Zaman ve Anlatı’nın 3. cildi* hiçbir özel giriş gerektirmiyor. Bu cilt, programını 1. cildin başında okuduğunuz aynı yapıtın üçüncü bölümünü oluşturuyor. Ayrıca, bu üçüncü bölüm işlediği Kurmaca Anlatıda Zamanın Biçimlenişi konusuyla ikinci bölümde ele alınan Tarihsel Anlatıda Zamanın Biçimlenişi konusuna bir karşılık oluşturuyor kesinlikle. Son ciltteki** Dördüncü Bölüm de, Anlatılan Zaman başlığı altında, fenomenoloji, tarih ve kurmaca üçlüsünün, bölünmez yoğunluğu içinde ele alınan anlatının zamanı yeniden-biçimlendirme gücüne yaptığı tanıklığı, ortaklaşa tanıklığı topluca sunacaktır. Bu kısa önsöz, Zaman ve Anlatı’nın 1. cildinin başında yer alan teşekkürlerime, Kuzey Carolina’daki National Humanities Center’ın yönetimine minnettarlığımı ekleme fırsatı vermektedir. Burada yer alan araştırmalarımın gerçekleşmesini, bu kurumun, üyelerine sağladığı olağanüstü çalışma koşullarına borçluyum. Bu üçüncü bölümde, mimesis iP başlığı altında yer verdiğimiz anlatı modeli, anlatı alanının yeni bir kesiminde sınamadan geçirildi: Tarihsel anlatı kesiminden ayırt etmek için ben bunu kurmaca anlatı terimiyle adlandırıyorum. Yazınsal türler kuramının halk masalı, destan, trajedi ile komedi, ve roman başlığı altına yerleştirdiği her şey bu geniş alt-bütüne bağlanır. Buradaki sıralama, zamansal yapısı ele alınacak metin türünü belirtir yalnızca. Söz konusu türlerin listesi kapalı olmadığı gibi, geçici adlandırılmaları da bizi yazınsal türlerle ilgili hiçbir buyurucu sınıflandırmaya önceden bağlamaz: Çünkü bu konudaki özgül amacımız bizi yazınsal türlerin sınıflandırılmasına ve tarihine yönelik sorunlarla ilgili bir tavır takınmamıza izin vermez2• Biz de, bu bakımdan, incelediğimiz sorunun durumu el verdiği ölçüde, en yaygın olarak kabul edilmiş sınıflandırmaları benimseyeceğiz. Buna karşılık, ele aldığımız anlatısal alt-bütünün ayırıcı özelliğini şimdiden kurmaca anlatı terimiyle belirtmede ısrar ediyoruz. Birinci ciltte benimsediğimiz sözcük uzlaşımına bağlı kalarak3, kurmaca terimini, onu anlatısal biçimlenişte [Fr. configuration narrative] eşanlamlı olarak gören birçok yazarın kabul ettiğinden daha dar bir anlam da kullanıyorum. Anlatısal biçimleniş ile kurmaca arasındaki bu özdeşlik, biçimlendirici edimin, bizim de savunduğumuz gibi, terimin Kant’çı anlamıyla üretici hayalgücünün bir işlemi olması ölçüsünde, tanıtlanamaz değildir. Ama ben yine de kurmaca terimini, tarihsel anlatının gerçek bir anlatı oluşturma tutkusunu taşımayan yazınsal yaratımlar için kullanıyorum. Gerçekten de, biçimlenme ile kurmacayı eşanlamlı kabul edersek, iki anlatı biçimi ile gerçeklik [hakikat] sorunu arasındaki farklı bir bağıntıyı açıklamaya elverişli bir terime sahip olamayız. Tarihsel anlatı ile kurmaca anlatının ortak yanı, ınimesis il başlığı altına yerleştirdiğimiz aynı biçimlendirici işlemlerden kaynaklanıyor olmalarıdır. Buna karşılık, onları birbirine karşıt kılan şey, varlığını anlatı yapılarının içinde duyuran yapılandırma etkinliğiyle ilgili değil de üçüncü mimetik ilişkinin tanımlanmasını sağlayan, o gerçeği yansıtma iddiasıyla ilgilidir. Bu nedenle, eylem ile anlatı arasında yer alan, ikinci mimetik ilişki düzlemi üzerinde uzun uzadıya durmamız iyi olur. Böylece, anlatısal biçimlenişin tarihsel anlatı ile kurmaca anlatı alanlarındaki yazgısıyla ilgili olarak, beklenmedik benzerlikler ve ayrılıklar ortaya çıkabilecektir. Bu üçüncü bölümün içerdiği dört alt-bölüm bir tek yolun aşamalarını oluşturacaktır: Burada, Aristoteles’çi gelenekten edindiğimiz olayörgüleştirme kavramını genişleterek, derinleştirerek, zenginleştirerek, dışa doğru açarak Augustinus’çu gelenekten edindiğimiz zamansallık kavramını, bağlantılı olarak çeşitlendirmek söz konusudur; ancak anlatısal biçimleniş kavramıyla belirlenmiş çerçeveden çıkılmayacak, dolayısıyla mimesis II’nin sınırları çiğnenmeyecektir. 1. Olayörgüleştirme kavramını genişletmek, Aristoteles’çi mythos kavramının, kimliğini yitirmeden değişme yeteneğini kanıtlamaktır öncelikle. Anlatısal kavrayış gücünün çapını olayörgüleştirmenin bu değişebilirliğiyle ölçmek gerekir. Bu noktada üstü örtülü birçok sorun vardır: a) Sözgelimi modern roman kadar yeni bir anlatısal tür, Eski Yunanlılar için olayörgüleştirmenin eşanlamlısı sayılan trajik mythos’la bir soy zinciri bağını Kurmaca Anlatıda Zamanın Biçimlenişi 17 korur mu ve biz bu bağa dayanarak onu, anlatısal biçimlendirmeyi nitelendirmede başvurduğumuz uyumlu uyumsuzluğun biçimsel ilkesi altına oturtabilir miyiz?; b) Olayörgüleştirme, geçirdiği değişimler içinde, bir değişmezlik de sunar mı, ve biz buna dayanarak, onu, en azından Batı’nın kültür alanı içinde, anlatısal işlevin geleneksellik üslubunu koruyan paradigmalar altına oturtabilir miyiz?; c) Bu geleneksellik üslubuna göre en aşırı sayılan sapmalar, hangi kritik eşikten itibaren, yalnızca anlatı geleneğine göre bir parçalanma varsayımını değil de, doğrudan doğruya anlatısal işlevin öldüğü varsayımını da benimsetir? Bu ilk sorgulamada, zaman sorunu, ye11ilennıe, değişmezlik, gerileme kavramlarının aracılığıyla ancak ikinci dereceden işin içine katılır. Anlatısal işlevin kimliğini de, hiçbir özcülüğe boyun eğmeden, bu kavramlar içinde belirlemeye çalışmaktayız. 2. Olayörgüleştirme kavramını deri11/eştir111ek, kültürümüzün taşıdığı anlatılarla ilişkide bulunmanın yarattığı anlatısal kavrayış gücünü, günümüzde anlatıbilimin4 usçu Buğuyla ve özellikle yapısal yaklaşımın ayırt edici bir biçimi olan anlatı göstergebiliminin usçulluğuyla karşılaştırmaktır. Anlatısal kavrayış gücü ile göstergebilimsel usçulluk arasındaki öncelik kavgası, bizim hakemlik yapma durumunda kalacağımız öncelik kavgası, yapıtımızın ikinci bölümünde [2. ciltte] çağdaş tarihyazımı epistemolojisinin yol açtığı tartışmayla apaçık bir yakınlık sunar. Gerçekten de, bazı tarih kuramcılarının naif anlatı sanatı yerine otur tma iddiasında oldukları nomolojik açıklama ile anlatı göstergebiliminde anlatının derin yapılarının ayırt edilmesi (bu yapıların karşısında, olayörgüleştirme kuralları artık yalnızca yüzey yapılarını oluşturacaktır) aynı usçulluk düzeyine bağlanabilir. Buradaki sorun, söz konusu öncelik çatışmasına, tarihle ilgili benzer tartışmadaki aynı yanıtı, yani “daha fazla açıklamak daha iyi anlamaktır” yanıtını verip vermeyeceğimizi bilmektir. Zaman sorunu bir ikinci kez işin içine sokulur, ama bu kez yukarıdakine göre merkezden daha az uzaktadır. Anlatı göstergebiliminin, anlatının derin yapılarına akronik [süredizim dışı] bir statü vermeyi başarması ölçüsünde, şu sorunun bilinmesi gerekir: Anlatı göstergebiliminin geçekleştirdiği stratejik düzey değişikliği, yapıtımızın birinci bölümünde [1. ciltte), Augustinus’taki zaman çözümlemeleri ile Aristoteles’teki mythos [olayörgüsü] çözümlemesini yeniden kesiştirerek uyumsuz uyumluluk olarak nitelendirdiğimiz anlatısal zamansallığın en özgün özelliklerine hakkını verebilecek midir? Anlatıbilimdeki artsüremlilik [diyakroni] olgusunun yazgısı bu ikinci soru(n)lar çevriminden kaynaklanan güçlükler açısından açıklayıcı olacaktır. 3. Olayörgüleştirme kavramı ile ona bağlı anlatısal zaman kavramını zenginleştirmek, kurmaca anlatıya özgüymüş gibi görünen anlatısal biçimlenişin kaynaklarını araştırmaktır yine. Kurmaca anlatıya özgü bu ayrıcalığın nedenleri, çok daha ileride, tarihsel zaman ile kurmaca zaman arasındaki karşıtlığı, Augustinus’unkinden daha geniş bir zaman bilinci fenomenolojisi üstüne oturtma durumuna geldiğimizde ortaya çıkacaktır. Yaşanmış deneyim, tarihsel zaman ve kurmaca zaman arasındaki üç taraflı tartışmayı beklerken, anlatısal sözcelemenin, söylemin içinde, kendisini, anlatılan şeylerin sözcesinden ayırt eden özgül belirtiler sunma özelliğinden destek alacağız. Buradan da, zaman açısından benzer bir yetenek, anlatma edimi zamanı ile anlatılan şeylerin zamanına bölünme yeteneği ortaya çıkar. Bu iki zamansal biçim arasındaki uyumsuzluklar zamandışı [akronik] mantık ile süredizimsel [kronolojik] gelişim arasındaki seçeneğe bağlı değildir: Az önce sözünü ettiğimiz tartışma da, bu iki dal üstünde götürülürse, o zaman sürekli kendi üstüne kapanma tehlikesiyle karşılaşacaktır. Bu uyumsuzluklar gerçekten de zamanölçümsel [kronometrik] olmayan özellikler sunar. Bunlar da kendi içlerinde, Augustinus’çu zamanın genişlemesine [yayılmasına] ilişkin özgün bir boyutu (bir bakıma dönüşlü [refleksif] bir boyutu) açığa çıkarmaya yönlendirirler: Bu boyutu da, kurmaca anlatı içinde, gözler önüne serme ayrıcalığını sözceleme ile sözcenin ikiye bölünmesi taşır. Kurmaca Anlatıda Zamanın Biçimlenişi 19 4. Olayörgüleştirme kavramı ile ona bağlanan zaman kavramını dışarıya açmak, ister dilsel ya da plastik, ister anlatısal ya da lirik olsun, her kurmaca yapıtın şu aşkınlık ltransandans] hareketini izlemektir son olarak: Yapıtın, kendisi dışına bir dünya yansıtma hareketidir bu; bunu da yapıtın dünyası olarak adlandırabiliriz. Nitekim, destan, dram, roman kurmaca biçim üzerinden dünyada yaşama tarzları yansıtırlar; bunlar da okurları tarafından yeniden ele alınıp canlandırılmayı beklerler: Yapılacak okuma da metnin dünyası ile okurun dünyası arasında bir karşılaşma uzamı sağlayabilir. Mimesis Ill’e bağladığımız yeniden-biçimlendirme sorunları da, ancak bu karşılaşma içinde ve bu karşılaşmayla başlar kesin olarak. Dolayısıyla metnin dünyası kavramı, her ne kadar mimesis II’nin mimesis III’e geçişini hazırlasa da yine de anlatısal biçimleniş sorununa bağlıymış gibi görünür bize. Zaman ile kurmaca arasındaki yeni bir ilişki de bu metnin dünyası kavramına denk düşer. Son derece kesin olduğuna inandığımız bir şeydir bu. Metnin dünyasına ilişkin tamamıyla zamansal özellikleri ve metin tarafından kendisi dışına yansıtılan dünyada yaşama tarzlarını belirtmek için, anlatım apaçık bir paradoks yaratsa da, zamanın kurmaca deneyiminden söz etme konusunda bir duraksamamız yok. 5 Bu “kurmaca deneyim” kavramının statüsü son derece geçicidir: Hem bir yandan, dünyada yaşamanın zamansal tarzları, ancak metnin içinde ve metin aracılığıyla var olduklarından, düşsel olarak kalırlar; hem de öte yandan bu tarzlar, okurun dünyasıyla çatışmaya kesinlikle izin veren bir tür içkinlik içinde aşkınlık oluştururlar6.
Paul Ricoeur – Zaman ve Anlatı 3; Kurmaca Anlatıda Zamanın Biçimlenişi
PDF Kitap İndir |