Rainer Funk – Ben ve Biz; Postmodern İnsanın Psikanalizi

Ben ve Biz: bu kitabın başlığı herkeste muhtemelen birbirinden çok farklı düşünceler uyandıracaktır. “Ben” ve “biz”le kastedilen felsefi ya da ruhbilimsel soyut kavramlar değildir, bunlar daha çok, gitgide artan sayıda insanın deneyimlediği yaşantının adlarıdır. Bugün.pek çok kişi tamamen bilinçli bir seçimle “ben” diyor ve bencil olmadan kendi ben’ini yaşamak istiyor. Ancak kimileri için son derece vazgeçilmez, kimileri için de son derece yadırgatıcı olan yeni bir “ben söylemi” ve “ben yaşantısı” söz konusu değil yalnızca. Bunun yanı sıra yeni bir ”biz yaşantısı”, kimileri için yine giderek vazgeçilmez hale gelen, kimilerinin de kuşkuyla baktığı ya da yeni bir sorumluluk duygusu olarak göklere çıkardığı ve yanlış anladığı bir “biz duygusu”yla kendini gösteren yeni bir sosyallik ve sağduyu türü de söz konusu. Bu kitapta tercih edilen psikanalitik yaklaşıma göre, ben ve biz yaşantısının yeni biçimleri ben-odaklılığın sonucu olarak ortaya çıkmaktadır, bu kitap da öncelikle ben-odaklılığın betimlenmesine ve yorumuna yöneliktir. Postmodern yaşam koşulları ve yaşam dünyalarının etkisi altındaki insanların düşünme, hissetme ve eyleme biçimlerini gittikçe daha çok belirleyen yeni bir psişik eğilim, yeni bir karakter yönelimi kastedilmektedir “benodaklılık”la. Postmodern insanın kişilik ve karakter özellikleri çizilirken zaten bütün insanların ben-odaklı oldukları izlenimi uyanabilir. Karakter tipleri oluşturmanın temel zaafı başka özelliklerin yok sayılarak bir biçimde tipik olanın ortaya çıkartılmaya çalışılma- 8 Ben ve Biz sıdır. Bu bağlamda Almanya’da şimdiye kadar gerçekleştirilen ampirik araştırmaların sonucupa göre postmodern ben-odaklılığm, günümüzde halkın ancak yüzde sekiziyle yüzde on ikisi arasında baskın bir eğilim olarak kendini gösterdiğini hatırlatmak gerekir. Öte yandan ben-odaklılık öncelikle, yaşam dünyalarının kurgulanması ve aktarılmasını meslek edinenlerde daha çok görülüyor, böylece bu tutumun kamusal mevcudiyeti gittikçe daha güçlü hale geliyor. Çoğu insan farklı karakter yönelimlerinin karışımıdır, bu da (karakter yönelimlerini her zaman dürtüsel olarak yaşanan temel eğilimler olarak anlamak gerektiğinden) çağımız gibi bir dönüşüm çağında neden bu kadar çok insanın davranışında belirsizlik ve çelişki olduğunu anlaşılır kılıyor. Mannheim Çağdaş Sorunlara Yönelik Sosyal Bilimler Enstitüsü’ nce (SIGMA/Sozialwissenschaftliches Institut für Gegenwartsfragen Mannheim) yürütülen, postmodern karakter konulu, benim de katıldığım ampirik bir araştırma, bu kitabın oluşum sürecine eşlik etmiş olsa da, ampirik bulgular bu kitapta yer almadı. Yakın gelecekte buna yönelik başka bir yayın planlanmakta.


Bizzat bu ampirik araştırmaya katılan biri olarak, “Sosyal Ortamlar” modelinin yaratıcısı ve SIGMA’nın yöneticisi Jörg Ueltzhöffer tarafından doksanlı yıllardan bu yana araştırılmakta olan “postmodern ortam” hakkında pek çok bilgi edindim. Gerek Jörg Ueltzhöffer, gerekse de aynı ampirik araştırmanın hazırlanmasında yer alan siyasal bilimciler Gerd Meyer ve Rolf Frankenberger, postmodern insanın kişilik özellikleri üzerine yaptığım çalışmada bana büyük ölçüde yol gösterip esin kaynağı oldular. Postmodern karakterin ampirik olarak araştırılmasında gerekli olan maddelerin formüle edilmesinde yürütülen ortak çalışma ve Gerd Meyer başta olmak üzere yaptığımız verimli fikir alışverişi, sosyolojik ve psikanalitik sorunsallaştırmanın farkları ve ortak noktaları hakkındaki bilgimizi de artırdı. Ayrıca konuşma fırsatını bulduğum pek çok kişiye ve Erich Fromm’un yapıtlarını bilenlere teşekkür borçluyum, ortaya koyduğum bu yeni karakter yönelimi Erich Fromm’un psikanalitik ve sosyal psikolojik yaklaşımından yola çıkılarak geliştirildi. Önsöz 9 Uluslararası Erich Fromm Vakfı’nm üyeleriyle son on beş yıldır yürütülen diyalogu temsil ettiklerini düşündüğüm Gerd Meyer, Bernd Sahler (Freiburg), Michaeal Maccoby (Washington), Salvador Millan ve Sonia Gojman (Mexico City), Wolfgang G. Weber (lnnsbruck) ve Peter Kuron’un (Bremen) adlarını özellikle anmak isterim. Yıllarca tarhşılan ve olgunlaşan düşünceler nihayet kitap biçimini aldıktan sonra, kağıda dökülenlerin esinleyici ve eleştirel bir sınamadan geçmeleri gerekir. Bu noktada kitap açısından çok daha hayırlı olabilecek düzeltme önerileri ile müsveddelerin redaksiyonu için eşim Renate Oetker-Funk ve oğlum Martin’in yanı sıra Jan Dietrich’e de teşekkür etmek isterim. DTV Yaymları’nm kitap fikrini iyi karşılaması bu çalışmayı hızlandırdı. Özellikle de, kitaba dil duyguları ve özverileriyle katkıda bulunan Dr. Andrea Wörle ve Hannelore Hartmann’a teşekkür etmek i� terim. Tübingen, Yaz 2004 RainerFunk Giriş: Postmodern İnsanı Anlamak Ekonomik ve toplumsal yapıda ortaya çıkan her köklü değişim kişilik değişimine de yol açar. Bu tür kişilik değişimleri, sık göründükleri yerlerde, sözgelimi belli toplumsal katmanlarda, meslek ve yaş gruplarında, alt kültürlerde, yaşam dünyalarında ya da belli sosyal ortamlarda özellikle dikkat çeker. Söz konusu insanların düşünme, hissetme ve eylemde bulunma davranışını önemli ölçüde etkileyen bir kişilik tipi tam da buralarda oluşur. Ama bu yeni kişilik tipi sadece geniş ölçüde davranışı belirlemekle kalmaz, aynı zamanda insanların kendileri, kendi imka�arı ve sınırları, başkaları, ortam ve gelecek hakkında geliştirdikleri değerleri ve tasavvurları da beraberinde getirir, işte bu yeni kişilik tipini başka yerleşik tiplerden ayıran da bu değerler ve tasavvurlardır.

Yeni bir kişilik tipi gitgide yaygınlaşıyorsa, bu onun kışkırtıcı bir çekiciliğe sahip olduğu anlamına gelir, işte bu tip insanların somut düzeydeki ayırıcı özelliği bu kışkırtıcı çekiciliktir. “Ben, ben olduğum ölçüde benim” Günümüzde gözlemlenen yeni hayat tarzının kışkırtıcılığı şöyle dile gelmektedir: “Ben, ben olduğum ölçüde benim.” Bütün kuralların, ölçülerin, vesayetlerin ve muhtaçlıkların ötesinde özerk ve özgür kararlar alabilmenin gittikçe daha fazla insan için bir ihtiyaç ve keyif haline geldiği açıktır. Bu nedenle onların hayat tarzının ve yaşama sanatının düsturu, kışkırtıcı bir ben 12 Ben ve Biz vurgusu ve özgüvendir. “Ben, ben olduğum ölçüde benim ve sen de sen olduğun ölçüde sepsin.” İnsana oldukça bencil, hatta narsistik gelen bu ifade, aslında göstermeye çalışacağımız üzere hiç de öyle değildir. Ayrıca, otoriter yapıların ve tqtaliter bağımlılıkların aşılması da bu tür bir ben-odaklılığın sorunu değildir. Ben-odaklılık bilinç düzleminde önceliği bir şeye karşı olmaya değil, bir şeyden yana olmaya vermektedir: Bir yandan gerçekliğin büyüleyici bir biçimde üretilmesi için akıl almaz imkanlar içeren, öte yandan ekonominin ve toplumun dayandığı bütün yapıların ve değerlerin çözülmesi karşısında anlamlı bir tepkiyi ifade eder gibi görünen bir yaşam deneyimine verilen yanıt olarak özgür ve spontane bir ben vurgusundan yanadır. Ben-odaklılık yeni bir hayat tarzıdır. Bu hayat tarzının kaynağı yeni bir kişilik tipidir. Hiçbir kişilik tipi çağa uygun bir yaşam modeli olarak şimdiye kadar bu denli yaygınlaşmamış ve kamusal kabul görmemiştir. Bu yeni kişilik tipi sosyal psikolojik bir fenomendir, bu fenomen yalnızca ekonomideki ve toplumdaki büyük değişikliklerle ilişkilendirilmekle kalmamalı; gerek gündelik yaşam dünyalarında gerekse yaşam tarzlarında yankısını bulan felsefi, sanatsal, edebiyatbilimsel ve sosyalbilimsel postmodernlikle ilişkilendirilmelidir. Postmodern ben-odaklılığı ele alan kişi, geleneksel düşünce ve ölçütlere göre çelişkili davranış özellikleriyle karşılaşacaktır, oysa postmodern karakter bu durumu bir çelişki olarak yaşamamaktadır. Özgür ve spontane bir özerklik arzusu, ait olma ve bir ekiple birlikte olma arzusunu dışlamamaktadır. Kimliği dağılmadan bir tür yamalı bohça kimliğinde yaşamaktadır o, öyle ki artık “kendine özgülük” diye bir şey yoktur, ama öte yandan postmodern karakter için kendisinin ya da bir başkasının ne kadar sahici (otantik) olduğu da son derece önemlidir.

Çoğu postmodern insan için, bir yandan bütünüyle özerk yaşamak, öte yandan da güçlü bir bağlanma ihtiyacı duymak ve bu ihtiyacı gerçekleştirmek çelişki değildir. Ben-odaklılık ve biz duygusu birbirlerini dışlamamaktadır. Ben-odaklılık ve bağlılık birbirlerini dışlar gibi görünse de, ben-odaklı karakter için bağlanmışlık yaşantısı son derece önemli ve merkezidir. Giriş: Postmodern İnsanı Anlamak 13 “Bağlantıda olmak özgürleştiricidir” Jeremy Rifkin’den yola çıkarak ben-odaklı karakterin ikinci düsturunu şöyle formüle edebiliriz: “Bağlantıda olmak özgürleştiricidir.” Aslında bu, bağlardan kurtulmak arzusuyla yetişmiş olan herkes için kışkırtıcı bir seçenektir. Peki, postmodern ben-odaklı karakter tarafından çelişkisiz olarak yaşanan ve böyle yaşandığı itiraf edilen bu durum psikodinamik açıdan nasıl tek ve aynı karakter yöneliminin ifade biçimleri olarak açıklanabilir? Bu sorunun çözümü için Erich Fromm bir model sunmuştur. Bu modelde, iktidarın çekiciliğine kapılmadan edemeyen otoriter odaklılığm “aktif” ve “pasif” biçimlerini ayrıştırır: az çok sadist bir biçimde iktidar kurma tutkusu ve az çok mazoşist bir biçimde iktidar tarafından ezilme tutkusu. Sadist eğilim, hem başkaları üzerinde hakimiyet kurmak arzusuyla kişinin kendisi dışındaki dünyaya hem de kendisi üzerinde hakimiyet ve disiplin kurmak arzusuyla kişinin kendisine yönelir. Mazoşist eğilim, hem tabi olmak, hakimiyet altına girmek ve küçülmek arzusuyla başkalarına; qem de acı çekmek, kendini feda etmek, benliğinden vazgeçmek arzusuyla kişinin kendisine yönelir. Otoriter odaklılıkta olduğu gibi postmodern ben-odaklılığı da aktif ve pasif olarak ikiye ayırabiliriz. Bu ayrım, çelişik gibi görünen davranış ve karakter özelliklerini açıklamayı mümkün kılmakta ve aynı zamanda, kaynağını ben-odaklılığın pasif biçiminde bulduğundan pek çok sosyolog ve sosyal psikolog tarafından göz ardı edilen, postmodern kişilik tipiyle ilişkilendirilmeyen ya da yeni bir sosyallik yolunda ben-odaklılığın aşılması olarak yorumlanan toplumsal fenomenler karşısında geliştirilmiş bir duyarlılığın da göstergesidir. “Postmodern” bir karakter yönelimi Bu kitapta postmodern ben-odaklılık, bir kişilik tipi ve karakter yönelimi olarak ele alınmaktadır. Burada “postmodern”den ne anlaşıldığı sorulabilir haklı olarak. “Postmodern” kavramın- 14 Ben ve :Biz da ve onun karakterolojik bağlamdaki kullanımında bizi asıl ilgilendiren, postmodern felsefenin iddiasından ziyade postmodern yaşama biçiminin alım!anışı oldu, öte yandan bu yaşama biçiminin postmodern düşüncenin temsilcileriyle ilgisi yok değildir elbette. Postmodern düşünceye ilişkin literatür ve bu kavramın öncelikle felsefe, sanat, edebiyatbilim ve sosyal bilimlerdeki kullanımları kuş bakışı bakılamayacak kadar geniş olmakla birlikte Wolfgang Welsch tarafından çarpıcı bir biçimde gözler önüne serilmiştir (W.

Welsch 1997, ayrıca krşl. J.-F. Lyotard 1?99 ve Z. Baumann 1999). Postmodern düşünce öncelikle mimari ve felsefede geliştirilmiş, ama karşılaştırmalı kültür antropolojik ve etnolojik araştırmalarla da desteklenmiştir; bu araştırmaların tümü, insana ve gerçekliğe bakışımızın daima kendi düşünsel tasavvurumuz olduğuna, bunun sonucu olarak da nihai olarak bilinebilir, önceden verili bir gerçeklik olmadığına işaret etmektedir. Gerçekliği bilmek istiyorsak, bunun yolu ancak onu kurmak ve yapılandırmaktan geçer, böylece önceden verili her şeyin “şifresi çözülür” ve “yapı bozuma uğrar”. İnsanın neliğine ilişkin bütün düşünceler ve anlayışlar için geçerlidir bu. Akıl bile “çoğul”laşmıştır. “Modern anlayışa dair temel koordinatların yapı bozumunda öncelikle birlik, devamlılık, bağlaşıklılık, gelişme mantığı ya da ilerleme fikri sorgulanmaya başlamıştır” (H. Keupp 1999, s. 30).

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir