Rainer Maria Rilke – Tanrı’dan Öyküler

Bu yakında bir sabah yolda giderken komşu kadına rastladım. Selamlaştık. Kısa bir aradan sonra, “Bu ne güzel bir sonbahar!” dedi komşum, başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Ben de onun gibi yaptım. Gerçekten de sonbaharla bağdaşmayacak kadar ışıl ışıl, nefis bir sabahtı. Ansızın aklıma bir şey geldi, “Bu ne güzel bir sonbahar!” dedim yüksek sesle, ellerimi biraz sağa sola oynatarak. Komşum da doğru der gibi başını salladı. Bir an yüzüne kaydı gözlerim. Kusursuz ve sağlıklı yüzü öylesine sevimli bir edayla inip kalkıyordu ki! Alabildiğine aydınlık bir yüzdü, sadece dudakların çevresinde ve şakaklarda ufak tefek kırışıklar görülüyordu. Nereden gelmişti bunlar komşumun yüzüne? Sordum ansızın: “Küçük kızlarınız ne alemde?” Komşumun yüzündeki kırışıklar bir an için kayboldu, ama hemen ardından, eskisinden daha yoğun, daha belirgin ortaya çıktılar. “İyiler, Tanrı’ya şükürler olsun, ama-” Komşum yürümeye başlamıştı, ben de nezaket kurallarının gereğini yaparak sol tarafına geçip kendisine eşlik ettim. “Biliyor musunuz, ikisi de artık öyle bir çağa geldiler ki, bütün gün sorular sorup d uruyorlar. Bütün gün olsa gene iyi, hatta gecenin bir yarısına kadar.” “Öyle”, diye mırıldandım ben, “çocukların yaşamında bir dönem vardır…” Ama komşum, hiç istifini bozmadan sürdürdü konuş7 masını: ·· Hani sordukları da yalnız hu atlı tramvay nereye gidiyor. gökyüzünde kaç yıldız var.


on bin çoktan daha mı çok gibi sorular değil, bambaşka şeyler soruyorlar ayrıca. Örneğin, Tanrı Baba Çince konuşur mu? Tanrı B aba neye benziyor’? Hep Tanrı Baba. Tanrı B aba. Bu konuda kimse bir şey bilemez ki, öyle değil mi!” ”Hayır”, diye onayladım ben. “Ne var ki, bazı tahminlerde bulunulabilir işte … ” “Bir de bakıyorsun, Tanrı’nın ellerini soruyorlar. Siz gelin de bir yanıt verin!” Komşumun gözlerinin içine baktım. ”Bağışlayın”, dedim pek nazik, “son olarak Tanrı’nın elleri demiştiniz, öyle değil mi?” Komşum başını sallayarak doğruladı. Sanırım biraz şaşırmıştı. “Şey”, diyerek aceleyle ekledim, “Tanrı’nın ellerine ilişkin olarak benim kuşkusuz bildiğim bazı şeyler var.” Komşumun gözlerini belerttiğini görünce, “Tesadüfen”, dedim ben, hiç vakit geçirmeksizin, ”tamamen tesadüfen -ben- – -” Ardından hayli kesin bir edayla, “Size bu konuda bütün bildiklerimi anlatacağım”, diye ekledim. ”Biraz vaktiniz varsa, izin verin, eve kadar eşlik edeyim size; anlatacaklarım için bu kadar zaman yeterli olacaktır.” Ardından sözü kendisine bıraktığımı görünce, “Memnuniyetle”, diye yanıtladı komşum. “Ama bildiklerinizi çocukların kendilerine anlatsanız? … ” “Çocukların kendilerine mi? Yo yo, hanımefendi, olmaz, asla olmaz. Sizin anlayacağınız, çocuklarla ne zaman konuşsam apışıp kalır, ne diyeceğimi bilemem. Aslında kötü bir şey değil.

Gelgelelim, onlar benim bu halimi öyle yorumlayabilir ki, sanırım yalan atıyormuşum da kendimi suç üstü yakalamışım … Oysa anlatacaklarımın doğruluğundan kuşku duyulmaması benim için çok önemlidir, bu bakımdan anlatacaklarımı siz çocuklara aktarsanız … Şüphe yok ben8 deıı çok daha iyi altı ndan kal karsın ız bu i�iıı . Anlatacaklarım arasında bağlantılar kurar. onları süsler bezersiniz: ben sadece yalın gerçekleri en kısa yoldan size aktaracağım. Tamam mı?” Bunun üzerine, ··Peki. peki”. diye yanıtladı komşum dalgın. Düşünüp taşındım . Başlangıçta … ” Ama hemen ara verdim sözlerime. “Çocuklara anlatacak olsam, ilkin onlara açıklamam gereken bazı şeyleri sizin bildiğinizi varsayabilirim herhalde. sayın komşum”, dedim. “Örneğin, şu yaradılış olayı. , Uzunca bir süre sustu komşum. Sonra, “Evet – – yedinci günde … ” dedi. Kadıncağızın sesi tiz ve ince çıkıyordu. “Durun!” diye atıldım.

“Daha önceki günleri anımsayalım sizinle. çünkü öykümde önemli olan bu günlerdir. Evet, Tanrı Baba bilindiği üzere kolları sıvayıp yeryüzünü yarattı, sulardan ayırdı onu, ardından ışık olsun dedi, ışık oldn. :;:onra da hayranlık duyulacak bir tempoyla çalışıp çeşitli nesneleri yarattı. Demek istediğim, yeryüzünde var olan büyük nesneleri, kayaları, dağları örneğin, bir ağacı ayrıca ve bu ağacı model alıp pek çok diğer ağacı.” Konuşmamın burasında arkamızdan gelen ayak sesleri işittim, yanımızdan geçip gitmeyen, bizim fazla gerimizde de kalmayan birinin ayak sesleri bir süredir yankılanmaktaydı. Keyfimi kaçırdı bu. Yaradılış olayına dönerek konuşmamı sürdürüp şöyle dedim: “Tanrı’nın bu başarılı ve hızlı çalışmasına akıl erdirebilmek için, uzun ve derin düşüncelerden sonra onun her şeyi önceden kafasında hazırladığını kabul etmek gerekiyor, ancak böyle bir hazırlıktan sonra … ” Derken ayak sesleri yanı başımızda duyulmaya başladı, pek hoş denemeyecek bir ses gelip yapıştı bize: ··Oh, sanırım Bay Schmidrten söz ediyorsunuz. affedersiniz . ” Sinirli sinirli, bize gelip katılan kadına baktım. Ne var ki. komşum kızarıp bozardı, ne söyleyeceğini bilemedi, “Hımın”. dedi öksürerek, “hayır -daha 9 doğrusu- evet. biz de tam -yani bir bakıma-. Bu ne güzel bir sonbahar!'” dedi öbür kadın birden.

sanki hiçbir şey olmamış gibi. Kırmızı, küçük yüzü ışıl ışıldı. Derken komşumun şöyle dediğini duydum: “Doğru. Haklısınız, Bayan Hüpfner, eşine seyrek rastlanır güzel bir sonbahar!” Bunun üzerine iki kadın ayrıldı birbirinden. Bayan Hüpfner kikirdeyerek ekledi ardından: “Çocuklara da selam söyleyin benden, olmaz mı. ” Ama iyi kalpli komşumun Bayan Hüpfner’e aldırdığı yoktu artık, büyük bir merakla benim anlatacaklarımı bekliyor, sabırsızlanıyordu. Ama ben anlaşılmaz hoyrat bir edayla şöyle dedim: “Gördünüz mü, komşucuğum, nerede kalmıştık, aklımdan çıkıp gitti!” “Son olarak Tanrı’nın kafasıyla ilgili bir şeyler söylüyordunuz. Demek istiyorum ki-” Komşum kızarıp bozardı. Onun bu hali bana pek dokundu, hemen anlatmaya koyuldum. “Evet, şunu belirteyim ki, yeryüzünde sadece yaratılmış nesneler yer aldığı süre, Tanrı Baba ‘nın, gözlerini sürekli aşağılara çevirip bakması gerekmiyordu. Nasıl gereksindi, yeryüzünde bir olayın gerçekleşmesi söz konusu değildi henüz. Orası öyle, rüzgar hanidir bilip tanıdığı bulutla­ ·ra pek benzeyen dağlar, tepeler üzerinde esmeye başlamıştı çoktan, ama ağaçların doruklarına belli bir güvensizlik duyuyor, buralara sokulmaktan kaçıyordu. Buna da Tanrı Baba’nın hiç itirazı yoktu doğrusu. Nesneleri adeta gözü kapalı yaratıp koymuştu ortaya; ancak sıra hayvanlar, yaratmaya gelince, çalışmalar kendisi için ilginçlik kazandı, tümüyle işe verdi kendini, seyrek olarak kalın kaşlarını kaldırıp yeryüzüne bir baktı şöyle. İnsanı şekillendirirken de onu büsbütün unuttu.

Bilmiyorum, yaradılış sürecinde insanın organlarının hangisine sıra gelmişti ki, Tanrı Baba’nın çevresinde kanat sesleri duyuldu. Bir melek, ‘Sen ki her şeyi görensin … ‘ ilahisini söyleyerek geçti Tanrı Baba’nın önünden. 10 Tanrı Baba birden irkildi. Meleği günaha sokmuştu, çünkü söylediği ilahi gerçeğe aykırıydı. Hiç durmayıp gözlerini yeryüzüne çevirdi. Gerçekten de aşağıda, pek giderilemeyecek tatsız bir olay gerçekleşmişti, minik bir kuş, yolunu şaşırmış, korkuyla yeryüzü üzerinde ordan oraya uçup duruyordu ve Tanrı B aba da onun imdadına koşacak durumda değildi, zavallı hayvancağızın hangi ormandan çıkıp geldiğini görmemişti çünkü. Kafası iyice kızarak şöyle dedi: ‘Kuşlar, ben kendilerini nereye koydumsa, orada kalacak.’ Ama anımsadı birden, meleklerin şefaati üzerine onları da kanatlarla donatmış, meleklere benzer bir varlığın yeryüzünde de bulunmasını istemişti. Bu da işte daha çok canını sıktı Tanrı B aba’nın. B öylesi keyifsizliklere karşı en etkili ilaç da çalışmaktır kuşkusuz. Ve Tanrı Baba yeniden kolları sıvadı, insanı kurup çatmaya koyuldu, çok sürmeden neşesi yerine geldi. Karşısında duran meleklerin gözleri ayna işlevini görüyordu. Bu aynalara bakarak kendi yüz hatlarının enini boyunu ölçüp biçti, dikkatle ve aceleye kaçmaksızın bu hatları bir küreye aktardı, ilk insan yüzünü şekillendirdi böylece. Alında çalışma başarılı olmuştu. Ancak, iki burun deliğinin simetrik biçimde yüze yerleştirilmesi çok daha zorluk doğurdu Tanrı Baba için.

Önündeki işin üzerine eğildikçe eğildi; derken yukarısında bir esinti hissedip gözlerini kaldırdı. Deminki melek çevresinde dönüp duruyor, ama bu kez bir ilahi söylediği işitilmiyordu, daha önce söylediği ilahideki yalandan dolayı sesinden olmuştu. Ama Tanrı Baba, dudaklarının kıpırdanışlarından onun yine de aynı ilahiyi söylediğini fark etti: ‘Sen ki her şeyi görensin . ’ Beri yandan, Tanrı B aba ‘nın yanında saygın bir yere sahip Ermiş Nikolaus onun yanına sokulup uzun ve gür sakalı arasından şöyle mırıldandı: ‘Yarattığın aslanlar sessiz sakin oturuyorlar yerlerinde; bir de mağrurlar ki, bunu söyleme11 den geçemeyeceğim. Ama küçük bir köpek yeryüzü nün hemen bir ucunda koşuşup duruyor. Teriye cinsi bir köpek. biliyor musun. aşağıya y uvarlandı yuvarlanacak.” Ye gerçekten Tanrı Baba beyaz bir şeyin küçük bir ışık gibi. yeryüzünün korkunç derecede yuvarlaklaştığı İskandinavya bölgesinde keyifli keyifli. ardan oraya koşuştuğunu gördü. Çileden çıktı; E rmiş Nikolaus·a sitemde bulunarak, yarattığı aslanlara bir itirazı varsa. buyurup kendisinin de birkaç aslan kotarmasını istedi. B unun üzerine. Ermiş Nikolaus gökyüzünden ayrıldı.

sertçe kapıyı vurup kapattı giderken. sarsıntıdan bir yıldız aşağı yuvarlandı, yeryüzünde tam da gelip küçük köpeğin üzerine düştü. Bu da hayvancağızın büsbütün felaketine yol açtı. Tanrı B aba da olup bitenlerde tüm suçun kendisinde olduğunu içten içe itiraf etmeden duramadı ve karar verdi, bundan böyle gözlerini yeryüzünden hiç ayırmayacaktı. Ye ayırmadı da. Yapılacak işleri kendisi gibi bilge ellerine bıraktı; kurulup çatıldıktan sonra insanın nasıl bir görünüme kavuşacağını merak etmesine karşın, yeryüzüne bakıp durdu hep. Gelgelelim, aşağıda sanki inadına tek bir yaprak kımıldamaz olmuştu. Çektiği bütün sı- . kıntı ve eziyetlerden sonra bari biraz neşelenip keyfine bakmak için ellerine buyurdu, kotarılan insanı hayatın içi ­ ne salmadan kendisine göstermelerini istedi. Saklambaç oynayan çocuklar gibi dönüp dolaşıp soruyordu: ‘Bitti mi?’ Ama sorusuna yanıt olarak her seferinde balçığı yoğuran ellerinin sesini işitiyor ve bekliyordu. İ nsanın tamamlanması çok, ama fazlasıyla çok zaman almış gibi bir duygu vardı içinde. Sonunda bir şeyin boşlukta aşağılara düştüğünü gördü, karanlık bir şeydi ve izlediği doğrultuya bakılırsa hemen yanı başından çıkıp gitmişe benziyordu. İçini fena bir önsezi kapladı, ellerini çağırdı yanına. Elleri de koşup gelerek önünde dikildi, baştan aşağı balçığa bulanmışlardı, 12 çalışmaktan sıcacıktılar henüz ve korkudan titriyorlardı. Tanrı Baba.

·Hani insan’?· diye gürleyerek tersledi ellerini. Bunun üzerine. sağ el sol e lin üzerine atıldı. ·sen onu koy­ \’erdin ı· dedi. Sol el de. ·Ben mi’?. diye yanıtladı sinirlenmiş. ·Bütün işi sen tek başına yapıp çıkarmak istedin. bana hiç söz hakkı tanımadın ki !’ ‘Onu tutacak. salıvermeyecektin! · dedi sağ el. Ve havaya kalktı. tam sol ele vuracakken fikrini değiştirdi. Derken iki el birbirleriyle yarışırcasına. ‘İnsan da o kadar sabırsızdı ki !’ dediler. ‘Bir an önce hayata atılmak isteyip duruyordu.

İkimiz de bir şey yapamadık doğrusu. ikimiz de suçsusuz. · Ne var ki. Tanrı Baba”nın kafası fena halde kızmıştı, iki elini de yanından kovup uzaklaştırdı, çünkü yeryüzüne bakmasını engelliyorlardı. ‘Sizi ellikten çıkarıyorum. B undan böyle ne haliniz varsa görün!’ dedi. Tanrı Baba’nın elleri de o günden sonra öyle yaptılar. Ama neye el atsalar. bir başlangıçtan öteye gitmiyor. işin sonunu getiremiyorlardı. Tanrı’sız hiçbir şey dört başı mamur değildir kuşkusuz. Ve sonunda eller yorulup bezgin düştü. Şimdilerde bütün gün diz çöküp tövbe ve istiğfar ediyorlar, en azından böyle söyleniyor. B ize kalırsa, Tanrı B aba ellerine kızdığından işi bırakıp istirahata çekildi. Dolayısıyla, yedinci gün hala sürmekte.

” Bir an sustum, Komşum bu fırsattan pek akıllıca yararlanıp şöyle dedi: “Yani size göre, artık bir barışın sözü edilemez, öyle mi?” ·’Yo, yo”, dedim. “En azından ben umudumu yitirmedim.·· ··Peki , ne zaman gerçekleşecek bu:·· . Şey. Tanrı Baha. sözünü dinlemeyen melekler tarafından yeryüzüne salıverilmiş insanın nasıl göründüğünü bilene kadar. ··

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir