Raymond E. Feist – Krondor Serisi 3 – Tanrıların Gözyaşı

Hava kötüleşti. Öfkeli şimşekler çakıp, her tarafta gecenin karanlığını delerken kara bulutlar kaynadı. Ishap’ın Şafağı gemisinin en yüksek direğinin tepesindeki gözcü uzakta bir hareket kıpırtısı gördüğünü sandı ve bulanık manzaraya karşı gözlerini kıstı. Tuz serpintisi ve keskin soğuk rüzgâr yüzünden yaşlarla dolan gözlerine elini siper etti. Gözlerini kırpıştırarak yaşları uzaklaştırdı, ama gördüğünü sandığı hareket kaybolmuştu. Gece ve fırtına tehdidi, kaptanın rotadan sapması gibi düşük bir olasılığa karşı gözcünün yukarıda korkunç bir gece geçirmesine sebep olmuştu. Bu pek mümkün değil, diye düşündü gözcü, çünkü kaptan bilgili bir denizciydi, başka niteliklerine ek olarak tehlikeden kaçınma yeteneği için de seçilmişti. Ve bu yolculuğun ne kadar tehlikeli olduğunu herkes kadar o da biliyordu. Tapınak kargoya paha biçememişti ve Queg kıyıları boyunca bekliyor olabilecek saldırganlar, mümkünse kaçınılması gereken Dul Noktası yakınlarında tehlikeli bir rotayı gerekli kılmıştı. Ama Ishap’ın Şafağı mürettebatı deneyimli denizcilerden oluşuyordu, şu anda kaptanın emirlerini dikkatle dinlemekte olan adamlardan her biri emre itaat etmekte acele ediyordu, çünkü gemideki her adam biliyordu ki, Dul Noktası’ndaki kayalıklara sürüklenecek hiçbir gemi hayatta kalmazdı. Her adam kendi canı için korkuyordu -bu çok doğaldı-ama bu adamlar yalnızca denizcilik yetenekleri için değil, Tapınak’a bağlılıkları için de seçilmişti. Ve tek bildikleri kargonun Tapınak için ne kadar değerli olduğuydu. Aşağıdaki ambarda Krondor’daki Ishap Tapınağı’ndan sekiz keşiş çok kutsal bir eserin, Tanrıların Gözyaşı’nın çevresinde duruyorlardı. Neredeyse iri bir adamın kolu kadar uzun ve iki kat kalın, şaşırtıcı büyüklükte bir mücevher olan Gözyaşı içten içe gizemli bir ışıkla aydınlanmıştı. Her on yılda bir, Gri Kule Dağları’ndaki minik, gizli bir vadide, saklı bir manastırda yeni bir Gözyaşı oluşurdu.


Hazır olduğunda, en kutsal ayinler tamamlandıktan sonra, iyi korunan bir kervan onu Özgür Natal Şehirleri’ndeki en yakın limana sevk ederdi. Orada bir gemiye konulup Krondor’a taşınırdı. Oradan, Gözyaşı ve savaşçı keşişler, rahipler ve hizmetkârlardan oluşan eşlikçi topluluğu ile yola devam eder, sonunda Salador’a ulaşır, mücevher oradan gemiyle alınıp Rillanon’daki Ana Tapınak’a nakledilir, gücü solmakta olan eski Gözyaşı’nın yerine yerleştirilirdi. Kutsal mücevherin gerçek doğası ve amacı yalnızca Tapınak’ta hizmet gören en yüksek mevkiye sahip kişilerce bilinirdi ve ana direğin tepesindeki denizci soru sormazdı. O tanrıların gücüne güveniyordu ve yüksek bir amaca hizmet ettiğini biliyordu. Ve bu nöbeti tutmak kadar, soru sormaması için de iyi ücret alıyordu. Ama karşıt rüzgârlarla ve zorlu denizlerle mücadele ederek geçen iki haftadan sonra en dindar adam bile her gece aşağıdan parlayan mavi-beyaz ışığı ve keşişlerin bitmek bilmeyen ilahilerini sinir bozucu bulmaya başlamıştı. Mevsimsiz rüzgârların süresi ve beklenmedik fırtınalar bazı denizcilerin kara büyücülük ve karanlık büyüler hakkında homurdanmaya başlamasına sebep olmuştu. Gözcü Doğa ve Denizcilerin Tanrıçası Killian’a, şafakta hedeflerine, Krondor’a ulaşacakları için sessiz bir şükran duası etti -ve sonra bazılarının Denizin gerçek Tanrısı olduğunu söylediği Eortis’e kısa bir dua etti. Gözyaşı ve eşlikçi topluluğu doğuya gitmek üzere hemen şehirden ayrılacaktı, ama denizci Krondor’da, ailesinin yanında kalacaktı. Aldığı ücret eve uzun bir ziyaret yapmasına izin verecekti. Tepedeki denizci karısını ve iki çocuğunu düşündü, yüzünden küçük bir gülümseme geçti. Kızı artık annesine mutfakta ve erkek kardeşinin bakımında yardım edecek kadar büyümüştü. Üçüncü çocuğun doğumuna az kalmıştı. Daha önce yüzlerce kez olduğu gibi, denizci evine yakın bir yerde iş bulmaya, böylece ailesiyle daha fazla zaman geçirebilmeye yemin etti.

Kıyıya doğru bir başka hareket kıpırtısıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Gemiden yayılan ışık fırtınayla çalkalanan dalgaları boyuyordu ve denizci denizin ritmini hissedebiliyordu. Bir şey o ritmi bozmuştu. Karanlığın içini gözetledi, loşluğu iradesinin gücüyle delmeye, kayaların fazla yakınına sürüklenip sürüklenmediklerini anlamaya çalıştı. “Gemiden gelen mavi ışık içimde kötü hisler uyandırıyor, Kaptan,” dedi Knute. Knute’un hitap ettiği, ondan epey uzun boylu adam bakışlarını ona indirdi. İki metre üç santimlik boyu ile çevresindeki çoğu kişiye tepeden bakardı. Dev omuzları ve kolları genellikle tercih ettiği siyah deri zırhın dışında kalıyordu, ama zırha çelik çivi kakmalı bir çift omuzluk eklemişti… Queg’in ünlü gladyatörlerinden birinin cesedinden kazandığı bir ganimet. Açıkta kalan deri savaştığı düzinelerce savaştan andaçları, birbiriyle kesişen eski yaraların izlerini teşhir ediyordu. Alnından sağ gözünü keserek çenesine uzanan süt beyazı yara izi yüzünü damgalamıştı. Ama sol gözü içten gelen kötücül bir kırmızı ışıkla parlıyor gibi görünüyordu ve Knute o gözün pek az şeyi kaçırdığını bilirdi. Omuzlarındaki kazıklar dışında zırhı sade ve iş görürdü, iyi yağlanmış ve bakılmıştı, ama yamalar ve onarım izleri de görülüyordu. Boynuna bir tılsım kolyesi asılmıştı, bronz, ama zaman ve ihmalden daha fazlasıyla kararmış, kadim ve kara sanatlarca lekelenmiş. Ortasına kakılmış kırmızı mücevher kendine özgü bir iç ışıkla hafif hafif atıyordu. “Sen bizi kayaların uzağında tutmakla ilgilen, kılavuz.

Hayatta kalmana izin vermemin tek sebebi bu,” dedi Ayı. Geminin arka tarafına dönerek yumuşak sesle konuştu, ama sesi kıça kadar geldi. “Şimdi!” Arkadaki denizci aşağıdaki ambardakilere “İleri!” dedi ve yüreklendirici bir elini kaldırdı, sonra ayasının dibini dizlerinin arasına sıkıştırdığı davula indirdi. İlk vuruşun sesi ile sıralarına zincirlenmiş köleler küreklerini kaldırdı ve ikinci vuruşta indirerek aynı anda çektiler. Daha önce söylenmişti, ama kürek sıralarının arasında yürüyen Köle Efendisi yine de tekrarladı. “Sessizce, sevgililerim! Bir fısıltıdan daha yüksek ses çıkaran ilk kişiyi öldüreceğim!” Önceki sene bir saldırıda ele geçirilen bir Queg devriye kadırgası olan gemi ilerlemeye başladı ve hız kazandı. Knute pruvada diz çökerek dikkatle önündeki suları taradı. Gemiyi öyle konuşlandırmıştı ki doğrudan hedefin üzerine gidecekti, ama yine de iskele tarafına yapılması gereken bir dönüş vardı… Zamanlamayı doğru yaparsa güç bir dönüş değil, ama yine de tehlikeli. Aniden Knute döndü ve “Şimdi, iskeleye doğru keskin bir dönüş!” dedi. Ayı döndü ve emri verdi, ardından dümenci gemiyi çevirdi. Bir an sonra Knute dümenin doğrultulmasını emretti ve kadırga suları yararak ilerlemeye başladı. Knute’un bakışları bir an Ayı’nın üzerinde oyalandı, ama sonra dikkatini ele geçirecekleri gemiye çevirdi. Knute daha önce, hayatı boyunca bu kadar korkmamıştı. O bir korsan olarak doğmuştu, Natal Limanı’ndan gelmiş, sıradan bir denizciyken yükselerek Acı Deniz’in en iyi kılavuzlarından biri olmuş bir rıhtım-faresi. Ylith ile Krondor arasındaki, batıya doğru Karanlık Boğaz yolundaki, Özgür Şehirler kıyılarındaki her kayayı, her sığlığı, resifi ve gelgit havuzunu biliyordu.

Ve daha cesur, güçlü ve zeki adamlar ölmüşken onu hayatta tutan bu bilgi olmuştu. Knute Ayı’nın arkasında durduğunu hissetti. Daha önce de bu muazzam korsan için çalışmış, Keshia kıyılarındaki saldırılardan dönerken Queg ganimet gemilerini ele geçirmişlerdi. Bir başka sefer, Durbin Valisi’nin verdiği izin altında Ayı’ya gönüllü asker olarak hizmet etmiş, Krallık gemilerini yağmalamışlardı. Son dört senede Knute kendi çetesini yönetmiş, burada, Dul Noktası’ndaki sahte fenerlerle kayalara çekilen gemilerin enkazlarını talan etmişlerdi. Yeniden Ayı’nın hizmetine girmesini sağlayan, kayaları ve onları nasıl aşacağını bilmesiydi. Hemen hemen her sene Dul Noktası’na gelen Sidi isimli tuhaf tüccar ondan tehlikeli bir görevden kaçmayacak, öldürmekten tiksinmeyen merhametsiz bir adam bulmasını istemişti. Knute Ayı’yı bulmak için bir sene harcamış, büyük risk içeren ve daha da büyük bir ödül vaat eden bir iş olduğu haberini yollamıştı. Ayı yanıt vermiş, gelip Sidi ile tanışmıştı. Knute ya iki adamın iletişim kurmasını sağladığı için bir ücret alacağını, ya da adamlarını ve gemisini kullanması karşılığında Ayı ile ortak çalışabileceğini düşünmüştü. Ama Knute’un Sidi ile tanışmak üzere Ayı’yı Dul Noktası’ndaki kumsala getirdiği o andan sonra her şey değişmişti. Kendi için çalışmak yerine, Knute şimdi yine Ayı’nın kadırga kılavuzu ve kaptan yardımcısı olarak çalışıyordu… Knute’un kendi gemisi, çevik bir koster, Ayı’nın şartlarını ortaya çıkarmak üzere batırılmıştı: onlara katılırlarsa Knute ve adamları için servet. Reddederlerse seçenek basitti: ölüm. Ishap gemisine yaklaşırlarken Knute suyun üzerinde dans eden tuhaf, mavi ışığa baktı. Ufak tefek adamın yüreği yerinden kopacağından korkmasına sebep olacak kadar kuvvetli atıyordu.

Anlamsız bir rota düzeltme isterken tahta küpeşteyi sıkı sıkı kavradı; bağırma ihtiyacı keskin bir emre dönüştü. Knute bu gece muhtemelen öleceğini biliyordu. Ayı Knute’un mürettebatını ele geçirdiği için, bu yalnızca bir zaman meselesi olmuştu. Knute’un Keshia kıyısından tanıdığı adam yeterince kötüydü, ama bir şey Ayı’yı değiştirmiş, öncekinden de karanlık biri yapmıştı. O hep birkaç tereddüdü olan bir adam olmuştu, ama yaptığı işlerde belli bir ekonomi vardı, bunun dışında onlardan etkilenmiyor olsa da gereksiz öldürmelerle ve yıkımlarla zaman harcamak istemezdi. Ayı artık öldürmekten ve yıkımdan zevk alıyor gibiydi. Knute’un mürettebatından iki adam önemsiz kural ihlalleri yüzünden uzun, acılı ölümlere mahkûm edilmişti bile. Ayı, adamlar ölene kadar izlemişti. Tılsımındaki cevher o sırada parlak bir ışıkla yanıyordu ve Ayı’nın sağlam gözü de aynı ışıkla alev almış gibi görünüyordu. Ayı her şeyden öte tek bir şeyi açıkça ifade etmişti: bu görevin amacı Ishaplılardan kutsal bir eseri almaktı ve buna müdahale eden herkes ölecekti. Ama aynı zamanda, mürettebatın Ishaplıların geri kalan hazinesini almalarına izin vermeyi vaat etmişti. Bunu duyduğu zaman Knute plan yapmaya başlamıştı. Knute pek çok saldırı çalışması yapılması için ısrar etmiş, buradaki gelgit dalgalarının ve kayaların gün ışığında bile yeterince tehlikeli olduğunu söylemişti… geceleyin hazırlıksız kişiler bin farklı tehlike ile karşı karşıya kalabilirdi. Ayı istemeye istemeye dileği kabul etmişti. Knute’un olacağını umduğu şey olmuştu: Ayı geminin kumandasını ona teslim ettiğinde mürettebat ondan emir almayı öğrenmişti.

Ayı’nın mürettebatı kabadayılar, zorbalar ve katillerden oluşmuştu, aralarında bir tane de yamyam vardı, ama çok zeki sayılmazlardı. Knute’unki cüretkâr bir plandı ve tehlikeliydi ve epey şansa ihtiyacı olacaktı. Arkasına baktı ve Ayı’nın gözlerinin üzerine üzerine gittikleri Ishap gemisinden gelen mavi ışığa dikilmiş olduğunu gördü. Knute kendi altı adamının yüzlerine ancak hızlı birer bakış fırlatmaya cesaret edebildi, sonra yine Ishap gemisine döndü. Uzaklığı ve hareketi ölçtü, sonra döndü ve Ayı’nın arkasına bağırdı, “İskeleye bir nokta! Çarpma hızı!” Ayı emri tekrarladı, “Çarpma hızı!” Sonra bağırdı, “Mancınıklar! Hazır!” Meşaleler çabucak yakılırken alevler belirdi ve sonra o meşaleler Queg ateş yağı ile dolu iri tulumlara tutuldu. Tulumlar alevlere boğuldu ve mancınık subayı, “Hazır, Kaptan!” diye bağırdı. Ayı’nın sesi gürleyerek emir verdi: “Ateş!” * * * Gözcü rüzgârın sürüklediği tuz serpintisine karşı gözlerini kıstı. Kıyı tarafında bir şey gördüğünden emindi. Aniden bir alev belirdi. Sonra bir ikincisi. Bir an uzaklık ve büyüklüğü tahmin edemedi, ama denizci bir korku dalgası içinde, iki iri ateş topunun hızla gemiye doğru uçtuğunu hemen fark etti. İlk mermi yukarıda yay çizerken ve gözcüyü birkaç kulaçla ıskalarken öfkeli portakal rengi ve kırmızı alevler cızırdadı ve çatırdadı. Ateş topu geçip giderken adam kavurucu sıcaklığını hissetti. “Saldırı!” diye bağırdı ciğerlerini patlatırcasına. Bütün nöbetçilerin ateş toplarını gördüğünü pekâlâ biliyordu; yine de mürettebata haber vermek onun göreviydi.

İkinci ateş topu orta güverteye çarptı, aşağıdan ön güverteye giden merdiveni vurdu ve talihsiz bir Ishap rahibi yapış yapış alevlere hedef oldu. Adam ölürken acı ve şaşkınlık içinde bağırıyordu. Denizci bordalanıyorlarsa direğin tepesinde kalmanın iyi bir fikir olmadığını biliyordu. Gözlem yerinden sallandı ve gökyüzünde yeni bir alev topu belirip, ön güverteye çarpacak şekilde yay çizerken ön güverteye uzanan halata bağlı bir yelkenden aşağı kaydı. Çıplak ayakları tahtalara dokunduğunda “Queg baskıncıları!” diye bağıran bir başka gemici ona bir kılıç ve küçük kalkan uzattı. Yüreklendirici davulun gümlemeleri dalgaların üzerinde yankılanıyordu. Gece aniden gürültü ve haykırışlarla canlandı. Loşluğun içinden dev bir yelkenle yükselmiş bir gemi yaklaştı ve iki denizci kadırganın pruvasından uzatılan iri, testere dişli demir koçbaşını gördü. Koçbaşı kurbanın gövdesine çarptığı zaman dişleri çarptığı gemiyi, aşağıdaki kölelere kürek darbelerini ters çevirme sinyali gelene kadar yakında tutacaktı. Kadırga suda gerileyerek Ishap’ın Şafağı’nın kenarında dev bir delik açacak, onu çabucak dibe gönderecekti. Gözcü bir an karısını ve çocuklarını bir daha hiç göremeyeceğinden korktu ve ailesi ile ilgilenilmesi için hangi tanrılar dinliyorsa, onlara telaşlı bir dua etti. Sonra savaşmaya karar verdi, çünkü rahipler aşağıdan çıkana kadar denizciler saldırganları güvertede tutabilirse büyüleri saldırganları püskürtebildi. Gemi sarsıldı ve saldırgan Ishap gemisine çarparken yırtılan tahta ve çığlık atan adam sesleri geceyi doldurdu. Gözcü ve yoldaşları güverteye fırlatılmıştı. Gözcü yuvarlanarak yayılan ateşten uzaklaşırken iki elin geminin küpeştesini tuttuğunu gördü.

Kara derili bir korsan küpeşteden aşıp, peşinde diğerleri, sıçrayıp güverteye inerken gözcü ayağa kalktı. İlk korsan dev, kıvrımlı ve ağır bir kılıç taşıyordu ve ruhu ele geçirilmiş biri gibi sırıtıyordu. Gözcü, kılıcını ve kalkanını hazır ederek ona doğru seğirtti. Korsanın saçları alevlerin ışığında parlayan yağlı bukleler halinde sarkıyordu. İri gözleri portakal rengi alev ışıklarını yansıtıyor, bu ona şeytani bir görünüş veriyordu. Sonra adam gülümsedi ve gözcü tereddüde düştü, çünkü törpülenerek sivriltilmiş dişleri adamın Shaska-han Adaları’ndan bir yamyam olduğunu gösteriyordu. Sonra ilkinin arkasında doğrulan diğer şekli gördüğü zaman gözcünün gözleri irileşti. Bu gözcünün gördüğü son şeydi, çünkü ilk korsan kılıcını savurdu ve önündeki manzara karşısında dehşetle yerinde kalakalmış talihsiz adama sapladı. Adam son nefesiyle inledi, “Ayı.” * * * Ayı güvertede çevresine bakındı. Konuşurken koca elleri beklenti içinde bükülüyordu. Sesi içindeki derinliklerden gürler gibiydi, “Benim neyi istediğimi biliyorsunuz; başka her şey sizindir!” Knute saldırgan gemiden atlayıp Ayı’nın yanına kondu. “Onlara hızlı çarptık, bu yüzden fazla zamanınız yok!” diye bağırdı mürettebata. Knute’un umduğu gibi, Ayı’nın adamları Ishap denizcilerini öldürmek için atıldı. Bu arada Knute eski mürettebatından kalan bir avuç adama sinyal verdi ve adamlar ambar kapaklarına ve kargo ağlarına yöneldi.

Alarma yanıt vermek için arka merdiveni tırmanan bir Ishap keşişi korsanların çevresinde yarım daire çizerek yayıldığını gördü. Biraderleri arkasından çıkıyordu. Bir an iki taraf hareketsiz kalarak birbirini tarttı. Ayı öne çıktı ve birbirine sürtünen taşlarınki gibi bir sesle ilk keşişe, “Sen, oradaki! Bana Gözyaşı’nı getir, seni hızlı öldüreyim,” dedi. Keşiş’in elleri kalktı ve büyü çağırmak için ilahi söylerken hızla gizemli bir desen çizdi. Diğer keşişler arkasında savaş pozisyonu aldılar. Beyaz bir enerji şimşeği Ayı’ya aktı, ama geminin pruvası yükselip alçalırken birkaç santim ötesinde zarar vermeden kayboldu. Ayı hor görü dolu bir kahkahayla, “Sizin büyünüzün benim için anlamı yok!” dedi. O cüssede bir adam için şaşırtıcı bir hızla kılıcını savurdu. Hâlâ büyüsünün etkisizliğinin şokundan kurtulmaya çalışan adam, Ayı bir mutfak bıçağıyla kavun kesercesine adamı doğrarken savunmasızca durdu, kaldı. Korsanlar bir zafer kükremesi salıverdi ve diğer keşişlere saldırdı. Keşişler, elleri boş ve sayıca az olmalarına rağmen elle savaşma sanatı eğitimi almışlardı. Sonuçta kargılı silahlara, kılıçlara, hançerlere ve arbaletlere direnemezlerdi, ama korsanları, Ayı aşağı güvertelere giden merdivene ulaşamadan başkasarasının suya batmasına yetecek kadar oyalamayı başardılar. Lağım ızgarasını aşan sıçan gibi, Knute Ayının yanından geçti ve merdiveni indi. İkinci inen Ayı oldu ve diğerleri arkadan geldi.

“Zamanımız yok!” diye bağırdı Knute, arka mürettebat bölmelerine bakınarak; gördüğü sayısız dini eşyaya bakarak, bu alanın kişisel kullanımları için keşişlere verildiğini tahmin etti. Knute başkasarasının altında akan suyun gürlemesini işitebiliyordu. Knute gemileri bilirdi; sonunda başkasarası ile ana kargo ambarı arasındaki bölme duvarı yıkılacak ve o zaman gemi taş gibi batacaktı. Bir köşede duran küçük, tahta bir sandık gözüne çarptı ve Ayı arkaya, kaptan kamarasına giden iri kapıya yönelirken doğrudan sandığa gitti. Güverte eğilirken hareket etmek gittikçe güçleşiyordu ve kaygan yüzeyinde yürümek tehlikeliydi. Birkaç korsan düştü ve hızla tahtalara çarptı. Knute küçük sandığı açtı ve onu hayatının geri kalanı boyunca lüks içinde yaşatmaya yetecek kadar mücevher gördü. Aleve üşüşen pervaneler gibi, pek çok saldırgan ganimete döndü. Knute yakındaki iki korsana işaret etti ve “Bunca katliam için bir metelik istiyorsanız, güverteye çıkın, ambar kapağının açılmasına yardım edin ve kargo ağını indirin!” dedi. İki adam duraksadı, sonra Ayı’nın kapıyı açmaya çalıştığı yere baktı. Bakıştılar, sonra Knute’un dediğini yaptılar. Knute ambar kapağının başında bekleyen adamlarından ikisini bulacaklarını ve yardım edeceklerini biliyordu. Knute’un planı işe yararsa, gemideki düzenin değiştiğini fark etmeden herkes kendine düşeni yapmak zorunda kalacaktı. Knute güvertenin ortasındaki bir kapağın sürgüsünü çekti ve aşılmasına izin verdi, kargo ambarına giden merdiveni açığa çıkardı. Açıklıktan aşağıdaki hazineye doğru adım atarken gemi su almaya başladı ve Knute geminin pruvasının hızla batacağını anladı.

O ve adamlarının hızlı hareket etmesi gerekliydi. Ayı güvertenin eğilmesiyle yükselmiş kapıyı omuzluyordu, ama kapının üzerinde gizemli bir kilit olduğu açıktı. Çünkü adamın muazzam cüssesine rağmen yerinden kıpırdamıyordu. Knute arkasına hızlı bir bakış fırlattı ve menteşelerin yanındaki tahtanın parçalanmakta olduğunu gördü. Knute kendini ambara bırakırken aşağıya baktı. Aşağıda güvertedeki her adamı krallar gibi yaşatacak kadar hazine olduğunu biliyordu, çünkü Ayı’ya bu gemiden bahseden Sidi adlı tuhaf adam Ayı’nın ona getireceği büyülü nesneye Uzak Kıyı’dan Özgür Şehirler’e götürülen, Tapınak’ın on senelik servetinin eşlik edeceğini söylemişti. Knute Sidi ile karşılaşmaktan pişmandı; onunla ilk tanıştığı zaman sözde tüccarın büyülü eserler ticareti yaptığını bilmiyordu. Ve gerçeği keşfettiğinde çok geç olmuştu. Ve Knute Sidi’de görünenden çok daha fazlası olduğundan emindi; Ayı’ya tılsımını o vermişti ve adam tılsımı gece gündüz çıkarmıyordu. Knute hep büyüden, tapınaklardan, sihirbazlardan ve cadılardan uzak durmuştu. Bu işlerin kokusunu alırdı ve bu yolculuk onu korkutuyordu, onun gördüğü kimse Sidi kadar büyü kokmamıştı ve bu kokuda güzel bir taraf yoktu. Yukarıdaki kargo ambarı hareket etti ye bir ses aşağıya, “Knute?” diye bağırdı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir