Philippa Gregory – Bakirenin Asigi

Norfbik’ta tüm çanlar Elizabeth için çalıyordu, peş peşe çalan çanlar adeta Amy’nin beynine işliyor, çıldırmış bir kadının histerik çığlıkları gibi kulaklarında çınlıyordu, tam hafifledi, sustu derken ahenksiz, tiz çınlamalar işkence gibi en baştan başlıyordu. Amy dışarıdan gelen gürültüye daha fazla tahammül edemeyince başını yastığın altına sokup üstüne de yorgam çekti ama ne yapsa kulaklarındaki uğultu kesilmek bilmiyordu. Kargalar yuvalarını terkedip sürü halinde göğe yükseldi, rüzgârda meşum bir şeylerin habercisi gt» bi zikzaklar çizerek uçmaya başladılar; yarasalar siyah bir duman bulutu gibi, sanki dünyanın tersine döndüğünü gös-terircesine, gün hiç doğmayacak, artık sonsuza dek gece yaşanacak dercesine çan kulesinden havalandı. Amy tüm bu tantananın neden koptuğunu biliyordu, sormasına hiç gerek yoktu. Sonunda zavallı hasta Kraliçe Mary ölmüş, taht tartışmasız varisi Prenses Elizabeth’e kalmıştı. Ne mutlu. İngiltere’deki herkes bu kutlamaya katıjrrıalıydı. Protestan Prenses tahta oturmuş, İngiltere Kraliçesi olmuştu. Ülkedeki tüm çanlar yeni Kraliçe’nin şerefine çalıyor, 2 ¦ Philippa Gregory halk ellerinde bira kupaları, evlerinde duramamış, sokakta sevinçten dans ediyordu ve artık boşalan tüm hapishanelerin kapılarını ardına dek açılıyordu. İngilizler Elizabeth’leri-ne kavuşmuş, Mary Tudor’un yüreklere korku salan devri kapanmıştı. Herkes bu kutlamanın gönüllü birer parçasıydı. Amy hariç herkes. Çanlar Amy’yi uyandırdı ama diğer İngilizler’in aksine, yüreğine mutluluk ve umut tohumları ekmiyordu. Amy, koca İngiltere’de yalnızca Amy, Elizabeth’in tahta yükselişini kutlamıyordu. Hatta çanlar bile onun ruh haline uygun gelmiyordu/Sesleri Amy için kıskançlığın ritmiydi, öfkenin haykırışıydı, terkedilmiş bir kadının hıçkırıkla dolu çığlıklarıydı.


“Tanrı onu bir yıldırımla öldürse,” diye beddua etti, Elizabeth’in tahta geçtiğini muştulayan çan seslerini duymamak için kafasını yastığa gömerken. “Gençliğine, tazeliğine ve güzelliğine rağmen Tanrı onu bir yıldırımla öldürsün. Havasını batırsın, incecik saçlarını döksün, dişlerini çürütsün ve bir başına, yapayalnız öldürsün. Bir başına ve yapayalnız, benim gibi.” Amy, kayıp kocasından uzun zamandır haber alamamıştı: Artık ümidi de kesmişti zaten. Günler birbirini takip ediyor, haftalar hızla geçip gidiyordu. Robert, Kraliçe Mary’nin ölüm haberini alır almaz son sürat Londra’dan Hatfield Sa-rayı’na geçmiş olmalıydı. Tam da planladığı gibi, prensesin önünde herkesten önce diz çöküp onu tebrik edecek ve ona kraliçe olduğunu söyleyecek ilk kişi olacaktı. Amy, Elizabeth’in tahta çıkınca yapacağı konuşmayı, takınacağı duruşu çoktan hazırladığını ve Robert’ı nasıl ödül- BAKİRENİN ÂŞIĞI ¦ 3 lendireceğini bile kararlaştırdığını düşünüyordu. Belki kocası da, Prenses’in yükselişini kutlarken çoktan kendi yükselişini kutlamaya başlamıştı bile. Amy, uşakları hasta olduğu için ve Stanfield Hall’da, ailesinin çiftliğinde işler yetişmiyor diye inekleri, sağmak üzere nehir kenarından almaya kendi gidiyordu. Fakat yaşlı bir meşe ağacından dökülen ve kar fırtınası gibi döne döne uçuşarak düşen kahverengi yapraklara bakmak için durdu; kurumuş yapraklar bile kocası gibi rüzgârla güneybatıya, Hatfield’a, yani Elizabeth’e doğru uçuşuyordu. ‘ Aslında Amy’nin, kocasına kıymet ve paye verecek bir kraliçe tahta geçtiği için mutlu olması gerekirdi. Kocası yeniden güç ve paraya kavuşunca kendi ailesinin koşulları da iyileşeceği için sevinmeliydi. Bir kez daha Leydi Dudley olduğuna sevinmeliydi: Arazilerine ve kaybettiği her şeye yeniden kavuşacaktı, sarayda bir yeri olacaktı, hatta belki de kontesliğe yükselirdi.

Ne var ki, Amy hiç mi hiç mutlu değildi. Koşullar her ne olursa olsun sevgili kocasını Kraliçe’nin gözbebeği olarak görmektense yanı başında bir vatan haini olarak görmeyi tercih ederdi. Kıskanç bir kadın gibi davrandığının, hatta davranmakla kalmayıp düpedüz kıskançlık yaptığının farkındaydı, üstelik kıskançlığın Tanrı katında büyük bir günah olduğunu bile bile. Başını öne eğdi ve ineklerin seyrek otlarda otlandığı, beceriksiz toynakları arasına toprak kaçırarak sağa sola hareket ettiği çimlere doğru yalpalaya yalpalaya yürüdü. Biz nasıl bu hale düştük? diye fısıldadı bakışlarını^’ Nor-folk’un üstüne çöreklenen fırtına bulutlarına doğru kaldırarak. Ben onu delicesine severken ve o da beni severken? İkimizin de gözü dünyada başkasını görmezken? Beni nasıl 4 ¦ Philippa Gregory burada bir başıma bırakıp Kraliçe’nin eteğinin altına sığınır? Bu aşk masalı nasıl olur da müreffeh ve muzaffer bir ortamda başlayıp böyle can yakan bir huzursuzluk ve yalnızlıkla son bulur? (bir cjjıl Önce: ^az 1551 Rüyasında yine boş odanın tahta yer döşemeleriyle üstüne isimleri^ kazılı olan şöminenin kefeki taşlarını görmüştü. Yüksek pencerenin önüne çektikleri yemek masasına çıkan beş delikanlı çenelerini pencere pervazına dayamış, babalarının iskelede ağır adımlarla yürüyüp basamakları tırmanışını seyrediyordu. Daha yeni restore edilen Roma Katolik Kilisesi’nin rahiplerinden biri de babalarına eşlik ediyordu. Babası yaptıklarından pişman olduğu ve prensiplerini ezip geçtiği için af dilemiş, köleler gibi yalvarmıştı. Affedilme ihtimali karşısında sadakat yeminlerini bir yana bırakıp sonra da kendisini izleyen küçük kalabalığa dönerek özrünün kabul edildiğini görmek için yapmacık bir edayla tek tek hepsinin gözlerinin içine baktı, son da olsa, böylesi teatral bir anda bağışlandığının söylenmesini bekledi. Umut etmek için birden çok nedeni vardı. Yeni hükümdar bir Tudor’du ve Tudorlar dış görünüşün gücünü iyi bilirdi. Dindar bir kadındı ve tövbeye gelmiş bir adamı geri çevireceğe benzemiyordu. Üstelik her şey bir yana o bir ka6 ¦ Philippa Gregory dindi: Yumuşak kalpli ama kalınkafah bir kadındı.-Böyle yüce bir adamın infaz hükmünü verecek cesareti yoktu, olsa bile yürürlüğe girmesine gönlü el vermezdi.

-Ayağa kalk, baba.- Robert usulca babasına seslendi. -Önünde sonunda affedileceksin, bunun için kendini bu kadar küçük düşürdüğüne değmez. Robert’ın arkasındaki kapı açıldı, içeri gardiyanlardan biri girdi ve beş genci de cam kenarında parlak güneşli günde dışarı bakarken görünce ister istemez bir kahkaha attı. “Sakın aşağı atlamaya kalkmayın, ” dedi. “Sakın celladı soymaya yeltenmeyin. Onu kurtarabileceğinizi sanıyorsanız yanılıyorsunuz, nasıl olsa sıra size ve sevimli dul annenize de gelecek!” “Affımız kabul edilip serbest bırakıldıktan sonra sana bu sözlerini bir bir hatırlatacağım!” Robert dikkatini yeniden aşağı çevirdi. Gardiyan pencerenin menteşelerini kontrol edip beş delikanlının açamayacağına kanaat getirince kı-kırdaya kıkırdaya kapıyı üstlerine kilitleyip aşağı indi. İskelede, rahip elindeki Latince İncil’den, hüküm giyen adam için dualar okuyordu. Robert, rahibin cüppesinin rüzgârda nasıl da bir donanma yelkeni gibi dalgalandığını farkedip şaşırdı. Derken o esnada rahip duasını hızlı hızlı bitirdi, babasına öpmesi için bir haç uzattı ve geri çekildi. Robert birdenbire üşüdüğünü fark etti, pencerenin camı buz gibiydi. Pencereye dayadığı alnı ve avuçiçleri dondu, adeta vücut sıcaklığı düşüyor, aşağıdaki manzara karşısın-,da kanı çekiliyordu. Kurulan idam tahtasına çıkan babası taş bloğun önünde itaatkârca diz çöktü. Cellat öne çıkıp yaşlı adamın gözlerini bağladı, onunla konuştu.

Mahkûm da ona cevap vermek için eğik başını çevirdi. Sonra dehşet BAKİRENİN ÂŞIĞI ¦ 7 verici bir biçimde bu hareket dikkatini dağıtır gibi oldu. Mahkûm ellerini taş bloktan kaldırdı ve bloğu yeniden bulamadı. Gözleri bağlı olduğu için elleriyle havayı yokladı, kollarını öne uzattı. Cellat baltasını almak için arkasını dönmüştü ve tekrar önüne dönünce mahkûmun düşmek üzere olduğunu görüp telaşlandı. Kapüşonlu infazcı panikle, yönünü bulmaya çalışan mahkûma seslendi ve mahkûm da gözündeki bandı çekiştirdi, hazır olmadığını, taş bloğu bulamadığını haykırdı ve baltanın beklemesini istedi. “Kıpırdama!” Robert pencerenin kalın camını yumruklayarak bağırıp çağırıyordu. “Kıpırdama, baba! Tanrı aşkına, kıpırdama!” “Henüz değil!” diye seslendi, yeşilliklerde duran gölge arkasındaki cellada. “Bloğu bulamıyorum! Hazır değilim! Hazır değilim! Daha değil! Daha değil!” Samanların arasında emekliyordu, bir eli önüne uzanmış, bloğu bulmaya çalışıyordu, diğer eli de kafasındaki sıkı bandajı çözmeye uğraşıyordu. “Bana dokunma! Kraliçe beni affedecektir! Daha hazır değilim!” diye bağırdı; cellat baltasını kaldırıp çıplak boynuna indirirken bile avaz avazdı. Yukarı doğru oluk gibi kanfışkırdı ve darbenin etkisiyle mahkûm bir tarafa devrildi. “Baba!” diye bağırdı Robert da. “Babam benim!” Her nabız atışıyla yaradan kan fışkırıyordu ama mahkûm hâlâ samanların arasında can çekişen bir domuz gibi çırpınıyordu, hâlâ tutmayan ayaklarıyla doğrulmaya çabalıyor, kör bir kuvvetle uyuşan elleriyle bloğu aranıyordu. Cellat kendi beceriksizliğine lanet okuyarak baltayı bir daha kaldırdı havaya. “Baba!” diye bağırdı acıyla, balta inerken.

“Baba!” 8 ¦ Philippa Gregory “Robert? Lordum?” Bir el nazikçe omzunu silkiyordu. Gözlerini açınca karşısında kahverengi saçlarını uyumadan önce örmüş, yatak odasının mum ışığında capcanlı bakışıyla Amy’yi buldu. “Oh, şükürler olsun! Korkunç bir kâbustu! Ne biçim bir rüyaydı öyle! Tanrım beni korusun bu rüyalardan. Tannm, beni bu kâbusu görmekten sakın!” “Aynı rüyayı mı gördün?” diye sordu Amy. “Babanın ölümünün rüyası mı gene?” Amy’nin ağzından babasının öldüğü gerçeğini duymaya bile tahammülü yoktu. “Sadece rüyaydı!” Aklından geçenlerin anlaşılmasından korkarcasına kestirip attı. “Sadece kötü bir rüyaydı.” “Ama aynı rüyaydı, değil mi?” Amy ısrar ediyordu. Robert omuz silkti. “Aynı rüyayı görmemde bu kadar şaşıracak ne var, anlamış değilim. Bira var mı?” Amy yorganı üstünden atıp yataktan kalkarak sabahlığını omzuna geçirdi ama vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. “Bence bu bir alamet!” dedi dümdüz bir sesle. Kupaya doldurduğu birayı Robert’a uzatırken, “Isıtmamı ister misin?” diye sordu. “Hayır, soğuk içeceğim.” Robert yatakta doğrulup kupayı kafasına dikerken sırtının ter içinde kaldığını fark etti ve kendi dehşetinden utanarak bir kez daha tüyleri ürperdi.

“Bu bir uyarı, Robert!” Robert Dudley yüzüne umursamaz bir gülümseme oturtmaya çalışsa da, babasının hunharca öldürülüşü, o kara güne dair omuzlarında taşıdığı ağır yük artık ona çok fazla geliyordu. “Hayır, yapma,” dedi. “Yarın gitmemelisin.” BAKİRENİN ÂŞIĞI ¦ 9 Robert, yüzündeki suçlayıcı ifadeyi gizlemek istercesine bir yudum daha almak için başını kupaya gömdü. “Böyle korkunç bir rüya ancak sana gönderilen bir işaret olarak yorumlanabilir. Kral Philip’le yola çıkmamalısın.” “Ah, yapma Amy, onunla ilk yolculuğa gidişim değil ki. Birlikte yüzlerce sefere.çıktık ve onunla gitmek zorunda olduğumu sen de gayet iyi biliyorsun.” “Bu sefer olmaz! Babanın rüyana girdiği bir gecenin sabahında olmaz, Robert… Neden bunun bir işaret olduğunu kabullenmeyerek kendini kandırmaya çalışıyorsun? Baban oğlunu İngiltere tahtına geçirmeye çalışırken bir vatan haini diye öldürüldü. Onurunu bir kez daha ayaklar alüna mı alacaksın?” r Robert-gülümsemek için kendini zorladı. “Üstünde durulacak bir onurum olduğunu hiç sanmıyorum. Atım ve erkek kardeşimden başka hiçbir-şeyim yok. Kendi taburumu harekete geçirecek güçten bile yoksunum.” “Baban seni bizzat mezarından uyarıyor.

” Robert yorgunca kafasını salladı. “Amy, tüm bunlar bana yeterince acı veriyor zaten. Ne olur sen de ikide bir babamın adını anarak yaramı deşme! Neler olup bittiğini bilmiyorsun bile. Babam aile şerefimizi kurtarmamı isterdi. Babam bana asla karışmazdı, ne yapmak istediysem hiçbir zaman karşı çıkmadı. Sevgilim, sen de kocan için bir iyilik yapmak istiyorsan, hevesimi kırmak yerine bana destek olmaya çalış. İnan bana, babam yaşasaydı o da öyle yapardı.” “Sen de karın için bir iyilik yapmak istiyorsan, oniüyal-nız bırakıp gitme,” diye karşı çıktı Amy. “Senj Hollanda’ya gidince ne yapacağımı düşündün mü hiç? Bana ne olacağını?” 10 ¦ Philippa Gregory “Anlaştığımız gibi sen de Chichester’e, Philipses’e gide çeksin,” dedi Robert kararlı bir sesle. “Eğer sefer umduğumuzdan uzun sürer ve ben eve çabuk dönemezsem, kendi evine, Stanfield Hall’daki üveyannenin yanına gitmeni istiyorum.” “Orası benim evim değil! Benim evim Syderstone’da,” dedi Amy. “Ben ikimizin bir yuvası olmasını istemiştim. Ömrümün sonuna dek senin karın olarak yanı başında yaşamayı istedim.” Robert utanç içinde geçirdiği iki yılın ardından bile, Amy’yi=reddetmek için dişlerini sıkmak zorunda kalıyordu. “Kraliyetin Syderstone’a el koyduğunu sen de biliyorsun.

Paramız olmadığını ve bunu yapamayacağımızı da.” “Üveyannemden, Syderstone’u bizim için kraliyetten kiralamasını isteyebiliriz.” Amy inat ediyordu. “Toprağı işleriz. Benim de elimden geleni yapacağımı biliyorsun. Çalışmak beni korkutmuyor, birlikte her şeyi yoluna koyabiliriz. Yabancı bir kral için kumar oynamaktansa dişimizi tırnağımıza takıp çabalayabiliriz.” “Çalışmaktan kaçmayacağını biliyorum,” diye onu onayladı Robert. “Gün ağarmadan uyanıp soluğu tarlada alacağına da şüphem yok. Ama ben karımın bir ırgat gibi ter dökmesini hazmedemem. Ben büyük oynamak ve en iyisi için mücadele etmek için yaratılmışım. Hem babana da sana müreffeh bir hayat yaşatacağımı vaat ettim. Bir avuç toprak ve besili bir inek değil istediğim, ben İngiltere’nin yarısını istiyorum!” “Benden bıktığın için çekip gittiğini düşünecekler,” diye konuştu Amy ikna etmek istercesine. “Herkesin aklından aynı şeyler geçecek. Eve, yanıma daha yeni uğradın ve hemen tekrar gidiyorsun işte.

” BAKİRENİN ÂŞIĞI »11 “İki yıl boyunca bu evde seninle baş başa yaşadık, Amy!” diye heyecanlandı Robert. “İki uzun yıl!” Robert sesindeki öfke tınılarının Amy’yi incitebileceğini düşünerek kendini toparlamaya çalıştı. “Amy, beni affet ama ben böyle yaşayamam. O aylar, bir ömür gibi geldi bana. İsmim vatan hainliği etiketiyle lekelendi, hiçbir şeye sahip olma hakkım yok! Ne ticaret yapabiliyorum, ne bir şey alabiliyor, ne de satabiliyorum. Ailemin nesi varsa kraliyet tarafından el kondu -Biliyorum!- benim yüzümden senin ailenin elindekiler de yok oldu: Babandan kalan miras, annenin serveti. Sahip olduğun her şey benim yüzümden yitip gitti. Hakkımız olanı geri almak zorundayım. Senin için, bizim için.” “Bedeli bu olacaksa hakkımız olan bile umurumda değil,” dedi Amy dümdüz bir sesle. “Başından beri her şeyi bizim için yaptığını söyleyip duruyorsun ama ben bunların hiçbirini istemiyorum. Ben sadece senin yanımda olmanı istiyorum, bana sen lazımsın, Robert; mal mülk, para değil. Üveyannemin yanında yaşamak zorunda kalmak, onun merhametine sığınmak bile umurumda değil. Tek düşündüğüm senin yanımda ve güvende olman.” “Amy, yapma lütfen! Ben yaşlı bir kadının sadakasına, muhtaç olacak bir erkek değilim! Ayağımı vuran bir ayakkabıyı her gün giymek zorunda kalmaktan bir farkı yok bu söylediğinin! Biz evlendiğimizde babam İngiltere’nin en güçlü adamıydı.

İkimizin ortak bir planı vardı: Kardeşim kral, Jane Grey de kraliçe olacaktı. Planımızı hayata geçirmeye ramak kalmıştı. İngiliz asillerinden olacaktım. Hep bunu umdum, bunun için savaştım. Kanımın son damlasına kadar mücadele etmek de dahil, her şeyi göze almıştım. Ben bu yola baş koydum. Hem neden olmasın ki? Bizim de kraliyet tahtında en az Tudorlar kadar hakkımız vardı, ki 12 ¦ Philippa Gregory onlar da üç nesil önce aynı şeyi yapmıştı. Dudleyler, İngiliz kraliyet tahtının yeni varisi olabilirdi. Başaramasak da, yenilsek de.” “Ve hakir görülseleniz de,” diye destekledi Amy. “Hem de un ufak olsak da,” diye onayladı Robert. “Olsun, ben hâlâ bir Dudley’yim. İktidar için doğmuşum ve iktidara geçmek için hâlâ şansım var. Aileme ve ülkeme hizmet etmek için dünyaya getirildim. Sen de bir karış toprak işleyip ailesini geçindirmeye çalışan çiftçi bir koca istemezsin.

Sen de bütün gün evde oturup cüruflarla oynayan bir koca istemezsin.” “Hayır, aksine istediğim tam da bu,” diye ısrar etti Amy. “İngiltere’nin, iktidar kavgasına bulaşmış çabalayan adamlardan çok, toprak işleyen çiftçilere ihtiyacı olduğunu -hem de ülkeyi kalkındırmak için ihtiyacı olduğunu- göremiyorsun, değil mi Robert?” Robert kendini tutamayarak içten bir kahkaha koyuverdi. “Belki sadece sana öyle geliyordur. Ama ben asla senin istediğin gibi biri olmayacağım, olamam da! Ben ülkenin en büyük adamı olmak için doğdum, büyüdüm. Ne yenilgi, ne de ölüm korkusu; hiçbir şey beni kendi yağıyla kavrulan, zavallı bir çiftçi yapamayacak. En güçlü olmasa bile, adı ülkenin en güçlüleri arasında sayılan bir adamın oğluyum ben. Ben büyürken etrafımda sadece kral çocuklan vardı. Şimdi Norfolk’ta solucanlarla arkadaşlık etmemi nasıl beklersin? İsmimi temizlemek ve Kral Philip’in dikkatini çekmek zorundayım. Kraliçe Mary’nin gözüne girersem yükselmem işten bile değil.” “Ya savaşta ölürsen, o zaman ne olacak?” Robert hınzır bir edayla göz kırptı. “Tatlım, neden son gecemizde tatsız şeylerden söz ederek bana işkence ediyorBAKİRENİN ÂŞIĞI “13 sun? Ne dersen de, ben yarın yola çıkacağım. Kötü dileklerde bulunma boşuna.” “Ama sen bir rüya gördün!” Amy yatağa bağdaş kurup Robert’ın elindeki boş kupayı aldı ve kocasının ellerine sıkıca sarılarak bir öğretmen edasıyla konuşmaya koyuldu. “Lordum, bu bir ikaz.

Bana kulak ver ve yarın gitmekten vazgeç!” “Gitmek zorundayım,” dedi Robert dürndüz bir sesle. “Böyle yaşamaktansa ölmeyi bile tercih ederim, en azından ölümüm ismimdeki lekeyi temizler. Kraliçe Mary’nin İngiltere’sinde onuru ayaklar altına alınmış bir ailenin vatan haini oğlu…” “Ama neden? Elizabeth’in İngiltere’sinde yaşamayı mı tercih ederdin?” “Hem de tüm kalbimle…” Amy aniden Robert’ın ellerini bıraktı, mumu söndürüp yorganı üstüne çekerek sırtını kocasına döndü. Karıkoca gözlerini tavana dikti ve çıt çıkarmadan uzandılar. “Öyle bir şey asla olmayacak,” diye açıkça belirtti Amy. “Elizabeth tahta asla çıkamayacak. Kraliçe yakında bir çocuk daha doğurur. İspanyalı Philip’in oğlu, hem İspanya. İmparatoru, hem de İngiltere Kralı olur, çocuk kız olursa da kimsenin istemediği bir prenses olarak yabancı bir prensle evlenir ve kısa zamanda unutulur gider.” “Ya da gitmez,” diye cevapladı Robert. “Kraliçe’nin bir çocuk daha doğuracak vakti olup olmadığını bilemeyiz. Mary ölürse, benim Prensesim de İngiltere Kraliçesi olur ve tahta çıktıktan sonra beni unutmayacağına eminim.’V 14 ¦ Philippa Gregory Ertesi sabah Amy, Robert’la konuşmamaya karar verdi. Alt katta sessiz sedasız kahvaltılarını ettikten sonra Amy tekrar odalarına çıkıp Robert’ın birkaç parça eşyasını toplayarak çantasını hazırladı. Robert yukarı seslenip karısını daha sonra rıhtımda bekleyeceğini söyleyerek evden ayrıldı ve kalabalık sokaklara karıştı.

Hollanda’ya sefere çıkmaya hazırlanan İspanya Kralı Phi-lip’i uğurlama telaşı Dover köyünü bir baştan bir başa sarmıştı. Her türlü zerzevat satan sokak satıcıları kalabalıktan istifade edip satışlarını katlamak için çığırtkanlık yapıyordu. Kocakarılar sepetlerindeki tılsım ve muskaları sefere çıkan askerlere uğur getireceği bahanesiyle satmaya çalışıyordu. Seyyar satıcılar tepsilerindekileri gösteriyor, sokağın bir tarafına tezgah açan berberlerse bitlenmekten korkan askerleri sefere çıkmadan önce tıraş etmek için birbiriyle yarışıyordu. Birkaç rahip de bir araya gelmiş, vicdanlarını günahlarından arındırmadan ölmekten korkanları etrafına toplamıştı; fahişeler de asker kalabalığına karışmış, şen kahkahalar atıyor ve her türlü kısa zevki vaat ederek aralarında geziniyordu. Kadınlar ise kocaları ve sevgilileriyle vedalaşmak için rıhtımda sıralanmıştı, yük arabaları ve toplar tehlikeli bir şekilde kenardan çekilip sürükleniyor ve küçük gemilere yükleniyordu, tahta iskelelerden gemiye geçirilmek istenen atlar arkalarından küfürler ederek çeken adamların ellerinde kımıldanıyor ve kişniyordu. Robert’ın da handan çıkmasıyla küçük erkek kardeşinin koluna yapışması bir oldu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir