Orhan Bursali – Catismanin Anatomisi

Bu kitabın yazımına 2012 Şubatı’nda MİT’e yönelik Cemaat operasyonunun ardından başladım. 7 Şubat 2012, Cemaat ile Erdoğan arasındaki ikinci büyük çatışmanın tarihiydi. İlki ise, 2011 sonlarında yaşanan, boyutları ve hedefleri açısından çok önemli, ancak ciddi bir iktidar çatışması olarak algılanmayan Şike Operasyonu ve İkinci Şike Yasası olayıydı. Bu ilk operasyon aslında AKP içinde büyük karışıklığa yol açmıştı, ilk kez bir yasayı Cumhurbaşkanı Gül tamamen geri çevirmişti ve partisi, Recep Tayyip Erdoğan’a adeta ilk başkaldırı denemesini gerçekleştirmişti. Cemaat ile RTE / İktidar arasındaki bu çatışmanın, bir taraf galip gelinceye kadar süreceği açık seçikti. Cumhuriyet gazetesinde “Bilim ve Siyaset” köşesinde Kasım 2011’den itibaren bu büyük çatışmayı haber veren ve peş peşe yayınladığım analizlerimi, hayat doğrulamaya başlamıştı. Ben de oturup 2012 ilkbaharında iktidar çatışmasının öyküsünü yazmaya başladım. Analizler, CemaatAKP ittifakının komplolarına kurban giden siyasi tutuklularca Silivri hapishanelerinde de büyük bir dikkatle izleniyordu. Belki de en iyi okurlarım onlardı! Kitabın 60 sayfası bitmişti ama araya başka şeyler girdi. Yaz aylarında, Hey Türkiye Nasılsın? kitabına yoğunlaştım. 2014 başında kitaba geri döndüm, sonunda elinizdeki bu metin ortaya çıktı. Dört yıllık, adeta özel bir siyasi tarih… Gülen Cemaati ile Erdoğan iktidarı, 2005’ten sonra büyük bir balayı yaşadılar. 2007 genel seçimleri öncesi önemli olaylar bu iki yapıyı kader birliğine itti: Cumhuriyet mitingleri, Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki büyük çatışma, o zamanki Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın bence hâlâ karanlık bir olay olan ve kendi inisiyatifiyle yazdığı 27 Nisan 2007 gece yarısı muhtırası 1 , 27 Temmuz 2007 Genel Seçimleri… Ve aralarında “et ile tırnak” algısı oluştu. 2007’den sonra da, Ordu’ya ve muhalif güçlere karşı büyük tertip hazırlıklarına başlandı. Ergenekon soruşturma ve operasyonları, arkasından Balyoz sahtekârlıkları ve son olarak Odatv gazeteciler operasyonu, Erdoğan iktidarınca, Gülen Hareketi ile birbiri ardına devreye sokuldu.


“İnisiyatif kimdeydi?” sorusunun anlamı yok. İstihbarat, emniyet ve yargıda en aktif ve örgütlü güç olan Cemaat yapısı, operasyonların sürdürücü ve belirleyici gücüydü. 2007 sonrası, Cemaat’in devlet içinde siyasi anlamda da hızla yükseldiği dönemdi. Cemaat’in iş dünyasında da yükseldiği, emniyet ve yargıdaki güçleriyle, iş dünyası dahil dört bir yana korku ve endişe saldığı, medyada örgütlenmesini üst düzeylere tırmandırdığı, elde ettiği büyük güce dayanarak ortalıkta dolaşan kişi ve yapıları devşirmeye başladığı, taraftar bulduğu, Taraf isimli gazeteyle solcu ve aydın eskilerini, liberalleri operasyon aracı olarak kullandığı bir karanlık dönemden bahsediyoruz! 2010 Anayasa Referandumu, alabildiğine iktidar terörünün estirildiği koşullarda yapıldı ve yargı tamamen teslim alındı. Müttefikler arasında ne yaptığını en iyi bilen ve yarı illegal örgütlü güç algısı yaratan Cemaat kanadı idi ve yüksek yargıyı ele geçirmişti. 2007-2012, o karanlık beş yıl, Cemaat’in altın çağı oldu! Ama, ikili arasında sorunlar da vardı ve bunlar su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Hatta 2010 genel seçimlerinden önce… Cemaat koltuk istiyor, Erdoğan iktidarı da veriyordu. Ama bir noktada artık RTE kanadının “Ne oluyoruz” dediğini anlıyoruz. Onu ver, bunu ver, şunu ver ve MİT’i de ver! Erdoğan anlaşılan bu isteklere bir set çekti. Taa 2007’de, bir “etkili bakan”, iktidarın rahatsızlığını veya çatışmanın ilk filizlerini şöyle dile getiriyordu: “Bu Cemaat de çok olmaya başladı, el attığı bütün işlerden biz zararlı çıktık.” 2 Demek, Erdoğan o zamandan beri pek çok şeyin farkında, ama Cemaat’i bir yandan kullanıp onunla yardımlaşıp bir yandan da kontrol edebileceğini düşünüyordu! Dershaneler, aslında ilk 2011’de çatışma konusu oldu. Ama 2012 MİT’e yönelik operasyondan sonra, dershane konusu Cemaat-RTE arasında tam bir savaşa dönüştü. Dershanelerin kapatılması gündeme geldi; RTE kendi eğitim anlayışının arka bahçesi olarak İmam Hatipleri yüceltecek ve Cemaat’in “Altın Nesil”ine, kendi “İmam Hatip Nesli” ile karşı koyacaktı… Erdoğan 24 Kasım 2013’te, dershaneler savaşı alabildiğine sürerken, “bizden ne istediler de vermedik” diyecekti. Bu aslında, Cemaat’in Altın Çağı’nın da itirafıydı. Şimdi Cemaat’in yayılmasını sınırlama dönemine girilmişti.

Cemaat, artık Erdoğan’la birlikte yol alamayacağı kanaatine vardı. Cemaat’in aslında AKP ile derin bir sorunu yoktur, temel sorunu Erdoğan’laydı. RTE’siz AKP’nin diğer önde gelen adamlarıyla uzlaşarak devleti yönetmede büyük bir adım atacağını hesap ediyordu. Emniyet ve yargıdaki büyük gücünü, Erdoğan iktidarını sarsmak-sallamak için kullanacaktı. Bu güçlerini, Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında hem kanıtlamış hem de geliştirmişti. Dershaneler meselesini de böyle aşabilirlerdi. Bu nedenle, Şike Yasası olayından sonra, Kürt sorunu üzerinden iktidarı vurarak Erdoğan’ı zayıflatmaya karar verdiler. Kürt sorununu ve çözüm sürecini, RTE’yi zor durumda bırakmak için anlaşılan önemli bir fırsat olarak gördüler. Oslo’da PKK ile gizlice sürdürülen görüşmelerin içeriğinde ve KCK operasyonlarında MİT elemanlarının “suç işlediğine” ilişkin kanıtların bulunduğuna inandılar ve bunu bir operasyona dönüştürme kararı aldılar. Erdoğan, ilk Kürt açılımının Habur Olayı’yla büyük bir fiyaskoya dönüşmesi sonucu, kamuoyunda olumsuz bir görüntüye de sahipti. Cemaat, şimdi Oslo ve KCK operasyonunda MİT’i “suçlu” bularak, RTE’ye karşı savaşını Habur’un başarısızlığı üzerine inşa etmeye kalkıştı. Ama bundan önce Cemaat, Erdoğan’a karşı ilk denemeyi-yoklamayı, Şike operasyonunda yaptı. Açık söylemek gerekirse, Şike süreci içinde Cemaat’in atakları, hükümet ve parti içinde büyük bir sarsıntı yarattı. RTE’yi salladılar ama deviremediler. Şike’nin ardından da hemen MİT operasyonunun tezgâh-lanması, hiç raslantı değildir.

Vakit geçirmeden, devlet içinde sahip oldukları gücü sonuna kadar kullanarak, Erdoğan ve iktidarına karşı kesin sonuç alıncaya kadar atakları birbiri ardına ve kararlılıkla sürdüreceklerdi. “MİT Hamlesi”nden sonra her şey yıldırım hızıyla gelişti. Bir yandan totaliter yönetim kurmaya yönelen Erdoğan, öte yandan cumhurbaşkanlığından sonra ne olacağı bilinmeyen Gül ve nihayet devlet içinde örgütlenmesiyle artık her şeyi belirleme noktasına ulaştığına inanan Gülen Hareketi… Cemaat’in saldırısı 17 ve 25 Aralık 2013 Yolsuzluk ve Rüşvet Operasyonu’yla zirveye ulaşacaktı… Bu üç operasyon, yani Şike, MİT ve Yolsuzluk zincirin birer halkasıydı ve sonuncusuyla Cemaat, Erdoğan ve iktidarının işini bitirmeye yönelmişti. Cemaat, Erdoğan iktidarını, en yumuşak karnından, yolsuzluk ve rüşvet olaylarından vurarak safdışı bırakmak istedi. Belli ki, kendileri için başarılı olmayan MİT operasyonundan sonraki hamle için, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet olaylarını saptamaya başlamışlardı. Bizlerin bildiği, sezdiği büyük yolsuzlukları, belgeleyerek halkın önüne koydular. Bu, iktidar çatışmasının sonuncu hamlesiydi, camlar kırılmış, aradaki bütün köprüler atılmış, iktidar doruğundan kimin kimi aşağı atacağının hesaplaşması başlamıştı. Bakanlar düşürülmüş, Erdoğan’ın telefon konuşmaları, medyaya müdahaleleri, ihale payları, villalardaki paraların nakilleri, büyük ihalelere müdahaleleri ve aile vakfı TÜRGEV’e işadamlarının aktardıkları yüzmilyonlar, ülkenin nasıl bir yolsuzluk iktidarınca yönetildiğinin belgesel filmi gibiydi. Üçlü İktidar Savaşı Bir noktaya daha değineyim: Aslında, iktidarda tam bir üçlü çatışma söz konusuydu. CemaatErdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül… Cemaat bu hamleleri yaparken, aslında 2011’den beri Erdoğan ile Gül arasında da sessiz ve derinden, büyük çekişme sürüyordu ama bu çekişme Cemaat-Erdoğan çatışmasının gölgesinde kaldı ve daha düşük düzeyde seyretti. Gül ile Erdoğan arasındaki sorunlar, 2014 Ağustosu’nda yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru yoğunlaşacaktı. Gül- Erdoğan çekişmesi biraz da, Gülen Cemaati ile Erdoğan arasındaki çatışmanın sonuçlarına göre seyredecekti. Erdoğan tek adam olarak, ülkede hükümet dahil her şeyi yönetecek bir pozisyona, yani “Başkan”lığa kendini hazırlarken, Gül’ü safdışı bırakmaya girişecekti ve bunun ilk işaretleri taa 2011’de belli olmaya başlamıştı. Bütün bu süreçler, RTE’nin hem Gül’ü tasfiyesi hem de Cemaat’in devlet gücünü kırmasıyla sonuçlandı. Dört yıllık bir iktidarın heyecanlı öyküsüdür yaşadıklarımız.

Kitap, nefes nefese, birbiri ardına yaşanan çok özel, kısa gibi görünen ama adeta upuzun bir tarihin öyküsünü anlatmayı deniyor.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir