Serge King – Kahuna Şifacılığı

“Kum fırtınası!” Develer huysuzlandı, atlar kişnedi. Erkeklerden oluşan küçük grup kendilerinden önce hayvanlarının başlarını korumak için koşuşturdu. Sonra da kendi yüzlerini yünlü atkılarla örttüler. Gobi’de alışıldığı üzere fırtına birden başlayıvermişti. Adamlar zar zor toparlandılar, Moğolca ve İngilizce küfürler ederek öksürdüler. Fırtına başlamadan önce rehberlerden biri kum tepeleri görmüştü. Tepeler grubun rüzgar ve kumdan korunma umuduydu. Rehber ilerlerken köy kalıntıları arasında çamur tuğlalı bir duvardan arda kalana çarptı. “Sığınak! Burada sığınak var!” diye bağırdı. Sarındığı atkı ve rüzgar yüzünden sesi boğuk çıkıyordu, yine de diğerleri söylediklerini duymuştu. Adamlarla hayvanlar kendilerini yıkık duvarlar ve moloz yığınları arasındaki köşe bucağa attı. Şans yüzlerine gülmüştü. Yabancı bilimsel ve politik araştırma grubunun en genci kendine diğerlerinden biraz uzakta bir sığınak buldu. Atını oraya yerleştirip fırtınanın dinmesini beklemek üzere yanına oturdu. Katıldığı grup, yirminci yüzyılın başlarında İngiltere’nin Asya’ya gönderdiği araştırma gruplarından yalnızca biriydi. Asya o zamanlar Britanya, Rusya ve Çin arasındaki göç savaşının pençesindeydi. Ayaklarının altındaki toprak birden kayar gibi 7 olduğunda genç adam düşüncelere dalmıştı. Önünde geniş bir yarık açıldı. Kumlu güneş ışığının bulanık görüntüsünde karanlığa inen basamaklar gördü. Eski bir binanın çatısında olmalıyım diye düşündü. Çatıya çıkıp yürümesi binanın desteklerini iyice zayıflatmış olmalıydı. Büyük bir merakla ve karşılaşabileceği herhangi bir tehlikeyi umursamadan atını bırakıp merdivenlerden indi. Delikten etrafındakileri görmesine yetecek kadar ışık süzülüyordu. Gördükleri onu şaşkınlığa düşürdü. On on iki metre uzunluğunda, yaklaşık beş metre genişliğinde bir odadaydı. Her iki yandaki duvarlarda fresklere benzer resimler vardı ama ışık ne olduklarını ayırt etmeye yetecek kadar güçlü değildi. Bir iki adım attı, bir masa gördü. Masaya yaklaştığında daha çok taş bir mihraba benzediğini fark etti. Sunağın ortasında bir bilezik vardı. Bileziği alır almaz gelen gürültüyle arkasına döndü. Girişe kum yığılmaya başlamıştı. Canlı canlı gömülme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bileziği cebine atarken geriye sıçrayıp dışarı süründü. Atı kaçmıştı, fırtına da şiddetleniyordu. Yapabileceği tek şey köşesine sinip fırtınanın dinmesini beklemekti. Fırtına sonunda dindi. Kuma gömülmüş genç adam başındaki atkıyı attı ve bambaşka bir dünyaya şaşkınlıkla baktı. Temiz havada güneşi görebiliyordu. Biraz önce içinde süründüğü yarıktan hiçbir iz kalmamıştı. Sığınak görevi yapan duvar kalıntıları dahil her şeyin üzerini kum kapatmıştı. Sonra sesler duydu: “Harry! Harry, neredesin?” “Buradayım” diye bağırıp kendisini boğazına kadar gömen kumları silkeledi. Diğerleri atını bulmuşlardı. Kendisini bulduklarında daha da rahatladılar. Hiç kimse onun sunaklı ve fresklerle dolu bir oda hikayesiyle ilgilenmiyordu. Herkesin endişesi kumulu geride bırakıp bozkıra ulaşmaktı. Güneş tutulmasıyla ilgili bir iki şaka yapıp konuyu kapadı. Birkaç ay sonra Harry yeniden Londra’daydı. Çalıştığı resmi dairedeki gözetmenine rapor veriyordu. Gobi araştırmasında 8 kendine düşen görevle ilgili sunuşunu bitirmek üzereyken elini cebine atıp bileziği çıkardı. Gözetmenin masasının üzerine koyarken “Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sordu. “Güneş sisteminin bir haritası gibi, değil mi?” Harry biraz merak, belki biraz da takdir bekliyordu fakat masadaki adam resmen çarpılmıştı. Bileziği kaptığı gibi dikkatle incelemeye koyuldu. Ortasında topaz gibi san bir taş vardı. Dokuz küçük taş ortadakinin etrafında altın halkalar üzerinde rasgele toplanmıştı. Adam Harry’ye delici bakışlarla bakarak “Bunu nereden aldınız?” diye sordu. Harry fırtınanın ve içine düştüğü odanın hikayesini anlattı. Adam “Bu bir gece bende kalabilir mi? Başına hiçbir şey gelmeyeceğinden emin olabilirsiniz” dedi. Harry şaşırmış olmasına rağmen kabul etti. Ertesi gün Harry’nin en tuhaf serüveninin başladığı gündü. Sonraki aylarda şansa inanmayan ve bileziğin bulunmasının kendileri için özel bir anlamı olan bir grupla tanışmıştı. Sonunda ona gerçeklerle başa çıkabileceği ve yepyeni bir bakış açısı sağlayacak olan öğretilerle de tanıştırıldı. Daha sonra Organizasyon diye bahsettiği gruba kabul edilerek inisiye edildi. Yukarıdaki öykünün genç adamı, Harry Leland Loring King, benim babamdı. Öyküsünü bana bu şekilde anlattı. Sayesinde Organizasyonla ben de tanıştım. Daha sonra gruptan söz ederken başka bir isim kullandım. Organizasyona kabulümden sonra kazandığım bilginin, bireysel olarak veya dünya ölçeğinde, sağlık ve mutluluk konusunda çok önemli olduğunu hissediyorum. Bundan ötürü bu bilgiyi gündelik hayatınızın yaşamsal bir gerçeği haline getirebilmek için sizinle paylaşmak istedim. Fakat öncelikle size grup ve kendimle ilgili biraz bilgi vermek isterim. Bazılarınız buna inanmanın güç olduğunu söyleye9 cektir. Eğer bu bölümü kuşkuyla karşılarsanız, pekala, benim için sorun değil. Ama kitabın can alıcı kısmı ikinci bölümle başlıyor. İsterseniz doğrudan oraya geçebilirsiniz. İlk bölümü de okuyanlar ise Batılıların alışık olduğundan çok daha farklı bir yaşam tarzını tanıma şansına sahip olacak. Sözünü ettiğim grupla ilgili ilk hatırladığım, ben yedi yaşındayken babamın “benim gelişimimi izlediğini” söylediği bir adamdan gelen mektubu bana okumasıydı. O adamla hiç tanışmadım fakat yoğun bir şekilde astronomiyle ilgilenmeye başlamam o zamanlara denk geliyordu. Babam sayesinde derin bir bilim ve doğa sevgisi kazandım. Zihin gücüyle ilgili birçok uygulamalı ders aldım. On dört yaşına geldiğimde babam beni gruba soktu. Zamanı geldiğinde diğer eğitmenlerle bağlantı kuracağımı söylüyordu. Bir süre sonra eğitimim ciddi olarak başladı. Ne yazık ki babam göçüp gitmeden önce yol göstermek için sadece üç yılı oldu. Ölümünden sonra, koleje giderken bir grup elemanıyla bağlantı kurdum. Bu kişi bana rüyalarımın çok özel olduğunu, onlardan bir takım dersler alacağımı söyledi. O sıralar bütün gücümle yaşam mücadelesi veriyordum, bu nedenle adamın söylediklerini pek önemsemedim. Okulda ikinci sınıfa geçmek yerine Deniz Kuvvetlerine katılıp Califomia’ya taşındım. Birkaç ay sonra gruptan bir başkasıyla bağlantı kurdum. Askerliğim boyunca düzenli olarak bir araya geldik. Eski çağları da araştırmalarımın içine katarak arkeolojik ve teknik araştırmalara yöneldim. Askerliğimin bitmesinden hemen önce, Kane Tarikatında kahunalığa atandım. Daha ilerde bu tarikattan daha geniş bir şekilde söz edeceğim. Sonraki beş yıl “müfredatı oldukça yüklü” çalışmalarım antropoloji, felsefe ve din üzerinde yoğunlaştı. 1964 yılında evlendim. Batı Afrika’da gelişim programlannı yürütmek üzere Amerikan Gönüllüleri Derneği tarafından işe alındım. Orada grubun Afrikalı bir üyesiyle bağlantı kurdum. 10 Onun da katkısıyla hayatımın serüven dolu yıllarını yaşadım. Afrika’da toplumsal değişim, özellikle de şifacılıkta uygulanan yaşam gücünün doğasına ilişkin tekniklere derinlemesine daldım. Halkın sosyo-ekonomik alanda gelişimini sağlamak için köylüler ve bürokratlarla çalışırken, tutucu yöntemlerin çoğunun nasıl da etkisiz olduğunu görmeye başladım. Bu tip yöntemler önemli bir gelişim kazandırmıyordu. Sosyo-ekonomide olduğu kadar tıp, psikoterapi ve eğitimde de tutucu yöntemler uygulanıyordu. Yöntemin temelinde, düzenli, akılcı ve esnek olmayan bir uygulama yatıyordu. Bu yöntemin yararsızlığı, toplum gelişimi için kurulmuş bölgesel bir yönetim bürosu ve Barış Gücü arasındaki bir toplantıda tanık olduğum bir olayda açıkça ortaya çıkmıştı. Barış Gücü çalışanları bölgesel yönetimin hiçbir işe yaramayan, istenen sonucu vermekten çok uzaklaşan yönetimi devam ettirmesi konusunda büyük bir düş kırıklığı yaşıyordu. Barış Gücü’ne göre yöntem tasarlanırken köylülerin duyguları hesaba katılmamıştı. Yönetim sözcülerinden biri çok sinirlenmiş ve “Yöntemle ilgili hiçbir sorun yok. Üzerinde uzun süre düşünüldükten sonra tasarlanmıştır ve duruma kusursuz bir şekilde uymaktadır. Yöntemde kesinlikle hiçbir kusur yoktur. Değiştirilmesi gereken halktır!” demişti. Tutucu yöntemlerin ateşli bir savunucusuydu adam. Böyle bir sistem uzun vadede işe yaramaz. Çünkü insanlar sürekli bir değişim içindedir. Çelişki gibi görünebilir fakat dış kaynaklı katı bir sistem insanların aslında değişmediğini, ihtiyaçlarının da gerçekte olduğundan daha az değişime uğradığını varsayar. İnsanların bulundukları şartlarda ihtiyaç duyduklarını göz önünde bulundurarak çalışırken oldukça başarılı gelişmelerle sonuçlanan esnek bir yöntem keşfettim. Bölgesel yönetimin, Amerikan yönetiminin, genel olarak Barış Gücünün ve hatta köylülerin bile olanaksız olduğunu düşündüğü şeyler başardım. Ben bunu yetersiz olanaklar ve birkaç basit, temel kuralla yap11 tını. Yıllarca süren bireysel eğitimim sırasında keşfettiğim şey, kişisel gelişmeye uygulanan kuralların sosyal ve ekonomik gelişmelere de uygulanabileceğiydi. Afrika’da şifacılığa ilişkin araştırmalar yaptım. Sanatlarını gerçekten çok iyi yapan birçok geleneksel şifacıyla yakın ilişki kurdum. Bana çağdaş araştırmacıların biyoenerji alanı ve akımlar olarak adlandırdığı, zihin ve beden, beden ile çevre arasındaki ilişkiler konusunda büyüleyici şeyler öğrettiler. Duygusal enerji kaynaklarının farkındalığına ulaşmanın, kaynakları genişleterek kendine ve başkalarına şifa vermede kullanmanın herkes için mümkün olduğunu öğrettiler. Beni en çok etkileyen, duyguların yaralayabileceği gibi iyileştirebileceğini öğrenmek oldu. Bunu kendi ailemde uygulayarak işe başladım. Sonra uyguladığımı onlara da öğrettim. Şimdi başkalarına öğretiyoruz. 1971 ‘de A.B.D.’ye döndüğümde yolculuklarımdan birinde tanıştığım birisiyle bağlantı kurdum. Bu kişiden WK diye bahsedeceğim. WK Hawaiili bir Kahuna. İzleyen üç yılda bana öğrettikleri hayatımı değiştirdi. Böylece başkalarına da kendi hayatlarının her alanında sürekli gelişmelerinde yardımcı olma talihine eriştim. Konular yalındı; sevgi, hayal gücü, inanç ve başarının doğası. Fakat onun bunları kavrayış şekli, bu toplumda insanlara öğretilenlerin hiçbirine benzemiyordu. Onun görüşünün benim deneyimlerime yansıdığını görmeye başladım. Daha da ötesi, deneyimimi farklılaştırıyordu. Benim farklı deneyimlere sahip olmamı sağlıyordu. Bu noktada, paylaşılması gereken bir şeylerin olduğunu gördüm. Bununla beraber seçtiğim yol önemli bir tartışmaya sebep olmuştu. Benim de dahil olduğum kahunalar çalışmalarını uzun bir süre halkın gözünden uzak, �izli bir şekilde yürütmüşlerdi. Bunun birçok nedeni vardı. Edindiğim anlayış sıra dışıydı fakat sonunda Huna öğretisini halka öğretme amacında yeni bir kural oluşturabileceğim konusunda görüş birliğine varılmıştı. Sonuç olarak, l 973 ‘te Califor12 nia eyaletinde, kar amacı gütmeyen ve ayrımcılık yapmayan Uluslararası Huna Tarikatı kuruldu.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir