Paul Imbert – Osmanlı İmparatorluğunda Yenileşme

Tuna, İstanbul Boğazı, Kızüdeniz, Basra Körfezi arasında ulaşım kolaybgı sağlayan yollar yapmak, her dönemde, Osmanlı Padişahları için büyük bir zorunluluk olmuştu. Büyük Fatih Sultan Mehmet, o düşlere giren mücevheri, iki kıta ile iki denizin birleşim noktasında, iki kehribarb ve iki zümrütlü bir yüzüğü andıran eşsiz kenti aldığmdan beri, yani Osmanh Türkleri Avrupa toprağına ayak bastıkları gündenberi ataları Ertuğrul ile Osman’m XII. yüzyılda çadırlarım kurdukları Anadolu yanmadasmda egemenliklerini sürdürmek padişahlann sürekh kaygısı idL Çoğu kez batıya doğru yürüyüşlerini yanda bırakarak Selçuklu’ların egemenliğindeki Asya topraklarma döndükleri ve yeni istilâcılara karşı koydıddan obnuştur. Belgrad ya da Budapeşte’­ den son hızla Kafkasya’ya Kızıldeniz’e, İran ya da Arabistan sınırma koşmak gereğini duyuyorlardı. Egemen oldukları İstanbul’dan sık sık Bağdat’a seferler düzenlemişlerdi. Bunun nedeni de İmparatorluğun az zamanda çok büyük boyutlara ulaşmastydı. İslâm dininin yenilmez savunucusu yiğit askerler olan Türkler, egemen oldukları toprakları durmadan genişletmekteydiler. Yavuz Selim, Kürdistan’ı, Irak’ı, Suriye’yi, Mısır’ı, Yemen’i ve Mısır’a bağh olan Hicaz’ı aldı. Bir Arap şairi: «Kısa sürede büyük işler başardı ve çelenklerinin gölgesi dünyayı kapladı,» demişti Granada’daki son Berberi krah yazdığı acıkh bir şiirle Selim’e «İki kıtanm ve iki denizin sultam» diye yalvartyordu. Hiç de dalkavukça bir söz değildi bu, çünkü gümüş ayh kırDEMİRYOLLARI POLİTİKASI 14 PAUL IMBERT mızı sancak çoktan üç kıta ve dört deniz üstünde dalgalanıyordu. Beşinci Karl’ın (Charles – Quint) düşmanı olan Kanuni Sultan Süleyman, Tuna’dan Basra Körfezi’ne, Fırat’tan Atlas denizine kadar egemendi. Bugün de, bunca değişmelerden sonra İstanbul’daki Padişah Avrupa, Asya ve Afrika’da hükümdarhğmı sürdürüyor. Rumeli, Anadolu ve Trablus’ım bu mutlak hükümdarı, Bulgar prensini değilse bile, Arabistan emirlerini ve Mısır hidivini kendi buyruğunda görüyor. Bu geniş imparatorluk, bu ulu ağaç, daUaruun altmda minareleri, kubbeleri, dikilitaş ve ehramları barmdırmaktadır. Ama böyle bir devletin yapısındaki sakathk hemen göze çarpmıyor mu? ZajTiflığının başhca nedeni böylesine yaygm oluşudur. Artık türdeş (mütecanis) bir kitle sözkonusu değil, tersine İmparatorluğun sınırlan içinde böhne oluşturan engellerle birbirinden ayrılan, ayrık bölgeler bulunmaktadır. Rodop, Makedonya’5a Tral^a’dan ayırıyor; Toroslar, Küçük Asya yaylasınm önünü kapıyor, doğudan Anti-Toros1ar da KHkya’nm yukarı oüaklarma set çekiyor; sonra Ermenilerin ve Kürtlerin yaşadıklan eski uygarhklarm beşiği olan yerler, sınırları belirsiz Suriye ve Filistin; eskiden çok refah içinde olan Mezopotamya ve Arabistan çölü. Hiç bir yerde doğal smır yok; ne Tunus, ne Balkan ne de Kafkasya’da. Her yerde birbiriyle bütünleşmiş bölgeleri gelişi güzel bölen, hiç bir kurala ujmadan çizilen sınırlar. Bunlar da istilâya elverişü açık yoUar oluşturmakta: bir yanda Türklerden hemen hemen koparılan Balkan yanmadasınm anahtan MĞsie^*) yaylası, öte yanda Rusların öteden beri göz diktiği talihsiz Gürcistan. Sonra bu bölünmüş, doğal sjn]rl;ardan yoksun, ama etnik güçlerin kavşağmdaki topraklarda çok acaip bir ırklar, diller, dinler karması çoğu kez birbirlerinden ayırdedilemez. (•) M£sie: Günümüzde Bulgaristan’ın bulunduğu bölgenin eski adı. (yancının notu) OSMA>JLI İMPARATORLUĞU’NDA YENİLEŞME HAREKETLERİ 15 (*) Bulgarlann iç çekişmeleri Makedonya’yı, Küıt ve Ennenilerin çekişmeleri ise Sason (Bitlis civan)’u kana buluyordu. (Yayıncmm notu) Moğollar, Türkler, Türkmenler, Tatarlar ve Kırgızlar, Aryenler, Rumlar, Arnavutlar, Kürtler, Ermeniler, Kutza-Valaklar (Koutza-Valaques), Bulgar ve Sırp Slavları, Araplar, Yahudiler, Çingeneler, Çerkesler; her mezhepten hıristiyanlar, Ortodoks Rumlar, Gregoryen Ermeniler, Katolikler ve Protestanlar, patriklere ba ^ Sırplar, ekzarkist Bulgarlar, maruni Suriyeliler, katoUk ya da nasturi Keldanilerden oluşan bir halk. Birbirinden böylesine ayrık elemanlar arasında Osmanlı egemenliğinden başka bir bağ yoktu. Türkler, yendikleri halkları özümlemezlerdi. Askerlikteki yetenekleriyle övünen, boyun eğdirdikleri yenikleri son derecede küçük gören Türkler, bunları ne özellikleri içinde canlandırıyor ne de kendi içinde eritiyor, yambaşmda düşkünce yaşamaya bırakıyordu. 11. Mehmet (Fatih) İstanbul’a girer girmez Osmanh İstanbul’un yamsıra yeniden bir Fener Bizansı kurdu: bugün de İmparatorluk’daki hristiyan1ar ayrı cemaatler, «ulus»lar halinde örgütlenmişlerdir. Yeni toprakları fethedenlerle, bunlara boyun eğenler arasmda kaynaşma olmamıştı; ne var ki bu halklarm arasmda da yoktu bu. Rumlarla Bulgarlar, Kürtlerle Ermeniler derin çekişmelerle ayrıltyorlardı birbirlerinden. Bunlar arasmdaki çatışmalar her gün Makedonya’yı ve Sason’u^*^ kana bulamamaktaydı. Ama tümünü baskı altmda tutan Türkler, bunları kendi egemenliğine de bağlayabilmiş değildi. Anadolu yaylasınm dışmda, geniş İmparatorluğundan eğreti olarak yerleşti; hiç bir yerde fetihlerini özümleme (assimilation) ile tamamlamadL Oysa, yüzyıldır miUiyetlerin uyanışına tanık olunmaktadır. Bir vakitler, boyun eğdirilmiş, diz çöktürülmüş halklar yavaş yavaş dillerim, geleneklerini, tarihlerini, yurtseverliklerini öğrendiler. Yüce anılar uğruna Avrupa Yunanistan’ı 16 PAUL IMBERT kurtardı; daha sonra yeni Balkan devletleri oluştu; bunlardaki güçlü cansuyu hâlâ boyunduruk altındaki kardeşlerin umudunu pekiştirdi. Bu yeni özleyişler, yalnız Yunanhlarda, Avrupa Romenlerinde değil dünyanm her yanma dağılmış bulunan Ermeniler, Suriyeliler ve esrarh yarımada Arapları, İngiliz yönetimindeki Mısır fellahlan arasmda da doğdu. Ulusal duygunun bu genel atıhmı karşısmda Türkler kayıtsız kalamadılar. Makedonya, Ermenistan ve Yemen gibi karışıldık odaklarınm birbiri ardmca, çoğu kez eşzaman olarak çabalarım arttırma istekleri bu ayrışık İmparatorlukta otoritelerini sürdürmek için, Osmanh yöneticileri İstanbul’u, burada da Yıldız Sarayı’nı, daha dün, koca imparatorluğun beyni ve yüreği yapan aşın bir merkeziyetçiliği benimsediler. Yönetimin bütün ipleri buraya bağhydı, en uzak bölgeler için bile az çok önemli olan bütün önlemler burada ahnırdı, Türkiye’nin siyasal yaşamı burada yoğunlaşmıştı. Böyle olunca padişahm iradesi çabucak iletilmeli ye buna harfi harfine ujmImahydı. Dudaklarmdan dökülen hiç bir buyruk boşa gitmemeUydi. Onım her zaman İmparatorluğun en güçlü kişisi olması gerekirdi. Türkler, her yerde azınhkta olduklarmdan, karışıkhklarm baş gösterdiği yere çabucak çullanabilmeli, burada düzeni yemden kurduktan sonra hemen yeni tehlikeleri önlemeye gitmel^di. Elverişli ve hızh ulaşım araçları, yollar, demiryolları, işte bunım için padişahm bu halklar üzerindeki otoritesinin, temeUi bir etkeni, zorunlu bir aracıydı. Aynı zamanda bu, onun dış güvenliğinin en önemli koşuluydu. Bulgar, Edirne’den birkaç saat ötede manevra yapıyor, Rus, Erzurum’a bir günlük uzaklıkta bulunuyor. Avusturyah Selânik’e göz dikmiş, Yunanh Makedonya’da dümenler çevirmekte. Türkiye’ye her yanda, sınırlan bekleyen birlikler gerekliydi: geride, ordunun büyük verimli ovalarda yığmak yapmış olan büyük bölümü, duruma göre, şu ya da bu harekât alanına gönderilecekti. Bundan da, örne- OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA YENİLEŞME HAREKETLERİ 17 (*) Anadolu’nun kuzey doğusunda M.Ö. IV. yy.da kurulan eski bir krallık. M.S. 63’de Roma İmpaıatoriugu’na katıldı. (Yayıncının notu) ğin Malcedonya’yı Trakya’ya, Mezopotamya’yı Pont’a^*) bağlayan çevre ulaşım ağını gerçekleştirmek zorunluluğu doğuruyordu. Bundan başka ihtiyatlarm gidişini de güvence altma almak gerekliydi. Osmanh yayıhşınm merkezi olan Anadolu yaylası ordulann asker deposuydu. Burası, seferberlik planlarma göre, Karadeniz’e koşut dilimlere ayrıldığından savaşta ilk saldırı birliklerini oluşturan redif taburlarmı sağlayacaktı. Bu dilimlerin her birine, beslediği orduyla bağmtılı bulundurmak üzere iletişim hatları gerekliydi. Kısacası, birbirine gereği gibi bağlanmış bir ulaşım yolları ağı Türkiye için, en başta gelen stratejik bir zorunluluktu. Bu da, İmparatorluk için, yakın bir savaşta ölüm kalım sorunu olabilirdi. Bu iki açııun büjoik önemini, Abdülhamit, ince zekâsıyla kavramakta gecikmedi. Bir demiryolu politikası olmalıydı; vardı da. Otuz yıl boyunca, metodlu bir demiryolu döşeme ve işletme planım başarı ile uyguladı. Şurası ilginçtir ki, bu girişim İstanbul’dan gelmemişti. Tutucu ve kaderci olan Türkler, Peygamberin öngörmediği değişiklikleri pek sevmezler. Elindekini olduğu gibi tutar, yenilemezler. Avrupalılar, kazançlı yatırım alanları ve ticaret pazarları peşinde koşan, yeni ülkelere el atmak ve işletmek arayışmdaki Avrupa sermayecileri, Türkiye’ye başvurup demiryolu imtiyazları istediler. Balkan yarımadasmdan, büyük hatlar geçiyordu; her yandan bu bölgede yapılacak yeni hatlarm inceleme projeleri geliyordu. Asya’da tamamiyle Türklerin yapmış olduğu Hicaz hattı Medine’ye varmıştı; bu hat Şam’ı Mekke’ye bağlayacaktı. Ama bütün bu girişimler arasında en önemlisi, bugün en çok tartışmalara yol açan İstanbul Boğazını, Basra Körfezi’ne bağlayacak olamdır: bu da daha yeni başlamış olan ve şimdiden efsaneleşen Bağdat hattıdır.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir