Rainer Maria Rilke – Dua Saatleri Kitabı

Kayıp giderken o an, dokununca bana parlak, madeni bir vuruşla: Titrer duyularım. Duyumsarım: Muktedirim – tüm boyutlarıyla günü yakalamaya. Yüksel Özoğuz’un çevirdiği elimizdeki kitap Rilke’nin Studenbuch adlı yapıtının bir bütün olarak Türkçe’ye ilk çevirisi. Gerçi Türk okuru bu kitabın içerdiği bazı şiirlerle A. Turan Oflazoğlunun 1976’da Seçilmif Şiirler (Adam Yayınevi) ve 1994’te Ahmet Cemal’in Rilke (Kavram Yayınları) adlı seçkileriyle tanışmıştı. Ancak bu çeviriterin Türk okurunda uyandırdığı merak ve ilgi uzun bir süredir yeni şiir çevirileriyle yeterince beslenememiştir. Dua Saatleri Kitabı adıyla Türkçe’ye çevrilen bu şiir kitabını Rilke yaşamında dönüm noktası diye nitelenen Rusya seyahatinden hemen sonra, 1898’de, yirmi üç yaşındayken yazmaya başlar, kitap 1905’te yayımlanır. Rilke Rusya’nın uçsuz bucaksız doğasının ve sade insanlarının kendisini değiştirdiğini, orada varlığın onu özgürlüğe kavuşturan başka boyutlarını yakaladığını söyler. Stundenbuch Almanca’ da Ortaçağ’ da oldukça yaygın olan dua kitaplarına verilen addır. Ünlü ressamların resimleriyle süslenen bu kitaplar giderek soylu kişilerin huzura kavuşmak için sık sık başvurdukları kitaplara dönüşür. Rilke’nin elimizdeki şiir kitabı da bir tür dua kitabıdır. Lirik Ben’in, bir rahibin, Tanrı arayışını, dualarını, sorularını, çelişkilerini anlatır. “Rahip Hayatına Dair”, “Hacılığa Dair” ve “Yoksulluk ve Ölüme Dair” adlarını taşıyan üç bölümden oluşan bu kitabı yazarın kendisinin “tek bir şiir”, şiirlerin her birini ise birer “şarkı” olarak değerlendirdiği bilinir. Daha başlangıçta kitabın taşıdığı ad, içeriğinin Tanrı ile ilişkili olduğunu vurgular. Ancak, Rilke’nin aradığı Tanrı Hıristiyanların tanrısı değildir.


Gerçekleştirilmesi gereken ortak bir etik anlayışı sunmadığı gibi, yaşamdan sonra bir hayat da vaat etmez. Rilke’nin Tanrı’sı Nietzsche ve romantizm geleneğinin, Rilke’yle çağdaş Kafka, Freud, Musil, Gustav Mahler ve daha pek çok ismin de yapıtlarına yansıttıkları bir değişimin, Avrupa kültüründeki çöküş olgusunun dışında düşünülemez. Genç Rilke Tanrı’nın böylesine uzakta, gerçekliğin ötesinde, erişilmez bir yerde oluşundan yakınır; onu gerçeklikte, nesnelerde ve kendi içinde, öznede arar. Arayıştaki amacının ise ona erişmek ya da onu tanımlamak değil, sadece onu ya da ona giden yolları aramak olduğunu söyler. Dua Saatleri Kitabı’nda bu içkin yaşantı yansıtılır. Ancak, bu yaşantının içerdiği yoğunluğun Rilke’nin daha sonraki yıllarda sonelerinde uyguladığı gibi klasik, kapalı, biçimsel sınırlar içeren bir anlayışıyla dile getirilmesi olanaksızdır. Rilke bu yaşantıyı bir yandan imge, ritim ve melodiyle yoğrulmuş bir dil, öte yandan alışılagelmiş her tür biçim sınırlarını aşan açık biçim aracılığıyla somutlaştırır. imgeler ve melodi öngörülen dize biçimini sürekli zorlar ve aşar, bu aşış ise kafıye düzenini etkiler, hatta kıt’aların yapısını ve uzunluğunu her seferinde yeniden belirler. Alışılagelmiş kalıplar yıkılır. Şiirde sürekli değişen bir kafıye düzenine ve dize sayısı sürekli değişen kıt’alara rastlarız. İmge ve ses yüklü bu arayış şiirini Türkçe’ye çevirirken Yüksel Özoğuz’un yazarın ne söylediği kadar nasıl söylediğine büyük özen göstermiş olduğu görülmekte. Özoğuz Rilke’nin uzun soluklu dizelerinin oluşturduğu gerilimi, dilin duygu yoğunluğunu ve tımsını Türkçe’ de duyumsatır okura. Sözün anlam boyutunu, gene sözle oluşan görsellikten ve melodiden ayırmadan, oluşturdukları bütünlükten ödün vermeden aktarmayı amaçlayan bir çeviri anlayışıyla yaklaşır şiire. Dua Saatleri Kitabı, Rilke’yi çok geniş çevrelerde ünlü kılan bu ilk uzun şiir, nesnelerin, varlığın özüne yönelik bir arayış şiiriydi. Şiiri işitsel niteliği nedeniyle şarkı diye niteleyen ozan, ilerdeki yıllarda “Şiir varlığın kendisidir” diyecektir.

Şara Sayın “Dieser grosse Lyriker hat nichts gemacht, als class er das deutsche Gedicht zum erstmal volkommen gemact hat … er w ar in gewissem Sin n der religiöseste Dichter seit Novalis, aber ich bin mir nicht sicher, o b er überhaupt Religion hatte.” Robert Musil “Bu büyük şair, Alman Şiiri’ni ilk kez mükemmel yapmaktan başka bir şey yapmadı. o bir anlamda Novalis’ten bu yana en dindar şairdi, ama onun bir dini olduğuna emin değilim.” Robert Musil Robert Musil’in, bu önemli Avusturyalı yazarın sözleri ile başlamak istedim. Çünkü onun Rilke için söylediği bu sözler Stundenbuch, Dua Saatleri Kitabı için de son derece yerinde bir tanımlamadır. Rilke Alman Şiiri’ni doruklara taşımış bir şairdir; Almanca’nın sınırlarını zorlamış, ona yeni olanaklar sunmuş, şiir dilini müziğe dönüştürmüş bir şairdir. Yine Avusturyalı bir yazar olan Stefan Zweig, Rilke’nin ölümünden sonra yaptığı veda konuşmasında şöyle der: “Bir müzikle geldi Rilke, müziği gidişinden sonra da kalacak.” Benim için ise Rilke, şiirlerini okuduğum zaman, dildeki ustalığına, ifade gücüne hayran olduğum, insan ruhunun derinliklerine inme yeteneğine şaşırdığım ve her seferinde, “İyi ki Almanca biliyorum” dediğim şairdir. Rilke Alman dilini kullanmıştır, hiç şüphesiz Alman Edebiyatı’nın ve Kültürü’nün değerleri ile beslenmiştir (Alman Romantizmi), ama bilindiği gibi, bir Alman şair değildir. 1875 yılında Prag’ da doğan Rilke, Prag o zamanlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun toprakları içinde olduğu için, bir Avusturyalı şair sayılabilir, ama o bunu da aşmış, sanatı ile gerçek bir Avrupalı şair niteliğine kavuşmuştur. Bunu hayat hikayesine baktığımız zaman da görebiliriz. Önce Avrupa’nın en doğusuna gitmiş, iki Rusya seyahati yapmış, daha sonra en batısına Fransa’ya uzanmış, bir süre Paris’te Rodin’in yanında yaşamış, hatta Fransızca şiirler yazmış, durmadan Avrupa içinde yer değiştirmiş, sürekli gidip gelmelerle Almanya, İtalya ve İsviçre’ de yaşamış ve sonunda da İsviçre’ de 1926 yılında hayata gözlerini yummuştur. Rilke, çocukluğunu ve ilk gençlik yıllarını, Doğu Avrupa Kültürü’ ne, Slav Kültürü’ne açık, kozmopolit bir kent olan Prag’ da geçirir. İlk gençlik şiirleri hep bu kente adanmıştır. Bu ilk şiirler fazlaca önemsenmezler, çünkü yeni bir soluk, yeni bir bakış açısı getirmezler.

Dua Saatleri Kitabı işte bu yeniliği getiren, Rilke’yi birdenbire büyük şair konumuna yükselten kitaptır; 1905 yılının Noel’inde yayımlanması ile birlikte, bir olay kitap olmuş, Rilke’yi ise elit tabakanın gözbebeği durumuna getirmiştir. Bu elit sınıfın, aynı zamanda da soylu ve zengin sınıfın, ilgisini üstüne çeken Rilke, bu insanlarla olan ilişkilerini yine kendi istediği gibi düzenlemeyi bilmiştir çünkü beş parasız da olsa kendisini hep onlardan biri gibi görmüş ve öyle de davranmıştır. Onların kendisine sunduğu olanaklardan faydalanmış ama kendisi için, bir anlamda sanatı için, gerekli olan yalnızlığını korumasını hep bilmiş, kendisine sunulan villa ve şatolarda, kışın kullanılmayan bu boş evlerde, yalnız yaşayabilme olanağını kullanmıştır. Rilke kendi ailesinin, küçük burjuva olarak tanımlanabilecek kültürünü ve olanaklarını da yine kendi iç dünyasının gücü ile aşmıştır. Hiç şüphesiz bu konuda ona, ailesinin köklerinin çok eski soylu bir aileye dayandığı söylencesine olan sarsılmaz inancı da yardımcı olur. Aynı şekilde, gerek ailesinden, gerekse küçük yaşta gönderildiği askeri okuldan almış olduğu koyu Katolik eğitimi de henüz gençlik yıllarından başlamak üzere sorgulayacak ve aşacaktır. Sınırları H aşma konusunda bir uzman olan Rilke için, sosyal hayatın getirdiği sınırlamalar ve kurallar aslında pek bir önem taşımaz. Rilke evlenmiş ama normal bir birliktelik yaşamamış, hiçbir zaman bir aile babası kimliğine sahip olmamıştır. Her türlü sahiplenme duygusundan uzak durmuş, hiçbir zaman bir ülkeye, bir kişiye, bir eve, bir eşyaya bağlanmamış kendisine ait değil bir evi, bir masası, bir sandalyesi bile olmamıştır. Özgürlüğü en son noktada yaşamış bir insandır. Bağlı kaldığı, sadık kaldığı ve her şeyin üstünde tuttuğu tek değer “sanat”tır. Dua Saatleri Kitabı şairin o zamanlar aşık olduğu Lou Andreas-Salome ile birlikte gerçekleştirdiği ilk Rusya seyahatinden (1899) hemen sonra yazılmıştır. Rilke Rusya’nın sonsuz steplerinden olduğu kadar, naif, sevecen, yoksul ve inançlı halkından da etkilenmiştir. Rilke’nin, bir yandan içinde Salome’ye karşı duyduğu aşk ve bunun yarattığı coşku, öte yandan çevresinde gördüklerinden kaynaklanan büyülenme derecesindeki etkilenme, onun kendi içindeki bir sınırı, ilk şiirlerinin gelip dayandığı sınırı, aşmasına yol açmış, içindeki coşkuyu dile aktarabilmesine ve böylece kendi dilini, “Rilke dilini” yaratmasına olanak tanımıştır. Bu etkitenmenin en güzel yansımasını ise şiirlerin yazılış biçiminde görebiliriz: Başlığı olmayan, birinin bittiği yerde diğerinin başladığı, tamamen serbest biçimde yazılmış, kafiyesi ve müthiş bir iç müziği olan bu şiirler okuyucuda bozkırlardaki rüzgarları ve dalgalanmaları ve onun verdiği sonsuzluk duygusunu yaşatır.

19. yüzyıl sonu yalnızca Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun çöküşünün değil, aynı zamanda büyük bir değişim ve dönüşümün yaşandığı dönemdir. Teknik alanda birbiri ardına gelen iledernelerin bir sonucu olan Endüstri Devrimi’nin başlattığı büyük bir değişim ve dönüşümdür bu. Rönesans’tan başlamak üzere, sırasıyla Barok, Aydınlanma, Klasik ve Romantik dönemlerle doruk noktasına erişmiş bir Avrupa Kültür ve Edebiyatı’nın elde ettiği değerlerin teker teker yitirildiği bir dönemdir. Y itirilen ya da kaybolan nedir? Hümanist düşüncelerden, ahlaki değerlerden de önce ‘transendent’ (aşkın) dünyanın yok oiuşudur bu. Ve bunu Nietzsche o ünlü sözüyle (“Gott ist Tod”, “Tanrı öldü”) en kısa ve en açık biçimiyle belirtmiştir. Böylece insanın bu dünyadaki yerini ve 12 anlamını sorgulayan, başka bir deyişle, insanın varoluşunu sorgulayan bir süreç de başlamış olur. İşte Dua Saatleri Kitabı da tam da bu noktada ortaya çıkar ve bu sorgulamaya katılır. Kitap boyunca İnsan-Tanrı, Hayat-Ölüm ilişkisi irdelenir. Şiirlerin tümünde ‘sen’ diye hitap edilen kişi Tanrı’ dır, Rilke O’na sorular yöneltir, cevap vermesi için yalvarır, bunaldığı zaman da küstahça hesap sorar. Aslında insan varoluşunun sorgulanması bu kitapla bitmez ancak başlar ve tüm sanat hayatı boyunca da devam eder. Bir yüzyılın sona erdiği, başka bir yüzyılın başladığı, bir dönemin değerlerinin yok olmaya yüz tuttuğu ve başka bir dönemin değerlerinin yeşermeye başladığı bu döneme Alman Edebiyat Tarihi’nde “Jahrhundertswende” (yüzyıldönümü) adı verilir. Bu dönem eski, yeni, birbirinden çok farklı, hatta karşıt değerlerin yan yana ve iç içe olduğu, birbiriyle çarpıştığı, edebiyat tarihinin hiç şüphesiz en ilginç dönemidir. Bir yanda 19. yüzyıla has realist ve naruralist akımlar, öte yanda geçmişe duyulan özlem ve onun yeşerttiği ‘Tart pour l’art” (sanat sanat içindir) görüşü ve giderek modern dünyanın gelişini gösteren yeni oluşumlar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir