Platon – Solen – Dostluk

Eskiden Symposion’u her okuyuşumda bir hal olurdu bana, ürperir, sarsılır, hele Alkibiades’in söylediği Sokrates övgüsüne geldim mi, büsbütün coşardım. Neden? diye sorardım kendi kendime. Neden böyle duygulanıyorum bu esere? Eflatun’un en güzel eseri mi Symposion? Değil. Sokrates’in Savunması var, koca Devlet var. Onlar da Symposion kadar güzel, derin, ufuklar açıcı. Şimdi Symposion’u Sabahattin Eyüboğlu ile dilimize çevirirken baktım ki, yalnız ben değilmişim duygulanan, Symposion benim kadar arkadaşımı da sardı. Sebebini de anlar gibi oldum artık. Symposion’un sonunda sevgiye bütün övgüler bittikten, misafirlerin çoğu gidip, kalanlar da uykuya daldıktan sonra, Sokrates, Agathon ve Aristophanes başbaşa kalırlar, tragedya ve komedyadan söz açarlar. Öyle ya, Agathon Atina’nın en genç tragedya şairi, anlatılan toplantıya vesile de onun ilk tragedyası ile kazandığı birincilik değil mi? Aristophanes ise Atina’nın en ünlü komedya yazarı. Sokrates’in bu iki şairle sanat üstüne konuşmasından daha tabii ne var? Ama ne diyor Sokrates! Tragedya yazarı komedya da yazabilmeli, şairin sanatı bir ve bölünmezdir, güldürücü ve ağlatıcı konular arasında ayrılık gayrılık olmamalı. Bütün bunları Eflatun Sokrates’e uzun uzun söyletmiyor, ama Symposion’da gerçekleştiriyor iki cins arasındaki birliği. Symposion güldürücü olsun, ağlatıcı olsun şiiri de aşan, düşüncenin sanat kalıpları içinde dile gelmesidir. Hellenlerin philosophiabilgelik sevgisi dedikleri felsefeye sevgisini Eflatun hiçbir eserinde bu kadar iyi belirtmemiştir. Phaidros, Pausanias, Eryksimakhos, Aristophanes, Agathon bu diyalogda sevginin çeşitlerini sayıp dökerken, karşılarına Sokrates bir tek sevginin övgüsü ile çıkar: Bilgelik sevgisi. Sevgilerin en yücesi olarak anlattığı bu sevgi insanoğlunu mutluluğa götüren tek yoldur, bu yol boyunca adım adım ilerleyen insan yüce sırları çözer, erenlere karışır.


Sokrates’in bu yolda kılavuzu bir kadındır; Diotima adlı, Mantineia’dan gelme bir yabancı. Diotima gerçekten yaşadı mı, Sokrates’le konuştu mu, bilmiyoruz. Sokrates ermiş, erince de ne olmuştur, bunu Symposion’un sonunda bize Alkibiades anlatır. Yunan tarihini okudunuzsa, Alkibiades’i, Atina’nın baş belası bu genç, yakışıklı, varlıklı, şımarık halk önderini tanırsınız. Akrabası ve velisi olan büyük Perikles’e benzemeye, Atina’ya dünya egemenliğini sağlamaya özenmişti Alkibiades; bu amaçla da nice nice serüvenlere atılmış, 30.000 seçkin askerin ölümüne sebep olan Sicilya seferine Atina’yı o sürüklemişti. Sonra da Atina’da yıldızı sönünce, İranlılarla birlik olup, düşmana satmıştı vatanını. Bu atılgan, gözü pek, çılgınca haris politikacıdır bilgeliğe ermiş Sokrates’in övgüsünü yapan; filozofun nasıl olduğunu, nasıl olması gerektiğini bize anlatan. Hem de nasıl anlatır, soyut kavramlarla değil, felsefeden gayri bir işle uğraşmanın manasızlığını açığa vuran başından geçmiş gerçek olaylarla, kendini küçülterek ve Sokrates’in karşısında hiçliğini belli ederek. İnsana tesir etmez mi böylesine bir övgü? Symposion tragedya ile komedyayı birleştiren bir sanat eseridir, çünkü gerçek ve hayali kişileri ancak tiyatroda gördüğümüz şekilde, aralarındaki zıtlıklarla yaşatır. Aristophanes Bulutlar diye bir komedya yazmış, orada Sokrates’i para karşılığı öğrencilerine haksızlığı haklı göstermeyi öğreten, devlet dinini, Atina geleneklerini hiçe sayıp, bulutlara tapan bir bilgin kılığına sokmuştu. Bu komedya Eflatun’un anlattığı toplantıdan birkaç yıl önce oynandı. Sokrates’e ne büyük zararı dokunduğunu savunmasında filozof kendi anlatır. Düşmanları, Anytoslar, Meletoslar Sokrates’i suçlandırmak için Bulutlar’daki karikatüründen hız almışlardı. Sonrasını da hep bilirsiniz: Avrupa uygarlığının düşünceye karşı işlediği ilk büyük suç işlenmiş, filozofun zehir içerek ölmesine karar verilmiştir.

Bugün bilginler kafa yorar da, bir türlü anlayamazlar neden Eflatun Symposion’da Sokrates’i Aristophanes’le dostça konuşturur? Onunla barıştı mı, yoksa bu komedya ile başına ne dert açılacağını henüz bilmiyor muydu Sokrates? Boşuna bu kafa yormalar; Symposion’da Aristophanes de, Sokrates de, Alkibiades de sanat süzgecinden geçmiş kişilerdir. Birbirine zıt olmaları sanat gereğidir. Gerçekle hayal arasındaki kaynaşmadır bu diyaloğa asıl tadını veren, onu okuduğumuz zaman, bizi sarsan, ürperten, duyguyla titreten. Bu eseri için Eflatun’un dördüncü yüzyıl Atinasının en tanınmış birkaç simasını seçmesi sebepsiz değil. Sophron diye bir mimos yazarını elinden düşürmeyen sanatçı Eflatun Symposion’u tıpkı bir tragedya, yahut bir komedya yazar gibi yazmış, yaşayan kişileri bir daha yaratarak. Bunun içindir ki, Symposion diyalogları arasında özel bir yer alır, felsefe eserinin de sanat eseri olabileceğini gösterir dünyaya. Gerçekle sanat eseri arasında bir perde çekmek gerektiğini de çok iyi bilir Eflatun. 416 yılında Agathon’un evinde yapılan toplantıyı olduğu gibi sermiyor gözlerimizin önüne. Ağızdan ağıza dolaştırıyor bu toplantının hikâyesini. Symposion’u okumaya başladığınız zaman, güçlük çekersiniz anlamakta. Kim ne anlatıyor diye şaşırırsınız. Karşınızda Apollodoros adlı bir adam, bir de Arkadaş denilen insan var. Üstelik bu Arkadaş bir kişi olmasa gerek, çünkü Apollodoros ona “siz” diyor. Dekor belli değil. Apollodoros ticaretle uğraşan bir arkadaşının evinde onunla ve daha başkaları ile konuşmaktadır herhalde.

Apollodoros anlattıkça, hikâyenin çerçevesi kesinleşir, mekân şartları kesinleştikçe de, zamanda geriye doğru gidilir. Sokrates, Agathon, Aristophanes ve daha başkalarının buluşup, Sevgi üstüne konuştukları akşam yemeğinde Apollodoros bulunmamış, o zamanlar felsefeyle uğraşacak çağda değilmiş daha. Bu toplantının hikâyesini Aristodemos adlı bir Sokrates hayranından dinlemiş, bir gün de Phaleron’dan Atina’ya giderken, onu Glaukon diye birine anlatmış. Şimdi de arkadaşlarına anlattığı hikâye bu hikâyenin bir tekrarı olsa gerek. Hikâyenin hikâyesi! Bu anlatmanın, Symposion’da üç dereceli, dört dereceli olduğu bile görülür. Bir ara Sokrates Diotima ile konuşmasını anlatırken, Diotima’nın anlattığını Sokrates, Sokrates’in anlattığını Aristodemos, Aristodemos’un anlattığını da Apollodoros anlatmaktadır. Zamanda gerileyip ilerleyen bu olay gözümüzün önünde oynanan bir sahne kadar canlı olabiliyorsa da, hep bir esrar perdesine bürünmüş kalıyor. Bu toplantının dilden dile geçen hikâyesi büyüyor gözümüzde, tıpkı bir efsane, bir destan gibi. Nerde olmuş bu toplantı, kimler varmış bu toplantıda? Apollodoros, Aristodemos’tan edindiği bilgileri sayıp döker. Agathon’un ilk tragedyası ile birinciliği kazandığı günün ertesi günü değil, daha ertesi günün akşamıymış. Toplantı Agathon’un evinde olmuş, misafirleri de Phaidros, Pausanias, Eryksimakhos, Aristophanes, Sokrates, Sokrates’in yolda rastlayıp toplantıya götürdüğü Aristodemos, daha başkaları ve sonra geç vakit bir sürü sarhoş arkadaşıyla gelen Alkibiades’miş. Toplantının adı symposion. Yunanca symposion sözüne Türkçe bir karşılık bulmakta güçlük çektik. Buna ne ziyafet veya şölen demek doğru, ne de sofra. Çünkü “hep birlikte içme” anlamına gelen symposion herhangi bir içkili akşam yemeği değil, Atina’da birçok özel şartlara, geleneklere göre kurulan bir toplantıdır.

Bu geleneklerin ne olduğunu, okuyucularımız metinde ilerledikçe anlayacaklar. Akşamüstü başlayıp, gece geç vakte kadar sürerdi bu çeşit toplantılar. Hem de iki kısımdı: Birine “deipnon” öbürüne “symposion” denir. Misafirler ellerini ayaklarını kölelere yıkatıp, çepeçevre dizilmiş sedirlere uzandıktan sonra, yemek başlar. “Deipnon” denilen bu yemek faslı ne kadar sürerse sürsün, önemli değildir. Çünkü yemekte içki içilmez, fazla konuşulmaz. Yemek bitince tanrılara dua edilir, şarap sunuları dökülür, şölenin asıl kutsal kısmı, yani symposion başlar. Symposion bir törendir. Belki her symposion’da Eflatun’unkinde olduğu gibi yüce konular ele alınmazdı, ama burada nasıl Tanrı Eros’a övgüler söyleniyorsa, her symposion’da bir veya birkaç tanrıya “skolion” denilen şiirler okunurdu. İçki içmenin de, şiir okumanın da töreleri vardı. Bir başkan seçilir, nasıl ve ne kadar şarap içileceğini, neler üstüne kimlerin hangi sıraya göre söz alacağını veya şiir okuyacağını o kararlaştırırdı. Symposion’larda hazır bulunan çalgıcı kadınlar da şiir okunurken kaval çalmakla görevliydiler. Eflatun’un anlattığı symposion zengin bir evde geçer. Agathon’un bir sürü uşağı var, misafirlere çeşitli yemekler, bol bol şarap çıkarırlar. İki üç kişinin uzanabileceği geniş sedirler at nalı biçiminde dizilmiştir.

Misafirler sağdan sola doğru söz aldıklarına göre, at nalının bir ucunda Phaidros’un sediri, öbür ucunda da Sokrates’in Agathon’un, sonra da aralarına yerleşen Alkibiades’in uzandıkları sedir var. Sırayla Phaidros, Pausanias, Eryksimakhos, Aristophanes (Aristophanes üçüncü geldiği halde, hıçkırığı yüzünden sırasını Eryksimakhos’a verip, ondan sonra söz alır), Agathon ve Sokrates konuşurlar. Arada Aristodemos’un ne söylediklerini unuttuğu yahut önemsiz bulduğu kimseler de var, isimlerini bile bilmiyoruz. Besbelli ki eserini kurarken, Eflatun konuyu bu altı kişi arasında, her birinin mizacını, alaka ve zevklerini gözeterek dağıtmış, her birini kendine has üslupla konuşturarak, konuda derece derece yükselmeye ve her diyaloğunda olduğu gibi, asıl söylemek istediğini Sokrates’e söyletmeye önem vermiş. Kendinden önceki konuşmaların hepsini aşan, hepsini çürüten Sokrates’in konuşması sevgiyi felsefe gözüyle inceler, anlatır. Sokrates yüce sevginin felsefe sevgisi olduğunu belirttikten sonra, Alkibiades’in gelip Sokrates’i övmesi gerçek filozofun bir portresini çizmeye yarıyor. Symposion’un konusu Eros, Sevgi-Tanrı ve onun insanlar arasında doğurduğu sevgidir. Hazır bulunanların her biri Sevgiye Yunanca deyimiyle bir “epainos” veya “enkomion” yani bir övgü söylemek zorundadır. Ama övülen sevginin hep erkekten erkeğe sevgi olduğu da biz yirminci asır okurlarının dikkatini nasıl çekmesin? Eflatun bu çeşit sevgiyi mi övmek istedi, bizim bir sapıklık saydığımız sevgiyi mi? Hayır, tersine. Yunan toplumunun ta derinlerine kök salmış bu sevgiye düşmandır Eflatun. Kanunlar’da zararlı diye açık açık yerer onu. Şölen’i sonuna kadar okursanız, Eflatun’un çıkış noktasını Atina toplumundaki geleneklerden aldığı halde, sevgi kavramını hangi yola yöneltmek istediğini anlarsınız. Ama kadınla erkeğin apayrı çevrelerde, apayrı birer ömür sürdükleri İlkçağ dünyasında, cinsel birleşmeler bir yana, sevgi duygusunun aynı cinsten insanlar arasında doğup geliştiğine de şaşmamalı. Symposion’a Şölen dedik Türkçe. Daha iyi bir karşılık bulamayınca, şölen hiç olmazsa toplantının kutsal yönünü veriyor diye bu isimde karar kıldık.

Çevirimizde okuyucuların dikkatini çekecek, belki de yadırgayacakları bazı sözler daha vardır. Bunlardan biri de can olsa gerek. Yunanca psykhe karşılığı ruh demedik, can dedik. [*1] Eflatun’la bizim aramıza giren Ortaçağ, Hıristiyanlık ve Müslümanlık bu filozofu türlü kılıklara sokmuşlar, düşüncesine mistik dünya görüşlerinin damgasını vurarak, tanınmayacak bir hale getirmişler onu. Symposion’u Yunanca aslından çevirdik ve Yunancasından bir İlkçağ Yunanlısının ne anlayacağını anlamaya çalıştık. Kavramlardan, terimlerden kaçındık. Bunlar Avrupa’nın ve Avrupa felsefesinin Eflatun’a ekledikleri lüzumsuz bir sürü kalıptır. Oysa ki kalıplar içinde düşünmez Eflatun, Sokrates’i halktan bir insan gibi konuşturur. Biz de onun gibi konuşmaya çalıştık ve çevirimizi Avrupa dillerine yapılmış çevirilerle karşılaştırdıkça, gördük ki Türkçede Eflatun’un diline çok daha uygun deyimler varmış. Şölen’i bir deneme olarak okuyucularımıza sunuyoruz. Zamanımızda yazılmış herhangi bir eser –bir roman demeye dilim varmıyor– gibi rahatça okunduğunu görürsek, onu dilimize çevirmekten duyduğumuz zevk iki misline çıkacaktır. Azra Erhat ŞÖLEN Çevirenler Azra Erhat Sabahattin Eyüboğlu Apollodoros [1] – Bir Arkadaş Apollodoros: — Bilmek istediğiniz şeylerin hiç de yabancısı değilim gibi geliyor bana. Neden derseniz, geçen gün Phaleron’daki [2] evimden şehre yukarı geliyordum, bir de baktım, tanıdıklardan biri arkamdan beni görmüş, alaylı bir eda ile bağırıyor bana uzaktan: — Hey Phaleronlu, Apollodoros dedikleri, biraz beklesene beni! Ben de durdum bekledim. — Apollodoros, dedi, inanır mısın, ben de tam seni arıyordum şu sırada. Agathon [3] , Sokrates, Alkibiades [4] buluşmuşlar akşam yemeğinde daha birçoklarıyla, sevgi üstüne konuşmuşlar.

Neler söylemişler, öğrenmek istiyorum. Gerçi birisi anlattı bana, Phoiniks’ten duymuş, Philippos’un oğlu. Sen de biliyormuşsun olup biteni, öyle söyledi. Ama doğru dürüst bir şey anlatmadı. Sen anlatsana bana, çünkü dostunun söylediklerini herkesten iyi anlatacak sensin. İlkin şunu sorayım: Sen kendin bu toplantıda var mıydın, yok muydun? — Belli, dedim, sana anlatan hiç de doğru bir şey anlatmamış olacak, yoksa bu sorduğun toplantının benim de orada bulunabileceğim kadar yakın bir zamanda olmadığını bilirdin. — Doğrusu, ben öyle sanıyordum. — Nereden çıkarıyorsun bunu Glaukon? [5] Bir defa biliyorsun ki, Agathon yıllardır burada yok [6] , ben de Sokrates’in peşine düşüp, her gün ne deyip ne ettiğini öğrenmek sevdasına kapılalı daha üç sene bile olmadı. Ondan önce bir oraya bir buraya koşup, kendimce bir şeyler yaptığımı sanırdım; oysaki herkesten daha zavallı bir haldeydim, hatta senden bile, sen ki felsefeden başka ne varsa ona vermişsin kendini. — Şakayı bırak da, dedi, bu toplantı ne zaman oldu onu söyle. — Biz daha çocuktuk, dedim. Agathon’un ilk tragedyası ile birincilik kazandığı zamandı. Korosu ile birlikte kurbanlar kesmişti; onun ertesi günü toplandılar. — Desene, bir hayli zaman olmuş. Peki, sana kim anlattı, Sokrates mi? — Yok canım, Phoiniks’e kim anlattıysa o, Aristodemos adında biri, Kydathenailı [7] ufak tefek bir adam, hep yalınayak gezer hani.

İşte o bulunmuş toplantıda. Sokrates’in hayranlarındanmış; o zamanlar da galiba ondan ateşlisi yokmuş. Sonraları ondan duyduklarım üstüne Sokrates’e bir şeyler sormadım değil, her defasında Aristodemos’un anlattıklarını doğru buldu. — Peki, neymiş bu? Anlatsana bana. Bu şehir yolunda insan rahat rahat konuşur, rahat rahat da dinler. Böylece yolda hem yürüdük, hem konuştuk. Onun için, demin de söylediğim gibi, bu konuda hazırlıksız değilim. Size de anlatacaksam, bir an önce anlatayım. Hem zaten felsefeden konuşmak, yahut başkalarını dinlemek benim için, faydası bir yana, doyulmaz bir zevktir. Oysa başka laflar, hele sizinkiler, zenginlerin, işadamlarının lafları öldüresiye sıkar beni. Acırım size, dostlar, sizler ki hiçbir şey yapmadan çok şeyler yaptığınızı sanıyorsunuz. Üstelik de belki siz zavallı buluyorsunuz beni. Böyle düşünmekte de haklı sanıyorsunuz kendinizi. Bense sanmakla kalmıyor, zavallı olduğunuzu düpedüz biliyorum. Arkadaş: — Hep o adamsın, Apollodoros, durmadan hem kendini kötülersin, hem başkalarını.

Sana göre galiba Sokrates’ten gayrı kim varsa bu dünyada, hepsi, kendin başta, zavallı kimselerdir. Sana ne diye “yumuşak Apollodoros” demişler, anlamıyorum; çünkü hep böylesin, kendin için de başkaları için de hep acı şeyler söylersin, bir Sokrates’e toz kondurmazsın. Apollodoros: — Demek, sevgili dostum, ben kendimi de sizleri de kötülediğim için, saçma sapan konuşan delinin biriyim. Arkadaş: — Şimdilik bu mesele üzerinde tartışmamız yersiz olur Apollodoros. Biz sana belli bir şey sorduk, başka yana sapma da bize neler konuşulduğunu anlat. Apollodoros: — Peki, şunlar konuşuldu aşağı yukarı… Ama Aristodemos’un dediklerini ta başından alırsam daha iyi olacak. Bir gün Sokrates çıkmış karşısına, tertemiz yıkanmış, ayağına sandallar giymiş bir Sokrates. Az görünürmüş bu hali. Böyle güzelleşip nereye gittiğini sormuş. — Akşam yemeğine Agathon’a, demiş Sokrates. Dünkü birincilik töreninde kalabalıktan korkup, yanından kaçtım. Ama bugün için söz verdim. Güzel bir delikanlının yanında güzel durayım diye biraz da kendime çekidüzen verdim. Sen de gelmek istemez misin, çağrılı olmadan? — İstersen gelirim, demiş. — Öyleyse gel benimle.

Şu meşhur atasözünü haksız çıkarmış oluruz: İyilerin sofrasına iyiler kendiliğinden gider [8] . Hem zaten Homeros bu atasözünü yerinde kullanmamış, üstelik de kepaze etmiş. Agamemnon’u eşsiz bir kahraman gibi göstermiş, Menelaos’u tersine “gevşek bir asker” yapmış, bir kurban töreninden sonra Agamemnon’un verdiği bir yemeğe Menelaos’u çağrılmadan getiriyor, böylece iyinin sofrasına bir kötü gitmiş oluyor. Bunun üzerine Aristodemos da demiş ki: — Korkarım Sokrates, benim başıma gelecek şey de senin dediğin değil, Homeros’unki olacak: Benim gibi değersiz bir adam bu üstün kişinin sofrasına çağrısız gidecek. Ama madem beni götürüyorsun işin içinden kendin çık, ben kendi hesabıma çağrısız değil, senin çağrınla gitmiş oluyorum. — Yan yana giderken, baş başa verip ne diyeceğimizi düşünürüz. Hele bir yürüyelim. Böylece konuştuktan sonra yola koyulmuşlar. Yolda Sokrates içinden geçen düşüncelere dalıp, boyuna geride kalıyormuş, Aristodemos kendisini bekleyince de, — Sen durma, yürü; diyormuş ona. Seninki Agathon’un evine gelince, kapıyı ardına kadar açık bulmuş ve bir tuhaflık olmuş orada. Evin içinden bir uşak hemen onu karşılamaya gelmiş; almış, yemeğe başlamak üzere uzandıkları yere götürmüş. Agathon görür görmez bağırmış: — Oo, Aristodemos, buyur! Soframıza hoş geldin. Başka bir iş için geldinse sonraya bırak. Zaten dün seni çağırmak için aramış, bulamamıştım. Peki, ama Sokrates’i niye getirmedin? Aristodemos dönmüş bakmış arkasına ki, Sokrates yok.

— Nasıl olur, demiş. Sokrates’le beraberdim. Beni o çağırdı da geldim. — Çok iyi etmişsin. Ama kendisi nerede mübarek? — Demin arkamdan yürüyordu. Ben de şaştım bu işe. Nerede kaldı bu adam. Agathon da uşağa: — Çocuğum, git Sokrates’i bul da getir buraya demiş. Sen Aristodemos, yerleş şu sedire, Eryksimakhos’un yanına. Bir hizmetçi uzanmadan önce Aristodemos’un eline su dökerken, bir başka hizmetçi gelmiş: — Senin Sokrates komşuların avlusunda put gibi dikilmiş duruyor, demiş. Çağırıyorum, çağırıyorum da bir türlü gelmiyor bu tarafa. — Olacak şey mi bu, neler yumurtluyorsun? diye bağırmış Agathon. Hadi git çağır, peşini bırakma. — Aman bırakın, demiş Aristodemos. Rahat bırakın onu.

Âdetidir, bazen böyle bir kenara çekilir, olduğu yerde dikilir kalır. Ama birazdan gelir sanırım. Sakın keyfini bozmayın, bırakın kendi haline. — Peki, demiş Agathon, madem öyle diyorsun, öyle yapalım. Haydi çocuklar, yemek verin bize. İşinize karışan olmadı mı, canınızın istediğini getirirsiniz. Ben de hiç karışmam, âdetim değildir. Haydi, koyun ki bugün ben de, misafirler de sizin konuklarınızız, beğendirin bakalım kendinizi! Sonra başlamışlar yemeğe. Sokrates hâlâ meydanda yok. Agathon ikide bir onu aratmak istermiş, Aristodemos bırakmazmış. Birden Sokrates çıkagelmiş. Her zamanki kadar da geç kalmamış, ama neredeyse yemeğin yarısındalarmış. Bunun üzerine Agathon, ki en uçtaki sedirde [9] yalnızmış: — Buraya gel Sokrates, demiş. Yanıma yerleş de komşuların avlusunda içine doğan hikmet bir dokunuşta bana geçsin. Herhalde bir şeyler yakaladın, yoksa kolay kolay ayrılmazdın oradan.

Sokrates otururken: — Ah, ne iyi olurdu Agathon, demiş, iki insan birbirine dokununca, bilgi, dolu olandan boş olana akabilseydi! Tıpkı iki çanaktaki suyun bir yün ipliği ile çok doludan az doluya aktığı gibi. Gerçekten bilgi böyle bir şeyse, bu sedirde senin yanına uzanmak benim için paha biçilmez bir nimet olur. Senden bana güzel bilgiler akar, eminim. Benim bilgim aslında bir şey değil, dumanlı bir bilgidir, rüya gibi bir şey. Seninki öyle mi ya, pırıl pırıl, bereketli bir bilgi! Daha gençken etrafa saçtığın bu bilgiyi evvelsi gün de otuz binden fazla Yunanlının gözleri önüne serdin. — Alaylarında pek aşırı gidiyorsun Sokrates, demiş Agathon. Ama bilgi bahsinde biraz sonra seninle kozumuzu paylaşacağız. Dionysos da hakemimiz olacak [10] . Şimdilik yemene bak. Sonra Sokrates sedire uzanmış, hep beraber yemişler, Tanrı için şarap dökmüşler, şarkılar söylemişler, bütün âdetleri yerine getirdikten sonra, başlamışlar içmeye. Söze ilk başlayan Pausanias [11] olmuş, aşağı yukarı da şunları söylemiş: — Eee dostlar, içmeye nasıl başlasak dersiniz? Ben, açık söyleyeyim, dünkü içkiden perişan haldeyim, biraz ara vermem iyi olacak. Çoğunuz da aynı durumdasınız sanırım, çünkü hep oradaydınız. Bir düşünelim de içmenin en zararsız yolunu bulalım. — Çok doğru söylüyorsun Pausanias, demiş Aristophanes [12] . Bu içme işini bir düzene sokmalı.

Ben de dün ölçüyü fazla kaçıranlardanım. Akumenos’un oğlu Eryksimakhos [13] söze karışıyor:

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir