Robert M. Hazen – Dünya’nın Öyküsü

Y irminci yüzyılın en çarpıcı görüntülerinden biri, 1968 yılında Ay’ın çevresinde seyahat eden bir gezginin çektiği Dünya’nın doğuşunun fotoğrafıdır. Dünya’mızın ne kadar önemli ve özel olduğunu uzun süredir biliyoruz: Dünya okyanuslarca suyun, oksijeni bol bir atmosferin, yaşamın olduğu bilinen tek gezegendir. Ancak ayın düşman görünümü, uzayın donuk siyah boşluğu ve mavi üzerine beyaz desenli davetkar evimiz arasındaki nefes kesici ölçüde şiddetli karşıtlığa çoğumuz hazır değildik. Bu uzak bakış açısından Dünya yalnız, küçük ve hassas fakat aynı zamanda bugüne dek göklerde görülen diğer tüm objelerden daha güzeldir. Ana gezegenimiz anlaşılır biçimde bizi büyüler. İsa’nın doğumundan iki yüzyıldan daha fazla bir zaman öncesinde, bilge Yunan filozof Kireneli Eratosthenes, Dünya’ da belgelenen ilk deneyi yürüttü. Dünya’nın çevresinin ustalıklı biçimde ölçümünü gölgelerin basit gözlemi üzerine temellendirdi. Mısır’ın Syene kasabasında, yaz gündönümü öğle vaktinde, Güneş’in tam tepede olduğunu gözlemledi. Dikey bir direğin hiç gölgesi olmuyordu. Buna karşılık aynı gün, aynı zamanda, yaklaşık 800 kilometre kuzeyde bulunan İskenderiye kıyı şehrinde benzer şekilde duran bir direk çok az gölge bırakıyor, dolayısıyla Güneş’in bu bölgede tam olarak tepede olmadığını ortaya koyuyordu. Erathosthenes Dünya’nın yuvarlak olduğu sonucuna varabilmek için Yunan önceli Öklid’in geometrik teoremlerini uyguladı ve yaklaşık olarak 40.230 kilometrelik bir çevresi olması gerektiğini hesapladı; bu Ekvator çevresinin yerleşik modern değeri olan 40.075 kilometreye oldukça yakındı. DÜNYA’N IN ÖYKÜSÜ Yüzyıllar boyunca, pek azı saygın isimlere sahip olan fakat büyük çoğunluğu tarih içinde kaybolmuş başka binlerce bilim insanı, evimiz olan gezegen üzerinde incelemeler yapmış, fikir üretmiştir. Dünya’nın nasıl oluştuğunu, göklerde nasıl hareket ettiğini, neden yapıldığını ve nasıl işlediğini sormuşlardır.


Her şeyin ötesinde de bu bilim insanları hareketli gezegenimizin nasıl geliştiğini, nasıl canlı bir Dünya haline geldiğini merak etmişlerdir. Bugün, hatırı sayılır ve gitgide artan bilgimiz ve insan teknolojisinin harikaları sayesinde, Dünya hakkında kadim filozofların kavrayabileceğinden daha fazla şey biliyoruz. Elbette her şeyi bilmiyoruz fakat kavrayışımız zengin ve derin. İnsanlığın doğuşundan bu yana Dünya’ya ilişkin bilgimiz artmış, bin yıllık dönem içinde sabit bir kavrayışa evrilmiş olmakla beraber, bu gelişimin büyük bir bölümü Dünya üzerinde yapılan çalışmanın değişimin çalışması olduğunu ortaya koymuştur. Gözlemsel kanıtların pek çoğu Dünya’nın her sene, her çağ farklılaşan doğasına işaret eder. İskandinavya’daki bazı buzul göllerinin dizemsel olarak katmanlandınlmış ya da varvlı çökeltileri otuz bin yıldan uzun süre boyunca değişen daha ince ve daha kalın parçalan açığa çıkarır; bunlar yıllık bahar çözülmelerinde daha hızlı gelişen erozyonun sonuçlandır. Antarktika ve Grönland’da bulunan donmuş buzul özleri, sekiz yüz bin yıllık mevsimsel buz birikintilerinden daha fazlasını ortaya koyar. Wyoming’in Green River Şeyli’nden kağıt inceliğinde tortu katmanlarının çökeltileri de bir milyon yıldan uzun süreli yıllık olaylan içerir. Bu tabakalardan her biri, kendileri büyük değişim döngülerinin ipucunu veren çok daha yaşlı kayaların üzerinde durur. Aşamalı jeolojik süreç ölçüleri, Dünya tarihinin daha da geniş aralıklarına işaret eder. Büyük Hawaii adalarının oluşumu, volkanik aktivitelerin ağır ve düzenli biçimde ilerlemesini, lav örtülerinin milyonlarca yıl boyunca üst üste yığılmasını gerektirmiştir. Apalaşlar ve diğer antik geniş dağ sıralan, büyük heyelanların kesintiye uğrattığı milyonlarca yıllık kademeli bir erozyonun sonucudur. Tektonik plakaların bazen düzensiz olan hareketleri, jeolojik 2 GİRİŞ tarih boyunca kıtaları yerinden oynatmış, dağları yükseltmiş ve okyanusları açmıştır. Dünya her zaman yerinde duramayan, evrilen bir gezegen olmuştur. Çekirdekten kabuğa sürekli bir değişkenlik içindedir.

Bugün dahi hava, okyanuslar ve toprak, muhtemelen gezegenimizin yakın geçmişinde benzeri olmayan bir hızla değişmektedir. Bu rahatsız edici küresel değişiklikleri umursamamamız aptallık olurdu ve pek çoğumuz için bu gerçekten de imkansız görünür; evimize duyduğumuz ilgi ve sevgi, bizim için Eratosthenes için olduğu kadar doğaldır. Fakat öykülenen şaşırtıcı geçmişi, öngörülemeyen dinamik bugünü ve kendimiz ve onun geleceğindeki yerimiz hakkında bize halihazırda söylediklerinden bütünüyle yararlanmadan yeryüzünün mevcut durumuna gönderme yapmamız aynı derecede aptalca olurdu. Hayatımın büyük bölümü canlı, karmaşık, değişken evimizi anlama çabası içinde geçti. Küçük bir çocukken, kaya ve mineraller toplar, odamı fosil ve kristallerle doldururdum, bunlar rastlantısal biçimde bir araya getirilmiş böcek ve kemiklerle yan yana dururdu. Bütün profesyonel kariyerimde Dünya temel konuyu oluşturdu. Atomların mikroskopla görülemeyecek kadar küçük ölçüleriyle deneyler yaparak başladım, kaya oluşturan minerallerin moleküler yapısı üzerinde çalıştım ve Dünya’nın derinliklerinin basınçlı tencereye benzer etkilerini belgelemek için küçük mineral taneciklerini ezdim. Zamanla bakış açım jeolojinin daha büyük mekansal ve zamansal dokusunu içine alacak biçimde genişledi. Yeryüzünün doğal kütüphaneletj, Kuzey Afrika çöllerinden Grönland’ın buz sahalarına, Hawaii sahillerinden Rockies zirvelerine, Avustralya’daki Büyük Set Resifi’nden düzinelerce ulustaki antik fosilleşmiş mercan kayalıklarına kadar, elementlerin, minerallerin, kayaların ve yaşamın paylaştığı milyarlarca yıllık bir öyküyü açığa çıkarır. Araştırma programım minerallerin yaşamın antik jeokimyasal kökenlerindeki olası rollerine kaydıkça, Dünya tarihi boyunca yaşamın 3 DÜNYA’N IN ÖYKÜSÜ ve minerallerin birlikte evrilmesinin geçmişte hayal edildiğinden de çarpıcı olduğunun iddia edildiği çalışmalardan keyif almaya başladım; kıtanın bütünündeki kireç taşı mağaralarında da açıkça görüldüğü gibi yalnızca belirli kayaların yaşamdan doğuyor oluşundan değil, yaşamın kendisinin kayalardan doğmuş olabileceğinden de. Dört milyar yılı aşan Dünya tarihi boyunca, minerallerin ve yaşamın -jeoloji ve biyolojinin- evrimsel öyküleri, yeni yeni anlaşılmaya başlanan çarpıcı biçimlerde iç içe geçmiştir. Bu fikirler, 2008 yılında “Mineral Evrimi”ne ilişkin geleneksel olmayan bir yazıda bir araya gelmiştir; bu, bazılarının muhtemelen iki yüz yıl içinde mineralbiliminde gerçekleşen ilk paradigma değişimi olarak kucakladığı, diğerlerininse bilim dalımızın derin zaman bağlamında inanışa ters biçimde olası bir yeniden çerçevelendirilmesi olarak ihtiyatla değerlendirdiği, tartışmalı yeni bir argümandı. Antik mineraloji disiplini, Dünya ve onun öykülenen geçmişine ilişkin bildiğimiz her şeyin bütünüyle merkezinde olsa da, merak uyandıran biçimde statik ve zamanın kavramsal aşırılıklarından kopuk olmuştur. Kimyasal kompozisyon, yoğunluk ve sertlik ölçüleri, optik özellikler ve kristal yapı, iki yüz yıldan uzun bir süredir mineraloğun temel uğraşlarıdır. Herhangi bir doğal tarih müzesini ziyaret ettiğinizde ne demek istediğimi anlarsınız: Birbiri ardına cam yüzlü ve düz kutular olarak dizilmiş, isim, kimyasal formül, kristal sistem ve mekan gösteren etiketleri olan muhteşem kristal türler.

Yeryüzünün bu en değerli parçaları, tarihsel bağlamda zengindir fakat ortaya çıkış dönemlerine ya da sonraki jeolojik dönüşümlerine dair herhangi bir ipucu arayışınız muhtemelen sonuçsuz kalacaktır. Eski yaklaşım, mineralleri etkileyici yaşam öykülerinden neredeyse koparır. Bu geleneksel bakış açısının değişmesi gerekir. Yeryüzünün zengin kaya birikimini inceledikçe, hem canlı hem cansız doğal Dünya’nın kendisini nasıl tekrar tekrar dönüştürdüğünü daha fazla gözlemleriz. Zamanın ve değişimin ikiz gezegensel gerçekliklerine ilişkin artan kavrayışımız yalnızca minerallerin ilk olarak nasıl oluştuğu hakkında değil, ne zaman oluştuğu hakkında da varsayımlarda bulunmamızı mümkün kılmıştır. Uzun süredir 4 GİRİŞ zor yaşamsal koşullarının olduğu kabul edilen (aşın ısınmış volkanik yanardağ ağızlarının, asitlik havuzların, arktik buzların ve dev toz bulutlarının olduğu) yerlerdeki organizmaların yakın zamandaki keşifleri de, mineralojinin yaşamın kökenlerini ve sürekliliğini kavrama arayışında temel bir disiplin olduğunu ortaya koymuştur. Alanın en iyi dergisi American Mineralogist’in 2008 yılı Kasım sayısında, meslektaşlarımla birlikte mineral krallığı ve bu krallığın zamanın keşfedilmemiş boyutlarındaki inanılmaz dönüşümleri hakkında düşünmenin yeni bir yolunu önerdik. Bundan milyarlarca yıl önce, evrenin herhangi bir yerinde hiçbir mineral olmadığını vurguladık. Büyük Patlama’yı izleyen kızgın girdapta herhangi bir kristal bileşimin varlığını sürdürmesi bir yana, oluşumu dahi mümkün değildi. Yaratım kazanından ilk atomların (hidrojen, helyum ve biraz lityum) bile doğması yarım milyon yıl aldı. Yerçekimi bu ilkel gazlı elementleri ilk nebulalara geçirirken ve sonrasında nebulaları ilk sıcak, yoğun, parlak yıldızlara çökertirken milyonlarca yıl daha geçmiştir. Ancak bu ilk yıldızlar ihtişamlı bir süpernovaya dönüştüğünde, genişleyen, soğuyan element-yoğun gaz tabakaları ilk küçük elmas kristallerini yoğunlaştırdığında, kozmik mineralojik efsane başlayabilmiştir. Böylelikle kayaların tanıklığının, doğum ve ölüme, durgunluk ve akışa, kökenlere ve evrime dair anlattıkları, bazen parçalı ve muğlak olsa da inandırıcı öykülerin zorunlu bir okuru oldum. Yeryüzünün canlı ve cansız bölgelerinin (yaşamın ve kayaların birlikte geçirdiği evrimin) bu anlatılmamış büyük ve bütünlüklü öyküsü, oldukça büyüleyici. Bu öykü paylaşılmalı, çünkü biz yeryüzüyüz.

Bize koruma ve besin sağlayan her şey, sahip olduğumuz tüm objeler, gerçekten de etle kaplı kabuklarımızın her bir atomu ve molekülü, yeryüzünden geliyor ve yeryüzüne dönecek. O halde evimizi tanımak, kısmen kendimizi tanımaktır. Yeryüzünün öyküsü de paylaşılmalı çünkü okyanuslarımız ve atmosferimiz uzun tarihlerinde nadiren görülen bir hızla değişiyor. Okyanuslar daha ılık ve daha asitli hale gelirken yükseliyor. Atmosfer daha çalkantılı hale gelirken küresel yağış şablonları değişiyor. Kutup buzları eriyor, tundra çözülüyor ve yaşam alanları 5 DÜNYA’N IN ÖYKÜSÜ değişiyor. İlerleyen sayfalarda keşfedeceğimiz gibi yeryüzünün öyküsü bir değişim efsanesi, fakat değişimin bu denli ürkütücü bir hızla gerçekleştiği geçmişteki o nadir görülen durumlarda, hayat korkunç bir bedel ödemiş gibi görünüyor. Kendi iyiliğimiz için düşünceli biçimde ve zamanında hareket edeceksek, yeryüzüyle ve onun öyküsüyle yakınlık kurmalıyız. Çünkü 385.000 kilometre ötede yaşamın olmadığı bir dünyadan çekilen o kusursuz resimde son derece açık biçimde görüldüğü üzere başka bir evimiz yok. Eratosthenes’in ve onu izleyen binlerce meraklı zihnin geleneğinde, benim bu kitaptaki amacım, yeryüzünün uzun değişim tarihini aktarmak. Dünya yakın ve tanıdık görünebilse de canlı öyküsü neredeyse hayallerin ötesinde bir dizi dönüşümse! olayı kucaklıyor. Eviniz olan gezegeni gerçek anlamda tanımak ve onu biçimlendiren sonsuzlukları kavrayabilmek için öncelikle zihninizi yedi temel gerçekle kuşatmalısınız. ı. Dünya geri dönüştürülmüş ve geri dönüşebilen atomlardan yapılmıştır.

2. Dünya, insan zaman çerçeveleriyle kıyaslandığında, oldukça yaşlıdır. 3. Dünya üç boyutludur ve eylemlerin çoğu göz önünde değildir. 4. Kayalar Dünya tarihinin arşiv görevlileridir. 5. Dünya sistemleri -kayalar, okyanuslar, atmosfer ve yaşamkarmaşık biçimde iç içe geçmiştir. 6. Dünya tarihi bazen ani, geri dönüşü olmayan olaylarla kesintiye uğrayan uzun durağanlık dönemlerini kapsar. 7. Yaşam Dünya’nın yüzeyini değiştirmiş ve değiştirmeyi sürdürmektedir. Dünya’nın varlığına ilişkin bu kavramlar geniş mekan ve zaman destanlarında, atomların, minerallerin, kayaların ve yaşamın iç içe geçmiş öykülerini çerçevelendirir; bu kavramlar ilerleyen 6 GİRİŞ sayfalarda, evrenin ateşten özünün ve yeryüzünün uzayan evriminin her aşamasında yeniden ortaya çıkacaktır. Yeryüzünün ve yaşamın bir arada evrilmesi, bu kitabın temelini oluşturan yeni paradigma, geçmişe, Büyük Patlama’ya kadar uzanan geri dönüşsüz evrimsel aşamalar dizisinin bir parçasıdır. Her aşama bugün yaşadığımız eşsiz dünyaya açılan yolu önüne geçilemez biçimde şekillendirmiş, nihayetinde gezegenimizin yüzeyini tekrar tekrar biçimlendirecek yeni gezegen süreç ve olguları sunmuştur.

Bu, Dünya’nın öyküsüdür.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir