Sara Craven – Kalp Yarasi

«Seni anlayamıyorum,» dedi Mrs. Laurence yakınarak. «Pek çok kız Roma’da bir hafta geçi¬rebilmek için her şeyini verirdi. Üstelik bütün masrafları da ödenecekse…» Juliet Laurence içini çekti ve sevgi dolu bir uysallıkla annesine baktı. «Bu kadar basit mi?» dedi. «Evet, basit,» dedi annesi. «Ve tabii ki Jan da, kendisi için casusluk et¬meye gönderildiğimden haberi bile olmaksızın kollarını açıp beni karşılayacak.» «Hiç de hoş olmayan bir şekilde ifade ettin.» Mrs. Laurence yatıştırıcı bir bakışla kızına bak¬tı. «Benim amacım kesinlikle bu değil. Endişe¬lendiğimi kabul ediyorum ama…» «Ama onun neler yaptığını ve neredeyse bir aydır niçin sana yazmadığını bilmek istiyorsun ve bunu doğrudan doğruya ona sormadan öğ¬renmek istiyorsun,» diye onun cümlesini tamam¬ladı Juliet. «Ama mektubu hiç bu kadar gecikmezdi» dedi Mrs. Laurence kendini savunurcasına. «Yolunda gitmeyen bir şeyler var, bunu biliyorum; Önse¬zilerim bana…» «Oh, anne!» Juliet gülümsedi.


«Sen ve senin şu önsezilerin, onların yarattığı panik! Eğer o denli merak ediyorsan niye Jan’a telefon etmiyorsun? Beni Roma’ya göndermekten daha ucuza gelir.» «Ona telefon edemem. Aşırı koruyucu, küçük kuşuna hep kol kanat geren o korkunç annelere benzerim o zaman,» dedi Mrs. Laurence sinirli bir şekilde. «Jan bundan nefret eder. Ve ben de hiçbir zaman sizi sıkmadım ve işlerinize karışmadım, öyle değil mi?» Juliet onun eline dokundu. «Hayır anne, canım benim, tabii ki yapmadın.» Juliet birdenbire binlerce kilometre uzakta, Roma’da olan kız kardeşi değil de kendisi olsaydı, annesinin antenlerinin bu denli hassasiyetle çalışmayacağını düşündü. Ama bu düşüncesini hemen bastırdı. Ne de olsa Jan onun küçük çocuğuydu ve Juliet her zaman, ta kız kardeşinin doğumundan beri biliyordu ki, Jan ailenin gözde çocuğuydu, Juliet bunu içgüdüsel olarak hissetmiş ve biraz incinmekle birlikte kabullenebilmişti, çünkü kendisini de sevdiklerini ve değer verdiklerini biliyordu. Annesinin Jan’ı ön planda tutması ise tamamiyle bilinçsizce yaptığı bir şeydi. Jan hemen hemen bir yıldır Roma’da yaşıyor, en ünlü moda evlerinden birinde çalışıyordu. Juliet bu olağanüstü başarısından ötürü kardeşini hiç kıskanmamıştı. Uzun bir süre önce anlamıştı ki, çok istese bile hiç kimse ona mankenlik teklif etmezdi, olsa olsa külotlu çorap veya tırnak cilası reklamında rol verirlerdi. Juliet’in bacakları uzun ve biçimli, elleri de küçük ve bakımlıydı.

Ama vücudu, ince ve gerekli kıvrımlara sahip olmasına karşın hiçbir şekilde dünyayı birbirine katacak güzellikte değildi. Juliet bunları biraz da kıskançlıkla düşünüyordu. Renk olarak Jan’la birbirlerine benziyorlardı, ancak kardeşinin saçları kızılımsı altın rengiydi, kendisininkiler ise daha çok bakıra çalıyordu, gözleri ise griydi. Yüzü daha zayıf, çene kemikleri daha çıkık, ağzı daha inceydi. Kız kardeşinden yalnızca on sekiz ay büyüktü. Ama çocukluklarında Jan’a karşı hep koruyucu bir şekilde davranmış, onun başına tehlike açabilecek yaramazlıklarını önlemeye çalışmıştı. Jan çevreden gördüğü hayranlığı nasıl tabii olarak kabul etmişse, ablasının bu koruyucu tutumunu da çok tabii bulmuştu. Ama aynı zamanda sanki daha doğduğu günden ne yapacağını, hayattan neler istediğini biliyor gibiydi, oysa Juliet hiçbir zaman hayatın kendisini nerelere sürükleyeceğini bilememişti. Sonuç olarak öğretmenlik eğitimi yapmış ve deneme yılını da tamamlamıştı. Bir ilkokulda çalışıyordu ve ha yatından da memnundu. Ama acaba yirmi iki yaşında bunları mı hissetmeliydi? Geçmişte Jan ona hep bir mıymıntı gözüyle bakmış, onun için endişelenmişti, ama Juliet bunu asla önemsememişti. Çünkü o, kardeşinin yaşama amacı gibi görünen ilgi çekmek ihtiyacını hiçbir zaman duymamıştı. Ancak son zamanlarda Jan’ın eleştirilerinin haklı bir nedene dayanıp dayanmadığını, böyle ciddi ve değişmez bir düzende yaşamasının kendisi için tehlikeli olup olmadığını düşünmeye başlamıştı. Bir de Barry Tennent vardı. Aynı okulda öğretmenlik yapıyordu ve birçok kez birlikte çıkmışlardı.

Juliet onun arkadaşlığından hoşlandığını kabul ediyordu. Barry hırslıydı, henüz otuzuna bile gelmemişti ama, gözü müdürlükteydi. Juliet onu sevimsiz bulmuyordu. Ama gerçekten bu yeterli miydi, bir erkekle gelecek için tasarıları iyi diye ve ‘sevimsiz değil* diye evlenilir miydi? Annesi de Barry’yi beğenmişti. Onun güvenilebilir biri olduğunu söylemişti. Sanki tek ölçü buymuş gibi… Ama Juliet bundan pek o kadar emin değildi. Evet, Barry güvenilir bir insandı, ama güvenilir olduğu kadar da can sıkıcıydı. Annesi uzanıp onun elini tuttu. «Lütfen Juliet, git ve onu gör. Benim içim rahat etsin. Eğer önemli bir şey varsa, sana benden daha çok güvenir.» «Ben buna inanmıyorum.»» Juliet’in sesi kup kuru çıkmıştı. «Kime güveneceğini öğrenecek kadar büyüyemedi, biliyorsun.» «Ama sen onun ablasısın.

Sana güvenmeyip başka kime güvenecek?» Mrs. Laurence biraz kırılmış gibi baktı. «Juliet, az önce sanki… sanki Jan’ı sevmiyormuşsun gibi konuştun.» «Oh, onu seviyorum,» dedi Juliet sakin bir şekilde. «Onun büyüsüne kapılan herkes gibi ben de büyüleniyorum, aklım başımdan gidiyor, gözlerim kamaşıyor. Dürüst olmak gerekirse anneciğim, gerçekten de ondan fazla hoşlanmadığım anlar oluyor, özellikle seni böylesine üzdüğü zamanlar… Ama eğer istiyorsan ve seni rahatlatacaksa, okul biter bitmez Roma’ya giderim. Ama Jan’a yazıp geleceğimi bildirmen gerekiyor. Hiç haber vermeden gidemem. Ve eğer Jan gelmemi istemezse, o zaman İtalya yakınlarında canımın çektiği yere tatile giderim, sen de bunu kabul edersin.» «Kabul,» dedi Mrs. Laurence neşeyle. «Ve tabii ki seni isteyecek hayatım. Her şeyden uzaklaşmak senin için de çok iyi olacak. Son günlerde yorgun görünüyorsun, güzel bir yaz tatili sana da çok iyi gelecek. Niye olmasın, belki de Jan daha uzun süre kendisiyle kalmanı bile isteyebilir.

» Yola çıkmadan bir gece önce Juliet valizini yerleştirirken, son anda Jan’dan bu seyahati iptal edebilecek bir cevap gelirse, bunun büyük bir düş kırıklığı olacağını düşünüyordu. Kendisine yeni bir şeyler almıştı, bir iki pamuklu blucin, Roma kiliselerini gezerken giymek üzere uzun kollu birkaç gömlek, dayanamayıp aldığı uzun bir elbise gibi… Ama yine de yanma fazla giysi almıyordu. Annesinin daha uzun kalabileceği konusundaki iyimser düşüncelerine karşın Juliet, Roma’da bir haftadan daha fazla kalabileceğini hiç sanmıyordu. Jan’m, annesinin mektubuna da cevap vermemiş olması gerçekten de iyiye işaret değildi. Juliet, hiç değilse rasgele çiziktirilmiş iki satırlık bir notla Jan’ın kendisini beklediğini bildirme sini çok isterdi. Jan’ın devam eden sessizliği annesini iyice endişelendirmiş ve Juliet, gittiği ilk akşam ona telefon edip neler olup bittiğini öğreneceğine söz vermek zorunda kalmıştı. Bu arada bir davet daha almıştı. Okuldan bir grup öğretmen ülke içinde bir vapur seyahati yapacaklardı. Bir an bu, yaz sıcağında Roma’ya gitmekten, inatçı ve belki de dargın bir kız kardeşle uğraşmaktan daha cazip görünmüştü Juliet’e. Valizini kapatırken, ‘eve yazmaması kötü bir şey olduğundan değil, yalnızca düşüncesizliğin den,’ diye geçirdi aklından, ama hiçbir şekilde annesini buna ikna edemezdi. Havaalanında inip de hiç kimseyi göremeyince ve Jan’ın apartmanına nasıl gideceğine dair kendisi için bırakılmış bir not bile bulamayınca bazı kuşkuları daha güçlü olarak yeniden duydu. Tabii’ ki yanında adres vardı, kente giden otobüse binebilir, daha sonra da bir taksi tuta bilirdi, ama önemli olan bu değildi. Kente giderken yolda biraz kırgınlık duymaktan kendini alamadı. Başka koşullar altında olsaydı dikkatle etrafını seyrederdi herhalde. Oysa şimdi oldukça gergin bir şekilde taksinin bir köşesine büzülmüş, çantasının sapıyla oynuyordu.

Jan’ın, kendisinin gelişiyle ilgili mektuba cevap vermemesi için mutlak bir neden olmalıydı, bunu ilk kez fark ediyordu. Belki de uzun bir seyahate çıkmıştı ve annesinin mektubu eline bile geçmemişti. Annesi de, kendisi de hep onun Jan’ın yanında kalacağını düşünmüşler, seyahat bedeline oteli dahil etmemişlerdi. Gerçi bu mevsimde otellerde yer bulunabilirdi, ama zaten bütçeleri kısıtlıydı ve masrafları düşük tutmak zorundalardı. Juliet annesinin seyahat masrafının tümünü ödemesi ne izin vermemiş, yalnızca uçak biletinin bir kısmını karşılamasını kabul etmişti. Eğer Jan bura da değilse/ büyük bir dikkatle yaptığı bütün o hesaplar boşa gidecekti. Taksi şoförü omuzunun üzerinden, «Geldik bayan,» diye seslendi. Juliet öne doğru eğildi ve inanamayan gözlerle taksinin önünde durduğu yüksek binaya baktı. Hayalinde hiç de böyle bir yer canlandırmamıştı. Jan önceki mektuplarından birinde bir başka kızla paylaştığı evini anlatmıştı. Bir meydanda, bir manav dükkânının üzerinde küçük bir daireydi bu. Daha sonra taşındığını bildirmişti ve Juliet nedense bunu hep öncekinin ben zeri küçük bir daire olarak düşünmüştü. Ne denli yanıldığını şimdi anlıyordu. Giriş çok geniş değildi ama, havalandırma sistemiyle soğutulmuştu ve yerler seramik döşeliydi. Koyu kırmızı üniformalı esmer bir adam cam bir bölmede oturuyordu, Juliet elinde valiziyle asansörü aranarak duraklayınca adam kesin bir tavırla elini kaldırıp durdurdu onu.

Yap makta olduğu telefon görüşmesini bitirinceye kadar beklemesini işaret ediyordu. Sonunda işini bitirip Juliet’i tepeden tırnağa süzdü. «Si, signorina?» Juliet ses tonunda hafif bir küstahlık sezmişti. Sakin bir şekilde, «Scusi, signore, non parlo İtaliano.» dedi. «Ben çok iyi İngilizce konuşurum sinyorina, sizin için ne yapabilirim?» Juliet oldukça tereddütlü bir şekilde, «Kız kardeşimi arıyorum,» dedi. «Bana verilen adres bu, ama pek emin değilim…» «Kız kardeşinizin adı nedir ve hangi dairede oturuyor?» Juliet ona adresin yazılı olduğu kâğıdı uzattı. Adam aldı, bir iki saniye inceledi, sonra hatırlamış gibi kaşlarını kaldırdı. «Tabii sinyorina, İngiliz bayan dördüncü katta oturuyor. Geleceğinizi bana bildirmemişti. Şimdi telefon ederim. Bekleyin.» Juliet onun dahili bir telefon sisteminin başına geçtiğini gördü, ’emniyet için olsa gerek,’ diye düşündü. Böyle bir çevrede yaşayabildiği için Jan’ın şanslı olduğunu geçirdi aklından. «Şimdi yukarı çıkabilirsiniz.

» Kapıcı, kulübesinin içinde hafif bir reverans yaptı. «Asansöre binin.» Asansör dövme demirden kapılarıyla eski stil görünüyordu ama, işleyişi ultra moderndi, dördüncü kata baş döndürücü bir hızla çıktılar. Juliet seramik döşeli bir koridora çıktı ve daire numarasını arayarak koridor boyunca yürüme ye başladı. Topukları seramik zemin üzerinde ritmik bir ses çıkarıyordu. Aradığı numarayı koridorun sonunda buldu ve Jan’ın, taksiden indiği zaman gördüğü ön cephedeki balkonlu dairelerden birinde oturduğunu tahmin etti. Kapının yanındaki zile basarken zilin hemen üzerindeki küçük mikrofonu fark etti. O nedenle de mikrofondan Jan’ın tanıdık sesini duyunca şaşırmadı. «Kim o?» «Ben Juliet.» Juliet biraz şaşırmıştı. Kapıcı kendisinin geldiğini haber vermiş olmalıydı. Başka kim olabilirdi ki? «Oh, Juliet!» Kız kardeşinin sesi rahatlamış gibiydi. İçeride bir zincir sesi duyuldu ve sonra kapının kanadı açıldı. Jan gülümseyerek kapı da duruyordu. «Hayatım, bu ne güzel bir sürpriz!» «Beni beklemiyor muydun?» Juliet içeri girdi ve valizini yere bıraktı.

Jan omuz silkti. «Annem mektuplarının birin de öyle bir şeyler yazmıştı ama, samimi söyleyeyim, senin bu işi gerçekleştireceğini pek sanmıyordum. Ama şimdi seni burada görmek çok güzel. Ne kadar kalacaksın?» «Bir hafta, eğer sence uygunsa.» Juliet çevre sine bakındı, iki kademeli geniş bir salondu. Şu anda üst tarafta duruyorlardı, iki geniş basamakla alt salona iniliyordu, burası apartmanın tüm cephesini kaplıyor olmalıydı. Geniş cam kapılarla balkona çıkılıyordu. Duvardan duvara uzun tüylü, krem ve altın renklerinde bir halı döşeliydi. Altınımsı kahverengi geniş bir divan, pencereye arkası dönük iki koltuk, bir duvarı olduğu gibi kaplayan çok kaliteli bir müzik ve televizyon seti vardı. Juliet salonun karşı tarafında beyaz bir piyano, üzerinde mermer bir vazo ve içinde uzun saplı sarı güller gördü. «Evi beğendin mi?» Jan tuvalet masasının önündeki pufa oturdu, eğlenerek ona bakmaya başladı. «İnanılmayacak gibi.» Juliet sözcükleri dik katle seçmişti. «Peki ama Maria nerede? Onunla aynı daireyi paylaştığını sanıyordum.» «Oh, o iş yürümedi,» dedi Jan.

«Ama burada da geçici olarak kalıyorum. Henüz milyoner olmadım. Birisi süresi dolmadan kontratını iptal etmiş, ben de geçici bir süre sonra çıkmayı kabul edince ucuz bir kirayla tutabildim. Sonbahar da daimi bir kiracı bulduklarında taşınmak zorundayım, ama yine de, o zamana kadar lüksün doruğunda yaşamak oldukça zevkli.» Konuşurken gülümsüyordu, inanılmaz uzunluktaki kirpiklerle çevrili yeşil gözlerini Juliet’ in yüzüne dikmişti. Niçin olduğunu bilmiyordu ama Juliet aniden ve kesin olarak onun yalan söylediğini anladı. Bu hep böyle olmuştu, çocukluklarından beri Jan gerçeği söylemediği zamanlar Juliet bunu hemen hissederdi. • Hafifçe kaşlarını çattı. Sonra kendini topladı. Artık çocuk değillerdi. Jan şimdi bir yetişkindi, kendi hayatını yaşamaya, bazı şeyleri gizlemeye hakkı vardı. Bütün mesele, annesinin hiçbir şey bil memesi gerektiğiydi, Juliet’in yapmak zorunda olduğu tek şey annesine telefon edip Jan’ın iyi ve mutlu olduğuna onu inandırmaktı. Kuşkula rını kendine saklamalıydı. «Bir şey mi var?» Jan başını arkaya attı. «Çok durgunsun sevgili ablacığım.

Uçak mı sarstı? Yorgun musun?» «Belki, biraz.» Juliet valizden çıkardığı elbise yi silkeledi ve dolapların birine astı. «Sanırım, bir duş almak iyi gelecek.» «Burası evin sayılır.» Jan rahatsız bir şekilde ayağa kalktı. «Gidip’ kahve yapayım. Hazırlandığında terasa gel.» Duş alırken Juliet düşünceliydi. Jan’ın davranışında bir gariplik olduğu kesindi. Evet, kendisini yeterince sıcak karşılamıştı, umduğundan daha da sıcak, ama yine de gizlediği bir şey vardı. ‘Meraklı davranmamdan korkuyor galiba,’ diye düşündü havluya sarınırken. ‘Özel yaşamıyla hiç ilgilenmediğimi ona anlatmalıyım.’ Yeşil ketenden klasik bir gömlek giydi, topuksuz sandaletlerini ayağına geçirdi, saçlarını ensesine topladı ve giysisinin rengine uygun bir eşarpla bağladı. Hazırlandığında, Jan’la boy ölçüşemese bile, yine de oldukça iyi göründüğü ne karar verdi. Yatak odasından çıktı ve terasa doğru yürüdü, uzun tüylü halı ayak seslerini boğuyordu.

Jan’ın bir yerlerde alçak sesle konuştuğunu duydu, bir an durakladı, kendisi duştayken konukları gelmiş olabilirdi, sonra ‘saçmalama,’ dedi kendi kendine. Kendisi de Jan’ın konuğu değil miydi, kararlılıkla ilerledi. Jan yalnızdı ve telefonla konuşuyordu. Elindeki sigaradan çabuk çabuk nefesler çekiyor, sinirli bir şekilde dumanını savuruyordu. Aniden uzandı, telefonun yanında duran siyah mermer tablaya sigarayı bastırdı. O sırada Juliet’i gördü. Gülümsedi, el salladı ve sesini biraz daha alçalttı. Sonunda, «Ciao, caro.» deyip alıcıyı yerine bıraktı. «Afedersin.» Juliet merdivenleri indi. «Bir şeye engel olmadım ya?» Jan gülümseyip omuz silkti. «Yok canım, yalnızca telefonla konuşuyordum,» dedi yavaşça, «önemli değildi. Haydi şimdi gel, şu güneş ışığının tadını çıkar biraz ve bana evde neler olup bittiğini anlat.» Günün geri kalan bölümünde ve o akşam Jan her zamanki iddialı tavırlarından vazgeçip da ha tabii davranmaya çalıştı ve Juliet de biraz rahatladı.

Soğuk kavun ve kremalı pastadan oluşan akşam yemeklerini salona açılan yemek odasında yediler. Juliet o gece, bir süre yatağına uzanıp yandaki yatakta uyumakta olan Jan’ın düzenli soluklarını dinledi, yorgundu ama hemen uyuyamayacak kadar da heyecanlıydı, Roma’da iyi vakit geçireceğini düşünüyordu. Jan çoğunlukla çalışıyor olacaktı ama serbest zamanlarında kız kardeşini çevrede gezdirmeye, alışveriş ettirme ye söz vermişti, gecelerin ise çok değişik geçeceğini söylemişti. Ertesi sabah uyandığında, vakit oldukça erken olmasına karşın Jan’ın yatağı boştu. Kalktı, sabahlığını giydi, dışarı çıkmak üzereyken banyo dan duyduğu seslerle hemen geri döndü, kapıyı tıklattı. «Jan, hayatım, ne oldu? Hasta mısın? İçeri gelebilir miyim?» Kısa bir duraklamadan sonra Jan kapıyı açtı. «Ah, merhaba,» Sesi oldukça kötü çıkmıştı. «Gerçekten merak edecek bir şey yok. Yediğim bir şey dokunmuş olmalı. Belki de kavun, bazen böyle bozuyor.» «Kahve yapayım.» Juliet ona endişeyle baktı. «Yatmak ister misin? Çok solgun görünüyorsun.» «Tabii ki solgunum. Az önce kusuyordum.

Tanrı aşkına telaşlanma, anneme benziyorsun,» dei Jan sabırsızlıkla. Kahve hazırlayıp taze ekmeklerle tereyağdan oluşan kahvaltılarını etmek üzere balkondaki masaya oturduklarında Jan’ın rengi yerine gelmişti, oldukça neşeliydi de. Juliet hiçbir şey söylemeksizin taze sıkılmış portakal suyunu ona uzattığında, «Harika,» di ye bağırdı. «Sen bir meleksin. Seni çok daha önce davet etmeliydim.» Juliet’in gergin yüzüne dikkatle baktı. «Hadi hayatım, doğru olup olmadığını da sor bana.» Juliet onun yüzüne baktı. «Annemin ve benim kesinlikle bilmememiz mi gerekiyordu?» Jan omuz silkti. «İstersen şöyle söyleyelim, şu sıra gelmen biraz zamansız oldu.» «öyleyse niçin bana gelmememi söylemedin?» Juliet ne denli üzüldüğünü sesinden belli etmemeye çalışmıştı ve sonuç olarak bunu başarmıştı da. «Çünkü eğer önemsiz bahanelerle gelmeni engellersem, senin yerine annem kendisi gelmeye kalkabilirdi. Seni belki kandırabilirdim, ama onun o keskin gözlerinden hiçbir şey kaçmazdı. Ve tahmin edebileceğin gibi, bu durumu öğrenmesini isteyeceğim en son insan o. Yani en azından her şey çözümleninceye kadar.

» «Ne yapacaksın?» diye sordu Juliet üzüntüyle. «Bebeği aldıracak mısın?» Jan gözlerini iri iri açtı. «Kürtaj mı? Hem de İtalya’da. Şaka ediyor olmalısın. Hayır, çok daha alışılmış bir şekilde çözümleyeceğim bu sorunu. Evleneceğim. Hatta bir iki hafta sonra gelmiş olsaydın, belki evlenmiş bile olurdum. Her şey halloldu, annemin benimle ilgili o romantik hayalleri gerçekleşti, kısa bir süre sonra da ilk torununu kucağına alacak. Harika değil mi?» «Anlıyorum,» dedi Juliet oldukça kuru bir sesle. «Madem durum böyle, niye daha önce evlenmeyip kendinizi bu sıkıntılara soktuğunuzu sorabilir miyim?» Jan kendisine kahve doldurdu. «Bazı nedenler vardı,» dedi kaşlarını çatarak. «Aslına bakarsan hâlâ da var. Planlarımızı gizli tuttuğumuz tek akraba annem değil. Mario’nun bizi epey üzen bir erkek kardeşi var.» «Nasıl üzüyor?» Juliet bir parça ekmeğe tereyağı sürüp ısırdı, oysa hiç iştahı yoktu.

Jan’ın verdiği haberle midesi ağrımaya başlamıştı. Annesinin önsezileri doğruydu galiba. Jan yeniden omuz silkti. «Ağabeyi, Mario’nun evliliğinde söz hakkının kendisine ait olduğunu düşünüyor ve tabii söylemeye gerek yok, ben den de hiç hoşlanmıyor,» dedi, önemsemezcesine. «Tanışmış falan da değiliz.» «Peki Mario onun etkisi altında kalıyor mu?» Juliet ses tonundaki endişeyi gizleyememişti. «İtalyanlarda aile bağlan inanılmaz derecede güçlüdür ve…» «Her şeyden önce parasal yetkiler ağabeyin elinde. Ve aile bağları konusunda da haklısın. Onlar Güney Calabrla’lılar, şimdi orada yaşamıyorlar ama, oralarda bu tür konular çok önemli. Santino, ağabeyi yani, şimdi kuzeyde iş adamı ya da bir tür sanayici, turizm dahil aklına gelebilecek pek çok konuya el atmış durum da.» Jan sandalyesinde geriye yaslandı ve yüzünü güneşe kaldırdı. «Sanıyorum, daha doğrusu sanmıyorum da çok iyi biliyorum, Mario’nun iyi bir evlilik yapmasını, yani bir başka sanayicinin kızıyla evlenip servetlerin birleşmesini ümit ediyor.» «Ama bu korkunç bir şey,» dedi Juliet öfkeyle. «Ne olursa olsun, ısmarlama evlilikler geçmişte kaldı.» Jan kaşlarını kaldırdı.

«Görünüşe göre güneydekiler hâlâ geçmişte yaşıyorlar. Santino’nun fikirleri senin düşündüğün kadar garip karşılanmıyor oralarda.» «Peki… peki bebeği biliyor mu?» Jan abartmalı bir şekilde kaşlarını kaldırdı. «Tanrıya şükürler olsun ki bilmiyor. Aslını istersen onun açık düşmanlığı karşısında faz la bir şey söyleyemedik. Mario alttan almanın ve evlendikten sonra onu oldu bittiye getirmenin en iyisi olduğunu düşünüyor.» Sesi adeta sıkılmış gibiydi. «Biz evlendikten sonra yapabileceği pek bir şey kalmıyor ve tehditlerini gerçekleştireceğinden de oldukça şüpheliyim.» «Tehditlerini mi?» Juliet elindeki yiyemediği ekmeği bıraktı ve kız kardeşine baktı. Jan güldü. «Saçmalama, geçmişte hiç de hoş olmayan bazı şeyler söylemiş olmasına karşın son tehditleri bana yönelik değil. Mario’ya tek bir kuruş dahi vermeyeceğini söylemiş ve sanırım bunu yapar. Ama kısa süre sonra yumuşayacaktır. Her şeyden önce Mario onun mirasçısı ve Santino da evli değil, evlenmeye de hiç niyetli görünmüyor. Para kazanmakla çok meşgul, Allanın belası iki yüzlü.

Ahlak konusunda ki fikirleri kendi yaşamı için pek geçerli olmuyor.» Jan’ın sesi oldukça ters çıkmıştı. «Onu tanımadığını sanıyordum.» «Yalnızca şöhretini biliyorum,» dedi Jan. «Ve bir kez gördüm de, bir gece kulübünde onun beni göremeyeceği bir mesafeden. Ve bir kez gör dükten sonra unutmaya olanak yok.» «Nasıl biri?» İstememesine karşın, Juliet’in merakı gitgide artıyordu. «Çok uzun boylu, herkesin tepesinden bakıyor ve iblis gibi de kapkara.» Jan bir an duraklayıp düşündü. «Yalnızca bir anda görebildiklerim bunlar. Mario apar topar kaçırdı beni oradan.» Jan yavaşça güldü. «Aslında sanırım Mario onu biraz kıskanıyor. Onun çekici olduğunu söylediğimde, Mario adeta bir bomba gibi patladı. Aslanla ininde mücadele edip, onu benim Vallone ailesi için güzel ve uygun bir gelin olduğuma ikna etme tekliflerimi de kesinlikle kabul etmiyor.

» Juliet merakla ona baktı. Sesi oldukça rahattı. Müstakbel kayınbiraderinin kendisine karşı tutumunun küçümseyici ve hakaret edici olma sına aldırmıyor gibiydi. Tek söylediği, onun çekici bir adam olduğuydu. «Niye olmasın?» dedi Juliet biraz sertçe. Jan tekrar gülümsedi. «Söyledim ya, sanırım zavallı Mario hep onun gölgesinde yaşamış. Belki de Santino’nun, parasını şimdiden kesmesinden korkuyordur.< «Anlıyorum,» dedi Juliet. «Sanırım eşinle gelecekteki ilişkilerin karşılıklı güvene dayanacaktır.» «Tanrı aşkına, bu kadar geri kafalı olma. Senin o romantik hayallerin geride kaldı artık. Düğünlerde hep ‘Mükemmel Aşk’ şarkısını söylerler, ama bu, öyle bir aşkın gerçekten var olduğu anlamına gelmez. Mario birçok bakımdan bana çok uygun ve artık evlenmeyi düşünme zamanım da geldi. Mankenlik gençken güzel, ama yirmiyi geçtin mi kimse yüzüne bakmaz olur.

Çünkü senin yerini almak için bekleyen yüzlerce kız vardır. Bu mesleğe elveda diyebilmek aylarca şişman gezmeye bile değer.» Juliet ona baktı. «Mesleğini sevdiğini sanıyordum. Annem ve ben, senin dünyanın, yaşamak istediğin hayatın bu olduğunu düşünmüştük hep. İstediğin an eve dönebilirdin.» «Ne yapmaya? Bildiğim tek şey bu. Başka bir şey öğrenmedim ki ve Londra’da her şeyin buradan farklı olduğunu sanmıyorum. Yoksa ikinci sınıf bir iş bulup bir konfeksiyoncu da modellik mi yapacaktım? Hayır, teşekkürler. Bunun yerine Mario ile evlenip elimden geldiğince aile sine tahammül etmeye çalışırım.» Jan sade ama çok pahalı görünen kol saatine baktı. ‘Acaba Mario’nun hediyesi mi?’ diye düşündü Juliet. «Aman Tanrım, uçarak gitmeliyim, yoksa o Di Lorenzo şıllığı kafamı kıracak. Hamile elbiselerinin mankenliğini yapmayı teklif etsem suratı ne hale gelir acaba. Hoşçakal canım, akşama görüşürüz.

» Evi toplayıp kahvaltı bulaşıklarını yıkarken Juliet çok düşünceliydi. Roma’daki ilk gününde duyacağı sevinç ve heyecan, Jan’ın verdiği haberle uçup gitmişti, olayın kendisinden çok Jan’ in o konudaki tutumu da çok önemliydi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir