Raymond E. Feist – Krondor Serisi 2 – Kiralık Katiller

Askerler sıralar halinde dağın sırtı boyunca ilerliyorlardı. Yük kervanı iki bölüme ayrılmıştı; yaralılar ve Krondor’da şerefli bir şekilde yakılacak ölülerle dolu olan ilki yola çıkmıştı. Yurtlarına doğru yol alırlarken, dönen tekerlekler ve yeri dövmekte olan çizmeler patikanın üzerinde toz bulutları meydana getiriyor, ince tozlar söndürülen kamp ateşlerinin keskin dumanına karışıyordu. Doğmakta olan güneş bu ince sisin içinden geçerek, gri sabaha turuncu ve soluk bir altın rengi katıyordu. Uzaklarda kuşlar, savaşın getirdiklerini umursamaksızın ötüyorlardı. Krondor Prensi ve Adalar Krallığı’nın Batı Diyarlarının hükümdarı Arutha, adamları yurtlarına dönerlerken, atının tepesinde, doğan güneşin ihtişamını seyretmek ve kuşların serenadını dinlemek için bir süreliğine durdu. Dövüş, sevindirici bir şekilde kısa, fakat kanlı geçmişti. Kayıplar beklenilenden az olmasına karşın, emri altındaki tek bir askerin ölümü fikrinden dahi nefret ediyordu. Önünde uzanan manzaranın güzelliğinin, bir an için öfke ve pişmanlığını dindirmesini bekledi. Arutha, hükümdarlığının verdiği yükü belli eden, gözlerinin çevresinde oluşan çizgiler ve aslında siyah olan saçlarının arasındaki bir tutam griliğe karşın, hâlâ on yıl evvel Krondor’da tahta çıkan o genç adamı andırıyordu. Yakından tanıyanlar için o hâlâ aynı kişiydi; yetenekli bir idareci, bir askeri deha ve emrindeki en düşük rütbeli asker için bile gözünü kırpmadan canını verebilecek, görevine son derece bağlı biri. Gözleri, sanki içindeki yaralı askerleri görmek istermişçesine, onlara bu başarıyla gerçekleştirdikleri görevleri için şükranlarını sunabilecekmişçesine, bir arabadan diğerine kayıyordu. Arutha’ya en yakın olanlar, onun sessiz bir bedel ödediğini, Krondor ve Krallık adına adamlarının almış olduğu her bir yaranın acısının içine işlediğini biliyordu. Arutha, pişmanlıklarını bir kenara bırakarak zaferi düşünmeye koyuldu. Nispeten küçük bir kara elf kuvvetinden oluşan düşman iki gündür geri çekilmekteydi.


Bir gedik makinesinin, Arutha’nın iki toprak beyi olan James ve Locklear tarafından yok edilmesi sayesinde, çok daha büyük bir gücün Karanlık Orman’a varışı engellenmişti. Bu, Patrus adında bir büyücünün hayatına mal olmuş, fakat onun bu fedakârlığı işgalcilerin kendi iç çatışmalarına yenilmesine neden olmuştu. Fetih hayalleri kurmakta olan Delekhan, Arutha’nın hayatında gördüğü en onurlu ve değerli kişilik olan moredhel şefi Gorath’ın yanında, Hayattaşı’nı ele geçirmek için mücadele ederken ölmüştü. Arutha, terk edilmiş Sethanon şehrinin altında yer alan bu gizemli ve kadim büyülü nesneye lanet ediyor; gizeminin kendi yaşamı süresinde bir gün açığa çıkıp çıkmayacağını ve tehlikesinden arındırılıp arındırılamayacağını merak ediyordu. Delekhan’ın oğlu Moraeulf, bir zamanlar Delekhan’ın yandaşı olan Narab’ın hançerinin ucunda hayatını yitirmişti. Narab’la anlaşıldığı üzere, geri çekilmekte olan moredheller, dümdüz kuzeye gittikleri sürece Kraliyet askerleri tarafından rahatsız edilemeyeceklerdi. Hareket etmeye devam ettikleri sürece, moredhellere güvenli bir geçiş sağlanması konusunda emir verilmişti. Karanlık Orman’daki güçler artık çeşitli garnizonlara dağılırken, büyük bir kısmı batıya geri dönüyor, bazıları da kuzeydeki sınır baronluklarına doğru hareket ediyordu. Sabahın ilerleyen saatlerinde hareket etmeye başlayacaklardı. Daha önceden Sethanon’un kuzeyinde gizli tutulan garnizon başka bir yere taşınacak ve yeniden erzak tedarik edilecekti. Sabah sisi dağılıp, geriye havada asılı kalmış duman ve toz bırakırken, Arutha güneşin ışığını hissetmeye başladı. Gün şimdiden ısınmaya başlamıştı, geçen kışın soğuğu ise hatıralardan siliniyordu. Arutha, Krallığının sükûnetine karşı yapılmış bu son saldırı karşısındaki rahatsızlığını kendine sakladı. Arutha, Gediksavaşı sonunda, Tsuranili büyücüleri oldukları gibi kabullenmişti. Neredeyse on senedir, birçok büyülü gedik aracılığıyla dünyalar arasında diledikleri gibi gidip gelmişlerdi.

Şimdi ise Arutha derin bir ihanete uğramışlık duygusu içerisindeydi. Tsuranili bir Yüce olan Makala’nın Sethanon’daki Hayattaşı’nı ele geçirme isteğini, bunun Krallığın elindeki muazzam bir yıkım silahı, elinde bulundurana savaşta hâkimiyet verecek bir güç makinesi olduğuna dair inancın ardında yatan mantığı tamamen anlayabiliyordu. Kendisi aynı şüphelerle Makala’nın yerinde olsaydı, aynı şekilde davranabilirdi. Fakat gene de Tsuranilerin Krallık içerisinde ellerini kollarını sallayarak dolaşmalarına izin veremezdi, bu da on yıldır süregelen ticari ilişkilerin sonu anlamına gelecekti. Arutha, yapmayı düşündüğü değişiklikler konusundaki endişelerini bir yana itti, fakat danışmanları ile oturup, Krallığın geleceğini güvene almak için bir plan oluşturmak zorunda kalacağını biliyordu. Ve yapacağı değişikliklerden hemen hemen kimsenin memnun olmayacağından emindi. Sağına bakan Arutha, atlarının üzerinde duran çok yorgun iki genç adam gördü. O çok sık görülmeyen gülümsemelerinden birine hak tanıdı, dudaklarının kenarı hafifçe yukarı bükülerek, hâlâ gençlik dolu yüzündeki kederli ifadeyi yumuşattı. “Yoruldunuz mu beyler?” diye sordu. Prens’in derebeylerinden olan bu iki gençten daha rütbeli olanı, James, hükümdarlarının bakışına, gözlerini çevreleyen karanlık halkalarla karşılık verdi. James ve yoldaşı Locklear, kendilerini eyerin üzerinde günlerce ayakta ve dikkatli tutan büyülü bitkilerin yardımına rağmen, acı verici bir yolculuk yapmıştı. Bu karışımın uzun süreli kullanımının ardından, genç adamların üzerindeki yorgunluk ve ağrılar bir anda tekrar ortaya çıkmıştı. İkisi de geceyi Arutha’nın çadırındaki minderlerde uyuyarak geçirmişler, gene de yorgun ve kemikleri sızlar bir halde uyanmışlardı. Parlak zekâsını bir kez daha dile döken James, “Hayır efendimiz, uyandığımızda hep böyle oluruz biz. Genellikle siz bizi sabah kahvemizi içtikten sonra görüyorsunuz,” dedi.

Arutha bir kahkaha attı. “Görüyorum espri yeteneğinden bir şey kaybetmemişsin, toprak beyi.” O sırada Prens ve yol arkadaşlarının atlarının üzerinde durdukları yere kısa boylu ve siyah saç ve sakallı bir adam yaklaştı. “Günaydın, Majesteleri,” dedi Pug, eğilerek. Arutha başını kibarca eğerek, “Pug, bizimle Krondor’a dönecek misin?” diye sordu. Pug’ın ifadesi endişeliydi. “Hemen değil, Majesteleri. Yıldızlimanı’nda soruşturmam gereken meseleler var. Sethanon’daki bu son girişimle ilişkili olan Tsuranili Yücelerin hareketleri bana büyük endişe veriyor? Onların bu olayla ilişkili tek büyücüler olduklarından ve Akademi’mde hâlâ kalmakta olanların suçsuzluğundan emin olmalıyım.” Arutha geri çekilmekte olan arabalara bakarken, “Akademi’nde Tsuranilerin oynadığı rolü konuşmalıyız Pug. Ama burada değil,” dedi. Pug, başını eğerek onayladı. İşitme mesafesinde bulunan herkes Sethanon kentinin altında bulunan Hayattaşı’nın sırrından haberdar olsa da, bunu özel olarak konuşmak daha akıllıca olacaktı. Pug, Arutha’nın, Tsuranili büyücü Makala’nın, Prens’in ordusu ile moredheller arasında savaşa yol açan ihaneti konusunda ciddi kaygılar taşıdığını biliyordu. Arutha’nın, Midkemia ile Tsuranilerin anayurdu Kelewan arasındaki gedikten, yani büyülü geçitlerden yapılan geçişler konusunda çok daha sıkı bir kontrol üzerinde diretmesini bekliyordu.

“Konuşacağız, Majesteleri. Öncelikle Katala ve Gamina’nın güvende olmalarını sağlamalıyım.” “Endişelerini anlayabiliyorum,” dedi Prens. Pug’ın kızı Gamina’yı kaçırmış ve büyü yoluyla, Tsuranili büyücüler Hayattaşı’nı ele geçirmeye çalışırlarken, Midkemia ‘da olmaması için uzak bir dünyaya götürmüşlerdi. Pug, “Bir daha, ailemin bir üyesi nedeniyle asla zayıf düşmeyeceğimden emin olmalıyım,” dedi. Bilgiç bir şekilde Prens’e baktı. “William hakkında yapabileceğim bir şey yok, ama Gamina ile Katala’nın Yıldızlimanı’nda güvende olduklarından emin olabilirim.” “William bir asker, işinin doğası gereği tehlikede…” Ardından Arutha, Pug’a gülümsedi. “Ama çevresinde Krondor Kraliyet Muhafızlarından altı kişi varken, bir askerin olabileceği kadar güvende. Sana William yoluyla şantaj yapmak isteyecek biri, ona ulaşmakta zorluk çekecektir.” Pug’ın ifadesi bunu onaylamadığını belli ediyordu. “Çok daha fazlası olabilirdi.” Bakışları Arutha’ya sessizce bir şeyler yapması için yalvarır bir haldeydi. “Hâlâ da bunu yapabilir. Benimle Yıldızlimanı’na dönmesi için henüz çok geç değil.

” Arutha büyücüye baktı. Pug’ın rahatsızlığının nedenini ve oğlunu yeniden ailesiyle görme arzusunu anlayabiliyordu. Ama sesindeki ifade, bu meseleye Pug adına karışmak konusunda ne kadar isteksiz olduğunu açıkça gösteriyordu. “Onun seçimi konusunda ikiniz arasında fikir ayrılığı olduğunu biliyorum Pug, ama bunu kendi başına, kendi yönteminle çözmen için sana bırakacağım. William’ın hizmetime girmesine ilk karşı çıkışında sana söylemiş olduğum gibi, o evlat edinilerek kraliyet ailesine gelmiş bir akraba ve yaşını doldurmuş serbest bir adam, bu yüzden onun isteğini geri çevirmem için hiçbir neden yoktu.” Pug’ın bir kez daha karşı çıkmasına izin vermeyerek elini kaldırdı. “Sana iyilik için olsa bile.” Sesi yumuşadı. “Hem ayrıca, ortalama bir askerden daha fazla vasfa sahip. Kılıç ustama bakılırsa bayağı hünerli.” Arutha konuyu değiştirdi. “Owyn evine döndü mü?” Timons Baronu’nun en genç oğlu olan Owyn Belefote, bu son savaşta James ve Locklear’a değerli bir müttefik olmuştu. “Günün ilk ışıklarıyla. Babasıyla arasındaki çitleri onarması gerektiğini söyledi.” Arutha, Locklear’a doğru yöneldi, fakat gözleri hâlâ Pug’ın üzerindeydi.

“Sana bir şey vereceğim.” Locklear bu harekete karşılık veremeyince, Arutha’nın bakışları Locklear’a kaydı. ” Toprak beyi, belge?” Locklear, eyerinin üzerinde neredeyse uykuya dalmak üzereydi, fakat Prens’in sesi bulanıklaşmaya başlayan düşüncelerini deldiğinde dikkatine yeniden kavuştu. Atını, Pug’ın olduğu yere sürdü ve ona bir parşömen uzattı. Arutha, “İmzam ve mührüme dayanarak bu belge, Batı Diyarlarında büyüyle ilgili her konuda seni en yüksek yetkili olarak ilan ediyor,” dedi. Hafifçe gülümsedi. “Bunun kapsamını tüm Krallığa yükseltmek konusunda Majestelerini ikna etmekte zorlanacağımı sanmam. Bu alanda yıllardır bizim kulağımız oldun Pug, fakat bu belge sana, yanında ben olmasam dahi bir başka asil ya da Kraliyet subayı üzerinde yetki sağlıyor. Seni Krondor ‘un resmi saray büyücüsü ilan ediyor.” “Teşekkürlerimi sunarım, Majesteleri,” dedi Pug. Bir şey söylemek üzereydi fakat tereddüt etti. Arutha başını yana eğdi. “Burada bir ‘ama’ saklı, haksız mıyım?” “Ama ailemle Yıldızlimanı’nda kalmalıyım. Yapılacak pek çok şey var ve oraya yönelmiş olan dikkatim Krondor’da yapacağım hizmetin önüne geçiyor, Arutha.” Arutha hafifçe iç çekti.

“Anlaşıldı. Ama eğer sen saraya yerleşmeyeceksen ben sarayda yine büyücüsüz kalırım.” “Başınızın etini yemesi için Kulgan’ı geri gönderebilirim,” dedi Pug yüzünde bir gülümsemeyle. “Hayır, eski hocam rütbe konusunda çok unutkan, maiyetimin önünde beni haşlayabilir. Bu moral açısından kötü olur.” “Kimin morali?” diye sordu Jimmy, kısık sesle. Arutha toprak beyine bakmadı, ama “Benim tabii ki,” dedi. Pug’a dönerek, “Cidden, Makala’nın ihaneti babamın büyü konusunda elinin altında bir danışman bulundurmakla ne kadar akıllılık ettiğini gösterdi. Kulgan, emekliliğini hak etti. Sen ya da genç Owyn olmayacaksa, kim olacak peki?” Pug bir süre düşündü ve “Bir öğrencim var. İleride danışmanlığını yapacak kişi olabilir. Ama tek bir sorun var,” dedi. “Peki, nedir bu sorun?” diye sordu Arutha. “Kız bir Keshialı.” Arutha, “Bu iki sorun eder,” dedi.

Pug gülümsedi. “Kız kardeşini ve eşini tanıdığımdan, bir kadının danışmanlığının Majestelerine o denli uzak olmayacağını düşündüm.” Arutha başıyla onayladı. “Değil. Ama saraydaki pek çok kimse bunu… Zor bulacaktır.” Pug, “Bir kez aklın bir şeye yattı mı başkalarının düşüncelerinin seni endişelendirdiğini hiç görmedim, Arutha,” dedi. Prens, “Zaman değişiyor, Pug. Ve insanlar yaşlanıyor,” diye yanıtladı. Askerlerinin arasından bir diğer birlik kamplarını söküp yola koyulurken, bir süre sessiz kaldı. Ardından dönerek Pug’ın yüzüne baktı, bir kaşı sorgularcasına kalkmıştı. “Ama Keshialı mı?” “Kimse onu, sarayda şu ya da bu grupla birlik olmakla suçlamayacaktır,” dedi Pug. Arutha bir kahkaha attı. “Dilerim şaka yapıyorsundur.” “Hayır, yapmıyorum. Gençliğine rağmen alışılmışın dışında bir yeteneği var; kültürlü ve eğitimli, pek çok dil okuyup yazabiliyor ve büyü konusunda gerçekten çok iyi, zaten asıl bu yüzden danışman olarak ona ihtiyacın var.

En önemlisi, Kesh’te saray eğitimi almış olduğundan öğrencilerim arasında büyünün politik bağlamda sonuçlarını anlayabilen tek kişi. Jal-Pur’dan ve batıda işlerin nasıl yürüdüğünü de anlıyor.” Arutha uzunca bir süre bunu düşünür gibi göründü, ardından, “Vaktin olunca Krondor’a gel ve bunu bana daha ayrıntılı anlat. Sonunda senin seçimini kabulleneceğimi söylemiyorum, ama bunu yapacaksam daha fazla ikna olmalıyım,” dedi. Arutha o yarım gülümsemelerinden birini takındı ve atını döndürdü. “Gene de, Kesh’ten gelen bir kadının içeri girmesiyle asillerin yüzünde oluşacak ifade, riskleri göze almaya değebilir.” “Ona kefil olurum; onun adına imzamı atarım,” dedi Pug. Arutha dönüp baktı. “Bu konuda gerçekten ciddisin sen, değil mi?” “Hem de çok. Jazhara’ya ailemin hayatını emanet ederim. William’dan yalnızca birkaç yaş daha büyük ve Yıldızlimanı’nda neredeyse yedi senedir bizimle yaşıyor, yani hayatının üçte birlik kısmını biliyorum. Güvenilir biri.” Arutha, “Bu yeterli. Hatta çok bile. Gelebildiğinde Krondor’a gel ki bunu uzun uzadıya konuşalım.

” Pug’a veda etti, ardından James ve Locklear’a döndü. “Beyler, önümüzde uzun bir yol var.” Locklear son birkaç günün koşuşturmasından daha sakin geçecek olsa da, at sırtında biraz daha zaman geçireceğini düşünürken acısını zorlukla gizleyebiliyordu. “Bir dakika, tabii eğer Majesteleri izin verirse. Dük Pug’la konuşmak isterim,” dedi James. Arutha elini sallayarak izin verdi ve Locklear atını öne doğru sürdü. Prens’in işitme mesafesinden uzaklaştıklarında Pug, “Ne oldu Jimmy?” diye sordu. “Ona ne zaman söyleyeceksin?” “Neyi?” diye sordu Pug. Ayakta duramayacak kadar yorgun olmasına rağmen James o tanıdık sırıtışlarından birini takmayı başardı. “Göndereceğin kızın, Jal-Purlu Lord Hazara-Khan’ın büyük yeğeni olduğunu.” Pug kahkahasını bastırmak zorunda kalmıştı. “Bunu daha uygun bir zamana saklamayı uygun gördüm.” Ardından yüzündeki ifade meraka dönüştü. “Bunu nasıl bildin?” “Benim de kaynaklarım var. Arutha, Lord Hazara-Khan’ın batıda Keshian istihbaratıyla ilişkide olduğundan şüpheleniyor -ki bulabildiklerime bakarsak, muhtemelen de öyle.

Her neyse, Arutha kendi kuracağı bir teşkilatla Keshia istihbaratına nasıl karşı koyabileceğini düşünüyor -ama bunu benden duymamış ol.” Pug başıyla onayladı. “Anlaşıldı.” “Ve benim de yükselmek gibi emellerim olduğundan, bu meselelerde olan biteni takip etmenin akıllıca olduğunu düşünüyorum.” “Demek burnunu sokuyordun?” “Onun gibi bir şey,” dedi James omzunu silkerek. “Hem zaten Jal-Pur’da, Jazhara adında asil kana sahip o kadar da fazla kadın olamaz.” Pug güldü. “Çok yükseleceksin Jimmy, tabii biri seni daha önce astırmazsa.” Kahkahaya karşılık verirken James’in yorgunluğu daha da ortaya çıkmıştı. “Bunu ilk söyleyen sen değilsin, Pug.” “Daha ileride bu ilişkiden bahsedeceğim.” Arutha ve Locklear’a el sallayan Pug, “Onlara yetişsen iyi olur,” dedi. Atını geri döndürürken başıyla onaylayan bir işaret yapan James, “Haklısın. İyi günler dilerim, dük hazretleri,” dedi. “Güle güle toprak beyi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir