Oguz Ozdes – Vatan Borcu

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı dünyada eşi? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi.» Mehmet Akif 1915 yılının, 2 Mart sabahı ve Birinci Dünya Savaşı’ -nın en şiddetli günlerinden biriydi. Camlıca tepesinden az önce doğan güneş, İstanbul’u kaplayan sisi yavaş yavaş dağıtıyor ve günün ilk ışıkları Genelkurmay Başkanlığının pencerelerini aydınlatıyordu. Gecedenberi nöbetçi bulunan Yüzbaşı Ümit, başım ağır ağır masadan kaldırdı. Şimdiye kadar çözdüğü şifrenin sayısı sekizi geçmişti. Bir sigara yakmak için kibritini çıkarırken odanın kapısı çalındı. Ümit: — Giriniz! diye seslendi. Gelen, şubenin evrak işlerine bakan onbaşıydı. Selâm verdikten sonra: — Komutan sizi istiyor Yüzbaşım, dedi. Ümit: — Peki oğlum geliyorum, diye cevap verdi. Şu evrakları da Binbaşıya götür! Az sonra çözdüğü şifreyi ve iki evrakı onbaşıya verdikten sonra çıktı. Komutanın bulunduğu oda, koridorun karşısında idi. İstihbarat Dairesi Başkanının odasına girmeden önce kendisin e çekidüzen verdi. Sonra kapıyı çaldı. İçeriden kalın bir ses duyuldu: — Giriniz! Yüzbaşı Ümit içeriye girdi ve başıyla sert bir selâm verdi.


General rütbesini taşıyan İstihbarat Şubesi Başkanının yüzünde tatlı bir ifade vardı. Bir süre gülümseyerek Yüzbaşı’nın yüzüne baktı. ümit, uzun boylu, kuvvetli, geniş omuzlu, yakışıklı bir erkekti. Bakışlarından son derece zeki ve cesur olduğu belliydi. — Beni emretmişsiniz komutanım, dedi. General ciddi bir tavırla: — Lütfen bıyığınızı şehadet parmağınızla kapatınız! dedi. Ümit kısa bir şaşkınlık geçirdikten sonra bıyığını parmağıyla kapattı. General kendi kendine: «Tam kendisi» diye söylendikten sonra: — Şöyle karşıma otur bakalım, dedi. Yüzbaşı, birkaç adım yürüdü ve Generalin gösterdiği sanda lyeye oturdu. Saat henüz yedi sularında idi. Bu saatte, komutanın kendisini çağırması için, herhalde önemli bir sebep olması gerekti. General: — Uç yıldanberi istihbarat servisimizde çalışıyorsun Ümit, diye söze başladı. Bu süre içinde, sana oldukça önemli işler verdik. Hepsini de basardın. Bilirsin ki, istihbarat hizmeti yüksek bir görevdir.

Şimdi sana, bugüne kadar yaptıklarından çok daha yüksek bir görev veriyoruz. General, burada bir süre sustu. Yüzbaşı’nın gözlerinin içine uzun uzun baktı. — Bir İngiliz casusunun yerini alacaksın. İstihbarata mensup bir kurmay subay, vatanı için çalışır. Fakat gizli istihbaratta çalışan bir subay, artık bir subay değil, bir casustur, vatanı için hayatı pahasına çalışır. İşte sen de, bundan sonra daima hayatının tehlikede olduğunu düşünerek hareket edeceksin. Savaşta bir er, bir eri öldürür. Savaş kanunları karşısında öldüren bir katil değildir. Bunun gibi, bir asker düşmanının haberleşmesini dinler, keşif yapar, düşman mevzilerinin fotoğraflarını alır. Bütün bu nlar casusluk değildir ve yakalandığı zaman casus cezası görmezler. Fakat casus yakalanınca, cezası ölümdür. Casuslukta saflık ve itimat, çok acı aldanışlara sebep olur. Onun için, casusun çok zeki ve sağlam karakterli olması şarttır. Sana böyle bir görev vermeye bizi sevkeden sebep, senin zekâna ve karakterine itimat etmemiz ve… General, Ümit’in gözlerine bakarak ve sesini yükselterek ilâve etti: — Yakalanan İngiliz casusuna, şaşılacak derecede benzemendir.

Yüzbaşı Ümit büsbütün meraklanmıştı. Gen eralin şimdiye kadar söyledikleri muhakkak ki, kendisi için önemli şeylerdi: — Biraz sonra, seninle İngiliz casusunun yanına gideceğiz. İyi İngilizce bilmen, Londra’da iki yıl ataşemiliter olarak kalman, İngiliz âdet ve an’ânelerini bilmen ve İngiliz casusu ile orandaki benzerlik, seni tercih etmemize başlıca neden oldu. Aynı zamanda Rumcaya da vâkıfsın. Bu şerefli görevi seve seve kabul edeceğine kuşkum yoktur. Yüzbaşının yüzüne hafif bir pembelik inmiş, ateşli gözlerindeki parlaklık çoğalmıştı. Heyecanlı bir sesle: — Hayatım her zaman vatanıma feda olsun komutanım, dedi. General, Yüzbaşının yanına gelerek omuzunu okşadı: — İftihar edilecek bir Türk evlâdısın ümit. Yalnız şunu unutma ki, görevini başarabilmen için birçok tehlikelerle karşılaşacaksın. Belki gerçek kimliğin öğrenilecek… Senden birkaç kelime alabilmek için birçok şeyler önüne serilecek. İçki… Para… Kadın… Bütün bunlardan sakınman ve daima iradene sahip olman gerekir. General, tekrar yerine oturdu. Gözlerini pencereye çevirdi ve bir süre dışarıya baktı. Hafif bir sis perdesi altındaki Boğaz, hayâl meyâl seçiliyordu. — Yakalanan İngiliz casusu hakkında seni biraz aydınlatayım, diye tekrar söze başladı.

İngilizlerin Entellicens Servisi’ne mensup casuslarından K -315 rumuzlu Yüzbaşı Filip’i, Şubat’ın 26 ncı günü Çanakkale’de, Sed-dülbahir mıntıkasında yakaladık. Casusun üzerinde Çanakkale’nin bir krokisi ve tahkim plânı vardı. İngilizlerin, yakında Çanakkale’ye bir asker çıkarma teşebbüsünde bulunacaklarına dair başka kaynaklardan da haber almış bulunuyoruz. Esasen İngilizleri, Çanakkale Boğazı’nı elde etmeye zorlayan birkaç sebep vardır. Bunlardan birincisi, Rusların ellerinde, Müttefikimiz Almanya’nın üzerine saldıracak kadar bol asker kaynağı olduğu halde, bunların hepsini cepheye sürecek sayıda silâhı bulunmadığı için Rusya’ya bir an önce silâh yetiştirmek, bu amaçla da, gemilerini Çanakkale’den geçirmek… İkincisi de, Mısır’ı zaptetmek teşebbüsüne girişmemize karşı, bizi kendi başkentimizi koruma zoruna düşürmek suretiyle, bu arzumuzdan vazgeçirmek… Çeşitli merkezlerden aldığımız istihbarat, bu düşündüklerimizi kuvvetlendiriyor. General sandalyesinden doğrularak: — Şimdi, gelelim senin görevine, dedi. İlk yapacağın şey, İngiliz Entellicens Servisine mensup Yüzbaşı Filip’in kimliği ile Selanik’te Aya Silyos çiftliğine gitmen ve sahte plânı vermendir. Selanik’te Liza adındaki bir Alman casus kadını ile ilişki kuracaksın. Bu hususta hazırladığım geniş talimat da işte. General, sözünü bitirir bitirmez, Yüzbaşı Ümit’e iki sahifelik bir yazı verdi. — Bir motorbot, seni Selanik sahillerine çıkarınca doğruoa talimatta yazılı yerlere gideceksin. Daha sonra sana yeni ödevler verilecek. Düşmanın esrarını öğrenmek ve onların sırlarını bize bildirmek gibi… Bilirsin ki, düşmanını iyi anlayan, onu kolay yenebilir. Bu casusun ödevi yalnız yanlış haber vermek ve düşmanın esrarını öğrenip merkeze bildirmek değildir. Düşmanı şaşırtmak, düşmanın hareketlerine engel olacak zararlar vermek gibi görevleri vardır.

General sözlerini biti rirken ayağa kalktı: — Kaybedilecek vaktimiz yok Ümit. Hemen bu akşam 8 yola çıkacaksın. Gel, şimdi seni İngiliz’in yanına götü -reyim. Dışarı çıktılar. Koridorun sonundaki önünde süngülü nöbetçinin beklediği, demir kapıdan ilkönce General, arkasından da Yüzbaşı ümit içeriye girdi. Burası loş ve karanlık bir oda idi. Etrafta hiç bir eşya gözükmüyordu, kimsecikler de yoktu. Oldukça yukarıya yapılmış olan küçük bir pencereden, içeriye hafif bir ışık sızıyordu. General, sağ taraftaki kapıya doğru yü rüdü ve sürgüyü çekerek içeriye girdi. İlk anda karyolaya uzanmış yatan bir adam gözüne çarptı. Yakalanan İngiliz casusunun bu adam olduğunda kuşku yoktu. Sakalları uzamış ve yüzünün rengi nisbeten uçmuş olan adam, kendisine ne kadar da benziyordu! Çok güzel İngilizce bilen General, casusu konuşturmak için sordu. — Birşeye ihtiyacınız var mı? Gasus, soğuk bir sesle: — Hayır yok, dedi. — Sigara ister misiniz? — Kullanmıyorum! — Ya pipo tütünü? İngiliz bir süre sustuktan sonra: — Yanımda bir miktar var, dedi. Adam, çok kısa cevaplar veriyordu.

Generalin, Yüzbaşı ile gelmesinden herhalde kuşkulanmış olacaktı. Ümit’in kendisine benzeyişi onun da gözünden kaçmamıştı. Yüzbaşı ümit, hiç konuşmuyordu. Zaten konuşmaması da gerekirdi. Kendi sesini İngiliz’e duyurmak ilerde bir tehlike yaratabilirdi. İngiliz’in konuşması, Yüzbaşı için oldukça yararlı olmuştu. Adam biraz genizden ve aceleci konuşuyordu. Belki de bu, asabî halinden ileri gelmekteydi. Dışarı çıkınca, General, Ümit’e: — Nasıl, İngiliz’in özelliklerini kavradın mı? diye sordu: — Evet Generalim! Biraz genizden konuşuyor. Fakat seslerimizin tonunda belirli bir fark yok. Küçük bir makyaj, rolümü mükemmelleştirecek sanıyorum. General birşey söylemedi ve ancak odasına girince konu ştu: — Şimdi sana İngiliz casusunun vücut ölçülerini ve bazı özelliklerini söyliyeyim. Sonra masasının gözünden bir kâğıt çıkardı. Bu kâğıtta İngiliz casusunun bütün özellikleri yazılı idi. Bir de büyük fotoğrafı eklenmişti.

General yüksek sesle okud u: — Boy bir metre seksenaltı santim. Senin kaç Ümit? — 1.85, Generalim. — Güzel… Omuzları geniş, saçları senin gibi dalgalı. Bıyıksız. Halbuki sen bıyıklısın. — Evet Generalim. — Öğleden sonra yapılacak makyajda bıyıklarını kestirirsin. — Emredersiniz Generalim. General, elindeki resmi dikkatle süzüyordu. — Bakışları biraz sert… Sen de mümkün mertebe sert gözükmeye gayret edeceksin. 45 numara ayakkabı giyiyor. Yani, ayakları büyük. Sen kaç numara giyiyorsun? — 43 numara Generalim. — O halde, hiç olmazsa bir numara büyük ayakkabı giyeceksin.

Pipo içiyor, sen de sigara yerine pipo kullanacaksın. — Hay hay Generalim. — Kadınlara karşı düşkünlüğü var. Son derece titiz. Bilhassa elbiseye ve şık giyinmeye meraklı. Viskiyi de çok seviyor. Sana verilecek para bütün bu ihtiyaçlarını fazlasıyla giderecektir. Aya Silyos’da bir İngiliz ailesinin yanında kalıyor. Evde kör bir ihtiyar baba, bir anne ve 21 yaşlarında bir genç kız var. Çok dikkatli olmalısın. İçine gireceğin aile, hiçbir şekilde senden şüphelenmemelidir. Kızın adı İzabel, annesinin Roza, babasının Jorj. General sustu ve pencerenin önüne geldi. Bir süre dışarıya baktıktan sonra ilâve etti. 10 — Giyeceğin sivil elbiseyi öğleden sonra sana vereceğiz.

İngiliz casusu, Aya Silyos’tan askerî havacı üniformasıyla ayrılmış ve Çanakkale’de karaya çıkınca imha etmiş. Biz, bir İngiliz havacı yüzbaşısı üniforması yaptırdık. Onu yanına alacak ve torba içinde taşıyacaksınız. Pasaportların, gerekli bütün vesikaların tamam! Haydi bakalım. Şimdi evine git, annene, kardeşine veda et! Tabiî söylemeye gerek yok. Ailene bir görev icabı cepheye gideceğini söylersin. Sağlığın hakkında gerekli haberleri biz «ilene yollarız. Pencerenin önünden ayrılan General, Yüzbaşıya doğru birkaç adım yürüdü: — Alman cususu Liza’dan aldığımız haberde, yakalanan casusun Entellicens Servis hesabına savaş başla-dığındanberi çalıştığı, kendisini yalnız Entellicens Servis şeflerinden Thomas’ın tanıdığı, fakat Thomas’ın geçen ay öldüğü, yakalanan casusun Aya Silyos çiftliğine bir ay jkadar önce geldiği, birkaç gün kaldıktan sonra Çanakkale istihkâm plânlarını almak üzere hareket ettiği yazılıyor. Şu hale göre senin oraya daha emniyetle gitmen mümkün olacaktır. Çünkü seni orada yakından tanıyan yoktur. Fakat unutma ki, sen de onları tanımıyorsun. Bu (aileden her biri ayrı ayrı İngiliz casusu olabileceği gibi, fîbaşka bir milletin casusu da olabilir. Çok dikkatli olmalısın. Bilhassa İzabel adındaki genç kız ile olan ilişkilerinde çok ihtiyatlı hareket etmelisin. Oraya varınoa sahte Çanakkale plânını kime ve ne şekilde vereceğin, talimatta yazılıdır.

Her şey anlaşıldı, değil mi? — Anlaşıldı Generalim. General, Yüzbaşının önüne geldi ve eliyle sağ omuzu -nu tuttu. — Artık gidebilirsin. Saat tam ikide bana geleceksin. — Başüstüne Generalim. Yüzbaşı Ümit, sert bir selâm verdi ve dışarı çıktı. Odasına girinaa kapısını kapadı. Bir süre hareketsiz durdu. Acaba üzerine aldığı görevi başarabilecek miydi? Bir sigara yaktı, içerken kendi kendine gülümsedi. Bundan sonra pi po içecekti. Sonra eliyle, bıyıklarını ok11 şadı. Zavallı bıyıkları, son anlarını yaşıyordu. Bıyıksız halini düşününce biraz garipsedi. Ama buna alışmak hiç de zor değildi. Acaba kendisini, gittiği yerde nasıl karşılayacaklardı? Herhalde, bir iki g ün gördükleri bir erkeğin bütün özelliklerini bilemezlerdi.

Generalin verdiği talimatı çıkararak okumağa başladı. Talimatta yapacağı işler hakkında etraflı bilgi veriliyordu. Talimatı bitirdikten sonra masanın gözüne koydu ve kilitledi. Kapudunu giydi. Saat dokuz olmuştu. Bu saatte annesi ve kızkardeşi çoktan kalkmış olurlardı. Biraz çabuk olursa, herhalde kahvaltıya yetişebilirdi. II Yüzbaşı Ümit, evlerinin kapısını çaldığı zaman, oldukça heyecanlıydı. Annesine bu haberi bildirmek oldukça zor olacaktı. Kapıyı kızkardeşi Gülsüm açtı; Ümit’le karşılaşınca: — Oooo… Hoşgeldin ağabey! dedi. Gülsüm, sade, yün bir elbise giymişti. Yüz hatları, ağabeysine çok benziyordu. Ümit kapıdan içeriye girdikten sonra sordu: — Annem evde mi? Gülsüm, siteml i bir sesle cevap verdi: — Tabiî evde. Sen gelmeden hiç evden çıkar mı? Dün de «nöbetim var» diye gelmedin. — İşim çıktı da Gülsüm.

Kahvaltı yapmadınız ya? — Sen gelmeden hiç yapar mıyız? Fakat annem seni çok merak etti. Bu sırada, sofada Ümit’in a nnesi belirdi: — Seni o kadar merak ettim ki Ümit! Hani dün gece gelecektin? diye sitem etti. — Bir işim çıktı da anneciğim. — Önemli bir şey mi? — Meraklanacak bir şey yok. Yukarı çıkalım anlatırım. Odaya ilk giren Ümit oldu. 12 — Oooo… Kahvaltı hazır bile… Sonra, arkasından odaya giren annesine döndü: — Sen ne cici annesin. İnsan bu saate kadar beni bekler mi? — Seni beklemeyip de kimi bekliyeceğim Ümit? Dün sabah erkenden çıktın, bir daha gelmedin. Artık ihtiyarladım oğlum. — Ama biliyorsun ki anne, savaş içindeyiz. Annesi oğlunun sözünü kesti: — Beni hoşgör evlâdım. Şüphesiz görevin herşeyden kutsaldır. Seni bu yaşa getirebilmek için çok şeylere tahammül ettim de, şimdi nedense, birkaç saat gecikmene sabır gösteremiyorum. Beni bağışla. Yaşlı kadının gözleri dolmuştu.

Başını yan tarafa çevirerek kısık bir sesle sordu: — Hemen gidecek misin? — Evet anneciğim. Kahvaltıdan sonra… Kahvaltı ederlerken Ümit: — Sana birşey söyliyeceğim, ama üzülmeyeceksin anne, dedi. De mindenberi kaç defa bu sözü söylemek istemiş, bir türlü fırsat bulamamıştı. Annesi oğlunun gözlerine bakarak: — Ne söyliyeceğini tahmin ediyorum Ümit, dedi. Cepheye gidiyorsun değil mi? — Nereden biliyorsun? — Bu gece rüyamda gördüm. Seni götürüyorlardı. — Üzüldün mü? — Ben seni bu vatan için büyüttüm. Hem cepheye yalnız sen gitmiyorsun ki! Binlerce ana, evlâtlarını cep-jıeye yolladı. O sırada içeriye Gülsüm girmiş ve annesinin söylediklerini işitmişti. Elindeki tepsiyi masanın üzerine bırakırken titrek bir sesle sordu: — Ağabeyim cepheye mi gidiyor anne? Annesi cevap vermedi ve ıslak gözlerle oğluna baktı. Sağ tarafında oturmakta olan Ümit’in ne kadar asil bir 13 hali vardı. Artık hayattan isteyecek ve bekleyecek birşe -yi kalmamıştı. Oğlu büyümüş, yetişmişti. Kızı da evlenecek çağa gelmişti. O, evlâtlarını vatana yardrlı olsun diye büyütmemiş miydi? Titrek bir sesle: — Bir insanın büyük bir mutluluk hissetmesi için tek bir saat bile yeter Ümit! dedi.

Seni büyüttüm, yetiştirdim ve cepheye gitmeden önce de bir saat olsun görebildim ya! Sonra, sesine hâkim olan heyecanını yenmeye çalışarak sordu: — Hemen gidecek misin? — Evet anneciğim, bir saate kadar Genelkurmayda olmalıyım. Öğleden sonra, saat ikide de, Generale çıkacağım. — O halde eşyanı hazırlıyayım. — Hiçbir şey hazırlamana gerek yok anne! İhtiyaçlarım tamamen temin edildi. Buraya yalnız sizinle ve kardeşimle vedalaşmaya geldim. Annesi cevap vermedi, sadece buğulu gözlerle oğluna uzun uzun baktı. IH Bahar kokan bir geceydi. Küçük bir motor, suları yararak Selanik sahiline doğru ilerliyordu. Motorun içinde Ümit de vardı. Fakat o artık Yüzbaşı Ümit değil, İngiliz Entellicens Servisi’ne mensup K-315 rumuzlu Filip’ti. Başına bir bere, sırtına meşin bir ceket giymişti. Bacaklarında kalın çuhadan yapılmış koyu lâcivert bir pantolon vardı. İngiliz Hava Yüzbaşısı üniformasını taşıyan torba da yanında duruyordu. Serin bir rüzgâr Ümit’in yüzüne çarpıyor ve başındaki beresini uçuracak gibi oluyordu. Ufukta, hafif silik-leşen ışıklar titreşiyordu.

İstanbul’dan ayrılalı 34 saat olmuştu. Aşağı yukarı birbuçuk gündür bu motorun içindeydi ve motor onu bilmediği yerlere götürüyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir