzünde, Eve’in hâlâ ıslak olan saçlarıyla uykulu gözlerinin farkında olduğunu belirten bir ifade vardı. “Olay var, Yirmi Yedi Batı Broadway, on sekizinci kat. Yetkili sensin.” Eve kaşlarından birini kaldırarak “Bugün muayenede olmam lazım. Dün gece saat 22:35’te birini öldürdüm,” dedi. Kumandan bu cevabı hiç umursamadı.

“Çok yoğunuz,” dedi. “Rozetini ve silahını al ve hemen olay yerine git. Kod 5, Teğmen.” “Evet, efendim.” Kumandanın görüntüsü ekrandan kayboldu. Kod 5, Kumandana doğrudan sorumlu olmak; basınla konuşma yasağı ve diğer departmanlara gelişmelerden bilgi vermemek demekti. Bir başka deyişle tek başınaydı. Serserilerin hiç eksik olmadığı Broadway, her zamanki gibi gürültülü ve kalabalıktı. Cadde, yaya ve gökyüzü trafiği bir felaketti. Hava insan ve araçlardan gelen kokuyla boğucu bir hal almıştı. Görevdeki ilk günlerindeyken burasının, sergilenen oyunları kaçırmak istemeyen turistlerin büyük bir kalabalık oluşturduğu, gözde bir eğlence merkezi olduğu zamanları anımsadı. Bu saatte bile seyyar satıcıların tezgâhlarından dumanlar yükseliyordu. Burada, pirinç eriştesinden soya sosisine kadar, her şeyi bulmak mümkündü. Dumanları tüten bir Glida-Grill satıcısına çarpmamak için direksiyonu kırdığında adamın orta parmağı ile yaptığı işareti görmezden geldi. Eve, elindeki şişeden daha kötü kokan bir sarhoşun hemen yanından geçip aracını park etti ve indi.

Bir süre beton bir yığın üzerinden gökyüzüne doğru keskin bir bıçak gibi yükselen, elli katlı parlak metal binayı seyretti. Daha kapıya varmadan iki uygunsuz teklif almıştı bile. Broadway’deki bu beş blokluk bölümün fahişelerin müşteki bekledikleri bir yer olduğunu bildiğinden, şaşırmadı. Kapıdaki üniformalı polis memuruna rozetini gösterdi. “Teğmen Dallas.” “Evet efendim,” diye cevap verdi görevli memur ve meraklı gözlerden bir an önce kurtulmak için kartını kapıdan geçirdi. Asansöre kadar beraber gittiler. Kapılar kapanırken memur, “On sekizinci kat,” dedi. “Bilgi istiyorum,” dedi Eve ve teybini çalıştırarak bekledi. “Olay mahalline ilk gelen ben değilim, Teğmen. Yukarda ne olmuşsa gizli tutuluyor. Bir yetkili içerde sizi bekliyor. 1803 numarada bir cinayet işlenmiş ve Kod 5 yürürlükte.” “Merkezi kim aradı?” “Bilgim yok, efendim.” Kapılar açıldığında memur asansörde kaldı.

Eve, dar bir koridorda tek başınaydı. Yer yer eskimiş halının üzerinde sessizce 1803 numaraya yaklaşırken güvenlik kameraları onu takip ediyordu. Kapıyı açmadan, rozetini gözetleme deliğine kaldırarak kendini tanıttı ve kapı açılana kadar rozeti orada tuttu. “Dallas.” “Feeney,” dedi Eve gülümseyerek. Tanıdık bir yüz gördüğüne memnun olmuştu. Ryan Feeney eski bir dost ve Elektronik Tanımlama Bölümündeki bir üst düzey görev için caddelerdeki işini bırakmış, eski bir iş ortağı idi. “Demek bu günlerde bilgisayarcıları da göreve gönderiyorlar,” dedi Eve. “En yetkililerini ve en iyisini.” Feeney’in yüzünde alaycı bir ifade vardı; kısa boylu, ufak elli, küt parmaklı, kızıl saçlı, tıknaz, ufak tefek bir adamdı. “Yorgun görünüyorsun.” “Zor bir geceydi.” “Evet, duydum,” dedi Feeney. Her zaman yanında bulundurduğu şekerli fıstıklardan ikram ederken, Eve’in, içerde kendisini neyin beklediği hakkında bir fikri olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Eve rütbesine göre oldukça gençti, otuz yaşında bile değildi, ama iri kahverengi gözlerindeki ifade hiç de toy biri olmadığını gösteriyordu; toy olma şansı hiç olmamıştı.

Bakımı daha kolay olduğu için kısa kestirmeyi tercih ettiği, açık kumral saçları, hafif gamzeli çenesi ve çıkık elmacık kemiklerinin oluşturduğu üçgen şeklindeki yüzüyle çok uyumluydu. Uzun boylu, uzun bacaklıydı ve zayıf görünmesine rağmen, Feeney, onun deri ceketinin altında sert adalelere sahip bir kadın olduğunu biliyordu. Hepsinden önemlisi iyi yürekli ve zekiydi. “Bu çok nazik bir olay, Dallas.” “Onu anladım. Kurban kim?” “Sharon DeBlass, Senatör DeBlass’ın torunu.” Her iki isim de Eve için hiçbir anlam ifade etmiyordu. “Politika benim ilgi alanım değil, Feeney.” “Senatör Virginia’dan, aşırı sağcı olarak biliniyor. Babadan kalma bir serveti var. Torunu birkaç yıl önce solculuğa merak sardı, New York’a taşındı ve lisanslı bir eş oldu.” “Yani bir fahişeydi,” dedi Dallas, apartmanın içine bir göz atarken. Daire modern bir anlayışla, cam ve ince krom malzemeden yapılmış mobilyalarla döşenmişti; duvarlarda imzalı hologramlar asılıydı ve duvarın içine oyulmuş koyu kırmızı renkte bir bar vardı. Barın arkasında, birbiri içine girmiş, donuk pastel renkte şekillerden oluşan bir ekran görülüyordu. Bir bakire kadar derli toplu ve bir orospu kadar soğuk, diye düşündü Eve.

“Yaşamak için seçtiği yere bakınca anlaşılıyor.” “Büyükbabasının politikacı olması işi nazikleştiriyor. Kurban yirmi dört yaşında. Beyaz ve kadın. Yatağında öldürülmüş.” Eve bir kaşını kaldırarak “Şiir gibi desene, orada yaşadı, orada öldü. Nasıl ölmüş.” “O da başka bir sorun. Gel de kendin gör.” Yatak odasına doğru giderken her iki dedektif de ceplerinden küçük birer kutu çıkardılar. Yağ lekelerini ve parmak izlerini örtmek için ellerinin ön ve arkasını spreylediler. Eve kapının önünde ayakkabılarının tabanını da spreyledi. Böylelikle yerdeki, saç, deri gibi küçük parçaların ayakkabılarına yapışmasını engellemiş olacaktı. Eve huzursuzdu. Normal şartlarda ses ve resim kayıtları için Cinayet Masasından iki dedektifin daha orada bulunması gerekiyordu.

Ayrıca laboratuar görevlileri işlerine başlamak için bekliyor olmalıydılar. Bu göreve sadece Feeney ile kendisinin gönderilmiş olması, çok nazik bir iş üzerinde olduklarını gösteriyordu. “Giriş, asansör ve koridordaki güvenlik kameraları,” dedi Eve. “Disketleri etiketledim bile.” Feeney yatak odasının kapısını açtı ve girmesi için Eve’e yol verdi. Görünen manzara hiç de hoş değildi. Eve için -aziz veya günahkâr fark etmez- ölüm her zaman kötü bir sondu. Ama gördüğü şey son derece şaşırtıcıydı ve insanda özel olarak hazırlanmış hissini uyandırıyordu. Yatak büyük, gerçek satenden, koyu şeftali rengi parlak bir çarşafla kaplıydı. Küçük spot lambalar, hareket halindeki yatağın tam ortasında, kanlar içinde yatmakta olan kadının üzerine odaklanmıştı. Yatak, odaya yayılan programlanmış müziğin ritmine uyarak müstehcen bir zarafetle dalganıyordu. Genç kız, karmakarışık olmuş, alev gibi kızıl saçlarının şelalesi içindeki cameo broşlara benzeyen yüzü, tavandaki aynaya dikilmiş cam gibi cansız, zümrüt yeşili gözleri ve yatağın ritmiyle bir kuğu gölü versiyonunu anımsatır gibi hareket eden süt beyaz kalçalarıyla hâlâ güzeldi. Çıplak kadının bacakları artistik bir şekilde değil, yatağın ortasında X harfi meydana getirecek şekilde yerleştirilmişti. Alnında, göğsünde ve bacaklarının arasında birer delik vardı. Her taraf kan gölüne dönmüştü, genç kadının kanı parlak çarşaflara yayılmış, kan lekeleri ve kan birikintileri oluşturmuştu.

Vernikli duvarlar da kan içindeydi. Sanki şeytan ruhlu bir çocuk ölümün resmini yapmaya çalışmıştı. Bu kadar çok kan, sık rastlanan bir şey değildi, ancak Eve bir gece önce de yeteri kadar kan görmüş olduğundan bu manzara karşısında sükûnetini muhafaza edebildi. Derin bir nefes almalı ve artık o küçük çocuğun hayalini kafasından silmeliydi. “Her şeyi kaydettin mi?” “Evet.” “O zaman kapat şu Allah’ın cezası müziği.” Feeney müziği durduran kumanda aletini bulduğunda, Eve rahat bir nefes aldı. Yatak da durmuştu. “Yaralar,” dedi Eve yakından inceleyince, “bıçak yarası olmayacak kadar düzgün, ama lazer için çok geniş.” Birden eskiden seyrettiği sinema ve video filmleri geldi aklına. “Ah! Ulu Tanrım! Feeney, bunlar kurşun yarası!” Feeney elini cebine soktu ve bir plastik torba çıkardı. “Bunu kim yaptıysa bir hediye bırakmış,” diyerek torbayı Eve’e uzattı. “Böyle bir antika, müzayedelerde sekiz-on bin eder, ama karaborsada kesinlikle iki mislidir.” Eve büyülenmiş gibi, torbanın içindeki silahı aldı. “Ağır…” dedi, “… ve kocaman.

” Feeney, “Otuz sekiz kalibre,” dedi. “Müze dışında ilk defa görüyorum. Bu bir Smith- Wesson, model on, mavi çelikten yapılmış.” Tabancaya hayranlıkla baktı. “Gerçek bir klasik. Yirminci asrın ikinci yarısında polisler tarafından kullanılırdı. Silah Yasağı Yasası geçtikten sonra yirmi iki veya yirmi üçte yapımını durdurdular.” “Tarih kurdu olan sensin.” Bu Feeney’in niye orada olduğunu açıklıyordu. Eve torbayı kokladı, yağ ve yanık kokusu genzini yaktı. “Yeni gibi görünüyor. Biri buna iyi bakmış,” dedi torbayı Feeney’e geri uzatırken. “Kötü bir ölüm şekli, on senedir bu bölümdeyim ilk defa böyle bir şey görüyorum.” “Benim ikinci görüşüm. On beş sene önce Aşağı Doğu Yakası’nda, çılgın bir parti sırasında adamın biri yirmi ikilik bir tabanca ile beş kişiyi öldürdükten sonra elindekinin bir oyuncak olmadığını anlamıştı.

Manzara felaketti.” Eve, “Eğlence ve oyun,” diye mırıldandı. “Bütün koleksiyoncuları araştıracağız, bakalım kaç kişi böyle bir parçaya sahip. Belki de biri kayıp silah ihbarında bulunmuştur.” “Olabilir.” Eve kurbana bakarak, “Büyük bir olasılıkla karaborsadan alınmıştır,” diye devam etti. “Eğer bu işte birkaç senedir çalışıyorsa müşterilerinin düzenli kayıtları olmalı. Basit bir seks cinayeti değil bu, Kod 5 kurallarına göre, araştırmayı baştan sona benim yapmam lazım.” Đçini çekti. “Bunu her kim yaptıysa, her şeyi iyi planlamış. Antik silah, yaraların bir çizgi gibi yukardan aşağı sıralanmış durumu, ışıklar, cesedin pozisyonu. Merkezi kim aradı Feeney?” “Katil,” dedi Feeney. “Buradan Merkezi aradı, görüntülü olarak, sesli değil. Yatağın kenarındaki kamera kurbanın yüzüne odaklanmıştı.” “Gösteriyi seviyor,” dedi Eve, soluğunu bırakarak.

“Kendini beğenmiş, akıllı piç! Bahse girerim, onunla önce yatmış, sonra işini bitirmiştir.” Kolunu kaldırıp indirerek, “Bir, iki, üç,” diye devam etti. “Oldukça soğukkanlı,” dedi Feeney. “Gerçekten öyle. Çarşafları bile düzeltmiş, ne kadar düzgün görüyor musun? Öyle bir poz verdirmiş ki herkes bu kadının mesleğinin ne olduğunu kolayca anlar. Yatağın ortasında kollar, bacaklar açılmış. Yatağı durdurmamış, çünkü o da gösterinin bir parçası. Silahı bırakmış, çünkü kendisinin sıradan bir adam olduğunu düşünmemizi istemiyor. Cesedin bulunmasını bile kendisi organize etmiş, tesadüfe bırakmamış. Eminim bundan büyük bir keyif almıştır.” “Kurbanın sadece erkeklerle değil, kadınlarla da beraber olmak için lisansı vardı,” diye bilgi verdi, Feeney. “Katil kadın değil. Bir kadın onu bu şekilde -hem güzel hem müstehcen- bırakmazdı. Hayır, kadın olduğunu sanmıyorum. Bakalım neler bulabiliriz.

Bilgisayarını inceledin mi?” “Hayır, bu senin davan Dallas. Ben sadece yardım için buradayım.” Eve elbise dolabına doğru yürürken, “Bak bakalım o zaman, müşteri dosyaları var mı?” dedi ve dikkatle çekmeceleri araştırmaya başladı. Pahalı zevkleri varmış, diye düşündü. Öyle giysiler vardı ki gerçek ipektendi, bu dokunuş başka hiçbir şeye benzemezdi. Dolabın üzerindeki parfüm şişesi son derece özeldi ve pahalı seks kokuyordu. Çekmeceler titiz bir şekilde yerleştirilmişti. Đç çamaşırlar itina ile katlanmış, süveterler renk ve cinslerine göre sıralanmıştı. Gardırop da öyle. Açıkçası kurban iyi giyinmeyi seviyor ve malının kıymetini çok iyi biliyordu. Ve çıplak ölmüştü. “Kayıtları çok düzenli,” diye seslendi Feeney. ” Her şey burada. Müşteri listesi, randevular, zorunlu olduğu aylık muayeneler ve haftalık güzellik salonu programlan dahil. Birincisi için Trident Kliniği’ni ikincisi için Paradise’ı kullanıyormuş.

” “Her ikisi de mevcutların en iyisi. Bir arkadaşım Paradise’taki bir seans için bir sene para biriktirmişti.” “Karımın kız kardeşi yirmi beşinci evlilik yıl dönümünde gittiğinde ödediği para oğlumun düğünü için harcadığımız kadardı. Hey bakar mısın! Özel adres defteri de burada.” “Đyi, kopyala Feeney,” diyen Eve, Feeney’in çıkardığı ıslık sesi üzerine, başını çevirip Feeney’in elindeki altın kaplama mini el bilgisayarına bir göz attı. “Neler oluyor?” “Çok önemli isimler var. Politika, eğlence ve para dünyasından. Đlginç! Roarke’un ev telefonu da burada.” “Roarke mu? O da kim?” “Tek bildiğim ismi. Büyük para babası. Dokunduğu her şeyi altına çeviren cinsten. Spor sayfalarının dışında ciddi şeyler de okumalısın Dallas.” “Hey, bütün başlıkları okuyorum. Cocker spaniel köpeklerinin katliamını duydun mu?” Feeney sükûnetle, “Roarke her zaman en büyük haberdir,” dedi. Eve’in dikkatle dinlediğini fark edince de “Zengin bir sanat eseri koleksiyonu var, sanat ve antika,” diye devam etti.

“Lisanslı bir silah koleksiyoncusu. Dedikodulara göre nasıl kullanacağım da iyi biliyor.” “O zaman onu ziyaret etsem iyi olacak.” “Bir mil yakınına yaklaşabilirsen şanslısın demektir.” “Kendimi şanslı hissediyorum,” dedi Eve, cesedin üzerinden uzanıp elini çarşafın altına soktu. “Adamın çok güçlü dostları var, Dallas. Bu olayla ilişkisini gösteren yeterli kanıtın olmadıkça bir şansın olacağını hiç sanmam.” Parmaklan soğuk vücutla kanlı çarşaf arasındaki bir şeye dokununca, “Yanılıyorsun Feeney,” dedi Eve. “Altında bir şey var.” Dikkatlice cesedin omuzunu kaldırdı ve elini altına soktu. “Bir kağıt,” diye mırıldandı. “Koruyucu bir kılıf içinde.” Đlaçlı parmağıyla kılıfın üzerindeki kan lekelerini, yazılar okunabilir hale gelinceye kadar sildi. ALTININ BĐRĐ “El yazısı gibi görünüyor,” dedi ve kâğıdı Feeney’e uzattı. “Dostumuz çok zeki ve kendini beğenmiş, henüz işini bitirmemiş.

” Eve, geri kalan zamanı normalde daha küçük rütbelilerin yapması gereken, komşuları sorgulamak, ifadelerini ve izlenimlerini kaydetmek gibi işlerle geçirdi. Bu arada o sabah çarpmak üzere olduğu Glida-Grill satıcısından bir sandviç alma fırsatını da buldu. Bir gece evvel ve sabah yaşadıklarından sonra, Paradise’ın resepsiyon memurunu, kendisine sanki kapıdan içeri sürünerek gelmiş gibi baktığı için suçlayamazdı. Şehrin en kaliteli salonunun çiçeklerle donanmış lobisinde, özel tasarlanmış şelalelerin çıkardığı ahenkli su sesi salonu bir müzik yayını gibi dolduruyordu. Rahat koltuklara ve sandalyelere uzanmış veya oturmakta olan müşterilere küçük kaplar içinde gerçek kahve, ince bardaklarda köpüren bir su ya da şampanya ikram ediliyordu. Dergi, kulaklık ve moda dergilerinin CD’leri firmanın bir başka ikramıydı. Resepsiyon memuru, salonun vücut geliştirme tekniklerinin bir eseri olabilecek şahane göğüslere sahipti. Üzerinde vücudunu sımsıkı saran, salonun logosu gibi kırmızı renkte, kısa, üniformayı andıran bir giysi vardı. Özenle taranmış, kâkülleri yılan gibi kıvrılmış siyah saçları vardı. Eve çok eğleniyordu. “Özür dilerim,” dedi kadın, nazik olmasına özen gösterdiği, bir bilgisayardan çıkabilecek kadar düz bir ses tonuyla, “Müşterilerimizi randevuyla kabul ediyoruz.” Eve gülümseyerek, “Kolay,” dedi ve rozetini gösterdi. “Bu bana bir randevu ayarlamanızı sağlar. Sharon DeBlass’a kim hizmet ediyor?” Resepsiyon memuru bekleme odasına doğru endişeli gözlerle bakarak, “Müşterilerimizin ihtiyaçları son derece gizli tutulur,” dedi. Eve eğlenerek U şeklindeki masaya doğru eğildi ve “Bundan eminim,” dedi.

“Şimdi yaptığım gibi kibar ve alçak sesle konuşurken birbirimizi anlarız umarım, Denise. Kadının adını göğsündeki kimlikten okumuştu. “Yoksa, daha yüksek sesle konuşmak zorunda kalırım ve herkes duyar. Eğer ilk teklifim hoşuna gittiyse beni müşterilerinizi rahatsız etmeyeceğimiz bir odaya götürürsün ve görevi her ne ise Sharon DeBlass’a hizmet eden kişiyi bana gönderirsin.” “Güzellik Uzmanı,” dedi Denişe sessizce, “beni takip edin lütfen.” “Memnuniyetle.” Eve, filmler dışında hayatında hiç bu kadar güzel bir yer görmemişti. Yerler ayaklarının içine gömülebileceği yükseklikte kırmızı renkte halıyla kaplıydı. Işıklandırma tavanda asılı kristal damlacıklardan geliyordu. Kendini orada saatlerce kremlenerek, yağlanarak masaj yaptırırken hayal edemiyordu. Ama bir gün güzellik için vakit ayıracaksa böylesine medeni koşullarda olması ilginç olurdu doğrusu. Resepsiyon memuru onu duvarlarından birinin baştan başa üç boyutlu bir kır manzarasıyla kaplanmış olduğu bir odaya aldı. Đnsanı rahatlatan kuş sesleri ve içerdeki hafif esinti duvardaki resimle uyum içindeydi. “Biraz bekler misiniz?” Eve, “Elbette,” dedi ve kapı kapanır kapanmaz, yastıklarla bezenmiş yumuşacık koltuğa kendini bıraktı. Oturur oturmaz yandaki kumanda tablosunda bir ışık yandı ve sadece bir robotta görülebilecek kadar hoş ve şirin, gülümseyen bir yüz belirdi.

“Đyi günler, Paradise’a hoş geldiniz. Güzellik gereksinimleriniz ve rahatınız bizim için çok önemlidir. Güzellik uzmanınızı beklerken, içecek bir şeyler almaz mıydınız?” “Tabii. Kahve, sütsüz.” “Ne tür tercih ederdiniz? Seçiminiz için klavyede C harfine basınız.” Eve gülmemek için kendini zor tutarak, söylenenleri yaptı. Đki dakikalık bir zaman içinde tercihlerini French Riviera veya Caribbean Cream’e indirgeyebilmişti. Kapı açıldığında henüz kararını vermemişti. Vazgeçti, ayağa kalktı ve tuhaf giyimli bostan korkuluğunu karşıladı. Adam küpe çiçeği rengi gömleği ve çağla yeşili rengi pantolonunun üzerine, kulübün logosu renginde kırmızı bir iş gömleği giymişti. Saçları uzundu ve arkaya doğru taranmıştı. Acınacak kadar zayıf olan yüzünün rengi pantolonunun renginden farksızdı. Yumuşak bakışlı, ceylan gözleriyle Eve’i süzerek elini uzattı ve hafifçe sıktı. “Çok özür dilerim efendim, çok şaşırdım.” Eve, “Sharon DeBlass hakkında bilgi istiyorum,” diyerek bir kez daha rozetini uzattı.

“Evet, Teğmen Dallas, anlıyorum. Ama siz de takdir edersiniz ki, müşteri bilgileri son derece gizli tutulur. Paradise hizmetinin mükemmelliği kadar bu konuda gösterdiği özenle de tanınır.” “Đsterseniz arama izni alabilirim, Bay-?” Adam yüzük dolu elini hafifçe sallayarak, “Ah, Sebastian… sadece Sebastian lütfen,” dedi. “Yetkilerinizi sorgulamıyorum, Teğmen, ama bana bu soruşturmanın amacını söylerseniz sevinirim.” Eve sözlerinin, Sebastian’ın yüzünün renginin soldurmasını ve adamın gözlerinde beliren şaşkın ifadeyi izleyerek, “Sharon DeBlass cinayetinin nedenlerini araştırıyorum,” dedi. “Bunun dışında fazla bir şey söyleyemem.” Adam, “Cinayet mi? Aman Allahım! Dünyalar güzeli Sharon öldü mü? Bir yanlışlık olmalı!” diyerek, gözlerini kapattı ve bir sandalyeye oturdu. Kumanda tablosundaki ses ne ikram edebileceğini sorduğunda, hafifçe elini sallayarak. “Tanrım! Evet, bir konyak lütfen hayatım, bir kadeh Trevalli.” Eve yanına oturdu, teybini çıkardı ve “Bana Sharon’ı anlatın,” dedi. “Muhteşem bir yaratık. Fiziksel olarak harika ama daha ötesi de var.” Otomatik bir tepsi içinde konyağı servis edildi. Sebastian bir yudum aldı.

“Kusursuz bir zevk anlayışı, cömert bir yüreği ve müthiş bir zekâsı olan bir kadındı,” dedi. Ceylan bakışlarını Eve’e çevirdi. “Onu daha üç gün önce görmüştüm,” dedi. “Đşiniz gereği mi?” “Normal haftalık randevusuydu, yarım gündü. Bir hafta tam bir hafta yarım gün kalırdı.” Sarı renkte bir mendil çıkarıp gözlerini kuruladı. “Sharon kendine iyi bakardı, kendini iyi bir şekilde sunmanın kesinlikle çok önemli olduğuna inanırdı.” “Đşi açısından önemli bir nitelik.” “Doğal olarak. O sadece eğlenmek için çalışıyordu. Paraya ihtiyacı yoktu. Ailesi varlıklıydı. Seksten zevk alırdı.” “Sizinle mi?”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir