Patrick Le Roux – Roma İmparatorluğu

Roma İmparatorluğu resmi olarak İÖ 27’de doğmuş ve bir görüşe göre 410’da Roma’nın Alarik’in Gotlar’ı tarafından alınmasıyla ya da Germenler’in sürekli saldırıları sonucu Batı imparatorluğunun son bulduğu tarih olan 476’da ortadan kalkmıştır. Aslında, ikinci Pön Savaşı’ndan sonraki Roma geçmişi referans alınmadan anlaşılamayan ve birliğini sadece siyasal tarihten alan bir tarih dilimini kesinlikle belirlemek zordur. Geç dönemlerin dikkate alınması büyük ölçüde farklı kaynaklara baş vurmayı gerektirdiğinden, bu çalışma Erken-İmparatorluğun klasik dönemiyle sınırlı kalmıştır. Gerçekten de, yaklaşık üç yüz yıl boyunca, imparatorluk yapısının farklılığının işin başında belirtilmesi gerekse de, bizim belli ölçüde mirasçıları olduğumuz bir yönetim sistemi önce yerleşmiş, sonra da kabul ettirmiştir kendini. Tartışma götürmez etkilere rağmen, Roma İmparatorluğu özel karaktere sahip bir Helenistik krallıkla çok az benzerlik gösterir. Ne bölgesel bir ulusal güç, ne mutlak monarşi, ne halk diktatörlüğü, ne de totaliter rejimdir, Roma İmparatorluğu tarihsel anlamda sınıflandırılması mümkün olmayan 9 bir yapıdır. Kolayca tanımlanabilecek hiçbir yapıya uymaz bu imparatorluğun yapısı. Avrupa’da daha sonra gördüğümüz monarşiler bu düzeni taklit etmek istemişler ama başaramamışlardır. “Roma İmparatorluğu” deyimi farklı kısmi tanımlamaları kabul eder ve bunların birbirlerine yaklaşması için iç içe geçmesi gerekir. Herkes bildiğini sanır bu kavramı ama iyice anlayabilmek zordur. Roma imparatorluğu kavramını bir dönem İngiliz İmparatorluğu ya da Fransız İmparatorluğu’yla arasındaki aldatıcı benzerliklerinden kurtarmak gerekmiştir. Bugün aynı tuzaklara Amerikan İmparatorluğu aracılığıyla düşülmektedir. “Roma İmparatorluğu” “Cumhuriyet”le yan yana getirildiğinde Sezarlar tarafından yönetilen Roma gücünün egemenliğinin geniş bir tarihsel dönemini belirtir. Tek başına ele alındığında, imparatorluk, geleneksel aristokratik değerleri, meşruiyetin kaynağı olan kamu hukukunu ve Roma ya da taşra elitlerinin düşünce biçimleriyle uyumlu dinsel bir boyutu birleştiren monarşik bir iktidarın kurumsal ve bölgesel uygulama biçimidir. Roma İmparatorluğu’nun coğrafyası büyük ölçüde Roma toplumunun kalıbına uydurulmuş, bireyselleşmiş, hiyerarşize olmuş, kültürel açıdan kaynaşmış, hatta çok-biçimli olmuş, sosyal ilişkiler ağına da entegre olmuş bir siteler ve yerel topluluklar toplamıdır.


Nihayet, uzman olmayanlar için bu kavram Roma yurttaşlığının bir gelişme biçimi, Latin kültürüyle taşınan soylu değerler içeren bir uygarlığın gelişmesi anlamına gelir; ama bu düzenin belirgin özellikleri aynı zamanda insanlıkdışı amfiteatr oyunları ve kölelik düzenin sürdürülmesi, savaş meydanları dışında disiplinsiz ve cahil askerlerin düzensiz yaşamlarıdır. 10 Yaklaşık otuz yıldır, özellikle tarihlerinin bir döneminde imparatorluk yapısıyla birleşmiş modern devletler ölçeğinde, tüm araştırma alanlarında çalışmalar hızlanmıştır. Temel olarak, günümüze kadar gelen eşsiz Latin ve Yunan kaynaklarından yararlanmaya devam etmektedir araştırmacılar. Özellikle farklı belgelerin karşılaştırılmasıyla yenilikler ortaya çıkmaktadır. “Edebi” denen metinlerin yanında hukuksal kaynaklar, yazıtlar, (sadece Latince ve Yunanca olmayan) papirüsler, paralar, sanat tarihi, ikonografi, mimarlık, mozaikler, meslekler ve teknikler tarihine dahil olan arkeolojik kazılarla çıkarılan çeşitli objeler, kültürel değiş-tokuşlar, aktarımlar, değişimler de söz konusudur bu bağlamda. Bugün Roma İmparatorluğu’nun tarihini yazma olgusunda bir paradoks vardır. Enformasyon ve bilgi kaynaklarının gitgide derinleşmesine ve çeşitlenmesine rağmen okuyucuyu gitgide yabancı olduğu bir dünyayla tanıştırmak söz konusudur. Belli başlı kronolojik gelişmeler ve yorumların yenilenmesi üstünde durmak tercihi dayatır kendini. Bu olgu ne belirsizlikleri, ne karanlık yanları, ne de boşlukları gizlemelidir. Hikâyenin görünürdeki açık seçikliği tarihçi için gerekli olan sabır ve dikkatle gerçekleştirilmiş sentezleri, heterojen ve bölük pörçük verilerin yorumlarını kısmen siler. Siyasal ve askeri tarih uygun ve gerekli bir çerçeve çizer bu bağlamda. Çok-kutuplu bir Roma dünyasının dönüşümlerinin anlatılarına kesin bir süreklilik verir, iktidar uygulaması, bölgelerin yönetilmesi ve yapılandırılması kent merkezinin egemenliğini, organizasyonla ilgili teorilerini ve imparatorluk içindeki bağlantılarını yansıtır. Öncesi bilin11 meden, yerel sitelerin ve toplulukların yeri ve rolü, özel yaşam, din ve canlanan ya da yenilenen geleneklerin etkileşiminin taşıdığı uyarlama, icat ve karışım olgularının yoğunluğunu ve karmaşıklığını tam anlamıyla değerlendirmek mümkün değildir. Romanın gücünün sadece hayranları ve yandaşları yoktur. Uzak bölgelerde olduğu gibi imparatorluğun içinde de karşıt gruplar Roma egemenliğinin taşıyıcısı olduğu ‘humanitas’la (uygarlık) rekabete girmişlerdir.

12 I. Bölüm İMPARATORLUK YA DA ROMA’NIN GÜCÜ Roma İmparatorluğu İÖ 27’den önce de, hatta Octavianus’un Antonius ve Kleopatra’yı iki kez yenilgiye uğratmasından önce de var olmuştur: İÖ 2 Eylül 31’de, Actium’da, karada ve denizde; İÖ 1 Ağustos 30’da İskenderiye’de kentin ele geçirilmesi ve talihsiz çiftin intihar etmesiyle. İÖ 201’de Hannibal’i yenilgiye uğratan senato cumhuriyeti bu dönemden itibaren hiçbir rakip güce aman vermemeye kararlı emperyal bir cumhuriyet olur. Doğudaki Helenistik krallıklara karşı uzun soluklu bir mücadeleye giren, Kartaca’nın bozguna uğramasından sonra İber Yarımadası’nın sabırla fethine girişen Roma, kendini her zaman daha uzaklara gitme gerekliliklerine göre uyarlamış ve her zaman daha fazla kaynağa, insana ihtiyaç duymuştur. Emperyal egemenlik siyaseti kurumsal dengelerin tartışmaya açılması sonucunu getirmiştir: monarşik güç, yavaş yavaş, yurttaşların birliğini sağlamakta yetersiz bir senatoyu yönetemeyen 13 hırslı komutanların başlattığı iç savaşlarla ortaya çıkmıştır. Kısmen imparatorluk kurumlarının görkeminden kaynaklanan bir güçlülük izlenimi uyandırmasına rağmen, Augustus imparatorluğu fetihlerin sonu ya da sürekli bir barış anlamına gelmemiştir hiçbir zaman. İç savaşlar, bitmek bilmeyen bir şiddet ve acı veren düşmanlıklar Roma’nın yayılmasını yolundan saptırmıştır. Roma’nın yayılması, imparatorun duraksamalarına rağmen, gerçek anlamda bir kesinti yaşamadan sürüp gitmiştir. Sezar’ın eline geçen inisiyatif toprakların genişlemesini daha iyi denetleme olanağı verir ona; daha önce bu konuda karar verenler Roma’da bile kimseyle paylaşmak istemedikleri bir iktidara sahip olmak isteyen, iştahları kabarmış, hırslı birtakım insanlardı. İmparatorluğun iç tarihi ve dış tarihi, kuruluş döneminden beri, sıkı biçimde birbirine bağlıydı. Bu bağlamda, bir dönem Roma’nın gücünü ve imparatorluk gücünü -tamamen yok etmeseler de- çok zayıflatan askeri krizler kanıt gösterebilir. I. – Dünyada Roma egemenliği Savaş Roma İmparatorluğu tarihinde önemli bir yere sahiptir ama bu aynı zamanda Yunan tarihi için de geçerlidir. İmparatorluk kuşaklar boyunca kan, cesaret ve Roma halkının ve hasımlarının silahlarıyla inşa edilmiştir. Dolayısıyla, savaşsız dönemleri değil, savaşın ikinci planda kaldığı dönemleri açıklamak tutarlı bir tavır olur.

“Roma barışı” onyıllar boyunca imparatorluğun en uzak köşelerinde bile, Eskilere göre, en “Modern” siyasal, sosyal ve kültürel 14 biçimlerin gelişmesine katkıda bulunmuştur. “Mutlu” denen bu dönemin mükemmelliğe yakın bir son nokta olduğu, daha sonraki yüzyılların iflah olmaz bir dekadans yaşadığı düşüncesi gibi bir yanılgı da uzun süre hissettirmiştir kendini. Roma İmparatorluğu da bütün öteki dönemler gibi tehlikesiz yorum oyunlarına ve ikili spekülasyonlara borçludur varlığını. 1. İmparatorluğa doğru. – Başlangıç döneminde, dünyanın fethi konusunda bilinçli bir proje yoktu. Roma, İtalya’da rakiplerini yavaş yavaş boyunduruk altına aldıkça, gerekli gördüğü her yerde çıkarlarını savunmayı bir amaç haline getirdi. Roma’nın gücü yayıldıkça yurttaşları da ele geçirilen toprakların işletilmesi ve denetimiyle ilgilenmeye başladılar. Roma askerleri düzeni sağlamayı ve yayılmayla Roma’nın üstüne çökebilecek tehlikeleri savuşturmayı üstlendiler. Kartaca’yla yapılan savaş Romalı senatörlerin intikam alamayan bir hasmı hoş görmeyi reddetmeleri olgusunu bir kez daha açıklığa kavuşturmuştur. İÖ 146’da Afrika’daki Fenike kolonilerinin yok edilmesi ve bir Afrika eyaletinin yaratılması, çeşitli kaynaklara göre, korkuları ve enerjileri harekete geçirmiştir. O dönemde kendini gösteren yenilmez ve rakipsiz bir Roma gücü düşüncesi, 139-133 arasında, Kelt-İber ülkesinde bulunan Numantia kentinin kahramanca direnişiyle de sarsılmamıştır. Soylu sınıftan Ti. Gracchus küçük toprak sahibi özgür köylülerden oluşan bir sınıfı yeniden canlandırmaya çalıştı; ona göre, bu sınıfın küçülmesi Roma egemenliğinin sürdürülebilmesini tehlikeye düşürüyordu. Lejyonlar genel olarak 15 toprak sahibi nitelikli köylülere (cens) dayanıyordu.

Bunların proleterleşmeleri -yani tek servetlerini, varsa eğer çocuklarına bırakarak ‘cens’lerini yitirmeleri- her yıl yapılan asker seçiminin ve askere alma işlemlerinin dışında bırakıyordu onları: bu sisteme göre, beş sınıf içinde yer alan her yurttaş 17-46 yaş arasında asgari bir süre askerlik hizmetiyle yükümlüydü. Pleb halklarını savunmakla görevli tribunusların karşıtları tarafından şiddetle eleştirilen toprak yasası uygulamaya geçirildi. Çıkan sonuç, lejyonları güçlendirecek küçük toprak sahiplerinden oluşan büyük bir topluluk yaratmaktan çok, sitenin ikiye bölünmesi olmuştur: plebi (en kalabalık sınıf) savunanlar ve tehlikede olduğu düşünülen senato aristokrasisi egemenliğini savunanlar. İÖ 107’de konsül seçilen yeni şahsiyet C. Marius sınıf düzenine göre değil de yurttaşların kendilerini tanıtma düzenine göre bir askere alma uygulaması getirdiğinde çok iyi görülmüştür bu durum. Gerçekten de, gönüllülük ilkesi (ilk kez uygulanmamakla birlikte) seçmecilik ilkesinin yerini almıştı. Ayrıca, komutan ödül vaatleri de vermek zorundaydı. Ti. Gracchus tarafından bir lejyoner ihtiyat gücü oluşturmak amacıyla dağıtılan topraklar artık cumhuriyete verilecek hizmetlerin karşılığı olacaktı. “Sosyal Savaş” ya da “Müttefikler” Savaşı (İÖ 91-88) belirleyici olmuştur bu bağlamda: böylelikle, yurttaş sayısında önemli ölçüde bir artış olmuş, gönüllüler başarılı olmuş, bu da büyük komutanların ya da imparatoresin işine yaramıştır. Düzeni sağlamak amacıyla eyaletlerde bulunan geleneksel orduların yanında güçlü fetih makineleri vardı ve bunlar güçlerini kendilerini ganimet ve ödül kaynağı 16 olan zafere götürecek komutanlarının yeteneklerinden alıyorlardı. Sekiz yıl boyunca Galya’da eğitimini tamamlayan Sezar’ın ordusu bu bağlamda yetkin ama tek olmayan bir örnektir. Imperator oldukça geniş bölgeleri itaat altına almadaki çabukluğuyla fetih olgusuna yeni bir güç ve yeni bir boyut kazandırmıştır. İktidara talip olmak için özellikle başarılarından yararlanmıştır. Rakiplerinin direnişi onu ya hep ya hiç görüşünü benimseme noktasına götürmüştür.

İÖ Mart 49’da, lejyonlarıyla birlikte, Ravenna ve Rimini arasındaki kısa Rubicon Irmağı’nın oluşturduğu eyaletinin sınırını aşarak, sonunda kurbanı olduğu bir iç savaş başlatmıştır. 15 Mart 44’te hasmı Pompeius’un heykelinin altında öldürülmesi diktatörlüğe dayalı ve karşıtların görüşleri alınmadan, alelacele kabul ettirilen bir gücün başarılı olamayacağını göstermiştir. Roma İmparatorluğu egemenliğinin hizmetinde kişisel bir iktidarın kurulması şeklinde tanımlanabilecek Sezarcılık Sezar’la birlikte ölmemiştir: Suetonius’un ilk on iki imparator biyografisini Sezar’la (Octavianus evlatlığıydı onun üstelik) başlatması bir rastlantı değildir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir