Serdar Erdine – Ağrılar

Ağn, insanoğlu varolalıdan beri tıpta’ki temel sorunların başında gelmektedir. Hasta çoğu kez ağnşı olduğu için hekime başvurur. Yani ağrı hastayı hekime başvurması için bir uyarı işlevi görür. Bu işievin yanısıra bir çok ağn çeşidi; örneğin, başağnlan, bel ağrılan hastayı işinden gücünden alıkoyan, kişisel ve toplumsal yaşamını etkileyen önemli bir etken olarak bir hastalık olarak karşımıza çıkar. Yani ağrı, hem bir takım sistemik hastalıklann başka belirtileriyle birlikte ortaya çıkan bir bulgu, hem de başlıbaşına bir hastalıktır. Ağn, özellikle süregen (kronik) ağrı toplumsal bir sorun olarak da karşımıza çıkmaktadır. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre her yıl ağn yüzünden 700 milyon işgünü kaybı ve 60 milyar dolar zarar meydana geldiği tahmin edilmektedir. Çünkü çoğu kez hastayı işinden gücünden alıkoyan temel neden altta yatan bozukluktan çok ağrıdır. Yani ağrı başlıbaşına bir hastalıktır. Ağn ile ilgili bilimsel çalışmalar özellikle son 20 yıl içerisinde büyük ivme göstermiştir. Vücutta ağnnın oluşma biçimi, çeşitli organların ağrıya katkısı ve beyin ve omurilik düzeyindeki mekanizmalar konusunda önemli adımlar atılmıştır. Bu gelişmeler ışı�nda ağn, artık tıpta yeni bir bilim dalımn, algolojinin doğmasına yol açmıştır. Dünyanın bir çok ülkesinde kurulan ağrı klinikleri ve araştırma laboratuvarları ağrı ile ilgili araştırmalar sürdürmekte ve hastalara hizmet vermekte7 dir. Dünyadaki bu gelişmelere koşut olarak ülkemizde de çalışmalar sürdürülmektedir. Ülkemiz algolojinin bilim dalı olarak kabul edildiği ülkelerin başında gelmektedir.


Bu kitapçı� temel amacı insanı belki de en çok rahatsız eden bulgu olan ağrının nasıl ortaya çıktı�nı, geliştiğini, kişisel ve toplumsal etkilerini ortaya koymak, okuyucuyu yönlendirmektir. Tıpta· ki her bir hastalık, her bir bulgu binlerce sayfalık bir bilgi birikiminin, yüzyıllann deneyiminin süzgecinden geçerek deA”erlendirilmektedir. Bu nedenle amacımız yalnızca aydınlatmak ve doğru yönlendir· mektir. 8 BİRİNCİ BÖLÜM AGRININ TARiHÇESi Ağrı insanlı�ın varold$ günden beri süregelmektedir. Tarih öncesi dönemin insanı a� ve acılannı dindirrnek için içgüdüsel davranışlarda bulunurdu. Acıyan, $ıyan yerlerini dere ve göllerin soğuk sulanna daldınr ya da güneşte kızdınlmış taş parçalanm a�yan bölgenin üzerine koyarak ağrısım dindirmeye çalışırdı. Ço� kez a�, dinsel inançlarla da açıklanmaya çahşılırdı. Kişi a�sı ile başa çıkamadı�nda kabilenin büyücüsüne başvururdu. Ya da ço� Anadolu Uygarlıklan’nda oldu� gibi Büyük Ana’ya koşardı. İnsanın canı yandı�nda hala ”anacı�m” diye ba�rması belki de o günlerden kalan bir alışkanlık olsa gerek. Dinsel inançlann, sihir ve büyünün ağrılı hastaların tedavisinde de kullanıldı� bilinmektedir. Ağnyı kovmak, korkutmak için ejderha, canavar heykelcikleri, dövmeler kullanılırdı. Kutsal kitaplarda uygulanan ilk a� dindirme yöntemi şu şekilde dile getirilmektedir: “- Ulu Tanrı Adem’in derin bir uykuya dalmasım sa�ladı. Uyurken kaburgalanndan birini çıkardı. Yarayı tekrar kapattı.

” Fransa, İngiltere, İspanya, Portekiz, Polonya ve Sovyetler Birli�’nde prehistorik dönemle ilgili kazılarda çok eski dönemlere ait kafataslannda trepanasyon (kafa kemi�nin delinmesi) işlemine rastlanmaktadır. Bugün bile çok şiddetli başa�nlannda ilkel topluluklann trepanasyon uyguladı� bilinmek9 tedir. Öme4in İran’ın Zawos Dağları’nda yaşayan Bahtiyari aşireti arasında trepanasyon yöntemi hala sürdürülmektedir. Uygarlığın beşi4i olarak kabul edilen Mezopotamya’da İ.Ö. 7. yüzyılda Asurbanipal zamanında kurulan kütüphanede ele geçirilen İ.Ö. 2250 yıllarına ait çamur tabJetlerde dişaWısına karşı bir reçeteye rastlanmıştır. 250 bitkisel, 120 mineral ve hayvansal ilaç içeren Mezopotamya kodeksinde aWı giderici olarak mandragora ve afyondan, uyku verici olarak belladona (güzelavrat otu)’dan söz edilmektedir. İ.Ö. 2000 yıllanna ait olduğu sanılan Smith papirüslerinde kalp, bütün organlann merkezi olarak kabul ediliyor ve $nın büyük travmalar ve doğal olaylara bağlı old$ belirtilmekle birlikte fızyolojik ve anatomik özellikleri mistik dü.şüncelerle açıklanmaya çalışılıyordu. 1873 yılında Ebers tarafından bulunan ve İ.

Ö. 1550 Ylllanna ait olan papirüste sıralanan 700 reçete arasında uyuşturucu olarak afyon ve hanotundan sözedilm ektedir. İ.Ö. 4000 yıl öncesine .dayandığı tahmin edilen Eski Hint’in en eski kutsal kitabı Rig Vera’da çeşitli bitkisel ve hayvansal kaynaklardan elde edilen ve bugün bile kullanılan analjeziklerden söz ediliyordu. Çinliler tarafından bugün bile ileri sürülen düşütıceye göre dünya ve vücut denge halindedir. Bu iki dengeleyen güceYin ve Yang adı verilir. Yang erkeklik, ışık, ısı, saldırganlık ve gücü; Yin dişilik, karanlık, soğuk, pasiflik ve zayıflığı simgelemektedir. Buna göre dünya beş ögeden meydana gelir. Toprak, su, ateş, ağaç ve metal. Buna koşut olarak vücutta da beş önemli organ vardır. Kalp, akciğerler, karaciğer, dalak ve böbrekler. Çin felsefesine 10 göre �ın belirli bir merkezi yoktur. Yang ve Yin dengesinin bozulmasına ba�lı olarak ortaya çıkar.

Eski Yunan’da çeşitli analjeziklerin kullanıldı� mitolojik öykülerden ve Homer destanlanndan anlaşılmaktadır. İ.Ö. 9. yüzyılda yaşayan Homer’in Odisea destanında Zeus’un kızı Troya’lı Helen, bütün ağn ve acılannı dindirrnek için şarabına ilaç koymaktadır. Bu ilacın belladona özelliklerine sahip mandragora bitkisi old$ sanılmaktadır. Eski Yunan’da tıptaki ilk önemli isim Alcameion (İ.Ö. 500) beyni sinir sisteminin merkezi olarak göstermiştir. Btı görüş daha sonralan Anaxagoras, Diogenes, Democritus tarafından desteklenmekle birlikte yaygın taraftar bulmamıştır. Dönemin en güçlü ismi Aristo (İ.Ö. 384-322) De Partibul Animalius adlı yapıtında �ın deriden kaynaklandı�nı ve kan damarlarıyla kalbe taşındıgını ileri sürmüştür. Democritus (İ.Ö.

460-362) dünyadaki ateş, hava ve suyun sürekli de�şen elementlerden oluşt�u ileri süren ünlü “atom” teorisini geliştirmiştir. Atom teorisini �a uygulayan Democritus’a göre ağn vücuttaki keskin partiküllerin hızla hareket ederek normal atomlan rahatsız etmesine ba�­ lıdır. İ.Ö. 460-360 yıllan arasında yaşayan Hippocrates ağnya özel bir önem vermiştir. “Divinum est opus sedare dolorem” -ağn dindirrnek tanrı sanatıdır- sözü bugün de söylenegelmektedir. Plato (İ.Ô 427-347) �n yalnızca çevrenin uyanlanyla de�l, kişinin ruhsal durumu ile de ilgili old�u ve vücut armonisinin bozulmasına ba�­ lı oldu�u ileri sürmüştür. Tarihte en aydınlık ç�lardan birisi Büyük İskender dönemidir. Bu dönemde General Ptolemi önderl�de anatomi ve fizyolojide önemli çalışmall lat yapılmış ve büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Kadavralar üzerinde yapılan çalışmalarla atardamar ve sinirler birbirinden ayırdedilmiş, sinirlerin omurilik ve beyinden çıktı#� gösterilmiştir. Bu dönemde Herophilius (İ.Ö. 335-280) ve Erasistratus (İ.Ö.

310-250) beynin sinir sisteminin bir parçası olduğunu ve sinirlerin hareket sinirleri ve duysal si’:. nirler olarak ikiye ayrıldığını ileri sürmüşlerdir. İmparator Neron ve Vespasien’in ordulannda hekim-eczacı olarak çalışan Dioşcorides İ.S. 77 yıllannda yazdığı Materia Medica adlı yapıtında afyon, hanotu ve baldırandan yaptı#� mercimek tanesi büyüklü�ndeki haplardan sözetmektedir. Celcius (İ.S. 3-64) 8 ciltlik De Re Medicina adlı yapıtının 5. bölümünde ağnlann dindirilmesi için banotu, tilki üzümü ve adamotu kullandı#ını bildirmektedir. Celcius ağrının yangıya (inflamasyon) bağlı olarak ortaya çıktığım ileri sürmüştür. Fizikçi ve filozof Galen (İ.S. 130-201) yaptığı aynntılı çalışmalar sonucu merkezi ve periferik sinir sisteminin önemini vurgulamıştır. Yeni doğan domuzlarda omurilik üzerinde yaptı#� çalışmalarda sinirleri üçe ayırmıştır. Yumuşak-duysal sinirler, sert-motor (hareket) sinirleri ve aşın duyarlı awı sinirleri.

Bütün bu sinirlerin merkezi olarak da beyni tanımlamıştır. Galen’in merkez sinir sisteminin işlevi ile ilgili bu büyük katkılanna ra�en Aristo’nun kalbi merkez alan düşüncesi geçerli�i Ortaçağ da dahil olmak üzere yüzyıllar boyu sürdürmüştür. Ortaçağ’da Hınstiyanlık skolastik dönemin karanlı#ına gömülürken İslam ülkelerinde tıbbın geliştiği görülmektedir. İslam tıbbı önceleri bu bölgede yaşayan Mezopotamya, Eski Mısır, Eski Hint ve ·İran’ın etkisi altında görülmektedir. İslam tıbbı özellikle Nasturiler’in Cundi Şapur ekolüniın etki12 sinde kalmıştır. 5. yüzyılda İstanbul Patri� olan Nestorius’un görüşlerinden kaynaklanan Cundi Şapur ekolü bir çok eski yapıtı Süryanice ve Arapçaya çevirmiştir. Bu dönemin ilk yazarlarından Ebu Musa Cabir yapıtlarında kamfora, alkol, hint keneviri v� hanotundan söz etmektedir.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir