Sadreddin Konevi – Fatiha Suresi Tefsiri

Allah, başta Efendimiz Hz. Muhammed ve onun ailesi olmak üzere, seçkin kullarına merhamet eylesin. Ya rabbi! Nimet verdin, tamamla, izhâr ettin, umumileştir. Hamd, en mahrem gaybının izzet perdesinde gizlenmiş Allah’a mahsustur. Hak, müphemleşmiş, gizlenmiş, kapsamış, zâhir olmuş ve tecellî etmiştir. Ardından, açıklamış, izhâr etmiş, süslemiş ve bildirmiştir; yaratmayı dilemiş ve karar vermiştir; tedbir etmiş ve tafsilleştirmiş; takdîr ve kazâ etmiştir; hüküm vermiş ve emretmiştir. Sonra, yönelmiş, kemâle erdirdiği insanı kendi mertebesinin sûretine göre yaratmış, düzenlemiş, ölçü vermiş ve takdir etmiş, en güzel kıvâmı vermiştir. Onu ne de güzel giydirmiştir! Nimet vermiş, takdir etmiş, kemâle erdirmiş, işlerin yöneticiliğine ve beyânın kurallarına o insanı sahip yapmıştır. Böylece, gizli, örtülü ve özet şeyleri açıklamıştır. Bu sayede insan, kuşatan ve açıklayan bir imam, esrâr ve cem’ mertebesi ve de nûrların ve gölgelerin madeni olan en büyük Ümmü’l-kitab üzerine güvenilir bir koruyucu olmuştur. Ne kadar da yüce, büyük, nûrlu ve güzeldir! O Subhan’a ham ederim. O, kendi kendini övmüş, kulu da cem ve sevginin birliğinin diliyle O’na hamd etmiştir; Bu hamd, en yüce, en kapsamlı, en zâhir ve en şâmil hamddır. O’na şükrederim. Bu şükür, Allah’tan gelen nimeti Allah sayesinde görenlerden olmayı ümit eden bir insanın şükrüdür. Bununla birlikte kul, tam olarak acizliğinin farkındadır ve zikredilen hamd makâmını müşâhede etmektedir.


En üstün, kâmil, önemli ve faziletli şükür budur. Allah’tan dileğim şudur. Katındaki en şerefli isim ve en ulvî tecellîlerinden ortaya çıkan nimetlerinden kaynaklanan rahmet ve ikrâmları, Hz. Peygamber Efendimize, onun ailesine ve ümmetinden onun ilmine, hallerine makâmlarına vâris olan seçkinlere sürekli aksın! Bu duayı yaparken, ihsanından duamın kabul edilmesini ümit etmekteyim. Çünkü O, kendisinden bir şey istenilenlerin en cömerdidir. Bu nedenle O, icâbet eder, cömertçe verir, ikrâmını peyderpey gönderir, ihsan eder ve dağıtır. Özellikle Allah yolundaki kardeşlerim, genel anlamda da onlara ve hallerine inanan ve kendilerini sevenler topluluğu! Bu ulvî hitabın hedef kitlesi sizsiniz ve sizleredir bu övgüye değer armağan. Biliniz ki: Allah teala, kendisine dair tam marifet ve müşâhede makamına ulaştıktan sonra, ezelî inâyeti ve ihsanından kaynaklanan minnetinden bendesine isimlerin ve hakîkatlerin bilgisinden; varlığın ve yaratıkların sırlarından dilediklerini ve istediklerini ikrâm etmiştir. Bu ikrâm, O’nun cömertliği ölçüsünde değil, kabûl ve ehliyete, ilâhî esintilere hücumdan ibâret olan yönelişin ihlasına ve niyetin temizliğine göredir: Çünkü Hakkın cömertliği, sınırlanamayacak veya takyit edilemeyecek veya bir sona varıp belirlenemeyecek kadar yücedir. Hakkın kuluna olan ikrâmlarından birisi de, bütün mühim ilimleri içeren yüce kitabının bazı sırlarına onu muttali kılmasıdır. Allah, kuluna şunu göstermiştir: Bu kitap, gayb ve şehâdeti birleştiren mertebede ilmin ihâta ettiği şeylerin hükmüyle boyanmış olarak, irâde ve kudret sıfatları arasında gerçekleşen gaybî bir mücadeleden zuhûr etmiştir. Fakat bu zuhûr, mertebe ve mevtının gereğine; kitabın muhâtabının durumu, hali ve vaktinin tabilik ve istilzâm yoluyla kendisini belirleyişine göre gerçekleşmiştir. Binaenaleyh kelâm, hakîkati yönünden mücerret olsa bile, geliş yolunda zikredilen iki sıfâtın (kudret ve irâde) hükmünü kendisinde birleştirdiği ve şehâdet âlemindeki zuhûru da bu iki sıfata bağlı olduğu için, adeta bu iki sıfattan meydana gelmiş gibidir. Kelâmın irâde sıfatına ait oluşunun nedeni, onun konuşanın maksadı, irâdesinin sırrı, onu ortaya çıkartan, ulaştıran ve taşıyan olmasıdır. Bu nedenle kelâm, konuşanın içinde gizli şeyleri, işiten ve dinleyen herkese açar.

Kelâmın kudret sıfatıyla ilişkisi ise, ilâhî ve kevnî tesir için bir alet olmasından kaynaklanır. Bunun için yaratma, mânâ ve sûret olarak ya da her ikisiyle birlikte Kün/Ol sözüne bağlı olmuştur. Dolayısıyla, bu önemli sırra dikkat çekmek amacıyla, onun için tesir anlamına gelen kelm kelimesinden bir isim türetilmiştir. Ardından şu hüküm, konuşan herkesten ortaya çıkan sözlere sirayet etmiştir: Her kelâm, sözü edilen nispetlerin hükmüyle zuhûr edebilir, zuhûr ederken de, konuşanın derûnunda bulunan şeylerle ve konuşurken veya tabiatında kelâm sâhibine hâkim olan halin gerektirdiği hükümle boyanmıştır. Daha sonra, kelâmın mertebelerini, hükümlerini ve sırlarını ortaya çıkartacak bilgiler vereceğiz. Hak, sûreti itibarıyla büyük olan ilk âlemi, isimlerinin ve Kalem-i esma’ya (Kalem-i a’lâ) tevdi edilmiş ilminin nispetlerinin sûretlerini taşıyan bir kitap yapmıştır; sûretiyle küçük âlem olan insân-ı kâmili ise, isim ve isimlendirilen mertebelerini birleştiren orta bir kitap; aziz Kur’an’ı ise, yaratılmışın Hakkın sûretine göre yaratıldığının açıklayıcısı yapmıştır. Böylelikle yaratılışındaki gizem ve sûret ve mertebesinin sırrı ortaya çıkar. Şu halde Aziz Kur’an, insan ile ortaya çıkan kemâlin özelliklerinin açıklayıcı bir nüshâsı olmuştur. Fâtiha suresi ise, Kur’an’ın eksiksiz ve noksansız nüshâsıdır. Bütün tâli nüshâlar, ilkinin özeti oldukları gibi, Fâtiha suresi de ulvî nüshaların sonuncusu olmuştur. İlâhî-küllî kitaplar, aslî-ilk mertebelerin sayısına göre beştir. Bunların ilki, zuhûr eden her şeyi kuşatan nûranî-ilmî[1] gayb mertebesidir. Mücerret mânâlar, ilmî-esmâî[2] nispetler bu mertebeye aittir. Bunun mukâbili, zuhûr ve şehâdet mertebesidir. Büyük kitap diye isimlendirilen kevnî varlığın zâhiri ve diğer surî türler bu mertebeye aittir.

Üçüncüsü, cem-vücûd, gizleme-ilan mertebesidir. Bu, orta mertebedir. Bu mertebenin sahibi, insandır. Bu orta mertebenin sağında bir mertebe vardır ki, önceki gayb ile bu mertebe arasında bulunur. Bu mertebenin orta mertebeye nispeti daha güçlü ve tamdır. Bu mertebenin kitabı, ruhlar âlemi ve korunmuş Levh-i mahfûzdur. Orta mertebenin solunda bir mertebe vardır. ez-Zâhir ismine ve şehâdet âlemine nispeti daha yakındır. Burası, nebilere indirilmiş kitap ve sâhifelerin mertebesidir. Söz konusu dört kitap[3] insanın perdelenmiş mertebesine ait hükümler denizinin nehirleridir. Diğer tafsilî-varlık mertebeleri ise, bu ulvî esasların arasında ortaya çıkar. Çünkü aslî nispetlerin ve bu nispetlere tabi isimlerin hükümleri, ulvî-ana mertebelere bağlıdır. Sözü edilen tabi-isimler, mülk, melekût ve ceberût âlemlerinde tasarruf eder.[4] Varlıkların türleri ise, isim ve sıfatların sırlarının mazharlarıdır. Binaenaleyh, kim bu beş mertebeden birisinin mazharı olursa, kutsiyet mertebesinde o kişinin bu mertebeye nispeti daha güçlüdür.

Çünkü bu aslî-mertebenin o şahıstaki hükmü[5] , daha açık ve daha barizdir. Onun sözü ve Haktan bu mertebe yönünden gelen hitap, daha güçlü ve daha sağlamdır. Beş mertebeden her birisinin rabbanî bir kemâli vardır. Bu kemâlin hükmü, mazharı olan insanın onu kabul etmesine göre ortaya çıkar ve devam eder. Kimin makâmı dairenin orta noktası olup da, kenarların zalim cezbelerinden emin olursa -Hz. Peygamberimiz gibi- o kişinin sözü, hüküm yönünden daha genel olur.[6] Bu kişiye inen tenezzüller de, ihâta açısından daha büyük, ilim açısından daha kapsamlıdır. Çünkü o, bütün mertebelerin hükümlerini şâmildir ve onları ihâta eder. Hiç bir şey, o kişinin etkisinin dışında değildir. Bu makâmın, ikrar ve inkâr dolayısıyla gizlenmiş olan bazı sırları vardır. Bu sırlar, vakitsiz açıklanmaları ve mahallerine ulaşmayacakları korkusuyla, yerli yerinde bırakılmıştır. İfşa edilmeleri câiz olsaydı, size açıklar, âyetlerini sizlere okurdum. Fakat, Allah teala’nın “İnsanlara indirilen şeyleri kendilerine açıklaman için” (Nahl, 44) deyip de, “kendine indirilenleri” veya “sana indirilen bütün şeyleri” demeyişi gibi ilâhî işâretlerin ve hikmetlerin sırrı, bunları açıklamayı engellemiş, ilâhî ikâzı dikkate alıp, bu noktada susmak şart olmuştur. Kul bu sırların hazinelerine vâkıf olup, bu sırlardan Allah’ın perdesini kaldırmayı dilediği şeyleri öğrendiğinde elde ettiği bilgiyi ifâde etmesini ve bildirmesini gerektirecek -sırrı izhâr etmek içinHak yönünden bir sebep görmez. Bu sırrı izhâr etmek için –Allah’a hamd olsun- bir arzu da duymaz.

Böylelikle, susmayı ve gizlemeyi yeğler; ilâhî yardım ile gizlemenin hükmü, açıklamaya egemen olur. Bu kişinin hali, böyle devam etmiştir. Ta ki, Hak onun niyet gerekçesini, kendisine yönelmek üzere Hakta sefer, Hakkın cömertlik esintilerine yönelme ve Hakka dönmek açısından, bir kez daha yeniler. Bu yönelme vesilesiyle değil-[7] Hak, o kişiye yeni bir fetih bahşeder; basîret gözünü -fetih dolayısıyla değil- kendisiyle yenilemiştir[8] . Verdiği nimete şükrü yerine getirmek için ayakta duruşunu bundan aciz olduğu için, oturuş yapmıştır. Aynı zamanda, kitabının bilgisinin sırlarından bu kitabın pek çok kapı kilitlerini açacak şeyleri bu fethin kapsamına koymuştur. Ardından, bu sırlardan bir kısmını ilâhî yoldaki kardeşlerine ve Ebrâr’a açıklamak için, bereketi parlak bir niyetle kalbini hareketlendirmiştir; Allah’ın ihsanından bu niyetin getirebileceği sıkıntılardan korunma ümit edilir. Kul, niyetini gerçekleştirmesi için Rabbından hayırlısını dilemiştir. Bunu yaparken de, bu niyet sayesinde kendi katında salih bir ürün ve bâki bir söz yaratmasını ümit eder.[9] Allah’ın adı ile başlıyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir