Recep Şükrü Apuhan – 27 Mayıstan Yassıada Mahkemelerine Menderes

CHP’nin damgasını vurduğu 27 yıllık tek parti yönetimi “yeter, söz milletin” diyen Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçimleri sonunda iktidara gelmesiyle sona erdi. Demokrat Parti’yi kuranlar da CHP’nin içinden çıkan bir kadro idi. Atatürk, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni Halk Fırkası’na (sonra Cumhuriyet Halk Fırkası’na, sonra da Cumhuriyet Halk Partisi’ne) dönüştürürken kurucular listesi içinde Celal Bayar’da vardı. Refik Koraltan 23 Nisan 1920’de açılan Meclis’te milletvekili idi ve Atatürk’ün güvendiği bir isim olarak İstiklal Mahkemesi savcılığı da yaptı. Adnan Menderes, kendi deyimiyle Atatürk’ün keşfettiği bir politikacı olarak 1932’den beri Meclis’te CHP milletvekili idi. Profesör Fuat Köprülü ise dünyaca tanınmış bir tarih-edebiyat tarihi araştırmacısı ve hocasıydı. DP’nin kuruluşuna giden yol bu dört ismin CHP Grup Başkanlığı’na verdiği sonra Meclis’e de getirdiği bir önerge ile açıldı. “Dörtlü Takrir” olarak anılan bu önergede kanun ve kuralların hürriyetçi bir anlayışla değiştirilmesi talep ediliyordu. Önerge büyük tartışmalar sonucu reddedildi. Celal Bayar istifa etmişti. Hürriyet tartışmalarını basında sürdüren Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve en son Refik Karaltan CHP’den ihraç edildiler. Bu yeni bir hürriyetsizlik gibi değil, yeni bir hürriyet gibi görünüyordu. Bir süre sonra İnönü bir konuşma yaptı: “Farklı düşünceler farklı partiler olabilmeli.” Türkiye çok partili rejime geçiyordu. Celal Bayar CHP’den sonra DP’nin de kurucuları arasında yer aldı.


Ama bu sefer partinin lideriydi. 27 MAYISTAN YASSIADA MAHKEMELERİNE MENDERES Parti programını götürdüğü İnönü, Bayar’a sordu: “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda olduğu gibi dini inançlara saygılıyız ifadesi var mı?” Bayar, “Hayır” dedi: “Laikliğin dinsizlik olmadığı var.” İnönü beklenen cevabı verdi: “O halde tamam.” Çok partili rejimi kaçınılmaz kılan şartlar Türkiye’nin dışında hazırlanmıştı. Sosyal ve ekonomik sorunlarına çare arayan Türkiye dış desteğe ihtiyaç duyuyordu. 2. Dünya Savaşını “Hürriyetçi Rejimler” kazanmış, faşist rejimler tarihe gömülmüştü. Türkiye dışardan diktatörlük olarak algılanan bir rejimle savaşın galipleri arasında bir yer bulamaz, şimdi ya da ilerde bu hürriyetçi devletlerden destek sağlayamazdı. Batı’ya yönelmenin tek sebebi bu değildi. Savaşın galipleri arasında bulunan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (Rusya) Türkiye’ye peş peşe notalar vererek kâh boğazlar üzerinde denetim hakkı, kâh toprak istiyordu. Ekonomik sorunlar bu dev güvenlik sorunuyla birleşince tek parti yönetimi ipleri gevşetmeye, görünürde de olsa bir demokrasi inşa etmeye karar verdi. Sonuç itibariyle Demokrat Parti izinle kurulmuş bir muhalefet partisiydi. CHP, aslında “karakalabalıklar” dediği halkın, ülke yönetimi denen bu yüksek işe karıştırılmasını istemiyordu. CHP, kendini yönetebilmekten aciz olarak düşündüğü halkın devlete zarar verebileceğine inanıyordu. Devletin millete karşı korunması tedbirleri devam ettirilmeliydi.

CHP’nin kimi etkin yöneticilerinin ve Kuvay-ı Milliye ile CHP’yi özdeşleştirmiş kimi taraftarlarının “Demokrasi oyunu oynayalım derken bin bir güçlükle kurduğumuz bu devlet yıkılmasın” korkusuna kapılanların endişelerine “imtiyazlarımızı kaybedeceğiz” korkusuna kapılanların endişeleri de eklenince DP’nin oyundaki rolü güçleşti. Bu ikinciler tek parti döneminin “senyörleri” idi. “Rejime sadakatle bağlı kişiler” olarak bütün mevki ve makamları aralarında paylaştırırlar, dokunulmazlık kazanmış kimlikleriyle parti yöneticisi, memur, eşraf, ağa, yönetim kurulu üyesi, ithalatçı, tüccar olarak rahat bir hayat sürerlerdi. CHP’nin DP doğumu çok sancılı oldu. İnönü-Bayar kavgasından, halk-memur çatışmasına kadar birçok tehlikeli etki bu doğumu ve büyümeyi zorlaştırdı. Bütün olumsuz şartların başına geçen Milli Şef İnönü, şaşırtıcı iktidar hırsı ile şartÖNSÖZ ları daha da ağırlaştırdı. İnönü, Türkiye için girmek zorunda kaldığı demokrasi oyunundan acı duyar gibiydi. DP’ye muhalefet ederken bütün Türkiye için önemli tarihi kişiliğinin gölgelenmesini dahi umursamadı. İktidar olmak şartıyla tarihe “kötü bir politikacı” olarak geçmeyi göze almıştı sanki. DP, umulanın çok üzerinde bir ilgiyle karşılaştı ve izinsiz olarak büyümeye başladı. CHP, yeni partinin 1946’da iktidar olabilmesini güçlükle önleyebildi. Belediye yönetimlerinin denetiminde yapılan, oyların açık verildiği ama oy sayımının gizli gerçekleştirildiği acaip bir seçimle iktidarını sürdürdü. 1946 seçimleri hem hileli, hem dayaklıydı. DP oyları CHP’ye yazılıyor, DP taraftarları jandarma tarafından çeşitli bahanelerle dövülüyor, ölümle tehdit ediliyor, tutuklanıyordu. 1946-50 arasında dünyada yeni oluşan güç dengeleri artık kimseye başka bir seçenek bırakmıyordu.

14 Mayıs 1950 Seçimleri yargıçların denetiminde yapıldı ve çoğunluk sistemi lehine işleyen DP, 27 yıllık CHP iktidarını yıkarak iktidara geldi. Celal Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan, Refik Karaltan Meclis Başkanı oldu. Fuat Köprülü Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı yapacaktı. 14 Mayıs 1950 yalnız iktidar günü değildi. Daha o gün dara-ğaçları da kuruldu. Oraya kimlerin çıkarılacağını görmek için sabırla beklenecekti. 10 yıl süren DP iktidarı Türkiye’ye büyük hizmetlerde bulundu. Çengelli iğne ithal eden Türkiye’den barajları, fabrikaları, yolları olan, tarımda bir hamlede bir çağı geçen Türkiye’ye gelindi. Dini özgürlükler üzerindeki kısıtlamalar önemli ölçüde kaldırıldı. Köylüler Ankara’da dolaşabiliyor, Meclis’te vekillerini ziyaret edebiliyordu. 10 yıl müddetince İnönü’nün “deli eden” muhalefeti altında birbirinden önemli eserlere imza atan DP, 1958’den sonra bu ağır muhalefet karşısında daha fazla dayanamadı ve muhalefetin işini kolaylaştıran hatalar yapmaya başladı. Buna ekonomik sıkıntılar eklendi. Ardından bu sıkıntılar içinde bile yatırımları kısmaya, kalkınma hızını düşürmeye yanaşmadığı, “sanayileşmeden vazgeçin” uyarılarını dinlemediği için Batı ile karşı karşıya kaldı. Menderes, Amerika’nın Türkiye için çizdiği “karakol” çizgisini aşmak için ısrar ediyordu. “Türkiye benim için bir 27 MAYISTAN YASSIADA MAHKEMELERİNE MENDERES taburdur, öyle kalmalıdır, çünkü bu bana yeter.

Türkiye kolordu, ordu olmaya kalkmamalıdır ve Tabur için verdiğim paraları kolordu kuruluşuna harcamamalıdır” diyen Amerika ve Batılı müttefikleri Menderes’ten nefret etmeye başlamıştı. Kesilen kredilere karşı ekonomik işbirliği imkânları aramak için Moskova’ya gitmeye karar vermesi Batı’yı daha da sinirlendirdi. Bu sırada muhalefete karşı hala tartışılan tedbirlere başvuran Menderes, CHP’den, basından, üniversitelerden, bürokrasiden gelen hücumlarla sarsılmaya başladı. CHP’nin ordu içindeki cuntalarla ilişkisinin sonuç vereceğini bir türlü anlamak istemeyen Menderes,-milletinin kendisine karşı beslediği derin sevgiyle her zorluğu aşacağına inanıyordu. Menderes halka sarsılmaz bir bağlılık içindeydi, TBMM’ye büyük saygı duyuyordu ve “Kendileri için her gün 18 saat çalıştığı” insanların kendisine karşı olamayacağına inanıyordu. Hâlbuki Türkiye’yi asırlık sorunlarının içinden çekip çıkaracak bir yönetim hayal eden, bunun için sivil yönetime karşı örgütlenen bazı subaylarla, yönetime CHP’yi geçirmek isteyen bazı subaylar birbirlerinin bu amaçlarından pek de haberdar olmadan aynı cunta içinde birleşmişler adım adım ihtilâle doğru yürüyorlardı. 27 Mayıs 1960 sabahı küçük rütbeli subaylardan oluşan bir cunta DP iktidarını devirerek yönetime el koydu. Cunta aynı gün ihtilâlin başına emekliye ayrılmak üzere olan Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel’i geçirdi. Kısa bir süre sonra, sivil yönetime karşı harekete geçmiş ihtilâlciler, yönetimi DP’den alıp CHP’ye teslim etmek için harekete geçmiş ihtilalciler tarafından tasfiye edilerek sürgüne gönderildiler. Şüphesiz bu iki grup arasında başlangıçta belirsiz olan farkı biraz da olaylar belirgin hale getirmişti. Cumhurbaşkanından muhtarlara kadar bütün DP DÖNEMİ tutuklanarak hapishanelere konuldu. 10 binlerce insan toplama kamplarına hapsedildi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar, Milletvekilleri, Genel Kurmay Başkanı, üst dereceli komutanlar Yassıada’da toplandı. Ülke yönetimi Milli Birlik Komitesi adıyla cuntanın elindeydi. 10 ÖNSÖZ DP’lilere Anayasayı ihlalden adî suçlara kadar sayısız suçlamalarda bulunuldu.

Yassıada, tutuklular için tam bir cehennem oldu. En katı uygulama Menderes’e yapıldı. İlk duruşmada “Beş aydır kimse ile konuşturulmadım. Aklımı kaybetmek üzereyim” diyecekti. İhtilâl için birçok suçlamada bulunulmasına rağmen DP’nin asıl suçu iktidar olduğu sürede yaptıkları değil iktidara gelmekti. DP iktidara gelmekle dahi Anayasayı ihlal etmiş bulunmakta idi. Dünya gazetesinde F.R. Atay “1950’den beri her 10 Kasım dövünüyorduk” diye yazdı. İdamlardan sonra Cumhuriyet “10 sene sallanan kavukların devrildiğini” bildirdi. Bir ihtilâlci, eserinde “Yassıada’da 10 yıllık bir iktidarın muhasebesi yapılacaktı” dedi. Sanıkları Ankara’dan İstanbul’a getirenler onlara: “10 yılın hesabını soracaklarını” söyledi. Mahkeme Başkanı Salim Başol “10 yılı hepimiz yaşadık” diye bağırdı. Yassıada’da kurulan mahkemede tutuklular savunmalarını yapamadı. Ölüm cezası infaz edilen Maliye Bakanı Polatkan’a savunması yaptırılmayınca arkadaşları herhalde beraat edecek diye sevindi.

Tutuklular savunmalarını yapabilmek için “Beş dakika on dakika daha olsun” diye mahkemeye yalvarmak zorunda kalıyor, yine de azarlanıyorlar veya salondan çıkarılıyorlardı. Sorgulamalar da Yassıada’da yapıldı. İstenilen kişiye istenilen iftirayı atmayı kabul etmeyenlere zindan cezası veriliyordu. Celal Kosova’ya bir kâğıt verip “Oku” dediler. “Bak 5. soruşturma kurulunda neler söylemişsin!” Kâğıtta yazan şudur: “Celal Bayar, İnönü’yü öldürürsen seni vali yaparım dedi.” Plana göre tutuklu bunu okurken sesi teybe alınacak, delil diye mahkemeye sunulacaktı! Kosova oyuna gelmeyince zindana atıldı. Tevfik İleri’ye sordular: “Bir okul müdürünü usulsüz atamışsın” İleri sorar: “Hiç bilgim yok ne zaman?” Cevap şudur: “1950’de” Bir Bakan 10 yıl önce verdiği atama emrini hatırlayabilir mi? Tutukluların kaldığı oda veya hücrelerde mikrofon vardı. Ne konuştukları an be an takip ediliyordu. Mesela Anayasa’yı 11 27 MAYIS’TAN YASSIADA MAHKEMELERİNE MENDERES hazırlamakla görevli komisyon için şöyle demişlerdir: “Bu adamların hazırlayacağı anayasa ne bize ne memlekete hayat hakkı tanır.” Duruşmalar ve Yassıada Yönetimi utanç vericiydi. Mahkeme Başkanı Salim Başol, Başsavcı Ömer Altay Egesel, Yassıada Komutanı Tarık Güryay’dı. Tarık Güryay duruşmalar boyunca bir masanın başında oturuyor sanıklara veya avukatlarına lüzum gördükçe fiilen müdahale ediyordu. Güryay, tutukluları “CHP aleyhine konuşulmayacak” diye ikaz etmişti. Gündüz savunmasını sert şekilde yapmaya kalkan bir tutuklu, akşam Ada Komutanının huzurundadır.

Cezası ya hakaret ya zindandır. Ada Komutanı mahkemenin bir parçasıdır. Ethem Menderes aracılığı ile “yumuşak davranması halinde kurtulma umudu var” şeklinde Menderes’e telkinde bulunduğu yazılmıştır. Mahkemenin tutumu tutuklular için başlı başına cezaydı. Tahliyesini isteyen bir polis müdürüne Savcı cevap olarak: “Bu rezil!” diye müdahale etmişti. Mahkeme duruşmalarda hatıra defterlerinden bol bol faydalandı. Hissi oldukları pek açık ifadeler kararlarda dahi gerekçe olarak kullanıldı. Tutuklu milletvekili Meclis’te gürültü yapan CHP grubundan bahsediyor, Başol: “Onlar sizinkilerdi” diyordu. Duruşmalardan birinde Celal Bayar şöyle dedi: “Harbiye’de iken bir subay bana 103 milyon iftirasını sordu. 103 Milyon çakıl taşım bile yoktur dedim. Cebinden bir kâğıt çıkardı: “103 milyon liranız olduğunu yazan kağıt gibi bunu da bize dağıttılar. Harbiye’yi imha edeceğiniz yazıyor. Sesinizi teybe almışlar” Genç Subaya sordum: “Sesimi niçin size dinletmiyorlar? Bu sırada Savcı Egesel atıldı: – Bayar’ın 103 milyon lirası olduğunu ispat etmeye hazırız. Bayar yine söz aldı: — Kim istiyorsa vekâletname vereyim. Gitsin nerdeyse bu parayı alsın.

Tutukluların Adada uğradığı muamele hiçbir mazeret kabul etmez. Bakanlar, milletvekilleri, üst seviyede görevliler alabil12 ONSOZ diğine aşağılanmakta, dövülmektedirler. Maalesef nezaketi ile ünlü Adnan Menderes de bu kötü muamelelerden fazlasıyla etkilenmişti. Bir başbakanın sorguya gidip gelirken karşılaştığı valisine: “Nasılsınız Vali Bey?” demesi kafasına bir yumruğun inmesi için yeterli olmuştur. Menderes gibi duygulu bir kişinin kendi valisi yanındayken yumruklanması ile alt-üst olacağı şüphesizdir. Celal Bayar’ın avukatlarına: “Benim avukatım gelmedi, ne yapabilirim?” diyen Menderes feci şekilde dövülmüştü. Menderes son ana kadar bu haksızlıklardan kurtulamadı. Haksız ölüm cezası ve yine haksız bir şekilde hasta iken infaz edilişi… İnfaz sırasında sehpaya bağlanması gereken ipin çözüldüğü, Menderes’in düşerek başını vurduğu, başının kana-dığı “çek” emriyle tekrar ipe çekildiği yazılmıştır. 15 ay boyunca ailesi ile üç defa görüşebilmişti. Tutuklular, kimden nasıl bir hakaret geleceğini bilememenin endişesi içinde yaşıyordu. Başbakan Yardımcısı Medeni Berk’in hücresine dalan bir subay ona “Peygamber muavini! Peygamberin şimdi kurtarsın seni!” diye bağırıyordu. Menderes bir sigara için yalvarıyor “Sen Avrupa sigarasına alışkınsmdır” cevabını alıyordu. Dışişleri Bakanı Zorlu’nun yanağını okşayan genç bir Subay: “Paris Ah Paris… ha?” demekteydi. Şüphesiz bu genç subaylar gerçeklerden habersizdi ve özel bir propagandanın etkisindeydiler. Bunun ne olduğunu az ilerde okuyacaksınız.

Ada Kumandanı her an tutuklularla beraberdir. Bir gün mahkemeye gidilirken tutuklulara şu talimatı veriyordu: “Eski yazı ile not tutmak yasak, Subaylar bilmiyor.” Başka bir gün tutuklu Bakanı çağırıp “Vicdanım rahat diye yazmışsın, mektubunda” diyordu: “Böyle yazamazsın” Bir başka gün yine bir Bakanı çağırıyor: “Kızın, seninle iftihar ediyorum” yazmış, yazamaz” diyordu. Ve ekliyordu: “Mektuplarda problem çıkınca elinize geç ulaşıyor.” Tutuklular Yassıada’ya çıkarılırken tekme tokat dövülmüş sonra bir başka görüntü elde etmek için hepsi giydirilmiş, figüran olarak kullanılıp sahte Ada’ya çıkış filmi çekilmişti. Tutukluların haberi olmadan çekilen fotoğraflar da Milli Birlik Komitesinin Dolmabahçe İrtibat Bürosunda açık arttırma ile satılıyordu. İdam fotoğrafları da açık arttırma ile satılmıştır! 13 27 MAYISTAN YASSIADA MAHKEMELERİNE MENDERES Duruşmalar boyunca özellikle İnönü’nün damadı Metin Toker’e ait Akis Dergisi, Bayar’ın, Menderes’in idam edilmesini teşvik eden açık yayınlar yaptı. Kim Dergisi Bayar, Zorlu, Polatkan’ı fotomontajla darağacının altında gösterdi. Akis, Menderes’in resmine kocaman çarpı koydu. Cumhuriyet “tarihten ibret” nakletti: “Anayasayı ihlal eden 1. Charles nasıl idam edildi?” 14 Ekim 1960’ta başlayan duruşmalar 15 Eylül 1961’de bitti. Meclis Tahkikat Komisyonu’nun yetkilerini genişleten kanuna oy verdiği gerekçesiyle idamı istenen Bitlis Milletvekili Selahattin İnan “O tarihte ben Almanya’da idim” dedi. Savcı Egesel ısrarcıydı… “Kafanın içini bilirim, burada olsaydın oy verirdin” Savcının şeyh olarak andığı İnan dedi ki: “Savcı şeyhliği bana bırakıyor, kerameti kendine alıyor” Duruşmalar, savcılar, hâkimler böyleydi Yassıada’da. Ölüm cezaları onaylanan Menderes, Zorlu ve Polatkan için sonucu etkileyecek önemli bir girişimde bulunulmadı. Karşı çıkıyormuş gibi görünmek daha faydalı olacaktı.

İsmet İnönü’nün infazlardan 2 gün önce Cemal Gürsel’e yazdığı “infaz yapmayın” mektubundan kimsenin haberi olmadığı için bu mektuptan da bir sonuç beklenemezdi. İnönü, Cemal Gürsel’e mektup göndereceği yerde basına bir açıklama yapsaydı çok şey değişebilirdi. İdamların suçu sonradan MBK’yı baskı altına aldığı söylenen Talat Aydemir’e yüklendi. Onun korkusuyla infazlar yapılmıştı. Halbuki bu kadar “korkulan” Aydemir iki yıl sonra tutuklanıp idam edilecektir. Aydemir şöyle yazar: “İdamlar için ısrar edenler CHP kanadına hizmet eden Ekrem Acuner grubudur.” Yassıada kararlarının hukuki hiçbir değeri yoktur. Milletvekillerinin Meclis’teki konuşmalarından, verdikleri kanun tekliflerinden, verdikleri oylardan ölüm cezalarına çarptırıldıkları bir mahkeme hukuk değeri bakımından yorumlanamaz, tasnif dışıdır. Kin ve nefret iktidar hırsıyla örgütlenmiş, yalan haberler, iftiralar, özel hazırlanmış gösterilerle bir ihtilâl adım adım örülmüştür.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir