Philip K. Dick – Simulakra

Electronic Musical Enterprise binasındaki ofis içi memo, Nat Flieger’ı neden olduğunu çözemediği şekilde korkuttu. Memo, California Jenner’deki yazlık evinde yaşayan, Brahms ve Schumann’ı tuşlara dokunmadan çalabilen ünlü Sovyet piyanist, psikokinetik Richard Kongrosian ile ilgiliydi. Büyük bir şans eseri Kongrosian EME’de bir dizi kayda girecekti. Ve henüz… Flieger’ın aklına gelen düşünce, Kongrosian’ı California’nın en kuzeyindeki kıyıya çeken şeyin oranın ıslak, karanlık ormanları olma ihtimaliydi; EME’nin merkez ofisinin bulunduğu Tijuana yakınlarındaki kuru, güney bölgeyi severdi. Ama memoya göre Kongrosian yazlık evinden çıkmayacaktı; bilinmeyen bir aile sorunu yüzünden kendini nerdeyse emekliye ayırmıştı, bu kararın temelinde karısı ya da çocuğuyla ilgili bir trajedi olduğunu söyleyenler vardı. Memo, bu olayın uzun yıllar önce gerçekleştiğini söyledi. Saat sabahın dokuzuydu. Nat Flieger alışkın hareketlerle bir bardağa su doldurdu ve ofisinde baktığı, Ampek F-a2 kayıt sisteminin içine yerleştirilmiş canlı protoplazmaya su verdi. Ganymedli yaşam formu acıyı tatmamış ve şimdilik elektronik bir sistemin parçası olmaya itiraz etmemişti… sinirsel olarak ilkeldi ama kaliteli bir işitme alıcısıydı. Su, Ampek F-a2’nin hücrelerinden süzülerek emildi, canlı sistemin su kanalları atmaya başladı. Flieger onu yanına almaya karar verdi. F-a2 portatifti, üstelik Flieger onun yuvarlak hatlarını daha gelişmiş aletlere yeğliyordu. Flieger bir delicado yaktı, ofis penceresine giderek karartmayı kapattı; sıcak Meksika güneşi içeri dolunca Flieger gözlerini kıstı. F-a2 hareketlendi, güneş ışığı ve suyu kullanan metabolizması uyarılmıştı. Flieger her zamanki gibi onun hareketlerini izledi ama aklı hâlâ memodaydı.


Memoyu bir kez daha eline alıp sıkınca memo başladı: “… bu fırsat EME için gerçek bir meydan okuma, Nat. Kongrosian toplum içinde çalmayı reddediyor ama Berlin’deki ortağımız Art-Cor aracılığıyla yaptığımız bir sözleşmemiz var ve yasal olarak Kongrosian’ı bizim için kayda girmeye zorlayabiliriz… Elbette onu yeterince ayakta tutabilirsek. Değil mi Nat?” Nat Flieger, başını dalgın şekilde sallarken “Evet,” diyerek Leo Dondoldo’yu yanıtladı. Ünlü Sovyet piyanistin neden Kuzey California’da bir yazlığa ihtiyacı vardı ki? Tek başına bu bile, Varşova’daki hükümetin pek hoşlanmayacağı, radikal bir şeydi. Eğer Kongrosian komünist iktidarın memurlarına karşı çıkmayı öğrendiyse, planlarını EME’ye açmaktan çekinmesi de beklenemezdi. Bugünlerde altmışlı yaşlarını süren Kongrosian, hem komünist ülkeler hem de AABD’de günlük toplumsal yaşamın yasal sonuçlarını göz ardı etmekte nerdeyse uzmandı. Pek çok sanatçı gibi Kongrosian da bu iki toplumsal gerçekliğin arasında bir yerde kafasına estiği gibi davranıyordu. Böyle bir baskı uygulayabilmek için biraz pazarlık yapmak gerekecekti. Herkesin bildiği gibi, toplumun belleği kısa ömürlüydü; Kongrosian’ın varlığını, müzikal ve Psi yeteneklerini topluma anımsatmak gerekecekti. Nasıl olsa EME’nin reklam departmanı bunu hallederdi; bugüne kadar bütün genelgeçer belirsizliğine karşın Kongrosian’ı ve bilinmeyen çok sayıda sanatçıyı pazarlayabilmişlerdi. İyi de Kongrosian artık ne durumda acaba, diye düşündü Nat Flieger. Memo onu bu konuda da ikna etmeye çalışıyordu: “… herkes Kongrosian’ın kısa bir süre öncesine kadar küçük topluluklar önünde çaldığını biliyor,” dedi Memo hızlı hızlı. “Polonya ve Küba’da ekâbirler, ondan önce de New York’ta seçkin Porto Rikolular önünde çaldı. Bir sene önce Birmingham’da elli zenci milyoner önünde bir yardım konseri vermişti; bunun geliri Afrikalı Müslümanların ayda kuracakları kolonilere yardım için kullanıldı. Orada bulunan birkaç çağdaş besteci ile görüşmüştüm, Kongrosian’ın ışığından hiçbir şey kaybetmediği üzerine yemin ettiler.

Bir bakayım… 2040 yılıydı. O zaman elli iki yaşındaydı. Ve elbette her zaman Beyaz Saray’da Nicole ve o önemsiz şey, der Alte için çalıyor.” *** F-a2’yi Jenner’a götürüp Kongrosian’ı oksibanda sokmamız gerekecek, diye düşündü Nat Flieger. Bu son şansımız olabilirdi, Kongrosian gibi sanatçı Psi’lerin erken öldükleri biliniyordu. Memoya yanıt verdi: “Bunu ben çözerim Bay Dondoldo. Jenner’a gidip onunla yüz yüze görüşeceğim.” Kararını vermişti. Memo sevinerek “Biip” diye bir ses çıkardı. Bu da Nat Flieger’ın hoşuna gitti. *** Zırıl zırıl öten, yetmezmiş gibi iç bulandıracak kadar ısrarlı olan süper-alarm, “Bugün ofisinize girmeye çalışacağınız doğru mu, Dr. Egon Superb?” dedi. Dr. Superb, insanın bu haber makinelerini evinden uzaklaştırmasının bir çaresi bulunmalı, diye düşündü. Ama ne yazık ki yoktu.

“Evet. Şimdi yaptığım kahvaltı biter bitmez aracıma binip San Francisco’ya ineceğim; aracı bir yere park edeceğim, yürüyerek her zamanki gibi günün ilk hastasına psikoterapi uygulayacağım Post Caddesi’ndeki ofisime gideceğim. Yasaya, McPhearson adındaki o yasağa karşın.” Kahvesini içti. “Desteğiniz de var…” “UGPB bu hareketime tam destek verdi,” dedi Dr. Superb. Uluslararası Görev Başındaki Psikanalistler Birliği’nin genel başkanıyla henüz on dakika önce konuşmuştu. “Röportaj için neden beni seçtiğinizi bilmiyorum. UGPB’nin bütün üyeleri bu sabah ofislerinde olacaklar.” Hem Kuzey Amerika hem de Avrupa’da, bütün AABD’ye dağılmış on binden fazla üye vardı. Haber makinesi içten bir tavırla mırıldandı: “McPhearson Yasası’nın geçmesinden ve der Alte’nin onu zevkle yürürlüğe sokmasının sorumlusu sizce kim olabilir?” “Kim olduğunu biliyorsunuz,” dedi Dr. Superb, “ben de biliyorum. Ordu değil, Nicole değil, hatta Meclis de değil. Berlin’deki büyük ilaç firması, A. G.

Chemie karteli.” Bunu herkes biliyordu, yeni bir haber değildi. Bu güçlü Alman karteli tüm dünyayı ruhsal rahatsızlıklar için ilaç tedavisi gerektiğine ikna etmişti; burada bir servet yatıyordu. Sonuçta, orgon kutuları ve sağlıklı gıdaların safsata olduğu gibi, psikanalistler de birer şarlatandı. Artık hiçbir şey önceki yüzyılda olduğu gibi değildi, o günlerde psikanalistlerin saygınlığı vardı. Dr. Superb içini çekti. “Birilerinin zorlamasıyla işinizi bırakmak,” dedi haber makinesi araya girerek, “size acı veriyor mu? Ha?” “Seyircilerine şunu söyle,” dedi Dr. Superb sakin bir sesle, “biz devam etmeye niyetliyiz, yasa olsa da olmasa da. Biz de ilaç tedavisi kadar etkili olabiliriz. Özellikle hastanın tüm yaşam öyküsünün işe karıştığı kişilik bozukluklarında.” Haber makinesinin büyük televizyon kanallarından birini temsil ettiğini fark etti, bu konuşmayı belki elli milyon kişi izliyordu. Dr. Superb bir an dilinin tutulduğunu hissetti. Kahvaltıdan sonra aracına yürürken az ötede kendisini bekleyen ikinci bir haber makinesi gördü.

“Bayanlar baylar, karşınızda gördüğünüz, Viyana ekolü psikanalistlerin sonuncusu. Bir zamanların ünlü psikanalisti Dr. Superb’ın bize söyleyecek birkaç sözü vardır belki?” Makine yolunu keserek ona yaklaştı. “Hissettiklerinizi söyler misiniz beyefendi?” Dr. Superb yanıt verdi: “Berbat haldeyim. Lütfen, izin verir misin?” Doktor yürürken, “Ofisine son kez gidiyor,” dedi haber makinesi. “Dr. Superb’da suçlanmış ama işini yaptığı için kendiyle gururlu bir adamın havası var. Ama artık Dr. Superbların zamanı geçti… ve bunun iyi bir şey olup olmadığını sadece gelecek gösterecek. Tıpkı kan akıtma işlemi gibi, psikanaliz de başta başarılıydı fakat sonra yararsızlaştı ve artık yerini başka bir tedavi aldı.” Aracına binen Dr. Superb kontağı çalıştırdı ve otoyolda San Francisco’ya doğru ilerlemeye başladı; kendini hâlâ berbat hissediyor, kaçınılmaz olduğunu bildiği şeyden korkuyordu: tam karşısındaki yetkililerle karşılaşma. Artık genç değildi. Karın bölgesinde çok fazla yağ vardı; bu tür şeylere katılamayacak kadar kısa boyluydu, orta yaşlarına merdiven dayamıştı.

Üstelik banyodaki aynanın ona göstermek için her sabah uğraştığı bir de keli vardı. Beş yıl önce üçüncü karısı Livia’dan boşanmış, bir daha evlenmemişti; işi bütün yaşamı, hatta ailesiydi. Peki, şimdi ne olacaktı? Haber makinesinin de dediği gibi, bugün ofisine son kez gidiyordu. Kuzey Amerika ve Avrupa’da elli milyon kişi bunu izleyecekti ama bu izlenme sayesinde yeni bir işe kavuşacak mıydı, eskisinin yerini alabilecek yeni, büyük bir kazancı olacak mıydı? Hayır. Biraz keyiflenmek için araç telefonunu aldı ve bir dua tuşladı. Aracını park ettikten sonra Post Caddesi’ndeki ofisine yürürken, büyümeye başlayan kalabalıkla birlikte çok sayıda haber makinesi ve az sayıda mavi üniformalı San Francisco polisinin kendisini beklediğini gördü. Dr. Superb, elinde anahtarlarıyla binanın merdiveninden çıkarken, “Günaydın,” dedi değişik bir sesle. Kalabalık ona doğru yürüdü. Kapıyı açtığı anda sabah güneşi, yedi yıl önce Dr. Buckleman ile birlikte bu eski binayı dekore ederken duvarlara astıkları Paul Klee ve Kandinsky tablolarıyla süslü koridora girdi. Haber makinelerinden biri, “Sevgili izleyiciler, Dr. Superb’ın ilk hastası geldiğinde test başlayacak,” dedi. Polisler ses çıkarmadan rahatça bekliyordu. Ofisine girmeden önce kapıda bir an duraklayan Dr.

Superb insanlara bir daha baktı, “Güzel bir gün. Hiç olmazsa Ekim için,” dedi. Başka şeyler de, şu an hissettiklerinin soyluluğuna ve içinde bulunduğu duruma uygun kahramanca bir şeyler söylemeye çalıştı. Ama aklına hiçbir şey gelmedi. Belki işin içinde soylu bir şey olmadığı içindir, diye düşündü; yaptığı son birkaç yıldır haftanın beş günü yaptığından başkası değildi, bu rutini canlı tutmak için özel bir cesaret de gerekmiyordu. Elbette bu keçi inadının bedelini tutuklanarak ödeyecekti; aklı bunun farkındaydı ama bedeni, sinir sistemi bilmiyordu. Bedensel bir hareketle yoluna devam etti. Kalabalığın içinden bir kadın, “Senin tarafındayız doktor. İyi şanslar,” diye bağırdı. Diğerlerinin çoğu ona gülümsedi ve ortalığı kısa süre için küçük bir neşe kapladı. Polisler sıkılmışa benziyordu. Dr. Superb kapıyı kapatıp devam etti. Girişteki odada, masasında oturan sekreteri Amanda Conners başını kaldırıp, “Günaydın doktor,” dedi. Bir kurdeleyle bağlanmış parlak kızıl saçları ışıldıyor, derin dekolteli tiftik kazağı içinden o mükemmel göğüsleri gözüküyordu.

“Günaydın,” dedi Dr. Superb, onu burada, görünümüne bu kadar özenmiş halde bulmak çok hoşuna gitmişti. Amanda’ya paltosunu verdi, kadın da paltoyu dolaba astı. “Eee, ilk hasta kim?” Hafif bir Florida purosu yaktı. Amanda defterine baktıktan sonra, “Bay Rugge, doktor. Dokuzda. Bir fincan kahveye zamanınız var. Hemen hazırlayayım,” dedi. Hızla köşedeki kahve makinesine yürüdü. “Biraz sonra burada neler olacağını biliyorsun, değil mi?” diye sordu Superb. “Ah, evet. Ama UGPB kefalet talep edecek, değil mi?” Parmakları titreyerek küçük karton fincanı getirdi. “Korkarım, bu işin sona erecek demek oluyor.” Mandy, “Evet,” diyerek başını salladı, artık gülümsemiyordu; iri gözleri koyulaşmıştı. “der Alte’nin neden yasayı veto etmediğini anlamıyorum; Nicole yasaya karşıydı, onun veto edeceğinden son dakikaya kadar emindim.

Tanrım, hükümet zaman makinesine sahip; geleceğe gidip bunun yol açacağı zararı görebilirler; toplumun yoksullaşmasını yani.” “Belki de gitmişlerdir.” Bir an için yoksullaşmanın söz konusu olmayacağını düşündü. Ofisin kapısı açıldı. Günün ilk hastası kapıdaydı, Bay Gordon Rugge’nin sinirden rengi atmıştı. “Hah, geldiniz,” dedi Dr. Superb. Aslında Rugge erken gelmişti. Uzun boylu, zayıf, otuzlarını süren, iyi giyimli bir adamdı; Montgomery Caddesi’nde broker olarak çalışıyordu. *** Rugge’nin arkasında iki sivil polis belirdi. Gözlerini Dr. Superb’dan ayırmadan bekliyorlardı. Haber makineleri hortuma benzeyen alıcılarını uzatıp olayı kaydediyordu. Bir an için, kimse ne kımıldadı ne de konuştu. “İçeri, ofisime geçelim,” dedi Dr.

Superb Bay Rugge’ye. “Geçen Cuma kaldığımız yerden devam ederiz.” Aniden, “Sizi tutukluyorum,” dedi sivillerden biri. Dr. Superb’a yaklaşıp ikiye katlanmış bir kâğıt uzattı. “Benimle gelin.” Superb’ı kolundan tutup kapıya doğru götürdü; diğer sivil, Superb’ı aralarına alabilmek için diğer yanına geçti. Tereyağından kıl çeker gibi, her şey gürültüsüz olup bitmişti. Dr. Superb Bay Rugge’ye, “Üzgünüm Gordon. Gördüğün gibi terapine devam edemeyeceğim,” dedi. “Bu şerefsizler ilaç almamı istiyor,” dedi Rugge sert bir sesle. “İlaçların beni hasta ettiğini de çok iyi biliyorlar, bünyeme dokunuyor.” Haber makinelerinden biri kendi seyircilerine hitap etti: “Hastanın doktoruna sadakati çok ilginç. Ama neden şaşıralım? Bu adam yazgısını belki yıllardır psikanalizin ellerine terk etmişti.

” Rugge makineye dönüp, “Altı yıldır,” dedi. “Eğer gerekseydi altı yıl daha giderdim.” Amanda Conners yüzünü mendiline saklayıp sessizce ağlamaya başladı. Dr. Superb sivil ve üniformalı polisler eşliğinde polis arabasına götürülürken, kalabalıktan bir kez daha zayıf bir destek geldi. Superb, destekleyenlerin çoğunluğunun ihtiyarlar olduğunu fark etti. Psikanalizin saygı gördüğü günlerden kalanlar; onlar da kendisi gibi, tamamen başka bir çağa aittiler. Keşke aralarında birkaç genç de olsaydı diye düşündü ama yoktu. *** Kalın paltolu, ince suratlı, el yapımı Filipin Bela King purosu tüttüren adam soğuk ve donuk bakışlarla karakol penceresinden dışarı bakıyordu, saatine göz atıp bir iki adım attı. Tam purosunu söndürüp yenisini yakacaktı ki polis arabasını gördü. Hemen dışarı, binanın girişine koştu; polis tutuklunun işlemlerini başlatmak üzereydi. “Doktor,” dedi. “Adım Wilder Pembroke. Sizinle biraz konuşmak istiyorum.” Polislere başıyla bir işaret verdi, polisler Dr.

Superb’ı bırakıp uzaklaştılar. “İçeri gelin. İkinci katta geçici olarak kullandığım bir oda var. Uzun sürmez.” Dr. Superb zekâ dolu bir bakışla, “Siz polis değilsiniz,” dedi, “belki bir NP’siniz.” [1] Huzursuz görünüyordu. “Evet, öylesiniz.” Asansöre doğru giderken Pembroke, “Beni yalnızca konuyla ilgilenen biri olarak kabul edin,” dedi. Birkaç polis yanlarından geçerken sesini alçalttı. “Ofisinizde hastalarınızı tedavi etmenizle ilgilenen biri.” “Buna yetkiniz var mı?” diye sordu Superb. “Sanırım var.” Asansör geldi, ikisi birlikte bindiler. “Sizi oraya götürmem bir saate yakın sürecek.

Lütfen sabırlı olmaya çalışın.” Pembroke yeni bir puro yaktı ama Superb’a ikram etmedi. “Hangi örgütle çalıştığınızı sorabilir miyim?” “Size söyledim.” Pembroke huysuzlandı. “Beni yalnızca konuyla ilgilenen biri olarak kabul edeceksiniz, anlamıyor musunuz?” Superb’a baktı, ikinci kata gelene kadar ikisi de konuşmadı. “Bu kadar katı olduğum için özür dilerim,” dedi Pembroke koridorda yürürlerken. “Ancak tutuklanmanız konusunda çok kaygılıyım. Bu durum beni çok rahatsız etti.” Kapıyı açık tuttu, Superb dikkatle 209 numaralı odaya girdi. “İşin doğrusu, ben çok çabuk rahatsız olurum. Eh, bu da benim görevim. Tıpkı işinize duygularınızı karıştırmamanın sizin göreviniz olduğu gibi.” Gülümsedi, ancak Superb hiç oralı değildi. Gülümseyemeyecek kadar gergin, diye düşündü Pembroke. Superb’ın tepkileri dosyasındaki profiliyle tıpa tıp aynıydı.

Hareketlerine dikkat ederek karşılıklı oturdular. Pembroke, “Size danışmak için bir adam gelecek. Bunu çok beklemeyeceğiz, adam sizin hastanız olacak. Anlıyor musunuz? Bizim amacımız sizin orada olmanız; adamı içeri alıp tedavi edebilmeniz için ofisinizin açık olmasını istiyoruz,” dedi. Superb, sert bir ifadeyle başını sallayarak, “Anlıyorum,” dedi. “Gerisiyle, yani tedavi ettiğiniz diğer hastalar bizi hiç ilgilendirmiyor. Durumları iyiye mi kötüye mi gider, size kamyonla para mı dökerler, yoksa viziteyi ödemeden kaçarlar mı, bunlar bizim işimiz değil. Biz bir tek bu kişiyle ilgileniyoruz.” “Peki, adam iyileştikten sonra, beni yine diğer psikanalistler gibi tutuklayacak mısınız?” dedi Superb. “Bunu o gün konuşuruz. Şimdi zamanı değil.” “Kim bu adam?” “Size söyleyemem.” Dr. Superb biraz sustuktan sonra, “Anlıyorum,” dedi. “Bu adamın sonucuna bakmak için von Lessinger’in zaman makinesini kullandınız, değil mi?” “Evet,” dedi Pembroke.

“Öyleyse hiç kuşkunuz yok. Demek adamı tedavi edebileceğim.” “Tam tersi,” dedi Pembroke. “Onu tedavi edemeyeceksiniz, zaten sizi bu yüzden istiyoruz. Eğer ilaç tedavisi uygulanırsa ruhsal dengesine kavuşacak. Ama bizim için hasta olması son derece önemli. Gördüğünüz gibi doktor, görevine devam eden bir şarlatana, yani bir psikanaliste ihtiyacımız var.” Pembroke sönmüş purosunu dikkatle yeniden yaktı. “Demek istediğim şu: Yapacağınız tek şey yeni hastaları geri çevirmemek. Anladınız mı? Ne kadar deli, hatta zırdeli olsa bile.” Pembroke gülümsedi, doktorun huzursuzlanması hoşuna gitmişti

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir