Özgür Bolat – Beni Ödülle Cezalandırma

1950’Ierde çok büyük yabancı bir şirket, Türkiye Enerji Bakanı’na cazip bir teklifle gelir. Türkiye için büyük bir projelerinin olduğunu, bu prqjeyle Türkiye’nin bölgede etkin bir güç haline geleceğini ve ekonomide sınıf atlayacağını söyler. Bakan teklifi ilgiyle dinler ve notlar alır. Projeyi çok beğenir, yine de düşünmek için biraz zaman ister. iki hafta boyunca danışman ve uzmanlarıyla proje üstünde çalışır. Sonunda Türkiye için çok önemli olduğuna kanaat getirip projeyi onaylamaya karar verir ve şirket yetkililerini çağırır. Şirket yetkilileri gelirler, otururlar, çaylarını içerler. Bakan, kararını tam açıkla- 15 mak üzereyken, yetkililerden biri, “Bakanım bu proje sizin için de çok iyi olacak” diyerek, rüşvet verme imasında bulunur. Bakan, “Bu rüşvet teklifi de nereden çıktı?” diye düşünür ve kafasında birden bir soru işareti oluşur. Hemen oracıkta kararını değiştirip, “Beyefendiler, proje teklifiniz için çok teşekkür ederim, ama şu anda ülke olarak bu projeyi onaylamamız zor” diyerek, projeyi reddeder. Bakan aslında projenin ülke için önemli olduğuna kanaat getirmişti. Rüşvet teklifini reddedip, projeyi onaylayabilirdi. Ama yapmadı. Acaba bu rüşvet, bakana projeyle ilgili ne tür mesajlar verdi? Bakanın kafasında ne tür soru işaretleri oluştu? * * * Yıl sonu geldiğinde, Fatma öğretmen çok sevinçliydi. Çünkü kütüphane kayıtlarına baktığında, istisnasız her öğrencisi yaz tatili için kütüphaneden kitap almıştı.


Tatil boyunca, bu sevincini içinde yaşadı. Öğrencilerine kitap okumayı sevdirmek onun için çok önemliydi. Eylülde okullar açıldı. Öğrenciler sıralanna geri döndü. Ama gördük- 16 leri karşısında Fatma öğretmen tüm sevincini kaybetti. Çünkü öğrencilerinin çoğu en ince kitapları almıştı. Dahası kitapların çoğu çocukların seviyelerinin çok altındaydı. Öğretmeni daha da üzen, çok kitap okuyan öğrencilerinin bile en ince ve basit kitapları seçmiş olmasıydı. Bunu o an önemsemeden çocuklarla okudukları kitapları tartışmaya karar verdi. İlk sorusunu sordu: “Çocuklar okuduğunuz kitaplarda ana karakterin yaşadığı en büyük çatışma neydi?” Çocuklardan yanıt gelmedi. “Ana karakter için dönüm noktası neydi?” Yine yanıt gelmedi. Daha basit bir soru sordu: “Hikaye nerede geçiyordu?” Neyse ki bu soruya birkaç yanıt geldi. Fatma öğretmen durumu anlamıştı. Çocuklar kitaptaki olayları ve karakterleri hatırlıyorlardı ama kitabı anlamamış ve yaşamlarıyla bağlantı kuramamışlardı. Yani, okuma çok yüzeysel olmuştu.

Bir an düşündü ve çocukların neden en ince ve basit kitapları aldığını ve neden anlamadan okuduğunu anladı. Büyük bir hata yapmıştı. Neydi bu hata? * * * Yıl 1970. Davranışçı ekolün en güçlü olduğu yıllar. Pav1ov’dan ve Thorndike’dan etkilenen Harvard profesörü Skinner, ödül vererek farelere ve güvercinlere birçok davranış öğretir. Örneğin güvercinler, ödülle masa tenisi oynamayı öğrenir. Skinner o yıllarda o kadar ünlenir ki Amerikan ordusu ona bir teklifle gelir: Güvercinlere füzeleri ateşlemeyi öğretebilir misin? Skinner teklifi kabul eder ve askeriyeden bir araştırma fonu alır. Güvercinlere, radarda yabancı madde gördükleri an, füzeyi ateşleyecek düğmeye basmayı öğretir. Nasıl mı? Güvercin, radardaki noktayı görüp, düğmeyi gagaladığı an, ona ödül olarak buğday tanesi verir. Bir süre sonra da güvercinler ödül almak için noktayı görür görmez, düğmeyi gagalar. Neredeyse sıfır hatayla düğmeye basmayı öğrenen güvercinler, kısa sürede savaşta kullanılmaya hazır hale gelir. Ama son anda proje askeriye tarafından riskli bulunarak uygulamaya konmaz. Proje uygulanmasa da Skinner hedefine ulaşır. Teorisi ve yöntemi en üst düzeyde kabul görür. Ama bu aynı zamanda eğitim dünyasında bir sonun da başlangıcı olur.

Ödülün hayvanlarda işe yaradığını gören eğitimcilerin aklına dahiyane (!) bir fikir gelir: Ödül, hayvanlara belirli davranışları mü- kemmel şekilde öğretiyorsa, aynı yöntemi biz okullarda çocuklar üzerinde niye kullanmıyoruz? Böylece davranışsa! ekol okullara girer ve okullarda ödül kullanımı başlar. Aslında ödül kullanımı okullarda 1800’Ierde zaman zaman uygulanmaktadır ama Skinner ile beraber sistematik olarak eğitim aracı olarak yaygınlaşır. Hatta o kadar ki okullarda bir ödül ekonomisi oluşur. Ama tam bu sırada iki psikolog, Rochester Üniversitesi’nden Prof. Edward Deci ve Stanford Üniversitesi’nden Prof. Mark Lepper, ödülün etkili bir eğitim yöntemi olmadığını, tam tersi çocuklara çok zarar verdiğini savunur. işin enteresan yanı Deci, Skinner ile aynı okuldan mezun olmuş ve onun fikirlerini çok yakından takip etmektedir. Her iki psikolog da ödülün insan motivasyonunu açıklamada çok yetersiz olduğunu iyi bilmektedir. Tezlerini ispatlamak için kolları sıvarlar. Peki, başarılı olurlar mı? * * * Doktora tezim sırasında öğretmenlerin, öğrenci tutumları üzerin- 17 deki etkisini araştırdım. Bu sırada Alfıe Kohn’ın Punished by Rewards (Ödülle Cezalandırılan) kitabıyla tanıştım. Kohn, “Tutumları olumsuz etkileyen en büyük etken, öğretmenlerin ve ailelerin kullandığı ödül ve övgü mekanizmasıydı” diyordu. Sınıf gözlemleri yapmaya başladım ve ödülün kullanımını sınıfta direkt gözlemledim. Tam da Kohn’un dediği gibi gördüm ki bu yöntemler yarardan çok zarar veriyor. İşe yaradığı durumlar oluyordu ama o zaman da yanlış bir nedenle işe yarıyordu.

Öyleyse, yetişkinler neden ödül kullanıyordu? Ödül ne için işe yarıyordu, ne için işe yaramıyordu? Motivasyonu nasıl etkiliyordu? Psikoloji, sosyal psikoloji, antropoloji, eğitim bilimleri, ekonomi ve sinirbilim alanlarında son yetmiş yılın tüm bilimsel literatürünü taradım ve bu soruların yanıtlarını araştırdım. Bu doğrultuda öğretmen eğitimlerine başladım. Öğretmenlerle yol alıyorduk ama çocuğun gelişimi evde duruyordu. Dahası veli ile öğretmen çatışıyordu. Veli, çocuğunun öğretmenini arıyor ve çocuğu için ödül talep ediyordu. Bunun üzerine veli eğitimlerine başladım. Seminerlerde ve çalıştaylarda ödülsüz eğitimin prensiplerini anlattım ve velilerle ve öğretmenlerle uygulamalar yaptık. Bu uygu- lamalarda gördük ki en etkili eğitim, ödülsüz eğitim. Peki, ödül vermek yerine ne yaptık? Ödül işe yaramıyorsa, ne işe yarıyordu? Bu kitapta tüm bu sorulan yanıtlayacağız. İlk önce ödülün zararlarını irdeleyeceğiz, alternatif yöntemleri işleyeceğiz ve başarılı ve mutlu bir çocukluk için “koşulsuz eğitim”in temellerini atacağız. İlk soruyla başlayalım: Ödül nedir? Ödül nedir? Ödül, bir koşula bağlı olarak verilen ve verilen kişi tarafından cazip görünen bir obje ya da etkinliktir. Bir objeyi ödül yapan onun “koşul” olarak verilmesidir. Koşul olarak verilmeyen bir obje ödül olmaz. Bir anne, “Ben çocuğuma sınıfı geçince, tablet alacağımı söylemiştim. Almayayım mı?” diye sordu.

Ben de, “Şimdi buradan çıkınca bir tablet alın ve bak oğlum sana bir hediye aldım, deyin” dedim. Sınıfı geçince tablet alacağım dediğiniz an, tableti bir koşul olarak sunmuş olursunuz. O zaman tablet, ödül olur. Ama içinizden 18 gelerek tablet alıyorsanız, bu ödül değil, hediye olur. Bu da çocuğa zarar vermez. (Tabii en doğru olan çocuğun kendi harçlığını biriktirerek tabletini almasıdır. Bu durumda çocuk emek vermeyi öğrenir. O ayn bir konu.) Emek karşılığında verilen obje ya da para da ödül değildir. Ay sonunda verilen maaş veya iş karşılığında verilen para, emeğin karşılığıdır. Ama para koşul olarak verilirse, ödül olur. Örneğin, maaşına ek olarak, en çok satışı yapan satış elemanı ekstra bir para, bonus ya da prim alırsa, bu ödül olur. Çünkü bu ekstra para, en çok satışı yapma koşuluna bağlıdır. Bölüm ?’de primlerin şirketlere de nasıl zarar verdiğini de irdeleyeceğiz. Koşul açısından baktığımızda ödül dörde ayrılır.

Bu türleri birbirinden ayırt etmek önemli çünkü ödülün türüne göre, zararı farklılık gösterir. Her ödül türü aynı etkiyi yaratmaz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir