Raymond E. Feist – Karanlık Savaş Efsanesi 2 – Karanlık bir diyara doğru

Kadının biri öfkeyle haykırdı. Akşam pazanna paldır küldür dalan üç genç adam el arabalannı deviriyor ve önlerine çıkan müşterileri sağa sola itiyordu. Liderleri -uzun boylu, iri yapılı, kızıl saçlı bir delikanlı- uzaklaşmakta olan avlarını işaret ederek, “İşte orada!” diye haykırdı. Çaresiz adam, sokaklarda koşturmaya devam ederken Durbin’e liman kentine gece yaklaştı. Üç genç savaşçı yollanna çıkan herkesi ve her şeyi itip geçerken tüccarlar en kıymetli mallannı masalardan geri çekiyordu. Savaşçılar peşlerinde hiçbirine aldırış etmedikleri hayret nidalan, küfürler ve tehditler bırakıyorlardı. Denizden esen hafif rüzgara rağmen Jal-Pur çölünün yaz sıcağı hâlâ kentin duvarlanna ve sokak taşlarına tutunmaktaydı. Limandaki martılar bile boş durup yoldan geçen seyyar satıcıların arabalarından düşecek bir lokmayı beklemekle yetiniyordu. Aralannda daha hırslı olanlar kimi zaman havaya fırlayıp kısa bir süre uçuyor, rıhtım taşlarından yükselen ısıda tembel tembel süzüldükten sonra çabucak kardeşlerinin yanma dönüyordu. Akşam pazarı kalabalıktı, zira Durbin halkının büyük kesimi yakıcı öğleden sonrayı gölgede dinlenerek geçirmişti. Bunlar yazın en sıcak günleri olduğu için kentteki tempo sakindi ve çölün kıyısında yaşayan insanlar tabiat şartlarına boş yere direnmekle bir şey kazanamayacaklannı iyi biliyorlardı. Herşey tanrıların dilediği gibi olurdu. Bu yüzden, tehlikeli olduklan her hallerinden anlaşılan silahlı üç adamın bir başkasını kovalaması Durbin için pek kayda değer bir tecrübe olmasa bile, mevcut mevsim ve saate göre beklenmedik bir durumdu. Hava koşulmayacak ölçüde sıcaktı. Kaçmaya çalışan adamın halinden bir çöl insanı olduğu anlaşılıyordu: Bol bir gömlekle pantolon giyen, üzerinde gece yarısı mavisi bir başlıkla önü açık bir cüppe bulunan, ayaklan alçak körüklü çizmelerle sarılı ve esmer tenli.


Onu takip edenlerin başmıysa bir kuzeyli, muhtemelen Özgür Şehirler veya Adalar Krallığı ndan gelmiş biri çekiyordu. Açık kızıl renkli saçları Yüce Kesh İmparatorluğu nda yaygın değildi. Onun gibi genç olan arkadaşlarının bir tanesi geniş omuzlara ve koyu renkli saçlara sahipken, öteki sanşm ve biraz daha ince yapılıydı. Yanık tenli ve kirli olmalanna ilaveten yüzlerindeki ifade, görünümlerine yıllar ekliyordu. Dikkatleri avlannın üzerine odaklanmıştı ve silahlarını rahatça taşıyorlardı. Üzerlerindeki giysiler Düşler Vadisi’nden geldiklerini belli ediyordu—cüppeler ve sandaletlerin yerine dar pantolonlar, keten gömlekler, binici çizmeleri ve deri yelekler. Muhtemelen birer paralı askerdiler; aman vermez azimleri bu ihtimali güçlendiriyordu. Delikanlılar rıhtımlara çıkan bir bulvara vardığında kaçan adam tüccarların, müşterilerin ve geceyi geçinnek üzere evlerine yollanmış liman işçilerinin arasında zikzaklar çizerek koşturuyordu. Onu takip edenlerin lideri bir anlığına duraklayıp, “Tahıl nakliyatçılannm rıhtımına gidiyor,” dedi. Bir el işaretiyle sanşın arkadaşını yan sokaklardan birine yönlendirdi, ardından saçlan daha koyu olan arkadaşına kendisiyle gelmesini işaret etti. “Umarım haklısmdır,” dedi daha kısa boylu delikanlı. “Böyle koşturmaktan yorulmaya başlıyorum.” Lider sırıtarak ona tez bir bakış attı. “Birahanelerde çok vakit geçirdin Zane. Seni Adaya, Tillingbrook’un şefkatli kollanna geri götürmemiz lazım.

” Yorum yapamayacak kadar tıknefes olmuş daha kısa boylu delikanlı bu sözleri hiç de esprili bulmadığını belli eden bir ses çıkardı ve alnında birikmiş teri eliyle sildi. Daha uzun boylu olan arkadaşına ayak uydurmak için kendini zorlaması gerekiyordu. Durbin sakinleri düellolar, kavgalar, çete savaşları, isyanlar ve her türlü halk olayında tecrübeliydi. Jommy ile Zane avlanmn dönüp gözden kaybolduğu köşeye vardıklan esnada çıkardıklan hengame geride kalmıştı rıhtımlara uzanan bulvar neredeyse bomboştu. Yolcular, tüccarlar ve yakındaki hanlara ve tavernalara giden denizciler yaklaşan belayı sezerek kendilerini nereyi bulurlarsa oraya atmışlardı. Kapılar kapanıyor, panjurlar iniyor ve içeri giremeyenler saklanacak bir yer bulabilmek için dört dönüyordu. Jommy Killaroo gözünü kaçmakta olan hedeflerinin ufak suretinden ayırmazken, Zane conDoin yanından geçtikleri her kapı eşiğini, ara sokak girişini ve diğer potansiyel pusu noktalarını kolaçan etmekteydi. Tek gördüğü, belanın geçip gitmesi için bir köşeye sinmiş halde bekleyen Durbin vatandaşlan oldu. Jommy takip ettikleri adamın bulvarın karşı ucundaki bir köşeyi döndüğünü görünce, “Tad yine elini çabuk tuttuysa herif onun kucağına düşecek!” dedi. Zane sırıttı. “Tutmuştur. Suri kaçamayacak.” Jommy, Tad ve Zane bir aydır bu adamın, Aziz Suri adlı eski bir tüccarın peşindeydiler. Jal-Pur’dan gelen bu çöl insanının Özgür Şehirler’den baharat ve yağ ithal ettiği söyleniyordu. Serbest çalışan bir casus, bir bilgi simsan, bir sır tüccan olduğu ve Gece Şahinleri’yle, yani Ölüm Loncası’yla yakın bir irtibatta bulunduğu da söylenenler arasındaydı.

Bir ay evvel, Kesh İmparatoru’nun Yazortası Festivali sırasında, İmparatorluk’un istikrannı bozacak ve onu iç savaşa sürükleyecek bir komplo Gölgeler Meclisi’nin ajanlan tarafından önlenmişti. Aynı ajanlar şimdi de geri kalan az sayıda suikastçıyı bulup onlann asırlardır süregelen terör saltanatına son vermeye uğraşıyorlardı. Zane arkadaşı Jommy’ye yetişmekte güçlük çekiyordu. Kendisinden daha uzun boylu olan delikanlı kadar hızlı koşabildiği halde, onun uzun bacaklarının haşin temposuna ayak uyduramıyordu. Jommy haklı olabilirdi: belki de birahanelerde çok vakit harcamıştı. Son zamanlarda pantolonu giderek daralıyordu. Sokağın sonuna geldiklerinde, tahıl nakliyatçılarının nhtımlanm gördüler: Dev gibi iki deponun önünde bulunan ve aralıklarla olarak üç büyük vincin yer aldığı bir dizi uzun taş yapı. Tad, rıhtımların karşı tarafından, “Orada!” diye bağırarak onlara doğru koşuyor, bir yandan da eliyle avlarının iki depo arasındaki dar geçide sıkıştığını işaret ediyordu. Jommy ve ondan daha genç iki arkadaşı hiç ağırdan almadılar, çünkü Durbin’de bir ay geçirdikten sonra kentin bu bölümüne iyice aşina olmuşlardı; en azından avlannın bir çıkmaz sokağa daldığını bilecek kadar. Dar geçidin girişine vardıklannda, çöl adamı aralıktan fırlayarak liman yönünde koşturdu. Denizden yansıyan kızıl güneş ışığı karşısında başını yana doğru çevirdi ve ellerini kaldırarak gözlerine siper etti. Jommy uzandı ve adamın kolunu kavrayıp onu gerisingeri çevirdi. Sendeleyen adam kollannı ileri geri savurarak boş yere dengesini korumaya çabaladı. Adamın tuniğini yakalamaya kalkışan Jommy tekrar uzandı, fakat yalnızca Çöl adamının biraz daha sendelemesini sağladı. İçlerinden biri sıska tüccarı tutamadan, adam ortadaki vince tosladı.

Bir anlığına sersemleyen çöl adamı döndü, tökezledi ve tam kendini toparlarken iskelenin kenanndan aşağı düştü. Adam patisine basılmış bir köpeğinkini andıran bir çığlık atarak gözden kayboldu. Üç delikanlı iskelenin kenarına dek koşup aşağı baktı. Ufak tefek tüccar bir vinç halatının ucunda, gevşek bir kargo filesinin hemen üzerinde sallanıyor ve nhtım seviyesinin altındaki kayalara bakarak sövüp sayıyordu. Deniz alçalmış olduğu için, düştüğü takdirde adamı ağır yaralanmaktan koruyacak tek şey birkaç santimlik suydu. Limandaki gemilere tahıl taşımakta kullanılan tüm mavnalar derin sulara demirlemişti. “Beni yukan çekin!” diye haykırdı çöl adamı. “Niye ki Aziz?” dedi Jommy. “Bu cehennem sıcağında bizi Durbin’in bir ucundan ötekine koşturttun.” Canının ne kadar sıkkın olduğunu göstermek için alnındaki teri silip adama sıçrattı. “Üstelik tek istediğimiz kısa ve sakin bir sohbetken.” “Gözünü kan bürümüş caniler olduğunuzu biliyorum,” dedi tüccar. “Sizin sohbetiniz insanlan ölüme götürüyor.” “Gözünü kan bürümüş caniler mi?” dedi Tad. “Sanınm bizi başkalarıyla karıştmyor.

” Zane kemerindeki bıçağı çekti. “Kardeşim bizi gözünü kan bürümüş başka canilerle kanştırdığım düşünüyor. Ben bundan o kadar emin değilim.” Dostlanna bakıp sordu: “Bu ipi kesersem hayatta kalma şansı sizce nedir?” Tad biraz sarkarak meseleyi enine boyuna düşünürcesine aşağı baktı. “Kayalara dek yedi metreden fazla yok. Bana kalırsa bir bacak, bilemedin bir de kol kırığıyla kurtulur.” “Nasıl düştüğüne bağlı,” dedi Jommy. “Bir keresinde herifin teki bir merdivenin daha ilk basamağından düşmüş, başını yere çarpıp kırmış­ tı. Ölmesi biraz zaman aldı, ama ölü ölüdür sonuçta.” “İpi keseyim de ne olacağını hep beraber görelim,” diye önerdi Zane. “Hayır!” diye bağırdı tüccar. Tad, “Akşam gelgiti yaklaşıyor,” dedi Aziz’e. “Orada bir-iki saat daha asılı kalırsan ipi bırakıp şuradaki basamaklara yüzebilirsin.” Limanın karşısını işaret etti. Jommy, “Tabii köpekbalıklarına yem olmazsa,” dedi Zane’e.

“Ben yüzme bilmem!” diye haykırdı tüccar. “Eh, herhalde çölde bunu öğrenmek için pek fırsat olmuyordur,” diye gözlemde bulundu Zane. “Öyleyse ayvayı yedin, değil mi ahbap?” dedi Jommy. “Gel seninle ufak bir anlaşma yapalım. Sen bir sorumuza cevap ver, cevabın hoşumuza giderse biz de seni yukarı çekelim.” “Ya gitmezse?” “Arkadaşım ipi keser,” dedi Jommy, parmağıyla Zane’i işaret ederek. “Ve düşüşün seni öldüreceğini mi, yoksa sadece hayatını mı karartacağını hep birlikte görürüz. Tabii bekleyip yükselen sularda boğulmayı seçersen o başka.” “Barbar!” Jommy sınttı. “Kesh’e geldiğimden beri bunu bol bol işittim.” “Ne bilmek istiyorsunuz?” diye sordu çöl adamı. “Tek bir şey,” dedi Jommy sırıtmayı bırakarak. “Jomo Ketlami nerede?” “Bilmiyorum!” diye haykırdı adam, ayağıyla altındaki kargo filesinden destek almak için çabalarken. “Şehirde bir yerde olduğunun farkındayız!” diye bağırdı Jommy. “Henüz buradan gitmediğini biliyoruz.

Ve senin yıllardır onun hesabına çalıştığını da. Teklifimiz şu: bize onun nerede olduğunu söyle, seni yukarı çekelim. Sonra gidip onu bulacağız, bilmek istediklerimizi öğreneceğiz ve onu öldüreceğiz. Endişelenecek bir şeyin yok. “Ya da bize hiçbir şey söyleme ve seni orada asılı bırakalım. Belki bu vincin tepesine tırmanıp oradan bir şekilde inebilirsin. Ama bunu başarsan bile, Ketlami’ye ihanet ettiğine dair söylentiler yayarız. Sonra da o seni bulup öldürene kadar bekleriz ve Ketlami’yi o zaman yakalarız.” Jommy’nin sırıtışı geri geldi. “Seçim senin ahbap.” “Yapamam!” diye haykırdı dehşet içindeki tüccar. “Kayalara çarptığında ölmeyeceğine beş imparatorluk gümüşü bahse varım,” dedi Tad. “Bilemiyorum,” diye karşılık verdi Zane. “Kazanma şansın yüksek görünüyor.” “Benim beşime karşılık senin dördüne ne dersin?” Zane, “Tamamdır!” dedi hevesle.

“Bekleyin!” “Evet?” dedi Jommy. “Lütfen ipi kesmeyin. Bakacak çocuklanm var!” “Yalancı,” dedi Zane. “Genelevlerdeki kızlara bekar olduğunu söylediğin gayet iyi biliniyor.” “Karım var demedim,” diye itiraf etti ufak tefek adam. “Ama ondan bundan bir sürü piç peydahladım. Onlara bakıyorum.” “Amma da cömertmişsin ahbap,” diye gözlemde bulundu Jommy. “Anası belli evlatlarıyla bile bu kadar ilgilenmeyen pek çok baba var,” dedi halata tutunan tüccar. “En büyüklerim bir zanaat öğrensin diye evime bile aldım!” “Hangi zanaati?” diye sordu Zane. “Ticaret mi, casusluk mu, yalancılık mı, yoksa kumarda hile yapmak mı?” “Biz burada gevezelik ederken,” dedi Tad, “suların yükseldiğinin farkında mısınız?” “Eee?” diyen Jommy, gözlerini kısarak dostuna baktı. “İpi yakında kesmezsek büyük ihtimalle boğulup gidecek. Bu da bahsi geçersiz kılar.” “Bak bu olmadı,” dedi Zane. Elindeki büyük avcı bıçağını sağa sola sallayarak biraz gösteriş yaptı, onu ustaca çevirdi ve vincin kolu boyunca uzanıp en üst makaradan sarkan ağır ipi testereyle keser gibi kesmeye başladı.

“Hayır!” dedi paniğe kapılan ufak tefek adam. “Konuşacağım!” “Eh, konuş öyleyse,” diye karşılık verdi Jommy. “Siz beni yukan çekene kadar olmaz!” Zane dostlarına baktı. “Makul bir istek, değil mi?” “Eh, üçümüzü birden alt edebileceğini sanmam,” dedi Tad. “Ne de olsa o silahsız, çırpı gibi bir herif ve bizler— bize ne demişti?” “Gözünü kan bürümüş caniler,” diye hatırlattı Zane. “Çekelim öyleyse,” dedi Jommy. Tad’le Zane fileyi kaldırmakta kullanılan ağır manivelayı birlikte tutup çevirdiler. Güzelce yağlanmış olan manivela kolayca döndü ve ufak tefek adam başının nhtımm kenarı hizasına gelmesi için gereken beş metreyi hemen yükseldi. Jommy çekmiş olduğu kılıcıyla rıhtımdaki bir noktayı işaret etti. “Onu şuraya bırakın çocuklar.” Tad ve Zane manivelayı çevirmeye son verdiler, file gene düşmesin diye onu kilitlediler ve kargoları sağa sola çekmeye yarayan tahta kolu tuttular. Tüccan güvenle nhtımm üstüne dek getirdiklerinde adam fileyi bıraktı ve yaklaşıp düşüp yere indi. Aziz tekrar kaçmayı akimdan bile geçiremeden Jommy kılıcını onun gırtlağına dayamıştı. “Bize Jomo Ketlami’nin nerede olduğunu söyleyecektin.”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir