Samir Amin – Modernite Demokrasi ve Din

Bu eserde kültüralizm veya “kültüralizınler” denilenin eleştirisini yapmayı amaçlıyoruın. Kültüralizm denilenden de görünüşte iç tutarlılığa sahipmiş izlenimi veren, kapsayıcı, “kültürel” değişmezler varsayımına dayalı, ekonomik, sosyal ve politik sistemlerin dönüştürücü etkisine maruz olmayan bir teoriyi anlıyorum. Bu anlayışta kültürel özgünlük zorunlu olarak farklı olması gereken tarihsel güzerg3hların başlıca itici gücü sayılıyor. “Gelenekten” bir kopuş demek olan modernite Rönesanstan itibaren Avrupa’ da ortaya çıktı. O zamana kadar tribüter [haraççı] ideolojinin geçerliliği söz konusuydu. [Söz konusu ideoloji harnca dayalı üretim tarzının ideolojisidir ve feodalizm de onun bir varyantıdır]. Modernite, insanların bireysel ve kolektif [toplumlar] olarak tarihlerini yaptıkları ilkesine dayanır. Oysa o zamana kadar başka yerlerde olduğu gibi, Avrupa’da da tarihi Tanrı’nın [veya doğaüstü güçlerin] yaptığı düşüncesi geçerliydi. O aşamadan itibaren modernite akılla özgürleşmeyi [ emansipasyon] birleştiriyor, tanımı gereği kendisi de 1 O modemite demokrasi ve din modem olan demokrasinin yolunu açıyordu. Zira modemite devletle dinin birbirinden ayrılması demek olan laikliği varsayar ve o temel üzerinde politikayla bağ kurup onu yeniler. Modernite, doğmakta olan kapitalizmin eseridir ve onun dünya ölçeğinde yayılmasıyla birlikte yol almaktadır. Kapitalizm de gelişme yasalarımn mantığı gereği, yayılınacı ve kutuplaştıncıdır. Başka türlü söylersek, kapitalizm giderek derinleşen eşit olmayan ve asimetrik bir gelişme seyri izliyor ki, bu özellik sistemin çevresinde yer alan toplumların şimdilerde ABD-Avrupa-Japonya üçlüsünün oluşturduğu merkez gibi olmasını, velhasıl “yakalamayı” imkansız hale getiriyor. Bu çarpıklık da bu güne kadar kapitalist ·olan dünya gerçekliğinde modernitenin neden güdük kaldığı sorusunu gündeme getirir. İşte bu yüzden kapitalizmin kültürü söz konusu asimetrik gerçekliğin gereklerini içselleştirip, evrenselci ilkeler iddiasım kültürali st, değilse Avrupa-merkezli dayanaklarla birleştirdiğinde içeriği bütünüyle boşalıyor.


Kaçınılmaz olarak modernite dini inançların yeni bir tanunmı dayattı ki, böylece dini inançları modernitenin temel ilkesi olanla -İnsanoğlu tarihini yapar- bağdaşır hale getirdi. Avrupa-merkezli kültüralizm dindeki bu değişikliği [özellikle de Protestan reformunu] Avrupa’da ortaya çıkan dönüşümlerin birinci nedeni saydı. Ben bu teorilerin, özellikle de Max Weber’in tezlerinin tam da tersini iddia ediyorum. İleri sürülenin aksine, dinlerin yeniden yorumu daha ziyade söz konusu sosyal dönüşümlerin nedeni değil sonucuydu. Dinlerin yeni yorumu ileri sürüldüğü gibi önemli değildi, şu veya bu özel evrim yolunda sadece süreci duruma göre hızlandıncı veya yavaşlatıcı bir etkisi olabilirdi. Şimdilerde modemite krize girmiş duruıİıda, zira gerçek toplumsal alanda yol almaya devam eden küreselleş- l modemite, demokrasi ve din kültüralizmlerin eleştirisi ll miş kapitalizmin çelişkileri o hale geldi ki, artık bizzat kapitalizm uygarlığı tehlikeye atmış bulunuyor. Kapitalizm “gününü doldurdu”; bundan böyle kapitalist yayılmanın yıkıcı boyutu çoktan onun tarihte oynadığı ilerici misyonu tanımlayan yapıcı boyutunun önüne geçmiş durumda. Modernitenin krizinin bizzat kendisi de sistemin bunamışlığımn bir işaretidir. Başlangıçta evrenselci tutkulan olan bwjuva ideolojisi bundan vazgeçip onun yerine postmodem zorunlu “kültürel özgünlükler” söylemini [bayağı tabirle vazgeçilemez kültürler çatışmasını] koydu. Ben bu söylemin tam da karşıtında yer alan, modemiteyi hiçbir zaman tamamlanmamış bir süreç sayan bir yaklaşım öneriyorum. Bana göre modernite, mevcut ölümcül krizini ancak daha ileriye giderek, gezegenin tüm toplumlannı yeni bir ekonomik, sosyal ve politik yapıya kavuşturacak üniversal değerleri yeniden keşfederek aşabilir. Aynı yayınevinden çıkan bir kitabımda- Liberal Virüs, Sürekli Savaş ve Dünyanın Amerikan/aştınlmasıçağdaş kapitalizmin ideolojisinin aldığı aşın biçime, liberal virüs dediğime vurgu yapmıştım.1 Söz konusu ideoloji toplumsal organizasyonu iki ilkeye, sadece ikisine indirgemiş durumda: Özgürlük [esas itibariyle özel teşebbüs özgürlüğü olmak kaydıyla] ve özel mülkiyet. Söz konusu eserde tahlil ettiğim bu tür bir indirgeme esas itibariyle Amerikanın tarihsel kültürünün oluşumunda modemite ideolojisinin geriletilmesiyle ilgilidir. Bu gerileme bugün uygarlığın içine sürüklendiği trajik çıkınazın başlıca nedenini oluşturuyor.

Amerika’dan kısmen farklı olan Avrupa toplumlannın siyasi kültürü, ekonomiyle politika 1 Yazarın sözünü ettiği eser, ‘Özgür Üniversite Kitaplığı’ tarafından yayınlanmıştır. [ ç.n.] 12 ınodemitc demokrasi ve din arasındaki diyalektik çatışma kavrnmım kabul ediyor, kapitalist yayılmanın sonucu olan yoksullaşmanm asıl kurbanlan olan güney toplumlan bu meydan okumanın karşısına dikilecekler mi? Yoksa sürekli savaşlara ve jenositlere eşlik eden •nünyanın Amerikan1aştm1ma�mı” pasif bir şekilde sineye mi çekecekler? Bundan 15 yıl kadar önce Avrupa-merkezli dünya görüşünün ortaya çıkardığı ideolojik defonnasyonun geçmişini ve bu geleceğini tahlil edip sistematik bir eleştirisini yapmıştım. Orada, Avrupa-merkezci/ik, bir ideolojinin eleştirisi [ Anthropos-Economica 1988] ileri sürdüğüm tezlerin ve tabiillerin bugün de geçerliliklerini koruduğunu, daha da ötede bugün yazıldıklan dönemden daha da güncel olduklannı söyleyebilirim. İşte burada okuyacağınız metin söz konusu eserin ikinci bölümü olarak yazıldı. Onun dışında kitapta önemli bir değişikJik yapmadım. Sadece ilk baskıdaki sunuşla, artık bugünün okuyuculan için önemli olmayan o zamanın güncel sorunlarıyla ilgili son sayfalan çıkardım. Buradaki birinci bölümle, Avrupa-merkezcilikte geliştirdiğim tezleri daha da güçlendinneyi amaçladım. ınodemite, demokrasi ve din kültüraliznılerin eleştirişi 13 MODERNİTE VE DİNİ YORUMLAR I. MODERNİTE Akıl ve Özgürleşme (emusipasyon) Modern dünyanın oluşmasında son derece önemli iki tarihi dönemeçten söz etmek mümkündür. 1. Bu tarihi dönemeçlerden birincisi, modernitenin doğuşuyla ilgili olandır. Bu, tesadüf eseri ortaya çıkmayan aynı zamanda kapitalizmin de doğduğu Aydınlanma zamanıdır [XVII. ve XVIII.

yüzyıllar Avrupa’sı] . Bunun muhtevasmı iki öneoneyle açıklamak mümkündür: Bunlardan birincisi modernitenin tanımıyla ilgilidir ki, bu insanlar bireysel ve kollektif olarak kendi tarihlerini yaparlar ve yapmalıdırlar savıdır. Bu öyle bir savdır ki, -Avrupa’da olsun, başka yerlerde olsun- önceki toplumlarda geçerli egemen düşünceden kopuşu simgeler. Eski egemen düşünce kainatı ve insanı yaratan Tanrı’nın son kertede “kanun yapan” da olduğu ilkesine dayanıyordu. Söz konusu kutsal kanuniaştırmanın dayandığı etik ilkeler de bilindiği gibi dinler ile aşkın tarihsel felsefeler tarafından ve onlar aracılığıyla formüle ediliyordu. Dolayısıyla sürekli değişim halindeki sosyal gerçeklikleri anlama gereği, farklı yorıımJara da ister istemez kapıyı aralıyor- 14 modem i te demokrasi ve din du. Akla ekseri [her zaman değil] bu yorumlar için başvuroluyordu ama orada aklın işlevi “akılla dini uzlaştırma” görevini üstleniyordu. İşte modemitenin tanımladığı yeni anlayış, din sorununu dışlamadan bu zorunluluktan kurtuluyordu. Yeni anlayış bir bahsi kapatıyordu ama kendine özgü sorunlarla yenisini açıyordu: İnsanların sahip olduğu özgürlüğün de kendi payına tanımlanması gerekiyordu. Eğer tarih insanlığın dışında bir etkinlik olarak ortaya çıkmıyorsa, o zaman başka ‘yasalarla’ açıklanması gerekiyordu ki, o yasaların keşfi bir grup bilimin ortaya çıkmasım gerekli ve mümkün kılıyordu ki, bunlar: Doğa ve insan bilimleriydi. Böylece toplumların hareketinin nesnel belirleyiciliklerini ortaya çıkarmak için akıl yeniden harekete geçiriliyordu. Modem insanlığın sahip olduğu yeni özgürlük, oluşturulmak istenen yeniden sosyal üretimin mantığı ve toplumların dönüşüm dinamikleri sorununu problemli hale getiriyordu. İkinci sorun, Aydınlık felsefesinin [düşüncesinin] ifade ettiği biçimiyle modemitenin burjuva karakteriyle ilgilidir. Zira modernilenin ve kapitalizmin ortaya çıkışı aynı gerçekliğin iyi yüzüdür. Aydınlık düşüncesinin sunduğu akıl kavramı, özgürleşmeye [emansipasyon] kopmaz bir şekilde bağlıdır, aksi halde “insanoğlu tarihini yapar” cümlesinin bir kıymet-i harbiyesi olmazdı.

Doğaldır ki, söz konusu özgürleşme [emansipasyon], kapitalizmin gerektirdiği ve mümkün kıldığı sımdar dab.ilinde tanımlanabilirdi. Her ne kadar Aydınlıkçı söylem tarihsel olırtayan [tarih dışı] özgürleştirici [ emansipatris] bir akıl kavramı önerse de, gerçek yaşamın tahlili durumun öyle olmadığım, tam da tarihsel bir nitelik taşıdığım ortaya koyuyor

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir