Robert Jordan – Zaman Çarkı 8 – Hançer Yolu

Ethenielle, dik, dolambaçlı geçitlerle kaplı, yarı yarıya gömülmüş kayalardan ve yan yatmış görünen kocaman yığınlardan oluşmuş, ismiyle bağdaşmayan bu Kara Tepeler’den daha alçak dağlar görmüştü. O geçitlerden bazıları bir keçiyi bile tereddüde düşürürdü. Bu, kuraklığın soldurduğu ormanlarda ve kahverengi otlarla kaplı çayırlarda üç gün yol alabilirdiniz ve sonra aniden kendinizi, dünyadan bihaber yedi sekiz minik köyden yarım gün uzakta bulurdunuz. Kara Tepeler çiftçiler için zorlu bir yerdi, ticaret yollarının uzağında, artık her zamankinden de sert iklime sahip bir yer. İnsanları görünce gözden kaybolması gereken sıska bir leopar kırk adım ötede, dik bir yamacın tepesinden, Ethenielle’in atlı eşlikçileri ile birlikte geçmesini izledi. Batıda akbabalar bir alamet gibi, sabırla çemberler çiziyorlardı. Kan kırmızı güneşi örten tek bir bulut yoktu, ama bulut denebilecek şeyler vardı. Sıcak rüzgâr estiği zaman, toz perdeleri kaldırıyordu. En iyi adamlarından elli tanesi arkasından gelirken, Ethenielle endişesizce, telaşsızca at sürüyordu. Yarı efsanevi atası Surasa’nın aksine, sırf o Bulutlar Tahtı’na oturdu diye havanın onun dileklerine göre değişeceği gibi bir yanılsama içinde değildi; aceleye gelince… Aldığı dikkatle şifrelenmiş, özenle korunan mektuplar yürüyüş düzeni konusunda hemfikirdi ve her kişinin dikkat çekmeden yolculuk etmesi ihtiyacı ile belirlenmişti. Kolay iş değil. Bazıları imkânsız olduğunu düşünmüştü. Kaşlarını çatarak, kimseyi öldürmeden, yolculuğunu günlerce uzatması anlamına gelmesine rağmen o sinek pisliğinden farksız köylerden kaçınarak buralara kadar gelmesine izin veren şansını düşündü. Var olan birkaç Ogier yurdu sorun değildi –Ogierler genellikle insanlar arasında olan bitene pek az dikkat ederdi, son zamanlarda daha da az dikkat ediyor gibiydiler– ama köyler… Beyaz Kule’nin göz ve kulaklarını ya da Yenidendoğan Ejder denen bu adamı barındıramayacak kadar küçüktüler –belki de Yenidendoğan Ejder’di gerçekten; Ethenielle hangisinin daha kötü olduğuna karar veremiyordu– fazla küçük, ama eninde sonunda çerçiler gelirdi bu köylere. Çerçiler mal kadar dedikodu da taşırdı ve onların konuştuğu insanlar başka insanlarla konuşur, söylentiler çok dallı bir ırmak gibi Kara Tepeler’e, sonra dış dünyaya yayılırdı.


Birkaç kelime ile, gözden kaçmış tek bir çoban, beş yüz fersah öteden görülebilecek bir işaret ateşi yakabilirdi. Ormanları ve çayırları aleve veren türden bir işaret ateşi. Hatta şehirleri. Ulusları. “Doğru seçimi mi yaptım, Serailla?” Ethenielle kendi kendine kızarak yüzünü buruşturdu. Artık küçük bir kız çocuğu olmayabilirdi, ama birkaç tel gri saçına rağmen, dilinin her esen yelle akılsızca savrulmasını engelleyecek kadar yaşlanmamıştı anlaşılan. Karar verilmişti. Ama aklından çıkmıyordu. Işık’ın gerçeği, dilediği kadar endişesiz olamıyordu. Ethenielle’in Birinci Konsey Üyesi boz donlu atını topuklayarak Kraliçesinin zarif, siyah iğdiş edilmiş atına yaklaştırdı. Dingin, yuvarlak bir yüzü, düşünceli kara gözleri olan Leydi Serailla, bir asil kadının binici elbisesinin içine tıkılmış bir çiftçi kadından farksızdı, ama o sade, terli hatların arkasındaki zihin, tüm Aes Sedailerinkinden daha keskindi. “Diğer alternatifler yalnızca farklı riskler içeriyordu, daha az değil,” dedi rahatça. Tıknazdı, ama eyerinin üzerinde, dans edermiş gibi zarafetle oturuyordu. Ve Serailla her zaman rahattı. Yağcı değil, sahte değil; yalnızca, kesinlikle soğukkanlı.

“Gerçek ne olursa olsun, Majesteleri, Beyaz Kule hem kırılmış, hem felç olmuş görünüyor. Dünya arkanızda ufalanırken siz oturup Afet’i seyredebilirdiniz. Başkası olsaydınız yapardınız.” Basit, eyleme geçme ihtiyacı. Onu buraya getiren bu muydu? Eh, ne yapılması gerekiyorsa. Beyaz Kule yapmayacaksa ya da yapamayacaksa, o zaman bir başkası yapmalıydı. Dünya arkasında ufalanıp gidecekse, Afet’e göz kulak olmanın ne anlamı vardı? Ethenielle diğer yanında at süren ince adama baktı. Adamın şakaklarındaki beyaz saç tutamları, ona küçümser bir ifade veriyordu. Süslü bir kın içindeki Kirukan Kılıcı koluna yaslanmıştı. En azından adı Kirukan Kılıcı’ydı ve efsanevi savaşçı Aramaelle Kraliçesi taşımış olabilirdi onu. Kılıç çok eskiydi, bazıları Güç’le dövülmüş olduğunu söylüyordu. Çift elli kabzası, geleneklerin gerektirdiği gibi, Ethenielle’e doğru duruyordu, ama onun ateş beyinli bir Saldaealı gibi kılıç kullanmaya kalkışacağı yoktu. Bir kraliçenin düşünmesi, önderlik ve komuta etmesi gerekiyordu, ordusundaki herhangi bir askerin yapabileceği işi yaparken kimse beceremezdi bunları. “Ya sen, Kılıç Taşıyıcısı?” dedi. “Geç oldu, ama senin herhangi bir tereddüdün var mı?” Lord Baldhere altın işlemeli eyerinde dönüp, arkalarındaki atlıların taşıdığı, işlenmiş deri ve süslü kadifeden kutular içindeki bayraklara baktı.

“Kim olduğumu saklamaktan hoşlanmam, Majesteleri,” dedi titizlikle, önüne dönerek. “Dünya çok yakında bizi ve yaptıklarımızı öğrenecek zaten. Ya da yapmaya çalıştıklarımızı. Sonunda ya öleceğiz ya hikâyelere konu olacağız ya da her ikisi birden, bu yüzden yazacakları isimleri bilseler de olur.” Baldhere’in keskin bir dili vardı ve başka her şeyden çok müzik ve giysileri ile ilgileniyormuş gibi yapardı –o iyi kesimli mavi ceket, bugünkü üçüncü ceketiydi– ama tıpkı Serailla’da olduğu gibi, görünüş aldatıcıydı. Bulutlar Tahtı’nın Kılıç Taşıyıcısı, o mücevher kakmalı kın içindeki kılıçtan çok daha ağır sorumluluklar taşıyordu. Yirmi sene önce, Ethenielle’in kocası öldükten sonra, Baldhere Kraliçesi adına Kandor ordularına savaş meydanında komuta etmişti ve askerlerin çoğu adamın peşinden Shayol Ghul’e bile giderdi, Baldhere en iyi kumandanlar arasında sayılmıyordu, ama ne zaman savaşıp ne zaman savaşmayacağını, nasıl kazanacağını biliyordu. “Toplantı yeri hemen ileride olmalı,” dedi Serailla aniden, tam Ethenielle, Baldhere’in keşfe gönderdiği adamı gördüğünde. Miğferinin tepesinde tilki başı şeklinde bir sorguç taşıyan, sinsi görünüşlü biri olan Lomas ilerideki geçidin tepesinde dizginleri çekti. Mızrağını eğerek, “toplantı noktası ileride” anlamına gelen kol işaretini yaptı. Baldhere kaslı omuzlu iğdiş atını çevirdi ve eşlikçi grubunun durmasını bağırdı –dilediği zaman bağırmayı pekâlâ becerebiliyordu– sonra doru atını mahmuzlayarak Ethenielle ile Serailla’ya yetişti. Eski müttefikleri ile buluşacaklardı, ama Lomas’ın yanında geçerlerken Baldhere ince yüzlü adama sert bir, “İzle ve raporla,” emri verdi; yolunda gitmeyen herhangi bir şey olursa, Lomas eşlikçilere toplantı yerine gidip kraliçelerini kurtarma işaretini verecekti. Serailla emir üzerine onayla başını sallayınca Ethenielle hafifçe içini çekti. Eski müttefikler, ama bu zamanda, kuşkular pislik yığınındaki sinekler gibi ürüyordu. Güneydeki hükümdarlardan çok fazlası son sene içinde ölmüş ya da ortadan kaybolmuştu.

Ethenielle taç takarken rahat hissetmiyordu. Çok fazla yer, bir Trolloc ordusu geçmiş gibi yıkılmış, dümdüz edilmişti. Her kimse, bu al’Thor denen adam çok şeyin hesabını verecekti. Çok şeyin. Lomas’ın ötesinde geçit vadi bile denemeyecek kadar küçük, sığ bir çanağa açılıyordu. Ağaçlar ise ağaçlık denemeyecek kadar seyrekti. Meşinyapraklar, mavi köknarlar, üç iğneli çamlar ve birkaç meşe biraz yeşillik sağlıyordu, ama kalan ağaçlar, çıplak dallı olmasalar bile, kahverengi yapraklarla kaplıydılar. Ama güneyde, bu noktayı toplanmak için ideal kılan şey yatıyordu. Parıl parıl altın dantelden bir minareye benzeyen ince bir kule eğilmiş, çıplak yamaca yarı yarıya gömülmüştü. En az yetmiş adımlık kısmı ağaç tepelerinden yüksekti. Kara Tepeler’de büyüyen, kundaktan çıkmış her çocuk bilirdi bu sütunu, ama dört günlük yolculuk mesafesi dahilinde tek bir köy yoktu, ayrıca kimse gönüllü olarak on beş kilometre yakınına yaklaşmazdı. Bu mekâna dair hikâyeler delice görüntülerden, yürüyen ölülerden, minareye dokununca ölenlerden bahsederdi. Ethenielle kendini hayalperest biri olarak görmezdi, ama hafifçe ürperdi. Nianh minarenin Efsaneler Çağı’ndan kalan bir parça olduğunu ve zararsız olduğunu söylemişti. Şansı varsa, Aes Sedai seneler önce yaptıkları bu konuşmayı hatırlamazdı.

Ölülerin burada yürümesinin sağlanamaması yazık. Efsane, Kirukan’ın bir sahte Ejder’in kellesini kendi elleriyle uçurduğunu ve yönlendirebilen bir başka erkekten iki oğul doğurduğunu söylüyordu. Ya da belki aynı erkekten. Amaçladıkları işi nasıl yapacaklarını ve hayatta kalacaklarını Kirukan bilirdi herhalde. Beklediği gibi, Ethenielle’in buluşmaya geldiği kişilerden ikisi, ikişer hizmetkâr ile bekliyordu. Paitar Nachiman’ın uzun yüzünde, Ethenielle’in gençken hayran olduğu, sersemletici ölçüde yakışıklı adama göre çok daha fazla kırışık vardı, saçlarının epey seyreldiğinden ve kırlaştığından bahsetmiyordu bile. Neyse ki Arafel tarzı örgülerden vazgeçmiş, saçlarını kısa kestirmişti. Ama eyerinin üzerinde dimdik duruyordu ve o işlemeli, yeşil ipek ceketin altında omuzlarının vatkaya ihtiyacı yoktu ve kalçasında taşıdığı kılıcı hâlâ güç ve beceriyle kullanabileceğini biliyordu Ethenielle. Kare yüzlü, kafası beyaz bir tepe tutamı dışında tıraşlanmış, eskimiş bronz rengi sade bir ceket giymiş Easar Togita Arafel Kralı’ndan bir baş kısa, biraz daha zayıftı, ama onun yanında Paitar neredeyse yumuşak görünüyordu. Shienarlı Easar kaşlarını çatmıyordu –tam tersine, bakışlarında daimi bir hüzün var gibiydi– ama sırtındaki kılıç ile aynı metalden dövülmüş gibi görünüyordu. Ethenielle iki adama da güveniyordu –ve ailevi bağlarının o güveni sağlama aldığını umuyordu. Sınırboyları’nda insanları birbirine, Afet’e karşı verdikleri savaş kadar evlilik yoluyla oluşan ittifaklar da bağlamıştı. Ethenielle’in bir kızı Easar’ın üçüncü oğlu, bir oğlu Paitar’ın en sevdiği kız torunu ile evlenmişti. Onların ailelerinden bir erkek ve iki kız evlat da, evlilik yoluyla Ethenielle’in Evine katılmıştı. Kralların yol arkadaşları, kendileri kadar farklıydı birbirlerinden.

Her zamanki gibi, Ishigari Terasian içkili bir şölenin sarhoşluğundan yeni kurtulmuş gibi görünüyordu, Ethenielle’in eyer üzerinde gördüğü en şişman adamdı; güzel, kırmızı ceketi kırışmış, gözleri ıslak, yanakları tıraşsızdı. Tam tersine, Kyril Shianri uzun boylu ve ince, yüzündeki tere ve toza rağmen neredeyse Baldhere kadar zarifti. Çizmelerinin tepelerinde ve eldivenlerinde, saç örgülerinde gümüş çanlar asılıydı; yüzünde her zamanki tatminsiz ifade, Paitar dışındaki herkese burnunun tepesinden soğuk soğuk bakmak gibi bir alışkanlığı vardı. Shianri pek çok açıdan aptalın tekiydi –Arafel kralları konsey üyelerini dinliyormuş gibi yapmaya fazla zahmet etmezler, bunun yerine kraliçelerine güvenirlerdi– ama adam ilk bakışta göründüğünden daha fazlasıydı. Agelmar Jagad Easar’ın daha iri bir versiyonu gibiydi, sade giyimli, basit, çelik ve kayadan oluşmuş bir adam ve üzerinde Baldhere’in taşıdığından daha fazla silah vardı, salıverilmeyi bekleyen ani ölüm. Ve Serailla ne kadar tombulsa, Alesune Chulin o kadar zayıftı, Serailla ne kadar sadeyse, Alesune o kadar güzeldi ve Serailla ne kadar sakinse Alesune o kadar hararetliydi. Alesune güzel, mavi ipekler giymek için doğmuş gibiydi. Serailla’yı görünüşüne göre yargılamanın yanlış olduğunu hatırlamak iyiydi. “Barış ve Işık sizi kayırsın, Kandorlu Ethenielle,” dedi Easar kabaca, Ethenielle önlerinde dizginleri çekerken. Paitar aynı anda, “Işık size kucak açsın, Kandorlu Ethenielle,” dedi. Paitar’ın sesi hâlâ kadınların yüreğini daha hızlı çarptıracak nitelikteydi. Ve karısı onun çizmelerinin tabanına dek ona ait olduğunu biliyordu; Ethenielle Menuki’nin hayatı boyunca bir an bile olsun kıskançlığa kapıldığından ya da kıskanmak için sebebi olduğundan kuşkuluydu. Kendisi de kısa selamlarla karşılık verdi ve doğrudan, “Umarım buraya kadar fark edilmeden gelmişsinizdir,” diye bitirdi. Easar hıhladı ve sert bakışlarla onu süzerek eyer kaşının üzerinden eğildi. Zorlu bir adamdı, ama on bir sene önce dul kalmıştı ve hâlâ yastaydı.

Karısı için şiirler yazmıştı. Her zaman, göründüğünden daha fazlası oluyordu. “Eğer görülmüşsek, Ethenielle,” diye homurdandı, “hemen geri dönsek daha iyi olur.” “Şimdiden geri dönmekten bahsetmeye mi başladın?” Shianri ses tonu ve püsküllü dizginlerini savurması sayesinde, horgörüsünü bir meydan okumayı önlemeye ancak yetecek kadar nezaket ile perdelemeyi başardı. Buna rağmen Agelmar soğuk bakışlarla süzdü onu ve bütün silahlarının tam olarak nerede olduğunu hatırlayan bir adam gibi, eyerinde hafifçe kıpırdandı. Afet boyunca verdikleri sayısız savaşta eski müttefiklerdi, ama o yeni kuşkular çalkalanıyordu. Alesune, bir savaş atı kadar uzun boylu olan gri kısrağını dans ettirdi. Uzun, siyah saçlarındaki ince, beyaz tutamlar aniden bir miğferdeki sorguçlar gibi göründü ve bakışları, Shienarlı kadınların silah eğitimi almadıklarını, düello yapmadıklarını kolaylıkla unutturabilirdi. Unvanı yalnızca, kraliyet ailesinin shatayan’ıydı, ama bir shatayan’ın etkisinin aşçılara, hizmetkârlara ve kilercilerine emir vermekten ibaret olduğunu düşünenler, ciddi bir yanılgı içinde olurlardı. “Budalalık cesaret değildir, Lord Shianri. Afet’ten neredeyse korumasız ayrıldık ve başarısız olursak, hatta belki başarılı olsak bile, içimizden bazıları kellelerini kargılara geçirilmiş bulabilir. Belki hepimiz birden. Bu, al’Thor denen adam yapmasa bile Beyaz Kule yapabilir.” “Afet neredeyse uykuda,” diye mırıldandı Terasian, etli çenesini ovalarken bıyıklarını hışırdatırken. “Hiç bu kadar sessiz görmemiştim onu.

” “Gölge asla uyumaz,” diye araya girdi Jagad sessizce ve Terasian, bu da düşünülmesi gereken bir şeymiş gibi, başını salladı. Agelmar aralarındaki en iyi generaldi, dünyadaki en iyi generallerden biri, ama Terasian Paitar’ın sağ koluydu ve o konuma, iyi bir içki arkadaşı olduğu için gelmemişti. “Benim geride bıraktıklarım, Trolloc Savaşları yeniden başlamadığı sürece, Afet’e göz kulak olabilir,” dedi Ethenielle kararlı bir sesle. “Bunu sizin de yaptığına inanıyorum. Ama önemli değil. Bu saatten sonra geri dönebileceğimize gerçekten inanan var mı aranızda?” Son soruyu kuru bir sesle sormuştu, yanıt beklemiyordu, ama bir yanıt aldı yine de. “Geri dönmek mi?” diye sordu, bir genç kadın sesi arkasından. Saldaealı Tenobia dörtnala yanlarına geldi, beyaz iğdiş atının dizginlerini öyle sertçe çekti ki at gösterişli bir şekilde şaha kalktı. Tenobia’nın koyu gri kol yenlerinde inci sıraları uzanıyordu, altın kırmızı işlemeler kıvrılarak belinin inceliğini, göğsünün yuvarlaklığını vurguluyordu. Bir kadın için uzun boyluydu, en iyi tabirle aşırı belirgin denebilecek burnuna rağmen, güzel olmasa bile şirin olmayı başarıyordu. Koyu, derin bir mavi renge sahip iri, çekik gözleri de yardımcı oluyordu kesinlikle, ama aynı zamanda öyle güçlü bir özgüveni vardı ki, onunla parlıyordu sanki. Beklendiği gibi, Saldaea Kraliçesi’ne, sayısız amcasından biri olan Kalyan Ramsin eşlik ediyordu, kartal yüzlü, gür bıyıkları ağzının çevresinde aşağı kıvrılan, yara izleri ile kaplı, saçları kırlaşmış bir adam. Tenobia Kazadi askerlerin oluşturduğu konseye tahammül ederdi, başka kimseye değil. “Ben geri dönmeyeceğim,” diye devam etti sertçe, “sizler ne yaparsanız yapın. Sahte Ejder Mazrim Taim’in kellesini bana getirsin diye sevgili amcam Davram’ı gönderdim ve işittiklerime inanılırsa, şimdi hem o, hem de Taim, bu al’Thor denen adamı takip ediyor.

Arkamda elli bine yakın adam var ve siz neye karar verirseniz verin, amcam ve al’Thor Saldaea’yı kimin yönettiğini iyice öğrenmeden benim geri dönmeye niyetim yok.” Ethenielle, Serailla ve Baldhere ile bakıştı. Paitar ile Easar Tenobia’ya onların da yollarına devam etmeyi düşündüklerini söylemeye başladılar. Serailla başını hafifçe iki yana sallayarak ve minicik bir omuz silkme ile karşılık verdi. Baldhere açık açık gözlerini yuvarladı. Ethenielle Tenobia’nın sonunda geri dönmemeye karar vereceğini ummamıştı tam olarak, ama kız kesinlikle güçlük çıkaracaktı. Saldaealılar tuhaf tiplerdi –Ethenielle, Tenobia’nın amcalarından bir başkası ile evli olan kız kardeşi Einone’nin nasıl baş edebildiğini sık sık merak etmişti– ama Tenobia o tuhaflığın sınırlarını zorluyordu. Her Saldaealıdan gösteriş beklerdiniz, ama Tenobia Domanlıları bile şok etmekten hoşlanırdı ve onun yanında Altaralılar paspal kalırdı. Saldaealı mizacı efsaneviydi; onunki sert rüzgârda bir otlak yangını gibiydi ve neyin kıvılcım görevi göreceğini asla bilemezdiniz. Ethenielle, istemediği bir anda kadına mantığın sesini duyurmaya çalışmanın güçlüğünü düşünmek bile istemiyordu; bunu yalnızca Davram Bashere yapabilirdi. Bir de, evlilik meselesi vardı. Tenobia daha gençti, ama evlenmiş olması gereken yaşın üzerinden seneler geçmişti –hükümdar Ev’in bütün üyeleri için evlilik bir görevdi; ittifaklar yapılmalı, vârisler doğmalıydı– ama Ethenielle bu kızı kendi oğullarından biri için düşünmemişti hiç. Tenobia’nın kocasından bekledikleri, onunla ilgili başka her şey gibi havalıydı. Tenobia’nın kocası aynı anda bir düzine Myrddraal ile yüzleşebilmeli ve her birini öldürebilmeliydi. Bir yandan da arp çalarak ve şiir yazarak.

Atını dik bir yamaçtan indirirken âlimleri hayretten hayrete düşürmeliydi. Ya da tırmandırırken. Elbette, kocası ona boyun eğecekti –o bir kraliçeydi, değil mi–; yalnız, bazen Tenobia kocasının kendi dediklerini görmezden gelmesini ve onu omzuna atıp götürmesini bekliyordu. Kız tam olarak bunları istiyordu! Tenobia boyun eğme istediği bir anda kocası onu omzunun üzerine atmaya kalkarsa ya da tersini isterken boyun eğecek olursa, Işık ona yardım etsindi. Tenobia bunların hiçbirini açık açık söylememişti, ama onun konuşmalarını duyan aklı başında her kadın hemen anlardı. Tenobia bekâr ölecekti. Yani, bu olaydan canlı kurtulursa. Aksi halde yerini Davram ya da vârislerinden biri alacaktı. Ethenielle’in kulağına bir sözcük çalındı ve Ethenielle eyerinde sırtını dikleştirdi. Dikkatle dinliyor olmalıydı; tehlikede olan çok şey vardı. “Aes Sedai mi?” dedi keskin bir sesle. “Aes Sedailere ne olmuş?” Paitar’ınki dışında, Beyaz Kule’deki çalkantıların haberini alır almaz Aes Sedai danışmanlarının hepsi gitmişti, Ethenielle’in danışmanı Nianh ile Easar’ın danışmanı Aisling iz bırakmadan kaybolmuşlardı. Planları Aes Sedailerin kulağına çalınacak olursa… Eh, Aes Sedailerin her zaman kendi planları olmuştu. Her zaman. Ellerini bir değil, iki yabanarısı kovanına soktuğunu keşfetmek hiç hoşuna gitmeyecekti.

Paitar, biraz mahcup görünerek omuzlarını silkti. Onun için önemsiz bir jest değildi bu; tıpkı Serailla gibi o da hiçbir şeyin onu altüst etmesine izin vermezdi. “Coladara’yı arkada bırakmamı bekleyemezdin, Ethenielle,” dedi yatıştırıcı bir sesle, “hazırlıkları ondan saklayabilseydim bile.” Ethenielle öyle bir beklenti içinde değildi; adamın en sevdiği kız kardeşi Aes Sedai’ydi ve Kiruna onun Kule’ye karşı derin bir sevgi beslemeye başlamasına sebep olmuştu. Ethenielle öyle bir şey beklememişti, ama umut beslemişti. “Coladara’nın ziyaretçileri oldu,” diye devam etti Paitar. “Yedi tane birden. Bu koşullar altında, onları da getirmek sağduyulu bir hareket gibi göründü. Neyse ki, ikna etmek kolay oldu. Aslında, hiç çaba gerekmedi.” “Işık ruhlarımızı aydınlatsın ve korusun,” diye nefes verdi Ethenielle ve Serailla ile Baldhere’in yankıladıklarını duydu. “Sekiz Aes Sedai mi, Paitar? Sekiz?” Beyaz Kule, niyetlendikleri her hamleyi çoktan öğrenmiş olmalıydı. “Benim yanımda da beş tane var,” diye araya girdi Tenobia, bir çift yeni terlik aldığını ilan edermiş gibi. “Tam Saldaea’dan ayrılırken buldular beni. Tesadüf eseri, eminim; benim kadar şaşırmış görünüyorlardı.

Benim ne yaptığımı öğrendiklerinde –bunu nasıl yaptıklarını hâlâ bilmiyorum, ama öğrenmişler–, bir kez öğrenince, koşa koşa gidip Memara’yı bulacaklarından emin oldum.” Kaşları, bir anlık öfke ile çatıldı. Elaida Tenobia’ya zorbalık etmesi için bir Aes Sedai göndererek büyük hata yapmıştı. “Halbuki,” diye bitirdi, “Illeisien ve diğerlerinin gizliliğe benden de çok önem verdiklerini gördüm.” “Yine de,” diye ısrar etti Ethenielle. “On üç Aes Sedai. İçlerinden birinin mesaj göndermenin bir yolunu bulması yeterli. Birkaç satır. Sindirdikleri bir asker ya da hizmetçi. Onları durdurabileceğini düşünen var mı aranızda?” “Zarlar kaptan çıktı,” dedi Paitar kısaca. Olan olmuştu. Ethenielle’in kitabına göre Arafelliler de Saldaealılar kadar tuhaftı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir