Osman Metin Ozturk – Amerika

Sovyetlerin dağılması, uluslararası politikada halen devam eden bir değişim ve yeniden yapılanma sürecine neden olmuştur. Dağılmadan hemen sonra ileri sürüldüğü gibi, tek kutuplu yeni bir dünya düzeni ortaya çıkmamıştır. Giderek artan bir düzensizliği ve kaosu içeren, çok kutupluluğa doğru işleyen, dengelerin yeni baştan kurulmaya başladığı bir süreç ortaya çıkmıştır. Koşullardaki değişim, doğal olarak, domino etkisiyle giderek genişleyen ve yayılan, biraz da kontrol dışı kalan yeni değişimlere yol açmıştır. Değişimin nerede ve nasıl bir denge durumu ile sonuç¬lanacağını bugünden isabetle tahmin etmek güçtür. Kazançların ve kayıpların çok büyük olması, ufalanmanın beslediği düzensizliğin içinde saklı olan belirsizlik ve kontrolsüzlük, asimetrik güç ilişkisi¬nin öne çıkması, evrensel değerlerin içeriklerinin bozulmasına ve is¬tismarına dayalı artan güvensizlik, isabetli tahminlerde bulunulma¬sını güçleştirmektedir. Bilim ve teknikteki hızlı gelişme, bir taraftan 2 | AMERĐKA ÇÖKERKEN Yeni Kutuplaşma bu gelişmenin maliyetini giderek artınrken, diğer taraftan da aynı hızla pazar alanlarını tüketmektedir. Bu durum, çatışma riskini güç¬lendiren bir etkiye yol açmaktadır. Bunların hepsi, mevcut tablonun süreceğine ve değişim sürecinin kısa sürede sonuçlanmasının uzak bir ihtimal olduğuna işaret eder. Uluslararası politikadaki mücadele, aktör olarak, şimdilik Çin ile ABD arasında gözükmektedir. Çin, koşullardaki değişimi en çok dikkate alan aktör olarak özellikle dikkati çekmektedir. ABD, ko¬şullardaki değişimi görmekle beraber, bir taraftan 1990’ların başın¬daki konumuna takılıp kalmış, diğer taraftan da konumunu kaybet¬me telaşı içinde kendine zarar veren bir politika izlemeye başlamış¬tır. Belki içinde bulunulan dönemde düzensizliği besleyen ve endi¬şeye yol açan en temel etken, ABD’nin izlediği siyasetin sürprizle¬re açık olmasıdır. ABD’nin, konumundaki gerilemenin hızlanması¬na bağlı olarak “birleşik” devlet yapısından kopmalar olması bekle¬nebileceği gibi, uzayın kullanımını içeren yeni ve çok üstün bir as¬keri proje ile ortaya çıkıp konumunu bir süreliğine tartışmasız pe-kiştirmesi de mümkündür. Ancak, ABD için akla gelen her iki du¬rumun da, asimetrik tehdidi beslemesini beklemek gerekir.


Bu çalışmada, Türkiye de dikkate alınmak suretiyle, Soğuk Sa¬vaş sonrası dönemin bir resmi çıkarılmaya çalışılmıştır. Bunun, bir taraftan, uluslararası ilişkiler alanında çalışanları ve konuya ilgi du¬yanları düşünmeye sevk etmesi; diğer taraftan da, Soğuk Savaş son¬rasında dış politikanın ülkelerin iç politikalarında daha çok yer et¬meye başlaması nedeniyle, siyasal iktidarların, yaşadıkları sorunla¬rın nedenini daha objektif olarak anlamalarına ve daha gerçekçi he¬defler belirlemelerine hizmet etmesi beklenmektedir. Osman Metin ÖZTÜRK | 3 Çalışma beş ayrı bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Sovyetlerin dağılması ve sonrası ele alınmaktadır. Đkinci bölümde, henüz oluşum aşamasında bulunan dünyadaki yeni güç dengesi üze¬rinde durulmaktadır. Üçüncü bölümde, Sovyet sonrası dönemin ko¬şullarında Doğu-Batı kavramlarına ve uluslararası ilişkiler alanında ortaya çıkan bazı tezlere değinilmektedir. Dördüncü bölümde, ulus¬lararası terörizm ve bunun güncel uluslararası ilişkiler ile olan bağ¬lantısı işlenmektedir. Beşinci ve son bölümde ise, ekonomik konuların ülkelerin dış politikalarını nasıl etkilediği, uluslararası ilişkiler ile ekonomi arasındaki karşılıklı bağımlı ilişki anlatılmaktadır. Her bölümde, o konu ile ilgili güncel gelişmeler üzerinde durulmuştur. I. BÖLÜM SOVYETLERĐN DAĞILMASI ve SOĞUK SAVAŞ SONRASI DÖNEM Bu bölümde, Đkinci Dünya Savaşı’nın son döneminden başlaya¬rak 1990’lı yılların başına kadar gelen Đki Kutuplu Dönemden kısa¬ca söz edildikten sonra, Sovyetlerin dağılma sürecine girmesi ve da¬ğılmadan sonra oluşan uluslararası politika ortamı ele alınmaktadır. Burada, konunun anlaşılmasını kolaylaştırmak bakımından, ba¬zı soruların cevabı da aranmaktadır. Bu bağlamda; Soğuk Savaş sonrası dönemi anlamak ve açıklamak bakımından, iki kutuplu dö¬nemimin genel özellikleri olarak nelerden söz edilebilir? Sovyetler, hangi koşullarda dağılmıştır? Sovyetleri dağılmaya iten nedenler arasında neler sayılabilir? Soğuk Savaş sonrası dönemin özellikleri nelerdir? 1991 sonrası dönemi kendi içinde daha küçük zaman di¬limlerine (dönemlere) ayırmak mümkün müdür? Soğuk Savaş son¬rası dönem, nasıl başladı, nereye geldi, nereye gidebilir? 6 | AMERĐKA ÇÖKERKEN Yeni Kutuplaşma Bu bölümde, yukarıdaki soruların doğrudan veya dolayı olarak cevabı olabilecek hususlar üzerinde durulacaktır. I. ĐKĐ KUTUPLU DÖNEM 1940’lı yılların ortalarına doğru, Đkinci Dünya Savaşı bitme sü¬recine girmiş olmasına rağmen, Sovyetler askeri yapılanmasını ba¬rış koşullarına indirgemeyi tercih etmemiştir.

O dönemde gerçekten güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olan Sovyetler, galip devletlerin safında olmanın sağladığı avantaj ve psikoloji ile, küresel ölçekte yeni bir gerginlik döneminin başlatıcısı olmuştur. Hemen bu nokta¬da, Irak’ın Đran ile yaptığı, sekiz yıl süren savaşı ateşkes ile durdur¬duktan sonra yüzünü Kuveyt’e dönmesinin arkasında da, benzeri avantajın ve psikolojinin olduğu söylenebilir. Moskova, Çarlık döneminden gelen sıcak denizlere inme haya¬lini de içeren, kendisi merkezli yeni bir dünyayı oluşturma çabası içine girmiştir. Bu bağlamda, ideolojisini ve rejimini ihraç etmeyi öngören yayılmacı bir siyaset izlemeye başlamıştır. Sovyetlerin bu siyaseti, 1979’dan sonra Đran’ın izlediği siyaseti ve Başkan Bush’un kendi adıyla bilinen ABD’nin Ulusal Güvenlik Belgesini çağrıştırır. Humeyni’nin işbaşına gelmesinden sonra, ilk bakışta dinsel bir amaç bağlamında görülse ve şeklen öyle formüle edilmiş olsa da, gerçekte özellikle ulusal güvenlik açısından, Đran rejimini ihraç et¬meye yönelmiştir. Bush Doktrininde de, diğer devletler için, ideolo¬jinin ve koşulların ABD tarafından sağlanacağı ifade edilmiştir. Sovyetlerin bu siyaseti, o zaman ABD ile SSCB’yi karşı karşı¬ya getirmiş ve iki kutuplu yapı bu suretle ortaya çıkmıştır. Savaş sırasında Sovyetlere verilen destek ve Sovyetlerin galip¬ler arasında yer alması, aradan uzunca bir süre geçmiş olmasına rağ¬men, 1917 Ekim Devriminin güç kazanmasına ve taraftar bulması¬na hizmet etmiştir. Moskova’nın savaştan hemen sonra izlediği ya- Osman Metin ÖZTÜRK | 7 yılmacı siyasetin arkasında, bu da vardır. Olaya bu şekilde bakınca, savaştan sonra Sovyetlerin izlediği siyasetin, ABD’nin ve Đngilte¬re’nin etkisinde ortaya çıkmış olduğunu söylemek de mümkündür. Bu yaklaşım biçimi ile bir adım daha atılarak ileriye bakıldığında, Sovyetlerin savaş sonrasında izlediği bu siyasetin de ABD’yi kutup-lardan-biri olmaya ittiği söylenebilir. Đkinci Dünya Savaşından sonra kutupların ortaya çıkışına bu gözle bakmak mümkündür. Đngiltere’nin ve ABD’nin yaklaşımı ön¬ce Sovyetleri bir kutup olarak ortaya çıkarmış, Sovyetlerin bir güç ve çekim merkezi olması da arkasından ABD’yi karşı kutbu oluştu¬rup merkezinde yer almaya itmiştir. Önce biri “öteki’ni, sonra da bu öteki “diğerini” oluşturmuş oluyor… Ancak dikkat edilmesi gereken nokta, her iki kutbun da, “diğeri” merkezli bir politikanın ürünü olmalarıdır.

Burada ulus¬lararası ilişkiler bağlamında politika/siyaset kavramından ne anla¬şılması gerektiğinin düşünülmesinde ve özellikle David Easton’un siyaset anlayışının hatırlanmasında yarar vardır. Sovyetlerin yayılmacı siyaseti, özellikle Orta ve Doğu Avru¬pa’da ifadesini bulmuştur. Sovyetler, Orta ve Doğu Avrupa ülkele¬rini hedef almıştır. Đngiltere, savaştan galip çıkmakla beraber, savaşta ciddi güç kaybına uğradığı ve bu nedenle Avrupa’nın maruz kaldığı Sovyet tehdidini karşılamada kendisinden beklenenleri karşılayacak bir güç¬te ve konumda olmadığı için, ABD Avrupa’ya davet edilmiş ve Sov¬yetler karşısındaki ABD merkezli güç bu suretle ortaya çıkmıştır. ABD, Sovyet yayılmacılığını durdurmak için, Avrupa’ya aske¬ri ve ekonomik yardım yapma yoluna gitmiştir. Truman Doktrini ve Marshall Planı da, bu suretle ortaya çıkmıştır. Sovyetlerin emek ve coğrafya ağırlıklı (avantajlı) askeri gücü ile ABD’nin teknoloji ağırlıklı askeri gücü, başlangıçta birbirlerini 8 | AMERĐKA ÇÖKERKEN Yeni Kutuplaşma dengeler gözükmüşse de, iki kutup arasındaki dengeler ABD lehine sürekli bir değişimi yaşamıştır. ABD’nin atom bombasını üretmesi ve kullanması ile gösterdiği teknolojik üstünlük, Sovyetlerin bunu yakalaması çabasına yol açmış; Sovyetlerin bu noktaya yaklaşması ve gelmesi, ABD’nin daha ileri noktalara gelme çabasına yol açmış ve bu durum 1991 ‘e kadar bu şekilde gelmiştir. Sovyetler kendisine yaklaştıkça, ABD’nin daha ileri noktalan yakalama çabası içine gir¬mesi, her iki taraf için de savunma harcamalarının sürekli yüksek seviyede seyretmesine neden olmuştur. Bu arada, Batılı ülkeler NATO’yu oluşturmuş, buna karşılık olarak da, Doğu Bloku içinde Varşova Paktı ortaya çıkmıştır. NATO’nun stratejik konseptleri (toprak savunması, topyekûn karşı¬lık, esnek karşılık, diyalog ve işbirliği, diğerleri), bir bakıma, Batı ve Doğu Blokları arasındaki rekabetin içeriğini ve sürekli korunmak istenen dengelerin arkasındaki değişen koşullan, dengelerin hangi koşulların ürünü olduğunu ortaya koyar. Doğu ve Batı Blokları, iki kutuplu dönemin özellikle ilk yılla¬rında, birbirlerini her alanda dengeleme ve çevreleme politikası içinde olmuşlardır. Sovyetler, Batının kontrolündeki Orta Doğu’ya yönelmiş, neredeyse tamamı Avrupa ülkelerinin sömürgesi olan Af-rika’daki bağımsızlık sürecini tahrik ve teşvik ederek ve destekleye¬rek, adeta tetiklemiştir. ABD ise, özellikle Sovyetlere komşu coğ¬rafyalara ilgi göstermiştir. Füze ve uçakların menzillerinin fazla ol¬madığı iki kutuplu dönemin ilk yıllarında, Sovyetlere hemen komşu olan coğrafyalar (Türkiye, Đran ve Afganistan gibi ülkeler) ABD’nin özellikle ilgisini çekmiştir.

Sovyetlerin, belirgin bir benzeri çabasın¬dan söz etmek güçtür. Sadece Küba krizi akla geliyor. Bunda, ge-nelde Amerika Kıtasının, özelde ABD’nin, diğer kıtalarla fazla ka¬ra bağlantısının olmamasının, doğudan ve batıdan okyanuslarla çev¬rili olmasının ve ABD’nin bu kıtanın geneli üzerindeki kontrol edi¬ci konumunun etkili olduğu ifade edilebilir. Osman Metin ÖZTÜRK 9 Bu arada, Türkiye’nin, Sovyetlere komşu olması, açıkça Sov¬yetler tarafından tehdit edilmesi ve Sovyet yayılmacılığının hedefi olması, bir taraftan Türkiye’yi Sovyetler ile karşı karşıya getirmiş, diğer taraftan da Sovyetler karşısında Türkiye’yi ABD’ye ve Batı Blokuna itmiştir. Bu itişin etkisinde, ABD (ve Batı Bloku) ile Türkiye arasında, 1947 Yardım Anlaşması imzalanmış; 1952 yılında Türkiye NATO’ya dahil olmuş ve daha sonra ABD ile, 1954 Askeri Kolay¬lıklar Anlaşması, 1969 Savunma Đşbirliği Anlaşması ve 1980 Sa¬vunma ve Ekonomik Đşbirliği Anlaşması yapılmıştır. ABD ile yapı¬lan bu anlaşmalar, biri diğerinin yerini alan anlaşmalardır. ABD ile yapılan bu anlaşmaların hepsi, tarafların NATO Antlaşmasından kaynaklanan yükümlülüklerinin karşılıklı olarak yerine getirilmesi amacına yönelik olmuştur. Halihazırda, sadece 1980 tarihli anlaşma yürürlüktedir. NATO şapkası altında yapılan bu anlaşmalar sayesinde, Batı, Sovyetler karşısında, hem Türkiye’nin jeopolitiğinden yararlanmış, U-2 olayında ve Jüpiter füzelerinin konuşlandırılmasında olduğu gi¬bi, Sovyetlere karşı Türkiye’nin ülkesini kullanmış, hem de Sovyet yönetimindeki Türkler ile Türkiye üzerinden bağ kurarak Sovyetle¬ri (ve Doğu Blokunu) içeriden zayıf düşürmek avantajını elde et¬miştir. Bu son husus, Türkiye’de “milliyetçiliğin” gerçek anlamda zemin bulup gelişmesini engellemiştir. Milliyetçilik, münhasıran Sovyetlere yönelik olarak ve ABD’nin etkisinde, “esir Türkler” ko¬nusunda gelişme imkanı bulmuştur. Türk kültürü, Türk dili, Türk ta¬rihi gibi konular ihmal edilmiş; bunların geliştirilmesine, işlenmesi-ne ve aktarılmasına gereken önem verilmemiştir. Bugün, Türki-ye’de milliyetçiliğin ciddi bir sarsıntıyı yaşamasının ve ülke ve ulus bütünlüğünün tehdit altında olmasının arkasındaki en temel neden¬lerden biri budur. 10 AMERĐKA ÇÖKERKEN Yeni Kutuplaşma O günkü koşullarda, Batının Türkiye’yi kendisine karşı kullan¬mak istemesi karşısında, Sovyetler de, Türkiye’nin güney komşula¬rı ile ilgilenmiş; Türkiye ile sorunları olan komşu ülkeleri, bu sorun¬ları kullanarak kazanmaya çalışmıştır. Laikliğin bölgede dinsizlik olarak algılanmasını sağlayarak, Arap ve Đslam Dünyasının Türki¬ye’ye soğuk bakmasını sağlamaya çalışmıştır.

Mısır ve Suriye gibi nüfusunun neredeyse tamamı Müslüman olan bölge ülkelerinin, Türkiye’den çok Yunanistan’a yakın olmaları; Batı dünyasının bir parçası olmasına rağmen, Yunanistan’ın Đki Kutuplu Dönemde Sov¬yetler ile ortak deniz tatbikatı yapmaları, Sovyetlerin, Türkiye ile sorunları olan ülkelerden, bu sorunları kullanarak nasıl yararlandı¬ğının çok somut birer işaretidir. Türkiye örneği de dikkate alınarak bakıldığında, iki kutuplu dö¬nemin genelinde Doğu ile Batı arasındaki mücadelenin daha çok Orta Doğu’da ve Afrika’da kendisini göstermiş olduğunu söylemek mümkündür. Orta Doğu’da önce Đngilizlerin daha sonra da Ameri¬kalıların varlığına karşı çıkan bölge ülkeleri, bu karşı çıkışlarında Sovyetlerin yardım ve desteğini aramışlardır. Afrika’da Batılı sö¬mürge yönetimlerine karşı ayaklanan gruplar da, aynı şekilde Sov¬yetlere yönelmişledir. Afrika ülkelerinin bağımsızlık mücadeleleri¬nin Sovyetlerin izlerini taşıması, kıtanın neredeyse tamamının Av-rupalı (Batılı) ülkelerin sömürgesi olmasından ileri gelir. Ancak Or¬ta Doğu’ya ve Afrika’ya bakarken, Sovyetlerin, bu coğrafyalarda Batı karşıtlığını tahrik Ve teşvik edici, örtülü veya açık, girişimlerde bulunduğunu da unutmamak gerekir. Osman Metin ÖZTÜRK | 11 II. SOVYETLERĐN DAĞILMA NEDENĐ ÜZERĐNE GÖRÜŞLER Sovyetlerin dağılma nedenine bakarken öncelikle kutupların iyi analiz edilmesi gerekir. a. Doğu Blokuna bir bütün olarak bakılırsa, bütün iki kutuplu dönem boyunca, Doğu Blokunun bütün yükünün Sovyetler tarafın¬ dan üstlenilmiş olduğu görülür. Bütün iki kutuplu dönem boyunca, Doğu Bloku içindeki üretime ve sermaye birikimine yönelik çaba¬ lar, genelde Sovyetler merkezli olmaktan kurtulamamıştır. Aşırı merkeziyetçilik, özel mülkiyet ve girişimcilik ile rekabetin dışlan¬ ması, düşünce özgürlüğünün kısıtlanması, • bir taraftan dünyadaki gelişmelerin yakından izlenmesini engelleyerek dünyanın gerisinde kalınmasına neden olmuş, • diğer taraftan da, bir bütün olarak, Sovyet sistemine dahil kay¬nakların rasyonel olarak değerlendirilmesini engellemiştir. Sovyetler, sahip olduğu bu sistem ile, giderek hem ciddi üre¬tim, hem de ciddi pazar sorunu yaşamıştır. Üretimi, genelde Batılı ürünler ile rekabet edebilecek kaliteden yoksun olmuş; bu da, pazar sorunu yaşamasına neden olmuştur. Doğu Bloku ülkeleri insanları¬nın alım gücünün artırılması, onların pazarda alıcı olarak öne çıka¬rılması ve seçici olabilecekleri bir pazara kavuşturulması, genelde düşünülmemiştir.

Ürünlerin kalitesinin genelde düşük olması ve in¬sanların alım güçlerinin bulunmaması, Doğu Bloku ülkelerinin ken¬di içlerine kapanmalarına ve giderek ağırlaşan ekonomik sorunları yaşamalarına neden olmuştur. b. Sovyetler, ciddi bir enerji üreticisi olmasına rağmen, iki ku¬ tuplu yapı nedeniyle, o dönemde Doğu Blokunun bu avantajı fazla bir değer ifade etmemiştir. Enerjinin bir silah olarak kullanılmasın- 12 | AMERĐKA ÇÖKERKEN Yeni Kutuplaşma dan duyulan endişe, Đki Kutuplu Dönemde Doğu Blokundan enerji alımını engelleyici bir etkiye neden olmuştur. Batı Bloku, Doğu Blokundan enerji alarak risk üstlenmek yerine, Orta Doğu’da kalıcı olmayı ve Orta Doğu’yu kontrol etmeyi düşünmüştür. Bu, bakış açı¬sı, Doğu Blokunu, enerjinin ekonomik, politik ve güvenlik avanta¬jından yoksun bırakmıştır. c. Küba Krizi, izleyen dönemde, Doğu Bloku kamuoyunda, Ba¬ tının üstün olduğu yolunda bir imaja yol açmıştır. Öyle ki, krizin ne¬ den olduğu bu psikolojinin, Doğu Blokunun dağılması üzerinde bir başlangıç etkisi yarattığı ifade edilebilir. d. Batı Blokunun hayatın her alanına ilişkin olarak bilim ve teknikte gösterdiği gelişme, Doğu ve Batı Blokları arasındaki den¬ geyi, giderek Batı (ABD) lehine ciddi şekilde etkilemiştir. Bu nok¬ tada, özellikle uçak ve füze teknolojisindeki gelişmenin, neden ol¬ duğu sonuçlara bakmakta yarar vardır. Batının uçak ve füze tekno¬ lojisinde gösterdiği gelişme, • Sovyetler karşısında Sovyetlere komşu coğrafyalara olan ih¬tiyaçta bir gerilemeye yol açmıştır. • Kutuplara dahil ülkelerin çok uzaklardan ve kolayca hedef alınabilmesine imkan vermiş ve bu imkan ülkeleri tedirgin etmiştir. Ülkeler, o günkü koşullarda, kendilerini güven içinde görmemeye başlamışlardır.

• Bu tedirginlik, bir taraftan Helsinki Nihai Senedi ile, AKKA, AGĐT ve ASA gibi anlaşmalarda ifadesini bulan bloklar arası işbirliği çabalarına ve yakınlaşmaya, diğer ta¬raftan da blok üyelerini blokların liderlerine itmiştir. Yani bilim ve teknikteki gelişme, birbirine zıt, ama iç içe iki farklı süreci ortaya çıkarmıştır. Ülkeler, hem diğer kutba dahil ülke¬lere, hem de kendi kutup liderinin etkisine daha çok açılmaya baş- Osman Metin ÖZTÜRK 13 lamışlardır. Bu da kutup liderlerini, konumlarını ve kutuplarını ko¬ruma konusunda daha çok ilgi ve kaynak harcamaya itmiştir. Bu konuda iki hususu hatırlamakta yarar vardır. Birincisi, bir çelişki gibi görünen bu durumun, aslında uluslararası ilişkilerin çı¬kar temelli doğasını yansıttığıdır. Bu yansımayı daha iyi anlayabil¬mek için, “barışırken küs, küserken barış kapısını açık tutma” sözü¬nü hatırlamak uygun olacaktır. Đkincisi de, gücün uluslararası ilişki¬lerde önemli olduğudur. Gücün uluslararası ilişkilerde niçin önemli olduğu konusunda da, ulusal hukukun, uluslararası hukuktan farklı olan yanlarını hatırlamak gerekir. Bilim ve teknikteki gelişme, güç yarışını tetiklemiş ve tıpkı poker oyununda olduğu gibi gücü tüke¬nenler yarışın dışında kalmışlar, yarıştan çekilmişledir. 1970’li yılların ilk yarısında uluslararası politikada yaşananlar için özellikle kullanılabilecek olan “barışırken küs, küserken barış kapısının açık tutulması” ifadesi, bir bakıma uluslararası ilişkilerde gücün belirleyiciliğini başka sözlerle anlatır. Kapının her durumda açık olması, aynı zamanda “bileşik kaplara” benzetilen uluslararası ilişkilerde, gücün çekiciliği ve etkinliği açısından önemlidir. Güç¬lü olan, daha çok ülkeyi yanına çekip uluslararası politikada istedi¬ğini yapabilmekte ve amacına ulaşabilmektedir. Bu nedenle bileşik kaplar benzetmesi ve kapının sürekli açık olması, gücün, ulus-lararası ilişkilerdeki yerinin ve rolünün anlaşılması açısından çok önemlidir. Đşte, 1970’li yılların ilk yarısındaki koşulların etkisinde kendi¬sini gösteren kutuplar arası yakınlaşma, bileşik kaplar benzetmesi ve kapının sürekli açık olması ışığında, kutuplardan birinin öne çık¬tığı bir durumda dengeyi kolayca kendisi lehine değiştirebileceği bir sürecin başlangıcı olmuştur.

Bu öne çıkış, kutuplardan birinin ciddi güçlenmesi şeklinde olabileceği gibi, diğerinin ciddi güç kaybetme¬sinin bir sonucu da olabilir. Ama nasıl olursa olsun önemli olan, bu öne çıkışın, dengenin bu kutuplardan birinin lehine değişmesi anla- 14 AMERĐKA ÇÖKERKEN Yeni Kutuplaşma mına gelmesidir. Kutuplardan biri bu şekilde güçlenince, bileşik kaplardaki sıvının, aradaki açık kapıdan kolayca geçerek güçlüden yana akabileceği bir ortam oluşmuş ve Batı Bloku bu ortamdan ya¬rarlanmıştır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir