Osman Murat Deniz – Akıl İman İlişkisi Açısından Fideizm

Bu çalışma akıl‐iman ilişkisi açısından fideizmi felsefi eleştiriye tâbi tutmayı amaçlamaktadır. Din felsefesinin en önemli sorunlarından birisini akıl‐iman ilişkisi oluşturmakta‐ dır. Bu nedenle birçok filozof ve teolog bu konu üzerinde önemle durmuştur. Fideizm de akıl ile iman arasındaki ilişki‐ yi açıklığa kavuşturma teşebbüslerinden birisidir. Fideizmin temel iddialarını ortaya koymak ve böylece ana çerçevesini çizerek, tezlerini felsefi değerlendirmeye tâbi tutmak, dinî inanç ya da iman bağlamında pek çok felsefi ve teolojik soru‐ nun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. Kitabın konusu akıl‐iman ilişkisi açısından fideizmdir. Fideizmin penceresinden bakıldığında, akıl ile iman arasın‐ daki ilişkinin mahiyeti ve fideistlerin temel iddialarının etraf‐ lıca ele alınmasıyla birlikte tutarlılıklarının sorgulanması, olumlu ve olumsuz yanlarının değerlendirilmesi kitabın te‐ mel konusunu oluşturmaktadır. Bu amaçla, akıl ile iman ara‐ sında bir uygunluğun olup olmadığı, fideizmin bakış açısın‐ dan bu iki önemli kavram arasındaki ilişkiler ve bu ilişkilerin ortaya çıkardığı sorunlar incelenmektedir. Bu inceleme felsefi temellendirmeye dayandırılmayan ya da dayandırılamayan bir imanın epistemolojik açıdan rasyonel değerini belirlemede yol gösterici olacaktır. Kitabın ilk bölümü, fideizmin alan ve sınırlarının belir‐ lenmesi konusundaki tartışmalar bağlamında “Fideizm ne‐ dir?” sorusuna bir cevap bulmayı hedeflemektedir. Böylece Batı’daki dinî ve felsefi düşüncenin gelişimi dikkate alınarak fideizmin tarihsel bağlamı betimleyici bir yöntemle ortaya konulmaya çalışılmaktadır. İkinci bölümde fideizmin imanın doğasına ilişkin görüş‐ leri ele alınmaktadır. Bu bağlamda fideizmin imanın doğasına 10 Fideizm / O.M. Deniz dair ileri sürdüğü iddiaların onu haklı çıkarıp çıkarmadığı tartışılmaktadır.


Üçüncü ve son bölümde ise fideizmin akıl karşıtı tutumunun ve kanıtlamayı reddetmesinin nedenleri üzerinde eleştirel açıdan durulmaktadır. Çalışmanın konusunun belirlenmesinden bitimine kadar bütün aşamalarda yaptığı rehberlik, teşvik ve esirgemediği desteğiyle danışman hocam Prof. Dr. Mehmet Sait Reçber’e her türlü teşekkürü borç bilirim. Çalışmam boyunca gösterdi‐ ği ilgi ve verdiği destekten dolayı hocam Prof. Dr. Recep Kı‐ lıç’a teşekkür borçluyum. Değerli dostum Dr. Necmettin Tan’a da teşekkür ediyorum. Ayrıca çalışmalarım süresince fedakârlığını ve katkılarını esirgemeyen eşim Leyla’ya min‐ nettarlığımı ifade etmek isterim. GİRİŞ Akıl ile iman arasındaki ilişkinin mahiyeti bütünüyle açık‐ lığa kavuşmuş bir konu değildir. Oysa bir dinin doğruluk iddi‐ alarını anlama noktasında akıl ile iman arasındaki ilişkinin felsefi ve teolojik boyutlarının irdelenmesi son derece önemli‐ dir. Fideizm en temelde, imanı ve aklı birbirleriyle uzlaşmaz şeyler olarak görür. Bu yönüyle fideizmin savunduğu temel iddiaları ele almak ve bunların geçerliliğini tartışmak, akıl‐ iman ilişkisinden kaynaklanan sorunları çözüme kavuşturma‐ da önemli bir yere sahiptir. Yalın bir ifadeyle, bir inanç siste‐ minin doğruluğunun onaylanması olan iman ile insanlardaki kavrama, bağıntı kurma, düşünme ve çıkarsama yapabilme yetisi olan akıl arasındaki ilişki, her dinin açıklanmaya muhtaç bir sorunu gibi durmaktadır.

Böylece, Tanrı’nın varlığının ka‐ nıtlanabilirliği, dinî inancın rasyonelliği ve bir dinin doğruluk iddialarının temellendirilmesi gibi konuların felsefi açıdan açıklığa kavuşturulması büyük önem arz etmektedir. Bu yüz‐ den düşünce tarihî içerisindeki çoğu düşünürün, akıl‐iman ilişkisinden kaynaklanan sorunlara ilgisiz kalmadığı görülür. Din felsefesinde en önemli konulardan birini de akıl‐ iman ilişkisi oluşturmaktadır. İmanda aklın rolü nedir? Dinî inanç rasyonel midir? İman, özü itibariyle irrasyonel bir faali‐ yet midir? Ya da en azından imanın, akıl yürütmeye dayan‐ madığı ve aklın denetimi altında olmadığı söylenebilir mi? Dinî inançlar ne ölçüde akıl yoluyla desteklenebilir? Rasyonel bir dayanaktan yoksun olan bir dinî inanç keyfi midir? İnanan bir kimse, inancının gerektirdiği doğruluk iddialarını akli deliller ile destekleyemiyor ya da bunu gereksiz bir çaba ola‐ rak görüyor ise, bu durum, böyle bir inancın yanlış veya saç‐ ma olduğu anlamına gelir mi? Dinî inancın iddialarını kanıt‐ layamazsak, bu iddialara inanmak yine de mâkul mudur? 12 Fideizm / O.M. Deniz Örneğin, Tanrı’nın varlığı lehinde çıkarımsal bir kanıta sahip olmasak bile, Tanrı’nın var olduğuna inanmak makul mudur? Bunlara benzer temel sorulardan hareketle akıl‐iman ilişkisi üzerine yapılan tartışmada birbirine zıt iki görüşün genel çerçeveyi belirlemede etkili olduğu söylenebilir. Birinci yaklaşım, imanın ve aklın birbiriyle kıyaslanabilir (commensu‐ rable) olduklarını iddia eder. Buna göre, Tanrı’ya ve diğer dinî iddialara inanmak rasyoneldir. İkinci yaklaşım ise bu iddiayı reddeder. İmanın ve aklın birbiriyle kıyaslanamaz (incommen‐ surable) olduklarını savunur. İlk görüşü kabul edenler, iman ile akıl arasındaki uyumluluğun ya da bağdaşırlığın derecesi üzerinde kendi aralarında ayrılırlar. Batı düşüncesinde Tho‐ mas Aquinas’ın izinden giden çoğu düşünür, söz konusu uygunluğun inançlar kümesindeki her bir inanç için geçerli olmadığı konusunda hem fikirdirler. Tanrının varlığına ve tabiatına dair vb. bir takım temel inançlar, akıl ile uygunluk arz ederken, buna karşın teslis ve enkarnasyon gibi inançlar, sadece imanın konusu olmak durumundadır. Aquinas’ın tabiriyle “imanın öncülleri” (preambles of faith) ile ilgili olarak bir uygunluktan bahsedilebilirken, “imanın şartları” (articles of faith) hakkında böyle bir uygunluktan bahsedilemez.

Temel dinî inançlar için rasyonel dayanaklar vardır. Buna karşın İsa’nın bedenleşmesi gibi inançlar, temel inançlara dayanan ve bir iman meselesi olarak görülmesi gereken inançlardır.1 Immanuel Kant’ın (1724‐1804) yolundan giden bir kısım düşünürlere göre ise, akıl ile iman arasında tam bir uyum vardır. Öyle ki, sadece aklın sınırları içerisinde yer alan bir dinî inançtan söz edilebilir.2 Kant’ın aklı ve dinî inancı nasıl tanımladığı üzerinde durulması ve titiz bir şekilde irdelen‐ mesi gereken bir konu olsa da, pratik akıl ve ahlaki inançlar 1 Louis P. Pojman, Philosophy of Religion: An Anthology, Wadsworth Publishing, Belmont, CA, 1998, s. 373. 2 Pojman, age, s. 373. Giriş 13 bağlamında rasyonelliğe yaptığı vurgu dikkate değerdir. Bu vurgu sayesindedir ki, “imana yer açmak için bilgiyi inkâr etmek zorunda kaldım”3 diyen Kant, imanın temelinde bilginin olmadığını iddia eden fideizm ile bütünüyle örtüşen bir iman anlayışının savunucusu olmaktan kurtulmaktadır.4 İmanın ve aklın kıyaslanamaz olduklarını kabul eden ikinci görüş, iki alt gruba ayrılabilir. Birinci gruptaki düşünürler, imanın aklın karşısında ve irrasyonelliğin alanına ait olduğunu iddia ederler. Birbirlerinden farklı bir kaygı ta‐ şısalar da David Hume (1711‐1776) ve Soren Kierkegaard (1813‐1855) imanın rasyonel bir tutum olmadığı konusunda ortak bir inancı paylaşmaktadırlar. İkinci gruptakiler, imanın akıldan daha yüksek bir konumda ve rasyonel ötesi (transra‐ tional) olduğunu iddia ederler.

Örneğin, John Calvin (1509‐ 1564) ve Karl Barth’a (1886‐1968) göre, sonlu ve yetersiz aklı temele alarak inançsızlığa çare bulmaya çalışması nedeniyle, doğal teoloji yersizdir.5 Calvin, doğası gereği insan aklının imana giden yolu bulamayacağını, çünkü iman için gerekli olan niteliklerden yoksun olduğunu iddia eder.6 “Kutsal 3 Immanuel Kant, Critique of Pure Reason, trans. and ed. by Paul Guyer and Allen W. Wood, Cambridge University Press, Cambridge, 1998, s. 117. 4 Kant’ın akıl‐iman ve iman‐bilgi ilişkisi ile ilgili görüşlerini detaylı bir biçim‐ de irdelemek, tezin sınırlarını aşmaktadır. Ancak Kant’ın özellikle Orientation makalesindeki açıklamalarını dikkate aldığımızda, akla ve akıl yürütmeye dayanmayan bir iman anlayışını reddettiği söylenebilir. F. H. Jacobi’nin (1743–1819) aklı dışlayan iman anlayışına bir eleştiri niteliğinde okunabilecek bu makalesinde Kant, iman dâhil herşeyin akla dayanması gerektiğini savunmaktadır. Kant şöyle yazar: “Her inanç, tarihsel olanı da‐ hi, elbette rasyonel olmalıdır (zira hakikatin nihâi mihenk taşı dâima akıl‐ dır).” Immanuel Kant, “What Does It Mean to Orient Oneself in Thinking?”, Religion and Rational Theology, trans. and ed.

by Allen W. Wood and George Di Giovanni, Cambridge University Press, Cambridge, 2001, (8:141), s. 13. 5 Pojman, age, s. 373. 6 Calvin’in iman ile ilişkilendirdiği bilgi, doğal duyularımızı kullanarak etrafımızdaki şeyler hakkında edindiğimiz bilgiler değil, insan aklının üzerinde olan, daha yüce bir bilgidir. Calvin’e göre iman, duyumuzun çok ötesindedir. İmana erişmek için aklın kendisini aşması gerekir. İn‐ 14 Fideizm / O.M. Deniz Ruh’u ilgilendiren hiçbir mesele akıl yürütülerek öğrenilmez. O sadece iman tecrübesi ile bilinebilir.”7 Bununla birlikte, vahiy kendi kendisini doğrulayan, bir başka deyişle kendi doğruluğunu ispatlayan bir niteliğe sahiptir. Vahiy, kendi delilini içinde taşır. Bu yaklaşım, imana rasyonel ötesi bakış şeklinde isimlendirilebilir.

Bu bakış açısından iman, kendi alanı çerçevesinde aklın karşısında değil, aklın üzerinde ve ötesindedir.8 Hristiyan imanının rasyonelliğine vurgu yapanlar ile teo‐ lojiyi imana dayandıranlar arasında cereyan eden Hristiyanlık içerisindeki gerilim, Batı düşünce tarihî boyunca hiç dinme‐ miştir. Öyle ki, Patristik dönemde yaşamış Tertullian’dan (160‐230) günümüzde yaşayan Wittgenstein taraftarına kadar pek çok dinî düşünür fideist olarak nitelendirilmektedir. Mo‐ dern dönem öncesi fideizm, Orta Çağın sonlarına doğru do‐ ruk noktasına ulaşmıştır. Bu dönemde Tanrı bilgisini elde etmede insan aklının yeterliliğini sorgulayan aşırı şüphecilik, özellikle Ockham’lı William’ın (1285‐1349) etkisi altındaki kimi Hristiyan düşünürlerin şu görüşü yüksek sesle dillen‐ san aklı imana ulaştığında bile hissettiklerini tam manasıyla kavraya‐ maz. Fakat akıl, kavrayamadığı şey hakkında ikna edilirken, imanın verdiği kesinlik sayesinde beşeri herhangi bir şeyi algılayışının çok üs‐ tünde bir anlayışa sahip olur. İman bilgisini elde etmeyi sağlayan yete‐ nek Kutsal Ruh’un armağanıdır. Bkz. John Calvin, Institutes of the Christian Religion, I‐II vol., ed. by J. T. McNeil, tanslated by F. L Battles, The Westminster Press, Philadelphia, 1960, Kitap 3. Bölüm 2.

Altbölüm 14. 7 John Calvin, Calvinʹs Commentaries Complete From the Calvin Translation Society Edition, John: 14/17, http://www.ccel.org/ccel/calvin/calcom 35.iv.iii.html (Son Güncelleme: 15.12.2009) 8 Pojman, age, s. 373. Calvin, insan aklı, inandırıldığı şeyi kavrayamaz diyerek, rasyonel düşünceyi dışarıda bırakır. Ancak bununla birlikte, doktriner içeriğin doğruluğunu araştırmaksızın kabul etmeyi, iman bil‐ gisinin bir gereği olarak görmez. Bu noktada Calvin, sonraki Kalvinciler’den ayrı bir çizgidedir. Bkz. Paul Helm, Calvin and The Calvinists, MPG Books, Bodmin, Cornwall, 1998, s.

24. Giriş 15 dirmelerine neden olmuştur: “Sadece ilahi vahye iman, insa‐ noğlunun Tanrı hakkında herhangi bir şey bilmesine izin ve‐ rir.”9 Bu iddianın doğal sonucu olarak, imanın rasyonel te‐ melleri sarsılmış ve böylece akıl ile iman arasındaki bağ kopa‐ rılmıştır. Felsefe tarihçisi Gordon Leff’in tespitine göre, bu dönemde “giderek gelişen bir ampirizm yine giderek gelişen bir fideizme sebebiyet vermektedir.” 10 Fideizmin Ortaçağ düşünürlerinin meşgul olduğu bir ko‐ nu olması bakımından önemini dikkate aldığımızda, fideizm teriminin kendisinin yakın tarihlerde kullanılmaya başlandığı‐ nı görmek şaşırtıcıdır. Örneğin, Oxford English Dictionary fide‐ izm sözcüğünün ilk ortaya çıkışını 1885 tarihî olarak verir. Do‐ layısıyla fideizm terimi, Aydınlanma döneminde din ile bilim, otorite ile otonomi ve akıl ile iman arasında gün yüzüne çıkan çatışmalar bağlamında üretilmiş modern bir terimdir. Fideizm teriminin ilk kullanımına özellikle Roma Katolik gelenekselci‐ ler ile pozitivist felsefecilerin söylemlerinde karşılaşılır. Bu iki grubun paylaştığı ortak kanaate göre, iman ve akıl bilgiye ve hakikate giden iki ayrı yolu temsil ederler. Hristiyan düşüncesi söz konusu olduğunda, aklın verile‐ ri ile imanın kabule zorladığı öğretilerin birbirleriyle nasıl uzlaştırılacağı sorunu, Hristiyanlık tarihî boyunca üzerinde önemle durulan bir sorun olma özelliğini hiç kaybetmemiştir. Bu durum, kısmen diğer teist dinler için de geçerli olsa da özel‐ likle Aydınlanma ile birlikte Hristiyanlık ekseninde yapılagelen bu yöndeki tartışmalarda yoğun bir artış olmuştur. Fideizmin sistemli bir düşünce akımı haline gelmesinin, Hristiyan imanı ile akıl arasındaki ilişki üzerine yapılan tartış‐ malara borçlu olduğunun gösterilmesi önem arz etmektedir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir